Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: EllaWoo971
    Bugün: 38
    Dün: 35
    Toplam: 90402

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 2058
    Üye: 0
    Toplam: 2058

    FrpWorld.Com :: View topic - Ody'nin ana hikayesi
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Ody'nin ana hikayesi View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Tangrel
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 29, 2003
    Posts: 8
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Tue Aug 05, 2003 7:01 am Reply with quoteBack to top

    Çnceki yazdigim hikaye simdi yazacaklarim icin bir giristi. Bu asagidaki benim bir oyun icin yarattigim karakterin biyografisi. Biyografi yazmaya fazla kaptirinca biraz uzadi. Umarim bir onceki kadar severek okursunuz. Uzulerek soyluyorum Prelude ile birlestigi bolumu daha basamiyorum. Zaten karekterimi oynatan arkadasim oyunu kestigi icin oyunla ilgili bolumleri ekliyemedim ben de oralari atlayarak devam etmeye çalıştım. Ama FRPden bildiğiniz gibi bir karekter hayatinin bazi evrelerini atlaya atlaya yasayamaz sonra yarim ve gücsüz kalır. Onun icin karakterin devamini yasamasi gerekenleri yasadiktan sonra basmayi düsünüyorum...
    Not: Sacma ingilizce adlar icin de simdiden ozur diilerim gonul isterdi ki tamamini uygun bir dille yazayim...





    BÇLÇM I

    Ergenlik


    Seçim Günü

    Çç gün boyunca tek başına yürümüştü. Bacakları kesiliyordu. Ama varmıştı. Hem de tam zamanında. Olması gerektiği gibi ne önce ne de geç. Oturup dinlenmek istiyordu ama bunun zamanı değildi. Kendisi gibi kırk beş kadar kişiyle birlikte. Yüksek alana hakim bir tepede bir çember oluşturmuşlardı. Elini boynundaki Heinerous sembolüne götürdü. Erdemin ve cesaretin tanrısına. Kırk beş kişiden her halde on beşi kendisiyle bu inancı paylaşıyordu. Çünkü gözetmenler inançlarına göre katılan insanların mavi veya kırmızı gömlek giymelerini istemişti. Etrafına bakınınca HextorÂ?a tapınanların çokluğu şaşırtmıştı kendini. Kendi geldiği HolsgaardÂ?da böyle bir tanrının tapınağının yapılması hatta ona övgü yağdırmak bile yasaktı.
    Kendisi gibi şövalye çocuğu olan her halde dört yada beş taneydi. Yanlarında getirdikleri Büyük Krallık nişanlı kılıçları bunu belli ediyordu. İlginç olanı bunların hepsinin kırmızı gömlekli olmasıydı. Gözetmenlerin de yarısında Hextor nişanı vardı. Büyük krallığın iki gruba ayrıldığı ve bir yarısının HextorÂ?a taptığını biliyordu ama bu kadar çok olduğunu bilmiyordu.
    Bugün burada bir büyük Krallık şövalyesi olabilmek için vardı. şartlar belliydi. Elemeleri başarıyla atlatmak ve verilen görevleri yerine getirmekti.rakiplerinin gözlerine baktı. Hepsi de aynı kararlılıktaydı.
    .Elinin babasının kılıcına götürdü. Bu kılıç babasının ilk savaşlarında kullandığı kılıçtı. Onu yanında hissetmek kendisine huzur veriyordu. Çzerindeki işçilik çok iyiydi. Kılıcın metal alaşımı çok iyi ayarlamış ve üzerinde uzun saatler çalışılmıştı. Babasının sonraki yıllardaki yol arkadaşını, Zırhkeseni, silahşorluk ve diğer dersler için satmışlardı.
    Babasından kalan tek şey bu kılıçtı. Babası daha beş yaşındayken bir sefere çıkmıştı ve bir daha dönmemişti. Geriye sadece zırhı, bir de silahı dönmüştü. Annesi babası öldükten sonra çok kötü hastalanmış ve yatağa düşmüştü. Parasal harcamaların bolluğu mülklerin tek tek elden çıkmasına sebep olmuştu. Annesini hayata bağlayan tek şey olmuştu, Odyseus. Sekiz yaşında savaş eğitimine başlattı. Okul masrafları, en iyi kılıç ustalarından dersler babasının zırhını ve kılıcını satmasına sebep olmuştu. On üç yaşındayken derslerden arta kalan zamanını çalışıp para kazanarak geçirmişti, Ody. Fiziksel olarak çok güçlü olması onu yük taşımak için bire bir yaratılmasına sebep oluyordu. Ağır şartlardaki çalışmaları onu daha da güçlendirmişti.
    Bir yaz dönümü önce de hocası ona bu teste girmeye yeterli olduğunu söylemişti. O yaz annesinin uzun zamandan sonra ayağa kalktığı ilk yazdı. Ne olursa olsun bu testi onun için kazanmalıydı.
    İlk test, kılıç dövüşüydü. Yirmi beşi de ellerindeki kılıçları meydanın ortasına yerleştirilmiş masaya doğru götürdüler. Kılıç şövalyeliğe kimin adıyla girdiğini göstermek için lazımdı. Sizin turnuvaya girebilmeniz için ismi iyi bilinen birinin vekilliğini ve kılıcını getirmeliydiniz. Kılıç eğer elemeleri geçe bilirseniz size geri verilirdi. Eğer geçemezseniz kılıcın sahibine denetmenlerin notlarıyla birlikte geri gönderilirdi. Bu kılıcı taşıyan için onur kırıcıydı.
    Masaya boynu biraz eğik gitti ve kılıcı uzattı. Orada duran gözetmen kılcı iyice inceledi. Bir Büyük Krallık nişanı vardı üstünde ve Odyseus bunun yeterli olacağını düşünmüştü. Gözetmen iyi işlenmiş simsiyah bir zırh giyiyordu. Tolgası çıkarılmış şekilde masaya notların yanına yerleştirilmişti. Tolganın üstünde Manticore motifleri vardı. Kanatlarını yukarı doğru kaldırmış dimdik duruyordu. Sert bir mizacı vardı. Kaşlarını çattı. Elindeki kılıcı yana bıraktı. Masanın üstüne eğildi. Bu sırada koynundaki Hextor madalyonu ileri doğru düştü ve masaya çarptı. Sesi gür ve korkutucuydu. İnsanı etkisi altına alıyordu.
    Â?Bu kılıç, eskilerden tanıdığım birine ait gibi ama çıkaramadım. Belgelerin nerde seni öneren kişinin sana mektup vermesi gerekmiyor muydu? Kılıcın sahibinin imzaladığı bir de belge olması lazım!Â?
    Ody konuşamıyordu. Bildiği kadarıyla onlara kabul gelişti ama Ody baş vurmamış hatta kendisine kefil olan birisi olup olmadığını da bilmiyordu. O sırada masaya bir şövalye yaklaştı. Göğsüne masadaki görevlininki gibi bir Manticore işlenmişti. Zırhında birkaç tane sonradan düzeltildiği belli olan kesikler vardı. Masadakinin tersine boynunda bir Heinerous madalyonu taşıyordu. Sırtında bembeyaz bir pelerin vardı. Elini masada oturan adamın omzuna koydu. Masadaki görevli bir an şaşırdı, sonra sakinleşip oturdu. Ody, o an gelen kişinin yüzünü merak etti. Başındaki tolga yüzünü kapatıyordu. Kafasındaki tolganın şekli gümüş bir ejder figürüydü.
    Â?Ne oldu Fredrick? Söyleyeceğin bir şey varsa lütfen çabuk söyle daha uğraşmam gereken böyle yirmi iki genç var.Â? Dedi masadaki görevli.
    Fredrick tolgasını çıkardı. Kolunun altına aldı. Uzun sarı saçları omuzlarından aşağı döküldü. Alnında ve sağ yanağı boyunca iki yara izi vardı. Dört beş gündür de tıraş olmadığı kesindi. Fredrick, OdyÂ?i süzdü ilk önce, sonra açıklamasına başladı.
    Â?Söyleyeceğim o ki Karl elinde tuttuğun kılıç benim merhum arkadaşım, ruhu şimdi HeinereousÂ?la birlikte, Leto PeacefounderÂ?a ait. Kendisine de ayrıca ben kefilim. Bu arada kendisine kefil olarak, ortaya şimdi tuttuğun kılıcı değil yanımda ki babasının on savaşında kullanmış olduğu kılıcı getirdim.Â? Pelerinini yana doğru itti. Yanında getirmiş olduğu kılıcı kınından çekti. Kılıç güneşe çıkar çıkmaz parıldamaya ve vızıldamaya benzer bir ses çıkarmaya başladı. Bu, ZırhkesenÂ?di. Â?Sanırım bu hem babasının hem de ben Fredrick Braveway onu kefil oluyoruz.Â?
    Kılıcı masanın üstüne bıraktı. O an da Odyseus ve Fredrick göz göze geldiler. FredrickÂ?in bakışlarında güven ve şefkat vardı. Ody de ise şükran ve merak vardı.
    Kayıttan sonra Fredrick, OdyÂ?nin yanına geldi. Ona olan biteni açıkladı. Babasının gidişinden beri onları izlediğini, zırhın ve kılıcın satılacağını duyunca onun aldığını söyledi. Başkalarının eline gitmesini istememişti. FredrickÂ?in hiç çocuğu olmamıştı. LetoÂ?ya bir çok kez hayatını borçlu olduğundan dolayı OdyÂ?e bakmayı LetoÂ?ya söz vermişti. Ody içten bir şekilde teşekkür etti. Böyle bir yükün altından nasıl kalkabileceğini bilmediğini ama güvenini boşa çıkarmayacağını ekledi. Fredrick ayrılırken içinden bir ses daha bu kişiyle çok vakit geçireceğine dair bir his vardı.
    Herkese birer tahta kılıç dağıtıldı. İsteğe göre boy ve ağırlıkta tahta kılıç vardı. İsteyenler çift el kılıç, isteyenler de kalkan alabiliyorlardı. Kılıç dövüşlerinde iki kez kendisi gibi elemeye katılmış adaylara, bir kez de hocalardan birine karşı dövüşülüyordu. Amaç, kimlerin kılıçta gelecek vaat ettiğini görmekti.
    Buradaki dövüşler hiçbir zaman öldürme amaçlı değildi, ama ara sıra da olmuyor değildi. Kendine gidip zırh seçti önce. Çstünde işlemeler olmayan ama iyi ellerden çıktığı belli göğüslük seçti. Babasınınki de buna benzer bir şeydi. Kılıç olarak kısa kılıçlara baktı önce. Bir iki tanesini deneyip ağırlıklarını beğenmedi. Birkaç tane bir buçukluk kılıç vardı. Hocası bunları kullanırdı. Ne kadar formalitelere uygun olmasa da ve bir şövalyenin törenler de takabileceği bir kılıç olmasa da uzun kılıçlardan daha iyiydi. Topuzlar ve baltalar. Bunların eğitimini de almıştı ama sevmemişti. Sıranın en sonunda favori kılıcı duruyordu. Ççüncü uzun kılıç sanki kendisine göre yapılmıştı. Ağırlığı yerinde ve keskinliği yerindeydi. Bütün silahlar hafif köreltilmişti. Ama bu köreltilirken dengesi bozulmamıştı. Bir tolga aldı. Herkes en korunaklılarını kapmıştı. Ona ise ağız ve burun koruması olmayan bir tane kalmıştı. En azından görüş avantajı olacaktı diğerlerine karşın. Güzel bir tane tahta büyük kalkan aldı. Hazırdı. İlk rakibi kılıcını ona doğrultmuş onu savaş alanına davet ediyordu. Kafasıyla onay verdi ve meydanda yerini aldı.
    İlk dövüşler hızlı bitti. Rakipler bir birlerini küçümsediğinden çok fazla açıklar verilmişti. Rakibi bir çift el kılıçla üstüne saldırmıştı. İlk hamlesi yandan gelmişti. Daha hamle başlamadan zaten Ody ne yapacağını biliyordu. Hamlenin geldiği tarafa hızla kalkanıyla yüklendi. Çok yakınına girdiği için rakibi kılıcın ivmeyi alamadan hamle kalkanla kesildi. Kılıcı hızla bacağına indirdi, Ody. İyi ayarlanmış hızı yerinde bir hareketti. Uzun kılıçla çok uzun zamandan beri tecrübe ettiğinden hedefi iyi yakalamıştı. Rakibinin zırhının içinden orasının morardığını biliyordu. Geriye doğru hızlı bir şekilde sıçradı, avantajını elinden kaçırmak istemiyordu. Rakibinin bu bacakla bir açık daha vereceği belliydi. Bu sefer rakibi bütün kaba kuvvetini de kullanarak devasa kılıcı yukardan kafasına inecek şekilde savurdu. Kendisinin yine kalkanla savunmasını mı bekliyordu bilinmez. Ody eğer kalkanla savunursa kolunun çıkacağını yada solunu kullanamayacağını biliyordu. Onun yerine yana yere doğru atladı. Rakibinin silahı yavaştı. Kılıcı daha yerden kaldıramadan Ody kalkanını hazırlayacak ve ayağa kalkacak pozisyonu bulmuştu. Rakibinin sağına doğru atlamasının bir diğer sebebi de onun o bacakla hemen sağına dönemeyeceğini bilmesiydi. Rakibi kılıcını yarıya kadar kaldırmıştı ki Ody bir daha kalkanı rakibinin koluna vurdu. Rakibi bu sefer hazırlıklıydı, bütün gücüyle onu geri fırlattı. Benden daha güçlü müdür ki diye geçirdi içinden. Elindeki kalkanı yere fırlattı. Kılıcı iki eliyle kavradı. Rakibini kılıcı havayı yararken geriye doğru çekildi. İki eliyle kavradığı kılıcı vücudunun bütün gücünü alıyordu. Hızla adamın elindeki kılıca indirdi kılıcı. Adamın kılıcı yana doğru kalınca göğsüne omzuyla vurarak geriye itti. İstediği iki adım geri gitmesiydi ve rakibi bunu yerine getirdi. OdyÂ?nin kılıcı çift eli tutan kollardan sol kola indi. Adamın yüzündeki ekşime ikinci puanın göstergesiydi. Aynı zamanda o kılıcı kolay kolay kaldıramazdı. Geriye doğru iki kez sıçradı. Tam koruma alıp rakibine saldırmadı. Geri çekilecekti büyük ihtimal. Rakip kolunu tutarak başını salladı. Kılıcı yere bıraktı. Ody rahatlamıştı ilk dövüş geri de kalmıştı. Kılıcını indirdi. Rakibine yaklaştı ve dostça elini uzattı.
    Hiç beklemiyordu. Demir eldivenler suratına patladı, çene kemiğinin yerinden çıktığını hissetti. Kahretsin önü kapalı bir tolga kalmamıştı. Ayakları yerden kesildi. Bir anda çimenlerle buluştu. Rakibi hemen eğilip sağlam sağ koluyla uzun kılıcı kaptı. Boğazına üç puanlık bir hareket yapmak için hareketlendi. OdyÂ?ni suratı kan içinde kalmıştı ama yinede üstüne saldıran cüsseyi görebiliyordu. Bütün gücünü toplayıp onun sağ yaralı bacağına bir tekme indirdi. Kılıçtan yana doğru kaçıp onu kılıç tutan bileğinden tutup yere yanına doğru çekti. Kılıç yanına saplandı. Yana doğru yuvarlanıp ayağa kalktı. Ama bu sefer rakibinin kalkabileceğini hiç sanmıyordu. Tekme zaten sakat olan bacağını iyice sakatlamıştı. Hakemler koşa koş yanlarına geldi. Bu tip durumlar için hazırlıklılardı. İkisine de iyileştirici birer iksir içirildi. İksirin etkisi OdyseusÂ?un bütün vücudunu yaktı. Sonra burnundaki kanama ve çenesindeki ağrı son buldu. Rakibi de ayağa kalkmıştı. Galiba ona şövalyeliğe kabul edilemeyeceğine dair bir şeyler söyleniyordu. Pek üzülmüş gibi durmuyordu. Gitti.
    İkinci rakiple olan dövüşleri iyi ve pürüzsüz gitmişti. İki tarafta da yaralanma olmamıştı. Biraz yorucu olmuştu o kadar. İki tarafta kendini çok iyi savunduğundan beş dakika sadece açık aramakla geçmişti. Çç iki kazanmıştı Odyseus bu dövüşü de. Denetmen ise çok iyiydi. Bir kısa kılıç bir de hançer kullanıyordu. OdyÂ?e bir çok açık verdi, muhtemelen bilerek ama hiç birini de değerlendirmesine izin vermiyordu. Kılıç hareketlerinden her seferinde sıyrılıyordu. Dövüş bittiğinde denetmen tatmin olmuş bir hareket yaptı. Çç çok başarılı hareketle üç puanı aldı. Bayağı yorulmuştu dövüşün sonunda Ody.
    Bundan sonraki yarışmaya bir saat dinlendi. İki tane mızrak turnuvasına katıldı. Birini kazandı. Bu kendisi için bile sürprizdi. Çünkü iyi ata binmesine karşın hocasına karşı hiçbir başarı kazanamamıştı bu tip dövüşlerde o da bu işe eğilmemeyi tercih etmişti. İkincisi bir hezimetti. Rakibi çok iyi ata bindiği gibi bu tip dövüşlerde ustaydı. Kendisini yenen kişi dört tane daha davet aldı ve hepsini peş peşe kazanarak mızrakla dövüşleri birinci bitirdi. Odyseus ise yenildiği için daha fazla davet almadı bu da işine gelmedi değil doğrusu. Bu fırsatla iyi bir şekilde dinlendi.
    Güreşe gücü yerinde girdi. Güreşteki rakibi atanmıştı kendine. İleri çıktı. Tepenin üstü güreşen adaylarla dolmuştu. Hocalar, güreşenlerin arasında dolaşıyor ve notluyorlardı. Herkes en az iki kez dövüşmeliydi. Eğer hepsini kazanırsa büyük ihtimalle daha da talep gelirdi. şövalye olarak gelenleri geri çeviremezdi. Bu düzene ve koda aykırıydı.
    İlk rakibi kolaydı. İki hareketle altında kalmıştı. İkincisi güçlüydü ama çevik değildi. Karnına bir kroşe yemişti. İki ayağının üstüne yere düşmüştü, kolları karnında. Rakibi bu vuruşun ardından üstüne atlamamıştı. Hataydı. Kafasıyla karnına doğru kalkmıştı. Rakibi sendelemişti. Hiç tereddüt etmedi ve kafasını çenesine indirdi. Rakibi yere yıkıldı kanlar içinde. Yaptığı hatalı bir hareket miydi, etrafına bakındı bir hoca var mı diye. Hocalar hareketi ve içindeki öfkeyi kontrol edememesini not aldılar. Ama üçüncü dövüşe çıkmasına da izin verdiler. Çç ve dört rahat geçti. Gerçi sonuncusunu kaybetti ama önemli değildi. Dalgınlığına gelmiş ve kolayca atlatabileceği bir hamleyi görmemiş yere yıkılmıştı. Ama ilk beşteydi.
    Denetmenler yarım saat kadar elemeleri geçenlerin dinlenmelerine izin verdiler. İlk yarı olmuştu. Güneş tam tepeye varmış ve inişe geçmişti. Daha gece olmasına çok vardı ama. Daha gücün ispatı için ağırlık kaldırma, okçuluk, ata binme ve at yarışları vardı. Gece de seremoniler başlayacaktı.
    HeinereousÂ?a inanan adayların yarısından fazlası hala buradaydı. Hextor taraflarında ise bayağı eksik göze çarpıyordu. Yorgunluk verilen yemekle üzerinden akıp gitti. Ağırlık kaldırma kolaydı. Bunda daha üçüncü turda birinciliğini ortaya koymuştu. Dört kişi kendisiyle yarışır gibi olmuştu ama anlaşılan o ki daha yorgunluklarını üstlerinden atamamış olacaklar ki son denemelerde tam kaldıracakken yere bırakmışlardı ağırlıkları.
    Yayda o kadar iyi hiç olmamıştı. Uzun mesafe silahlarının çoğunu kullanmayı öğrenmişti ama kendisi bu tip şeyler de ortalama sayılırdı. Zaten öyle oldu. Hedefin yerinin üçüncü değişikliğinde çekildi. Beşinci yer değişikliğinde sonuçlanmıştı yarışma.
    At seçimi, terbiye ve engel atlama. Derslerde en çok ilgisini çeken şey ata binmekti. Atlarla ilgili her şeyi öğrenmişti. Hatta at terbiyeciliğinde de çalışmıştı köyde. Ne kadar mızrakta başarılı olamasa da bunda derece bekliyordu yine kendinden. Günün geri kalanı atlara ayrılmıştı. Nedeni belliydi. Silahtan sonra en önemli şeydi at, bir savaşçı için.
    Çğretmenler tepenin aşağısına atların yanlarına getirdiler öğrencileri. Herkese yetecek kadar at vardı. Hatta fazlası. Bir kaçı daha yeni yakalanmış ve azgındı. Bir kaçı ise terbiye edilmişti. Ne olursa olsun çoğu güçlü hayvanlardı ve seçmek zordu. Hepsi çitlerle kapatılmış geniş bir çamurluk alana yayılmışlardı. En az beş gündür burada oldukları belliydi. Hemen yanında atları koşturmak ve alıştırma yapmak için bir koşu pisti vardı. Bir de engelli bir meydan vardı elemeler için. Mızrak dövüşü için hocaların eğitilmiş atları kullanılmıştı. Buradakiler ise özeldi. Kimsenin değildiler ve kendinizi onlara kabul ettirmeniz gerekiyordu. Kurallar buydu. Denetmenler tarafından size sakinleştirilip verilmiyorlardı. Bu da düşüp bir yerini kırma tehlikesi doğuruyordu.
    Ody emin adımlarla atlara doğru yürüdü ve hepsini incelemeye başladı. Yedi sekiz at sonra aradığını görmüştü. Kapkara bir aygır. Yaylıktan daha yeni çıkmıştı. Gücünün doruklarındaydı. Kişniyor, şaha kalkıyor, havayı ve yeri dövüyordu. Vurduğu yerden toprak parçaları havalanıyordu. At etrafına hiç kimseyi yaklaştırmıyordu. Attan anlamayan birkaç kişi basit eğitilmiş atlara yöneltmişlerdi dikkatlerini. Geri kalan herkesi gözü bu attaydı. Hocalar bile bu ata iştahla bakıyorlardı.
    Hemen onun etrafını saranlara katıldı. Son üstüne çıkmayı deneyen kişi havalandı ve çamura düştü. Zırhının paçalarından biri kopup gitti. At onun ayaklarının altında ezecekti neredeyse. Kara canavar çocuğun etrafını dövüyordu. Çiftelerden birinin gelmesi ölümdü. Odyseus hızla atıldı ve korkusuzca arkadaşını atın ayakları altında geri çekti ve geriye doğru birlikte atladılar. Bu büyük bir alkış ve hocalardan taktir almıştı. Yerde uzanırken atla, yeni rakibiyle göz göze geldiler. OdyseusÂ?un bu yaşına kadar gördüğü en güzel varlıktı. Gözlerini ondan hiç ayırmadan ayağa kalktı. Herkes nefesini tutmuş, ikisine bakıyordu. At zıplamayı ve çifte savurmayı kesti, ağır ağır nefes alıyordu. Herkes bunun ortak bir kararla OdyÂ?nin şansı olduğunu biliyordu. Biraz bundan biraz da korktuklarından ata yaklaşıp sırtına atlayan olmadı. Odyseus attan gözünü hiç ayırmadan arkadaşlarına ve denetmenlere çemberi açmalarını ve mümkünse çitin arkasına geçmelerini istedi. Herkes nefes kesmiş onları izliyordu. Dikkat dağıtacak hiçbir ses çıkmaması için uğraşıyorlardı. Ata yarım yamalak ona acı verecek şekilde eğer vurulmuştu. Ody bunu hemen fark etti.
    Karşılıklı beş dakika birbirlerini süzdüler. At sakinleşmiş gözüküyordu. Ona doğru iki adım attı. Elini kaldırdı. Atın gelip kendini koklamasına izin verdi. Bir beş dakikada böyle kaldılar. Ody atın kulağına eğilip kısık bir sesle konuşmaya başladı. Amaç güven vermek ve onu acıtmayacağını belirten sözlerdi. At sanki anlamış gibi kişnedi ve kafa salladı. şaşkınlık herkese yayılmıştı. Ody yavaşça yana geçti ve eğerin alttan kayışını tuttu, tokayı çözüp düzeltti. Atın önüne yeniden geçti. Gözleri bir daha buluştu. Ody o gözlerde bir parlama bir onay arıyordu ve sanki gerçekten görmüş gibi sağından ata bindi. Herkes içini çekti. Ody gözde ne gördüğünü biliyordu. Yeni bir meydan okuma.
    At bir anda etraftaki sessizliği dağıttı. Bir anda şahlandı. Daha öncekilerden de sert ve seri bir şekilde şaha kalkmaya, olduğu yerde zıplamaya ve rakibini atmak içinden elinden geleni yapmaya başladı. Ody ise dizginlere ve eğere yapışmıştı. Bütün gücüyle asılıyordu. Bırakma gibi bir düşünce yoktu aklında. Etrafındaki dünya ha bire dönüyor ve değişiyordu. Etrafındaki insanları hatta yerle göğü bile seçemiyordu. Hiç iradesine bu kadar çok dayana bilen bir yaratık olmamıştı. İnsanlar ve atlar üzerindeki otoritesi daha çok küçükken bile inanılmazdı. Birbirleriyle mücadeleleri o kadar uzun sürmüştü ki etrafındaki insanlar azaldı. Turnuvalar devam etti. İnsanlar yarıştı. Kendisi ise yarım saat boyunca çitin içinde bir oraya bir buraya uçtu. Kendisini seyreden iki denetmenden başkası kalmamıştı. Bir anda etrafındaki döngü durdu. Hayvan duruldu. Ody eğildi. Boynuna sarıldı, Â?eğer bana yardım edersen yollarımız hiç ayrılmaz umarımÂ?. Dedi kulağına atın. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Kendini toparladı denetmenlerin yanına kadar sürdü. Attan aşağı atladı. İki adım atıp onların yanlarına devrildi. Ayaklarında güç bitmişti. At sessiz bir şekilde tepesindeydi.
    Arkasından tanıdık bir ses. Â?Çok başarılıydın evlat. Bu atı turnuvaya ben getirmiştim. Daha yeni yakalanmıştı ve acaba onun hangi güç dize getirir diye merak ediyordum. Al şu şurubu iç, gücünü fazla değil ama en azından biraz toparlamanı sağlar. Ne de olsa daha engel atlayacaksın değil mi?Â?
    Arkasını dönüp iksiri alınca bunun Sör Fredrick olduğunu gördü. Teşekkür ederek elindeki şurubu aldı ve içti. Gerçekten de kendisine gelmesini sağlamıştı iksir onun. Ayağa kalktı. Ata yeniden yaklaşıp boynunu okşadı. Gerçekten güçlüydü hayvan. şu anda kendisiyle dosttu da. Daha yorulmanın eseri yoktu onda.
    Â?Hadi bir daha koşmaya ne dersin?Â?
    At başıyla onay verdi. Bunu nasıl yapmıştı. Yeniden onun üstünde olmak nefis bir duyguydu. Böyle bir sırtta bütün dünya gezile bilinir, hatta burada uyuna bilinirdi bile. O kadar bağlanmıştı bu hayvana bir bakışta.
    Denetmenlerine selam verip engel bölümüne dört nala gitti. At onla gerçek bir uyum oluşturmuştu. Eğitilmemiş olduğuna inanmak imkansızdı. Çiti bir zıplayışta aşıp engelli alanına geldiler. Onu gören şövalye adayları ıslık ve alkış kopardılar. Alanı ona boşalttılar. Her kes ikisini merak ediyordu. Engelleri aşmak Ody için bir rüya gibiydi. Engeller bittiğinde anlamamıştı, sanki hepsinin üstünden uçarak geçmişti. O bitirdiğinde bir alkış koptu. Tamamlamıştı. Büyük ihtimalle en büyük başarıyla. Ama onun kalbini ve beyini dolduran tek şey altındaki kas dolu simsiyah gördüğü doğa üstü yaratıktı.
    Ellerini onun sırtında gezdirdi. Onun yelelerinin arasına soktu. Kolyeden tutup attan indi. Â?Sadece bir meydan okuma kaldı. Ondan sonra sana hayatımı borçlu olacağım.Â?
    Kendisine bu başarısından sonra at yarışında uzun zaman meydan okuma gelmedi. En sonunda turnuvanın sonunda iki kişi yenilmezliklerini pekiştirmek için geldi. İkisini de kolayca geçti. Hava kararmaya başladıktan sonra atı seçmek çok zor olmuştu seyirciler için. Sanki Odyseus uçuyormuş gibi görünüyordu. Tepenin aşağısına varıp mendili kapıp geri hızla yukarı çıkıyordu. İki yarıştan sonra kendisine başka rakip çıkmadı.
    Geriye bir tek seçilenlerin duyurulması ve korumaların dağıtılması kalıyordu.
    Bekleme sinirle geçti. Böyle bir onuru kazanıp kazanmadığını çok merak ediyordu. Bunun yanında ateşlerin yanından kalkıp ata gitmek istiyordu.
    İlk önce adları okunanlar şövalyelere doğru yürüyorlar. Herkesle vedalaşıp evlerine gidiyorlardı. Elenenler aralarından ayrıldıktan sonra kalanlara zırhlarının giydirilmesi ve çıraklı unvanı verilmesi kalmıştı. Sadece on kişi kalmışlardı. Kendisi sondan ikinci olarak ayağa kalktı. Bu kendisi için çok büyük bir onurdu. Bu, elemelerdeki en başarılı ikinci kişi olduğunun göstergesiydi. Zırh tercihi soruldu. Tabi ki dövüşlerde kullandığı gibi göğüslük olduğunu söyledi. Kılıç dövüşündeki denetmeni güzel bir zırh hediye ettiğini belirtti. Silah olarak babasının usta elinden çıkma ilk göz ağrısı takıldı. Silahı ve zırhı takılırken Sör Fredrick ileri çıktı.
    Â?Babasını, tanıdığım bu arkadaşına bu gece beni ve babasını onurlandırdığı için ona bir şey hediye etmek isterim. Ayrıca kabul ederse bundan sonraki görevini ben tayin etmek ve şövalyelerin tarafına tamamen kabul edilinceye kadar benim yanımda kalmasını rica edeceğim ondan. Ona yolculuğunda ben rehberlik edeceğim ve gerekleri öğrenmesine ben yardım edeceğim. Evet, sen Leto PeacefounderÂ?ın oğlu Odyseus Peacefounder beni rehberin olarak kabul ediyor musun?Â?
    Odyseus bu kadar onurlandırılmayı beklemiyordu. Â?Bu benim için bir şereftir, Sör Fredrick Braveway. Sizin rehberliğiniz altında bu kardeşliğe hizmet etmeye ant içerim.Â? Diz çöker ve kendinden öncekilerin selamın tekrarlar.
    Â?Sana vermeyi söz verdiğim hediyeye gelince, Odyseus, benden ne istersen sana onu vermeyi kabul ediyorum.Â? Pelerinin ayan doğru itip. Oradaki kılıcı çekip çıkardı. Â?Bu kılıcı sana hediye etmek beni onurlandırır. Ama aklında daha iyi bir hediye varsa onu da duymak isterim.Â?
    Odyseus başını yavaşça kaldırıp yukarı FredrickÂ?in gözlerine baktı. Hiçbir şekilde gözlerini kaçırmadan, Â?Bu kılıcı taşıyabilecek kadar onu hakkettiğime inanmıyorum efendim. Eğer beni affederseniz sizden isteğim daha önce sizin olduğunu söylediğiniz siyah atı sizden istemek olacaktır. Böylelikle ben de ona verdiğim sözü gerçekleştirme fırsatı bulabileceğim.Â?
    Â?Tabi ki o atı sana verebilirim. Sonuçta, sen o atı seçtiğin kadar o atta seni seçti. şimdi seni Büyük krallığın koruyucu şövalyesi adayı olarak ilan ediyor, eğitimini ve rehberliğini üstleniyorum ta ki sınav günün gelinceye kadar.Â?
    Babasının kılıcı, ilk önce sol sonra sağ omzunun üstünde durdu. Zırha değerek parıldamaya başlıyordu kılıç. En son da kafasına dokundurdu. Yandan iki eğitmen yanına geldi. Biri sağına diğeri soluna geçti. Odyseus ayağa kalktı. Biri sırtına bir pelerin takarken diğeri de yeni tolgasını geçirdi. Tolganın üstünde koşan bir pegasus, kanatlı at figürü vardı.
    Seremonisi bitince diğerlerinin yanında yerini aldı. Ardından birincinin seremonisi yapıldı.
    Bir iki saat geçtikten sonra yatma ve kamp kararı alındı. Sabah güneşi daha yeni doğarken Odyseus bir el tarafından uyandırıldı. Bu Sör FredrickÂ?ti. Gitmede önce veda etmek istemişti.
    Â?Bak Odyseus, benim beş günlük bir iş için daha kuzeye gitmem lazım. Bu arada sen de eve git ve anneni gör. Toparlan. Orada işin bitince HildervilleÂ?e bana gel. Bu kağıtta adresim var. Sen gelince eğitimine başlayacağız. Orada ol. Baban seninle gurur duyardı.Â?
    Atına atladı ve uzaklaştı. Onun gidişinin ardından Odyseus da toparlandı. Zırhını giyindi ve silahını taktı. Çitlerin oraya gittiğinde atı onu bekler bir hali vardı. Onu okşadıktan sonra çitli alandan çıkardı. Koşu takımlarını geçirdi. Eğildi ve atını yelelerinden öptü. şimşek hızıyla atıldı.
    Akşama kadar at sürmüştü. Hiç yorulmamıştı. Evi ilerde gözüküyordu. Holsgaard çokta büyük bir kasaba sayılmazdı ve evleri kasabanın girişindeydi. Annesini hayal etti. Bu kadar erken dönmesini hayal etmiyordur her halde diye içinden geçirdi. Evde daha ışıklar yanmıyordu. Altındaki at daha yeni yeni yorulma belirtileri gösteriyordu. Eve varınca hızla atından aşağı atladı. Tam kapıya doğru gidiyordu ki aklına geldi. Çzür dileyen bakışlarla geri döndü. Atın başını okşadı. Koşu takımlarını çözdü.
    Â?Sana çok iyi bakacağım. Sana söz. Â? yellerinden öptü atı. Kulağına eğildi. Â?Bu arada senin adın Force March olsun tamam mı?Â?
    Back to top View user's profileSend private message
    Tangrel
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 29, 2003
    Posts: 8
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Tue Aug 05, 2003 7:04 am Reply with quoteBack to top

    Gece ve Güneş



    Hilderville ilerde görünmüştü. Sağındaki gündöndülerin üzerinde güneş batıyordu. Gündöndüler bunun matemiyle başlarını eğmiş güneşin batışını seyrediyorlardı. Tarlalarla kasabayı ayıran köprüye az kalmıştı. Bugün Odyseus için özel bir gündü. Atını bir başka hırsla sürüyordu bugün. Taş köprü üzerinden geçerlerken atı durdurup aşağı atladı Ody. Atını suyun yanına doğru getirdi. Yelelerini düzeltip başını okşadı. Birkaç gün önce öğretmiş olduğu ıslığı çalıp ağzından sarıasma kuşu sesi çıkardı. Tek bildiği buydu. şimdilik. Hayvan başını sallayıp suyun yanına gitti ve içmeye başladı. Force, bir yılda çok daha güçlenmişti. Geçtiği yerlerdeki insanların dikkatini çekecek kadar güzel bir varlık olmuştu.
    Odyseus pelerinin çıkarıp yere serdi. Yere uzandı ve güneşin batışını seyretmeye başladı. Verilen görevi yerine her zamanki gibi çok çabuk yerine getirmiş ve geceye kadar da kimse gelmesini beklemiyordu. Güneşin batışı çok güzeldi. Ayaklarının altındaki derenin şırıltısı ile sanki uyuyacak gibiydi. Sonra onun yüzü geldi gözlerinin önüne.
    Kış dönümüydü. Daha yeni, Lordu, Fredrick ile birlikte bir görevden yeni dönüyorlardı. Fredrick bayağı kötü yaralıydı. Sol kolunun tamamı bir hastalık kapmıştı. Çıkan yaralar vücuda da yayılabilirdi. Acilen kalenin şifacılarına yetiştirilmeliydi. Ateşten yarı uyanık yarı baygın at sürüyordu. Görev, birliğin vermiş olduğu bir yıkıntının araştırılması işiydi. Orada yıkıntılar arasında Büyük Krallık hakkında yazılı metin arayacaktılar. İçerde bir şey beklemiyorlardı. Ana karadaki şövalyeler iyice azalmışlardı. Sadece yeni yetişenler ve büyük lordlar kalmışlardı. Lordlar, Büyük KrallıkÂ?ın kökeni olduğu inanılan bir adaya para gönderiyorlar ayrıca kendi halklarına bakıp düzeni sağladıklarından buradaydılar. Her neyse, Yıkıntıya girerken etrafta kurt izlerine rastlamışlar, içerde olup olmadığına bakmak için Fredrick önden içeri girmiş, Odyseus da dışarı da kalmış ve kurt gelip gelmediğini kontrol etmişti. Dışarıda tam sıkılmaya başladığı sırada içerden FredrickÂ?in bağırmasını duymuştu. Bunun tam olarak bir çığlık mı yoksa bir yardım isteğimi olduğunu anlayamamıştı. Force da kendisi ile birlikte huzursuz olmuştu. Kılıcını çekti, yere dikmiş olduğu meşaleyi kapıp içeri koştu.
    Yıkıntı eski bir kütüphaneydi. Tek farkı normallerinden farklı olarak yerin dibine doğru gitmesiydi. Bunun nedeni de eski sahiplerinin Gnome olmasıydı. Binanın duvarları nemden bozulmuştu. Yerler yosunluydu ama hızlı hızlı yürümeye engel teşkil etmiyorlardı. Koridordan aşağı doğru gitti. Merdivenlerden aşağı koyuldu. Aşağıdan çarpışma sesleri geliyordu. Ama tam olarak ne kadar aşağıdan bunu kestirmek zordu işte. İki kat aşağı indi. İlk iki kattaki kapılar kapalıydı. En sonunda üçünce katta sesler yakınlaştı ve ilerde ışık kırıntıları gördü. O anda bütün karanlığı iki farklı ses doldurdu. Biri FredrickÂ?in acı içindeki sesiydi. Diğeri de hayatında hiç duymamış olduğu türden bir sesti. Hem bir kurdun sesini andırıyordu hem de bir insanınkini. Sesin tonu kanını dondurmuştu. Kapının önünde kala kaldı. Kapıyı geçip içerdeki ile karşılaşmak istemiyordu. Sesin acı mı yoksa zevkle mi dolu olduğunu anlamamıştı. Bir sessizlik oldu. Odyseus, kapının ardında sessizce duruyordu. Nefes bile almadığını hissetti. İçerideki tek kalan dostuydu. Ama bir kere korkuya yenilmişti. Bir zırhın yere yığıldığını duydu. Hayır, daha fazla burada duramazdı. İki adım geriye atıldı. Kapıya hızla bir tekme attı. İçeride ne olduğunu kafasından silerek atıldı. Etrafını görmüyordu. Elindeki meşaleyi bir silah gibi kullanarak Fredrick sandığı nesneye gitti. Onun önünde gard aldı. Nefesinin ve kalp atışının sesleri kulaklarını dolduruyordu. Gözü çevresini algılamaya başladı. Etrafını kurt cesetleri sarmıştı. Çnünde üç canlı kurt vardı. Saldırıya hazırdılar ama ilk önce düşmanı tartmak ister gibi bir havaları vardı. Biri hafif yere düşmüş meşale sönmek üzereydi. Etrafı kan içindeydi. Arkasına baktı. Fredrick kanlar içinde yerde yatıyordu. Kolu boylu boyunca yarılmıştı. Bir şey oradaki zırhı kağıt gibi yırtmıştı. Elinde sıkıca bir kabza tutuyordu. Kılıç, Zırhkesen, kırılmıştı. Büyülü bir silahın kırıldığını ilk defa duyuyordu. Neyin kırmış olduğunu düşününce içine bir ürperti geldi. Eli titriyordu.
    Kılıcını sıkı sıkı tuttu. Ayaklarının altından yeşil bir şey vardı. Kan gibiydi. İleri karanlığa kurtların gerisine doğru sürüklenmişti. Lordunu iyileştirebilecek iksirlerden vardı yanında ama önündeki kurtlar büyük ihtimalle o eğilir eğilmez saldıracaktı. Belki de en iyisi ilk kendisinin saldırmasıydı. Elindeki meşaleyi sol tarafındakinin üstüne fırlattı. Arka belindeki bıçağı çekti. Sağ tarafındaki tam saldıracaktı ki keskin bir kılıç darbesiyle kafasını parçaladı. Sol tarafındaki meşale yüzünden geriye kaçmış tam karşısındakinin üstüne çıkmıştı. Bıçağını fırlattı. Bıçak kurtlardan birinin tüylü kalın derisinden içeri kolayca girdi. Acı içinde geri çekilirken diğeri atıldı. Koluna geçirdi dişlerini. Ody, güçlü çeneyi zırhın altından hissedebiliyordu. Sol bileğini ezmişti hayvan. Onun ağırlığı altında yere yıkıldı. Kurt üstüne çıkmış üstün duruma geçmişti. Elindeki kılıcı sırtına vurmayı denedi ama yeteri kadar ivme kazanamıyordu. Bu da kurdun kalın derisi için yetersizdi. Kurdun dişlerini bileğinde hissedebiliyordu. Bileklerinden aşağı dirseklerine bir sıcaklık yayılıyordu. Elindeki kılıcı attı. Tek umudu diğerinin toparlanamamasıydı. Zırhlı eldiveniyle kurdun boğazından yakaladı. Ağırlığını yana vererek kurtla birlikte döndüler. Kurt altında ezilmişti ama yine de kendinden geçmiş bir şekilde bütün gücüyle bileğini bırakmıyordu. Yaralı kolunu hayvanın iyice boğazına bastırdı. Hayvan nefes alamaz gibi sesler çıkardı. Â?Bunu ye bakalım.Â? Bütün hışmıyla boğazı tutan eli çekti. Bütün gücüyle hayvanın gırtlağına indirdi. İkinci indirişinde boyun kırılma sesi ve hayvanın çenesinde gevşeme belirdi. Yana doğru devrildi ve kılıcını kavrayarak kalktı. Sol kolunu kullanamıyordu. Eldivenin içi kan dolmuştu. Bıçak yemiş kurda yaklaştı hala yaşıyordu. Acı içinde yerde dönüyordu. Çlüm onun için daha huzurluydu. Odyseus, hayvanın gözlerinin içinde gördüğü bu dileği yerine getirdi. Bıçağını omzundan çıkardı kınına yerleştirdi. Yarı sönmüş olan meşaleyi eliyle almaya çalıştı. Ama bileği felaket derecede acıyordu. Geri bıraktı. Diz çöktü. Yerde, dev bir şey sürüklenerek uzaklaşmış ve yeşil kandan bir iz bırakmıştı. Çok ilerlerde bir hırıltı duyuluyordu. Kılıcı yere bıraktı ve bıçağını yine eline aldı. Sırt çantasını çıkaramayacaktı. Askılardan solundakini bıçakla kesti. Çantayı açtı oradaki kırmızı şişelerden ikisini kaptı. FredrickÂ?in yanına giderek birini içirdi. Hemen etki göstermeye başlamıştı sıvı. Yaralar yavaşça kapandı. Kan akışı durdu. Kolu için kendisi de bir tane içti. Alini yeniden hissetmeye başladı. Fredrick tatlı bir uykudaydı ve inlemeleri kesmişti. Hala yüzü kansız gözüküyordu. Fredrick ile ilgilenmeden önce şu yeşil kanların sahibini bulmalıydı.
    Kılıcını kavradı. Eline meşalesini aldı. Arkada bir koridor vardı. Koridorun sağında ve solunda özel çalışma odaları vardı. Aradığını koridorun en sonunda buldu, Ody. Dev gibi bir cüsseydi. Baştan aşağı kaslıydı. Bir buçuk insan boyundaydı her halde. Vücudu gri kıllarla kaplıydı. Göğüs kılları yeşilimsiydi. Pençeleri dev gibiydi ve herhalde bir demir plakayı kağıt mendil gibi büküp atacak kadar kuvvetliydi. Bacakları at bacakları geriye kıvrılmış ve toynaklıydı. Yüzü önceden gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Hafif kurdu andırıyor, az da tapınak duvarlarında gördüğü iblis resimlerini. Kafasının gerisinde iki boynuz vardı. Kırık bir masanın üzerinde yatıyordu. Belki de o kırmıştı. Boğazından garip hırıltılar yükseliyordu ve ha bire yeşil bir şeyler kusuyordu. Çok acı çekiyordu. Göğüs kafesinden içeri giren Zırhkesen orada kırılıp kalmıştı. Kılıcını iyice kavradı ve iblise büyük karalılıkla yürüdü. Hızlı bir şekilde kılıcını hayvanın böğrüne soktu. Kalbinin orada olmasını umuyordu. Bütün ağırlığını vererek kılıcı orada ilerletti. İblis acıyla irkildi ve birden bire gözlerini açtı. Ody tam zamanında geriye doğru atılmıştı. Pençelerden ilki kılıcını bir çok parçaya bölerken bir diğeri de OdyÂ?nin neredeyse kafasına geliyordu. OdyÂ?nin eline silah olarak bir tek bıçak ve yerdeki bir sopa kalmıştı.Yeni kırılmış olduğu belli olan masa ayağının bir tarafı hala sivriydi. Yaratık doğrulmaya çalışırken elindeki bıçağı yaratığın tam boğazına soktu, Odyseus. Sopaya akan sıvı onu eritiyordu. Hayvanda deli kuvveti vardı. Acıyla OdyÂ?e vurdu ve onu yanındaki duvara yapıştırdı. Kaptığı meşaleyi yaratığın açılan yarasında içeri sokunca yaratık bir anda tutuştu ve o saniye birden yok oldu. Karşısında hiçbir şey kalmamıştı. Yerde biraz toz ve havada keskin bir kükürt kokusu dışında.
    Hemen FredrickÂ?in yanına dönmüştü, Ody. Diğer iksirleri de içirince kendine gelmişti. Kolundaki yara kapanmamış ve ertesi akşama ilerlemişti. İşte böyle bir maceranın ertesi günü karşılaşmışlardı onla. Güzeller güzeli KarenÂ?le.
    Babası sınır kulelerinden birinin komutanıydı. FredrickÂ?i bir şifacıya yetiştirmeye çalışırken karşılaşmıştık. Rahl Nehri üzerindeki köprülerden birini koruyordu. İçerde bir şifacı olduğunu bakabileceklerini söyleyince çok sevinmiştim. KarenÂ?in annesi yaptığı teşhiste bunun bir tür hastalık olduğunu kolundaki zehirlenmenin bütün vücuda yayılma tehlikesi gösterdiğini ya kesmeleri gerektiğini yada ufak bir şansta olsa bir ilacın iyi gelme şansı olduğunu söylemişti. Fredrick kolunu kaybetmektense ölmeyi tercih ederdi. Gerekli otları hemen bulabileceğini söylemişti Odyseus. Tek sorun otlardan fazla anlamamasıydı. O sıra da işte o güzellikle karşılaşmıştı. Aklından çıkmayacak olan bir güzellik. Karen ona doğru yürümüş, eğer onu da yanına alırsa ona otların yerlerini gösterebileceğini söylemişti. Ona anlamsız bir şekilde bakmış cevap verememişti. Onun ağzından çıkan tek bir kelimeyi bile anlamamıştı. Sanki o bilmediği bir dilde şarkı söylüyordu ona. OdyseusÂ?a bakarak gülmüştü Karen. Â?Ne o yoksa yaptığım teklif sizi utandırdı mı soylu şövalye.Â? Bu sözleri anlamıştı neyse ki. Â?Hayır, atımı biraz hızlı sürerimde, narin bedeninizin yaralanmasını istemem. Hem ben kabul etmeden önce ailenizin izin vermesi daha doğru olur sanırım.Â?
    Babası izin vermişti zaten. Gördüğü ilk kılıç kuşanan kızdı. Atının arkasına bir kere de çıkmıştı. Binişinden daha önce de atlarla haşır neşir olduğu belliydi. Atı hızla ileri doğru sürdüğünde OdyÂ?e sarıldı. O an sanki atının üstünde eriyip gidecekti. Â?Ne tarafa gidiyoruz, bayan?Â? Karen ile Odyseus her halde aynı yaşlardaydılar. İkisi de on sekiz hasat görmüşlerdi. KarenÂ?in saçları omuzlarının altına kadar iniyordu. Simsiyahtı ve dümdüz. Arkadan toplamıştı tek bir tutam olarak aşağı salmıştı. Esmer teni OdyÂ?nin tenine değdiğinde sanki OdyÂ?i yakıp tutuşturuyordu. Gözleriydi, OdyÂ?i esas etkileyen. Yeşil, buğulu gözleri. Burada değil de CelestiaÂ?nın çimenlerinden gelmişti. İnsanın içini ısıtan, bütün kederini alan gözlerdi. Güldüğündeki ışıldaması yeterliydi içinizi ısıtmaya.
    Çç saat içinde KarenÂ?ın yönlendirmesiyle on iki farklı ot bulmuşlardı. Force şimşek gibi bir oraya bir buraya atılmıştı. Vardıklarında hala hava kararmamıştı. Herkes bu kadar çabuk geri gelmelerine şaşırmıştı. KarenÂ?in annesi Madam Olga hemen iksir hazırlama işlemine girişmişti. Tek yapılması gereken beklemekti. Odyseus atına bakma bahanesiyle izin istedi. Ne kadar FredrickÂ?i merak etse de Karen ve onca kişi ile aynı odadayken bir hata yapmaktan korkuyordu.
    Ağıla gitti. Daha atının koşu takımlarını çıkarmamışlardı. Oradaki çocuktan müsaade istedi. Gerisini kendi yapacağını istedi. Çocuk mutlu bir şekilde dışarı çıktı. Atının başını eğdi. At anlamışçasına alnını onun alnına koydu. Bir süre öyle durdular. Ody, ForceÂ?un boynunu okşuyordu. Terliydi. Kafasını kaldırdı. Derin koca simsiyah gözlerine baktı. Â?Biraz da senle ilgilenenlim koca oğlan.Â? Koşu takımlarına tam elini uzatmıştı ki atın diğer tarafından bir elle çarpıştı. Pürüzsüz bu kaledeki her hangi bir erkeğin olamayacak kadar küçük ve narin. Â?Force, çekil oğlumÂ? dedi. At çekilince karşısında duruyordu. O insanın içini yakan bakışlarıyla. Bir kutsal seçilmişi bile yoldan çıkaracak çekilicilikteydi. OdyÂ?i ise bağlayan bir tanrı düşüncesi yoktu daha. Daha fazla kendisiyle savaşamayacağını biliyordu.
    Tedirginlikle çıktı sesi. Â?Burada ne aradığınızı sorabilir miyim, bayan?Â?
    Kendinden emin bir şekilde geldi cevap. Â?İçeri de yardımıma ihtiyaç kalmamıştı ben de buraya yardıma geldim. Atla o kadar sessiz bir şekilde bakışıyordunuz ki bozmayayım sessizce belki çözebilirim demiştim eğerin tokasınıÂ?
    Ondan korkuyordu Odyseus. Bilinmeyen o yaratığı görmekten korktuğu kadar. Ama bu korku kendisini daha da heyecanlandırıyordu. Â?Sağ olun hanımefendi ama atımla yalnız kaldığım zamanlarda düşünme fırsatı bulurum.Â?
    Â?Bu arada size yemek de getirmiştim. İçeride yemek dağıtıldı. Burada iki kişilik yemek var. şey, atınız çok güzel her halde onu seyretmeme ve size yardımcı olmamda sakınca yoktur diye düşünmüştüm ama demek ki haksızmışım. Buralarda gördüğüm en güzel at olduğunu söylemek isterim. İzninizle.Â? Dönüp gidiyordu. Kendisi istemişti belki ama şimdi istemiyordu gitmesini. Hiçbir rakibi karşısında bu kadar kararsız kalmamıştı.
    Kontrolsüz bir şekilde ileri atıldı. Bileğinden yakaladı. Kendine döndürdü. Biraz sert yakalamış olacak ki KarenÂ?in yüzü biraz ekşimişti. Kendine çekti ve dudaklarını onun dudaklarının üstüne bastırdı. İlk kez öpüşüyordu. Hayatının en beceriksizce ve en güzel öpüşmesiydi. Başı dönmüş dengesini yitirmişti. Yaptığı yanlışı anlamadan önce bu anın daha çok zevkini çıkarmak istiyordu. Bir anda dank etti. Geriye doğru iki adım attı. Â?Çzür dilerim, bunu yapmamalıydım. Babanıza ve size büyük saygısızlıktı.Â?
    Kızın suratı nefret, hüzün gibi duygular içermiyordu ama. İleri iki adım attı. Boynundan tuttu. Parmak uçlarında yükselip onu bir daha öptü. İlkinden kısaydı. Â?Çzür dileyeceksen benden özür dile babamı karıştırma. Ayrıca niye özür dileyeceğini anlamadım.Â? Sonra o gece bir daha konuşmadılar. Birlikte atın koşu takımlarını, zırhını çıkardılar. Terini alması için atın üstüne havlu sardılar. Birlikte hiç konuşmadan yemek yediler ve içeri gittiler. Aşık olmuştu Odyseus ve bu şu ana kadar hissettiği en güçlü duyguydu.
    Çç gün sonra, Olga ve KarenÂ?in bakımıyla Fredrick iyileşmişti. Her gece Odyseus ve Karen Force MarchÂ?a bakma bahanesi ile kaçıyorlardı. OdyseusÂ?un bütün gün ve gece tek düşündüğü o gece ki bir saatti. Ayrılırken içini bir hüzün kaplamıştı. Bundan sonra ayda üç dört kez bu kaleye uğradı. Her geldiğinde FredrickÂ?ten mesajlar taşıyordu. Burada bir gece kalıp yoluna devam ediyordu. Yolunun tam üzeri olmasa bile yolunu uzatıp buradan geliyor. Kaybettiği zamanı Force March kapatıyordu. Ayda bir kez direk buraya komutana da mesaj getirdiği oluyordu.
    İşte şimdi yine böyle bir geziden dönmüştü. Mesajı sınır kalesi komutanına vermişti. Kızını gezdirmek için izin istemiş ve atla geziye çıkmışlardı. Geceyi orada geçirmiş ve KarenÂ?iyle geçirmişti. Ertesi sabah da kale komutanından cevabını alıp geri dönüyordu. Gözlerini açtığında gece olmuştu. Atı başıyla onu ittiriyordu. şimdi de derenin üstüne mehtap düşmüştü. HilldervilleÂ?e girdiler atla. Doğruca kasaba kalesine Lord FredrickÂ?in şatosuna doğru yola koyuldu.

    ****** ******* ******

    Köprüyü aşıp köyün içinden hızla aşağı kalenin yolunu tuttu. Köylüler onun bu saatlerde deli gibi hızlı at koşturmasına alışıktılar. Burada geçirdiği bir yıllık zaman içinde çoğu ile tanışmıştı. Annesine burada bir ev tuttuktan sonra halktan biri olmuşlardı gözlerinde. Birkaç kişi, annesine, kızlarını oğluyla tanıştırma isteklerinde bile bulunmuştu. Kısa zamanda köyün sevilenlerinden olmuştu. Köyde birkaç kişi oğullarına onun adını bile vermişti. Köylü halkı annesini kaybettiğinde de çok yardımcı olmuştu. Daha buraya taşındıktan bir iki ay sonra annesi hastalanmıştı. Ona ha bire kendisini çok mesut ettiğini, babasını ve kendisini onurlandırdığını söylüyordu. Kendisinin gitme vakti geldiğini kaç kez söylemişti kim bilir. O sıralar görevlerinden çok az vakti oluyordu. Bu sebeple köylü ondan daha çok ilgileniyordu annesiyle. Görev dönüşünde gelmişti annesinin ölüm haberi.
    Gözünden tek bir yaş süzüldü. Rüzgarın etkisiyle yanağında kurudu. İki gün kalmıştı. Bir yıl bir gün dolacak ve şövalyeliği görüşülecekti. Sonra KarenÂ?i ile evlenmesi için hiçbir engel kalmayacaktı. Daha önermemişti. şövalyelik elemesinin sonuçlarını beklemişti. Fredrick onu odasında heyecanlı bekliyor olmalıydı. Dere kenarında ne kadar uyuya kalmıştı acaba. Sokakta hala birkaç insan vardı.
    İlerde köyle kaleyi ayıran hendek vardı. Köprüye yaklaşırken yavaşladı. Kapıdaki korumalar onu tanıyordu ama yine de kendini tanıtmasını isteyeceklerdi. Kale surları beş metre yüksekliğindeydi. Arkadan ana kalenin dört kulesi gözüküyordu yine de. Ana kulenin toplam yüksekliği her halde on beş metreydi. Çç katlı dürt kuleli bir binaydı.
    Surlar zamanının en iyi taş ustaları tarafından yapılmıştı. Asma köprüyü geçti. Kapıdaki korumalarla selamlaştıktan sonra kalenin dev avlusuna girdi. Köyün en önemli ticaret bölgelerinden biriside burasıydı. İçerdeki ticaret hayatı her zaman sürerdi. Girişin hemen sağında mabet ve yaz yemekhanesi vardı. Yazları kalenin içinde ocak yakılması içeriyi felaket bir sıcağa boğuyordu. Mabet ise çiftçilerin tanrısı olan PelorÂ?a adanmıştı. Kalenin içinde bir tane de Sör FredrickÂ?in kendisi için yaptırdığı Heinerous mabedi vardı.
    Girişin diğer tarafında ağıllar vardı. Atını önüne getirdikten sonra atladı aşağı. Kemerini çözüp eğeri çıkardı. Ağzından Koşu takımlarını ve üstüne geçirmiş olduğu deri zırhı aldıktan sonra atının kapkara sırtı ortaya çıktı. Ay ışığında terden parlıyordu. Görevlerin birinde görmüş olduğu denize çok benziyordu. Oda böyle parlıyordu geceleri. İlk gördüğünde içinin nasıl ürperdiği geldi aklına. Atının ensesini okşadıktan sonra oradaki çırağa emanet etti. Onun, atına olan hayranlığını bildiğinden iyi bakacağına emindi.Ağılın yanındaki demirci ve birahane kapalıydı. Tören alanı boştu. Barakanın dışındaki iki kişi ona selam verdi. Ambarın nöbetçileri dimdik nöbet tutuyorlardı. Kafası ile bir selam verdikten sonra dükkanın penceresinden içeri baktı yeni bir şeyler geleceğini söylemişti dükkan sahibi ama ortalıkta hiç yeni bir şey yoktu. O da döndü, ana kaleye girdi.
    Eğer dış duvarlar aşılırsa burası son savunma hattıydı. Ana avluda olduğu gibi kalenin içinde de ambar, ocaklar ve su kuyusu vardı. Kalenin giriş katı seremoniler ve ziyafetler için büyük salon olarak yapılmıştı. İkinci kat ise kendi odasıyla birlikte diğer subayların odalarıyla doluydu. Katın yarısını kaplayan geniş kütüphane de göz ardı edilemezdi. Orada bu sene içinde bayağı zaman geçirmesi gerekmişti. Değişik ırklara hitabetler, ortamına göre konuşma sanatı, diplomasının altın kuralları. Tarih kitapları. Arma çeşitleri. Gizli örgütler haricinde her halde etraftaki krallık ve lonca armalarını yüz elli metreden tanırdı. Krallık aileleri ve etraftaki soyluların isimlerini öğrenmişti. Hatta, Fredrick sayesinde çoğuyla da tanışmıştı. Ççüncü kat ise FredrickÂ?in özel odası, çalışma yeri ve antrenman salonu vardı.
    Hızla üçüncü kata yöneltti adımlarını. Ççüncü katın girişinde mabet vardı. İçeri girdi. Tanrısına yürekten bir selam verdi. Dönüp tam lordunun odasına gidecekti ki kapının açılıp onun dışarı çıktığını gördü. Konukları geldiğinde giydiği mavi beyaz karşılama kıyafetleri vardı. İyi kalite kumaşın iyi seçilmiş taşlarla buluşması.
    Yanında elf dostu ve yine kendisi gibi bir Büyük Krallık şövalyesi olan güney Lahrald Ormanları Elflerinin Lordu Yürekoku vardı. Bildiği en iyi okçuydu bu kişi. Bir kez hedefi iki yüz metreden uzun yayıla zorlanmadan vurduğunu görmüştü. Lordu, OdyseusÂ?u fark edince kahkahayı koydu. Â?Sana söylemiştim. O her zaman sözüne sadıktır ve bütün işleri verilen zamanın öncesinde yapar. Evet, Odyseus cevap getirdin mi?Â?
    Odyseus yapması gereken selamı yaptıktan sonra özenle YürekokÂ?unu da selamladı ve halkının yaptığı şekilde elini sıktı. Beline geçirmiş olduğu mesaj rulosunu FredrickÂ?e uzattı. Fredrick mesajı alarak hızlı hızlı çalışma odasına gitti. Holde Yürekoku ve Odyseus yalnız kalmışlardı. Yürekoku aynı zamanda OdyseusÂ?un Elfçe hocasıydı. Ondaki bu dile yatkınlığını keşfeden oydu. İlk bildiklerini bir görev sırasında ona anlatmıştı. Ormanda uyumak, sevdiklerinle şarkı mırıldanmak, tek tek etrafındaki nesneleri elfçe adlarıyla tanımak. İlginçti. Ortak dilde kelime haznesi bu kadar geniş değildi. Oysa ormandaki nesneleri tanıdıkça esasında etrafına ne kadar at gözlükleriyle baktığının farkına varmıştı.
    Â?FredrickÂ?i bu kadar heyecanlandıracak ne mesaj getirdi OdyÂ? diye sordu Yürekoku.
    Â?Nasıl bilebilirim ki, benden bile saklıyor. Sürpriz olduğunu söyleyip duruyor. Bu arada iki gün sonra kuzeye doğru at sürecekmişiz.Â?
    Â?Evet, bazı gençleri şövalye yapacaklarmış. Benim zamanımda bu kadar kolay olunmuyordu. Dur bakayım ejder kesmen gerekiyordu galiba.Â?
    Â?Evet, bakıyorum üstünden geçen üç yüz yıl bazı anıları bozmuş galiba oysa ben ormandaki bazı çetelerle mücadele ettikten sonra devlerle olan savaşını hatırlıyorum. Yoksa Kara ElflerÂ?in bir baskını tek başına durdurmak mıydı? Ha şimdi hatırladım Büyük Krallığı saran Necromancerlara dur diyen sendin?
    Â?Esasında Büyük krallık zamanında bunlar pek sorun değildi. O zamanlar etrafta büyük bir huzur vardı. Her şey onun düşüşe geçişi ile başladı. O kadar çabuk oldu ki anlamaya biz elflerin bile vakti olmadı. Gerçi biz zaten hızlı değişimlere ayak uyduramayan bir halkız.Â?
    Başıyla içeri doğru bir işaret yaptı. Odyseus onayladı ve iki dost içeri girdiler.
    Fredrick okumasını bitirmiş memnun bir şekilde mesajı katlayıp çekmecenin içine soktu. Dostlarına buyur işareti yaptı. Oturmalarını işaret etti.
    Â?Sen gelmeden önce biz de anakaradaki azalan nüfusumuz hakkında arkadaşım Yürekoku ile sohbet ediyorduk Tabi bu senin şu anda en son düşünmen gereken şey. İki gün sonra konseyin karşısına çıkacaksın. Bu arada benden bir dilek dileyeceksin. Armağanın konusunda düşündün mü? Biliyorsun bu geçen bir yıl bizi baba oğul kadar yakın kıldı. Sen benim için oğul kadar yakınsın. Onun için şövalyelik ilanından sonra bana istediğin şeyi söyleyebilirsin. Bu arada benim de törenden sonra bir sürprizim olacak.Â?
    Odyseus, Yürekoku yanında yapılan bu konuşmadan mahcup olmuş ama aynı zamanda onur duymuştu. Aynı duyguları, o da Fredrick için besliyordu. Fredrick hiç evlenmemiş dolayısıyla da hiç çocuğu olmamıştı. Bunun içindir ki kendisine hep baba gibi davranmıştı.
    Â?Beni sözlerinizle onurlandırıyorsunuz ve evet, sizden isteyeceğim dilekÂ? -tabi ki bu KarenÂ?den başkası olamazdı- Â?tarafımdan buyurduğunuz gibi size iletilecektir.Â? Dedi. Bu tören ağzıyla konuşması FredrickÂ?i deli ederdi. Bunu biliyordu. Gülmesini tutamadı. Çç arkadaş gecenin geri kalanını eğlenerek geçirdiler.
    Back to top View user's profileSend private message
    Tangrel
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 29, 2003
    Posts: 8
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Tue Aug 05, 2003 7:06 am Reply with quoteBack to top

    Yeniden Varoluş

    Kaleden çıktıklarında sabah daha ağarmamıştı. Bugün öğlen bir yıl önceki tepeye dönecekti. Çğlene kadar orada olabilirlerdi. FredrickÂ?in de suratı ışıl ışıldı. Kendisine büyük bir sürpriz yapacağını söylemişti. Bu gece OdyseusÂ?un da FredrickÂ?e bir sürprizi vardı. Hele bir şövalye ilan edilsin, bu gece ne istediğini söyleyince bakalım Fredrick ne yapacaktı.
    Güneş iyi işlenmiş zırhlarını yakarken tören alanına girdiler. Alan törenin yanı sıra bu yılki elemeler için de hazırlanıyordu. Her gelen lorda uygun onların flamalarıyla birlikte çadırlar konmuştu. Odyseus her halde on iki kadar çadır var dedi içinden. Kendi çadırları kurulalı iki gün olmuştu. Fredrick hizmetkarların önceden gitmesini emretmişti. Lord Yürekoku izin isteyerek kendi yeşil çadırına doğru at sürdü. Çadırın üstündeki işlemeler onu dev bir ağaç gibi gösteriyordu. Yaprakları yere değen, kendisine sığınanları şefkatle sarıp koruyan. Kendi çadırları ise ilerdeydi. Bembeyaz bir bezden yapılmıştı. Çstünde ise pegasuslar vardı. İşlemelerdeki kalite elf işçiliği gibi olmasa da diğer benzerlerinden daha iyiydi. Vardıklarında hizmetçiler törenin bir saat içinde başlayacağını söylediler.
    Odyseus içeri girdi. İlk önce yıkanıp arındı. Ardından tören kıyafetleri giydirildi. Törende zırh ve kılıç taşımayacaktı. Bunlar törenin sonunda lordlar tarafından giydirilecekti.
    Atı da tören için hazırlanmıştı. Bir saat içinde bütün tüyleri kaşağılanmış. Tüm tüyleri pırıl pırıl olana kadar temizlenmişti. Zırhın üzerine geçirmiş oldukları örtü çok iyi bir işçiliğin elinden çıkmıştı. Lord FredrickÂ?in seçimiyle alev gibi olması istenmişti. Aynı şekilde pelerini de bu şekilde seçilmişti. Odyseus için kıyafetlerinden öte KarenÂ?in törende uğur olsun diye verdiği iki şey önemliydi. Bunları verirken ağlamıştı. Buna Odyseus bir anlam veremese de bunların üstündeki göz yaşları onun için çok değerliydi. Biri onun kolyesi. İçinde onun güzel yüzü. İkincisi ise onun göz yaşlarını emmiş olan mendiliydi. Odyseus mendili koluna bağladı. Kolyeyi de geçirdikten sonra masmavi ipeksi bir gömlek giydi üstüne. Artık hazırdı. Atına bindi ve tören alayındaki yerini aldı.
    Borazanlarla başlamıştı tören. Kendisi gibi üç kişi bu yıl şövalye olabilecekti. Atlarını adları okundukça tek tek tören meydanına soktular. Her çıkan ne yaptığını anlattı. Yanında getirmiş olduğu şövalyeliğine tavsiye mektubunu okuması için komutanlara verdi. Okunup ilk önce yazan gözetmen şövalyeye sonra da kendisine sorulduktan sonra giydirilme ve nişan takımı işleri yapılıyordu.
    Odyseus üçüncü çıktı meydana. Yaptığı şeyleri tek tek sıraladı. Mektubu okunduktan sonra jürinin yüzü biraz kasılmıştı. Odyseus bir yanlış yapıp yapmadığı konusunda Lord FredrickÂ?i aradı izleyenler arasında. Lord Fredrick atıyla meydana girdi. Başkanlardan biri kalkıp lordu elindeki bir eşyayı üstüne tutarak kontrol ettikten sonra gülümsedi. Diğerleri de rahatlamış gözüküyorlardı. Bu bütün adaylara yapılan bir şeydi. Onlara verilen gözetmenlere büyü yoluyla etki altında bırakılıp bırakılmadıklarını anlamak zorundaydılar.
    Jüriden biri, Â?Lordum burada yazdıklarınızın hepsi doğru mu?Â?
    Lord Fredrick, Â?Kanım ve Büyük Krallık adına yemin ederim ki oradaki her şey doğrudur.Â?
    Aynı yaşlıca zırh giymemiş olan jüri, Â?O zaman biraz alçak gönüllü bir adayla birlikteyiz. Sen Odyseus burada sana verilen gözetmenin hayatını kurtardığın ve tek başına kaldığın bir durumda korkularına karşı zafer kazandığın yazıyor. Bunun yanı sıra Büyük Krallık adına dört tane düelloyu kabul ettiğinde var. Bir görevde Lord YürekokuÂ?na da yardımcı olduğun sıralanmış. Doğru mu?
    Â?Doğru sayın jüri üyeleri!Â?
    Â?Bu jüri konseyinin toplanma nedeni sadece senin iyi bir dövüşçü olup olmadığını görmek yada Büyük Krallık tarihi üzerine bilgilerin ölçmek değil sevgili şövalye biz senin cesaret, sadakat anlayışını da ölçmek için buradayız.Â?
    OdyseusÂ?un kulağı değişik tonlamayı hemen anlamıştı. Diplomatik konuşmalarda vurguyu nereye koyduğunuz çok önemliydi. Evet, istediği olmuştu. Jüri kendisine yıllardan beri almaya çalıştığı sıfatla seslenmişti. Sesinin tonunu ayarladı, atını iki adım ileri götürdü. Elini kaldırdı.
    Â?şunu bilin ki bugün bana vermiş olacağınız onuru şerefim ve kanımla koruyacağım. Her zaman haksız olanın karşısında haksızlığa karşı savaşacağım. Koda olan bağlılığım hayatımdan önce gelecek. Çstlerime her zaman itaat edip, kişisel başarılarımı geri plana itip yaptığım her şeyi Büyük Krallık adına yapacağım. Savaş alanı ruhum ve vücudum için gerçek test alanıdır ve orada her zaman Büyük Krallığı savunacağım. Büyük Krallığın karşısındakiler düşmanımdır, ve ölecekler size ant içerim. Tek dileğim tanrım HeinerousÂ?tan bu yeminimi hep yaşatsın ve bana ölüm bahşetsin onursuzluğu yaşatmadan önce.Â?
    Sözleri bitince gözlerini hiç ayırmadan atını geri Lord FredrickÂ?in hizasına getirdi.
    Â?Bunlar cesur sözler. Umarım tanrıdan dileğin bu sözleri gerçek çıkarır. şimdi bana verilen yetkiyle, sizi aramıza kabul eden töreni başlatıyorum. Kanınız Büyük Krallığı beslesin.Â?
    Yeni ve mükemmel işçiliği olan bir zırh takılmıştı bu sefer kendine. Yeni, üstünde kendi adı yazan bir kılıç getirmişti Fredrick kendisine. Yeni tolgası ejderha motifleriyle süslüydü. Kıyafetini tamamlayan ve kendisini şövalye ilan eden şey en sona saklanmıştı. Boynuna geçirilen ve efsaneye göre büyülerle yoğrulmuş olan bir Büyük Krallık madalyonu. Bu eğer bir gün iç mücadelesini tam olarak bitirmeyi başarırsa kendisiyle bir bütün olacak ve sırlarını ona açacaktı. Büyük Krallık yıkıldığından beri böyle bir şey görülmemişti. Her zaman bu madalyondan takan büyük kahramanlar hakkında hikayeler okurdu. Onların savaş meydanlarından nasıl geçtikleri, kendilerinden sonra savaşların son bulmasını. Acaba bu kolye de ona bu güçleri verecek miydi? Kolye takılırken Lord FredrickÂ?in gözleriyle karşılaştı. Buğulanmış neredeyse ağlayacak bir şekilde kendisine bakıyordu bu gözler. Ama aynı zamanda dudaklarında içten bir tebessüm vardı. Aynı şekilde karşılık verdi Ody.
    Tören bittiğinde eve yolculuk başladı. Çadırlar sökülüyor ve yeni atlar getiriliyordu. Her şey daha sonraki elemelere hazırlanıyordu.
    Gecenin batışında üç şövalye atını güneye evlerine doğru atlarını sürdüler. Tepeden Odyseus, hızla ilerleyen bir ateş topuna benziyordu. Hızla geleceğine ilerliyor, bu sırada ateşte yoğruluyor, değişiyor ve bir şeyler yitiriyor.

    ******** ********** ********

    Kaleye gece vardıklarında Odyseus çok yorgundu. Daha ayın doruktaki noktasına çok vardı. Köy ışıl ışıldı. Hala sokaklarda oynaşan çocuklar vardı. Odyseus ve diğerleri atlarını daha bir hızlı sürmüşlerdi. Kaleye yorgun argın giren Odyseus, kaledeki misafirleri fark edememişti. Oysa kapıdaki faytonu çok iyi biliyordu. Kale kapıları üç şövalye önünde ardına kadar açıldı. İçerde onlar için bir kutlama vardı. Köyün çoğu buradaydı. Fredrick çok mutlu gözüküyordu. Yürekoku, OdyseusÂ?un kulağına eğildi;
    Â?Zor bir gece olacak sanırım. Eğer okun önüne bir şey çıkarsa ok ne yapsın?Â? Yüzüne tebessüm etti ve dans eden bir topluluğa katıldı. Odyseus davetlilerden birini fark edince az daha yüreği duracaktı. Karen en güzel kıyafetleriyle buradaydı. Bembeyaz bir gece elbisesi giymiş bir meleği, bir gelini andırıyordu. Ana masanın başına oturmuştu. Biraz üzgün gözüküyordu. Onu mutlu edebilmek arzusuyla hızla oraya doğru yürümeye başladı. Tam dans pistini ortasından geçiyorken gözlerindeki buğuyu ve kendinden özür dilermişçesine bakışlarını fark etti. Ağzı tam şaşkınlıkla açılmıştı ki kolundan biri kavradı.
    Â?Evet bakıyorum genç şövalyemiz hemen yemeklere doğru yönelmiş. Ama senle ilk önce görmemiz gereken bir hesabımız var evlat.Â? Fredrick bütün neşesi ile onu sarmıştı. Â?şu müziği keser misiniz? Buradaki asıl amacımızı şaşırıyoruz. Bu genç bugün beni ve bu toprakları onurlandırdı. Artık bu genç arkadaşımızın Büyük KrallığıÂ?n saygın bir şövalyesi olduğunu duyurmak isterim size. Bu partinin ona sürpriz olduğu kadar size de sürpriz olması için bir çoğunuzdan sakladım. Daha fazla konuşamam çünkü bu vücut bugün daha ne kadar heyecan kaldırır bilemem. şimdi evladım bildiğim biri için herkes kadeh kaldırıyor. şerefine dostum, oğlum, Büyük Krallık senin kanınla zenginleşsin!Â?
    Bugüne kadar bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok şereflendirilmemişti. Göz yaşlarını tutamadı. Eline tutuşturulan kadehi dikti ve FredrickÂ?e sarıldı. Gözünden yaşlar geliyordu. Onları umursamadı. Â?Sağ ol baba.Â? Dedi. Bunu bir tek Fredrick duymuştu. İkisi ayrılıp birbirlerine uzun süre baktılar. Fredrick elini kaldırdı. Â?Eeeee, bu müzik niye durmuştu hatırlayamadım birden bire.Â?
    Odyseus, Â?Bana yapmış olduğun sürpriz bir harikaydı doğrusu.Â?
    Â?Bu kadar değil ki bir dakika hatırladım yeniden susa bilir mi şu müzik, daha konuşmam devam ediyor.Â? İkinci kez durduğundan insanlar deminki gibi büyük bir heyecanla FredrickÂ?e döndü.
    Â?Bu gece Odyseus benden bir şey isteyecek. Bu ona hediyem olacaktır. Bunu sizin huzurunuzda yapmak istiyorum. Çünkü şahidi sizler olacaksınız. Â? Odyseus hemen gözleriyle KarenÂ?i aradı. Daha bir kötü olmuştu. Rengi bembeyazdı. Â?Ama onun isteğinden önce bu partinin ikinci sebebini açıklamak istiyorum. Biliyorsunuz ki yıllarca evlenmedim. Buna gerek görmedim. Odyseus bana çocuk duygusunu ve ihtiyacını anlamamı sağladı. Onu bir oğul olarak sevdim. Ama şimdi kendi ailemi kurma vakti geldi. Bunun için yer yüzündeki bir melekten uygun ne olabilirdi ki. Masamın başındaki meleğimi görenler bana hak vereceklerdir. Karen bir tanem buraya gelir misin?Â?
    OdyseusÂ?un dünyası bir anda yıkılmıştı. Damarlarındaki kan kurumuş, ses tellerini bir şey çekip koparmış, zalim bir ruh bütün nefesini bir kerede ağzından çekmişti. Karen yanlarına geldiğinde ayakta nasıl durduğuna anlam veremiyordu. Gözleri bunun bir şaka olduğu düşüncesi ile KarenÂ?e kilitlenmişti. Yıkılacağını düşündüğü bir sırada düşünceli bir kolun ona destek verdiğini anladı. Bu onursuzluktan kurtardığı için kurtarıcısı YürekokuÂ?na teşekkür edercesine baktı. Kendisini toplamalı ve metin olmalıydı. Bunu yanındaki babası gibi sevdiği insana borçluydu. Ama yine de göz yaşlarını tutabileceğini sanmıyordu.
    Midesi ağzına gelmiş kalbi dışarı çıkacak gibiydi. Acısı onu sanki sarhoş etmiş, kendine olan nefreti dağları yıkacak güçteydi. Bir an kafasını topladı. Karen hala onlara geliyordu. FredrickÂ?in kolundan tutarak ona sarıldı. Sesi beklediğinden kısık ve pürüzlü çıkmıştı. Açık verecekti. Â?Baba bu sürprizin beni şaşırttığı kadar ne kadar sevice boğduğunu ancak göz yaşlarım ifade edebilir. Eğer izin verirsen kendimi toparlanmam ve bu utançtan kendimi kurtarmak için, çünkü bu kadar duygusal bir gece yaşamadım, hemen geri gelip seni ve bu güzeller güzeli gelinini kutlamak isterim.Â?
    Fredrick, Â?izin senindir ama unutma daha senin dileğini duyamadım.Â?
    Odyseus salondan rüzgar gibi çıktı. Hızla yukarı süzüldü. Zırhının plakalarını parçalarcasına çıkardı ve fırlattı. Yanıyordu. Kendini parçalamak ve bu acıyı veren yeri bulup koparmak istiyordu. Zırhtan kurtulduktan sonra kalenin gizli çıkışından çıkıp kuyunun dibine gitti. Karanlık kuyunun içine bakıyordu. Hayatı buradaydı işte. Dipsiz bir kuyuda. Sonu nerede belli olmayan. Bir iki koruma kendisine yaklaşır oldu, nadir ortaya çıkan içindeki canavarı görünce geri çekildiler. Yandaki kovayı kapıp kuyuya sallandırdı. Midesi yanıyordu. Yere kapaklandı acıyla yerde dönüyordu. Ama ne bir çığlık atabiliyor ne de ağlayabiliyordu artık. Sadece yeri tekmeliyordu. Bir beş dakika sonra kendine gelir gibi oldu. Ayağa kalktı. Hemen kuyunun yanına kustu. Daha iyi hissetmişti kendini. Sanki şu beş altı aydır yaşadığı her şeyi oraya kusmuştu. Bu gece aldı hayatının kararını, bu vakit. Kuyudan su çekti kendini bir daha ay ışığında bir kova suyla yıkadı ve yeniden arındı bütün o acı duygulardan.
    İçeri geri döndü gizlice. Odasına girdi. Yeni en iyi kıyafetlerini seçti giydi. Boynuna iki kolyesini de astı. Kolundaki mendili çıkardı. İlk önce bırakacaktı burada sonra fikir değiştirip yanına aldı. Saçlarını öğlesine bir kuruladı ve aşağı davete indi. Birkaç köyün güzeliyle dans ettikten sonra ana masaya Fredrick ve KarenÂ?e yöneldi. Duyguları ve aklı kendi kontrolündeydi. Bunu her üç adımda bir tekrarlıyordu. En iyi gülüşünü takınmaya çalıştı. Bu maske kendini ne kadar saklardı ki.
    Yanlarına geldi. FredrickÂ?in elini gerçekten içten bir şekilde sıktı. Â?Fredrick, seni gerçekten yürekten bir şekilde kutlarım. Doğru bir karar verdiğinin altını çizmek isterim. Heinerous, sana ve gelinimize mutlu güzel bir yaşam ve sağlıklı çocuklar bahşetsin.Â?
    FredrickÂ?te ona candan bir teşekkür etti. Odyseus döndü ve Karen ile yine göz göze geldi. İçindeki acı yine serbest kalıyordu ki bastırdı. Onu bildiği tek bir şeyle bastırabiliyordu o da öfke. Nefreti dövüş alanında bir çok kez işe yaramıştı ama şimdi yaramayacağı kesindi. Karen kendisinden bakışlarını kaçırıyor ve ağlıyordu. Göz yaşlarını kalabalığın çoğundan farklı olarak hemen fark etmişti, Odyseus. İçi burkuldu. Belli ki bu kaderi o da seçmemişti.
    Â?Bu nadide meleği ilk gördüğüm an aklıma geldi, Fredrick. Bu gerçekten en iyi ve en güzel sürprizindi. Eğer bugün aklımda başka planlarım olmasa ben de senin mutluluğunun benzerini seçerdim her halde. Ama bakıyorum ki gelinimiz, mutluluk göz yaşları döküyor. Buyurun bendeki bu mendili kullanın. O güzel göz yaşları boşa gitmesin. Mendili lütfen saklayın. Artık ihtiyacım kalmadı ona.Â?
    Karen gözlerini sildikten sonra mendili geri uzattı. Â?Lütfen geri alın, efendim. Bu bir armağan olsa gerek ve birileri size büyük ihtimalle hatırlanmak ve hep sizin yanınızda olduğunu hissetmek için vermiştir. Lütfen.Â? Gözleri yalvarırcasına bakıyordu. Böyle bir durumdayken onu kırmak mümkün değildi.
    Â?Sizi böyle bir durumdayken nasıl kırabilirim acaba.Â? Mendili geri alırken elinin onun eline değmesi içini yakmıştı. Kendini toparladı. Lord Fredrick yine herkesi susturmuştu. Belli ki açıklamalarına devam edecekti. Hayır, OdyseusÂ?dan dileğini duymak isteyecekti. OdyseusÂ?un en büyük dileği onu kendisine verebilecek insan tarafından alınmıştı bir kere. Yüne başı dönüyordu ama ne yapacağını dışarıdayken düşünmüştü.
    Â?.... Evet, şimdi hepinizin veliahdım olan OdyseusÂ?un isteğine şahitlik etmenizi istiyorum.Â?
    Herkesin ortasında kendisini veliaht olarak ilan etmişti. Böyle bir kişiye karşı yapabileceği ona olan borcunu ödeyebileceği tek bir yol vardı o da....
    Â?Babam bildiğim sen Lord Fredrick BravewayÂ?den eğer müsaade ederse üç şey isteyeceğim. İlk isteğim bu güzel eşini her zaman mutlu etmesi ki eşinin de bu yüce insanı gerektiği gibi her zaman mutlu etmesi....Â? Herkes yürekten alkışladı. Fredrick teşekkür eden gözlerle bakıyordu. KarenÂ?in ise suratında teşekkür ettiğinin göstergesi vardı. Anlamıştı.
    Â?İkinci isteğim ise bu güzel çiftin doğacak ilk erkek çocuklarına benim ismimi koymaları olacaktır. Böylelikle onların mutluluklarına her zaman ortak olabileceğim ve bu topraklarda unutulmayacağım.Â? Fredrick onaylamıştı. O daha anlamasa da KarenÂ?in suratı her şeyi gösteriyordu. YürekokuÂ?da onaylarcasına ve cesaret veren bir bakış attı. Bu bir veda konuşmasıydı ve bitirilmeliydi. Odyseus bütün cesaretini toparladı.
    Â?Ççüncü ve son isteğim eğer baba izin verirsen, Büyük Krallığa hizmet etmek için beş gün sonraki gemiye binip ana karadan ayrılmak istiyorum. Büyük Krallık kanımızla büyüsün!Â? Uzanıp elini öptü.
    Son isteği herkese şok olmuştu. Fredrick daha ne diyeceğini bilemeden Odyseus teşekkürler deyip uzandı ve elini öptü. Doğruldu.
    Â?Bana kabul etmekten başka çare bırakmadın oğlum. Bil ki bu topraklar seni özleyecek. Benim için aynı yer olmayacak. Ama umarım ki ada da buradan daha çok ihtiyaç duyuluyorsundur. Beş gün sonraki gemi için yarın yola çıkman gerek. Bu biraz erken değil mi? Bize konuşmak ve vedalaşmak için zaman tanımayacak mısın?Â?
    Â?Bu almış olduğum karar gerekli olandı. Çstünde yeterince düşündüğüme emin olabilirsiniz. İzin verirseniz size bir de düğün hediyesi vermek isterim gitmeden önce.Â?
    İzin alıp hızla yukarı çıktı. Odasına vardığında solumakta güçlük çekiyordu. Durdu, düşündü. Yatağının üstünde ipeğe sarılı bir kılıç vardı. Babasının eski kılıcı. Onu aldı, aşağı indi.
    Kılıcı geline uzattı. Bu alışılmadık bir adetti. Düğün için kılıç verilmezdi. Ama bu OdyseusÂ?un her şeyiydi. Â?Lütfen bunu şükranlarıma karşılık olarak alın ve mutluluğumun göstergesi kabul edin. Bunu oğlunuz OdyseusÂ?un taşımasını isterim.Â?
    Gece bitti.
    Back to top View user's profileSend private message
    Tangrel
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 29, 2003
    Posts: 8
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Tue Aug 05, 2003 7:08 am Reply with quoteBack to top

    Ana Vatana Dönüş


    Deniz.. Bu çalkantı ayakları hep yere basan bir şövalye için biraz fazlaydı. Hayatta en az bir kez buna katlanmak gerekliydi. Atının yanından daha yeni gelmişti. Force MarchÂ?ı sakin tutmak için iki saatte bir aşağı inmesi gerekiyordu. Bu biraz da kendisini sakinleştirmek içindi.
    *****************
    Sabah erkenden çıkmıştı kaleden. Daha kimse uyanmamıştı. Atını hızla hazırlamış ve daha gün tam olarak ağarmadan çıkmıştı yola daha kimseyle vedalaşmadan. Atı bugün o kadar istekli değildi. Belki de bu kaçışı kendisine yakıştıramadığındandır. Ama ona görünen ve açık bir şekilde saldıran düşmanla savaşması için eğitilmişti. Kendi ruhu veya hisleri bu klasmana girmiyordu. İki gün sonra kendisi gibi adaya giden bir grupla karşılaşmıştı. Bu grup biraz ağır gitse de onu kendiyle baş başa kalma düşüncesinden kurtarıyorlardı.
    Biri doğudan adını telaffuz edemediği bir diyardan geliyordu ve hiç konuşmuyordu. Diğer ikisi kardeşti ve HilldervilleÂ?in güneyindeki topraklardan geliyorlardı. Bütün yolculuk boyunca birlikte dolaştıkları bir büyücünün hikayelerini anlattılar. Onun yüzünden kayboluşlarını ve iki yıl önce bu gemiye ulaşmak için yola çıktıklarından bahsettiler. Odyseus, bütün anlatılanlara eğlenirmiş ve dinliyormuş numarası yaptı.
    Liman şehri, Dimishport, yoğun bir gün yaşıyordu. Adaya altı gemi kalkıyordu. Hepsi de şövalyelerle doluydu. OdyseusÂ?un boş bir gemi bulması çok zor oldu. Kaptanla iyi anlaşmışa benziyorlardı. Gemi imandan akşamüzeri diğer gemilerle birlikte yola çıktı. Kafilenin en sonundaydı. Liman gözü yaşlı bir çok insanla dolmuştu. Tam limandan çıkarken Odyseus bir şey gördüğünü sanmıştı. Lord FredrickÂ?in at arabası limana gelmişti. İçinden masmavi bir elbiseyle bir kadın çıkmıştı dışarı. Odyseus bu bir yanılsama olsa gerek dedi içinden. Gemi uzaklaşmakta olduğu için yeterince iyi seçemiyordu. Hem artık bir şey fark etmezdi onun için. Yolculuk boyunca aldığı kararlardan hiç bir şey döndüremezdi onu. Batan güneş kıpkırmızı bir deniz yaratmıştı ve bu limanı yanıyor gibi gösteriyordu. Ana karadaki macerası da bu yangınla birlikte gitmişti. Elini boynunda gezdirdi ve boynunda zırhının içine sarkıttığı bir kolyeyi yukarı çekti. Kapağını açıp içindeki yüze baktı. Bir an içinden koparıp fırlatmak geçti kolyeyi. Sonra bunu yapamayacağını anladı, daha bağımlılığını bitirmeden olamazdı bu. Hasta bir ruhun yapacağı gibi bahane aradı. Suçu ilk önce kendinde buldu. Sonra bütün körlüğünü ona yükledi ve onu nefrete boğdu. Onu bu duruma sokana. Bu kolye ona bugünü ve aldığı kararın haklılığını hatırlatacaktı. Geri zırhın içine sarkıttı. Rahatlamıştı. Hem o kolyeden nefret edip hem de onun orda güvende olmasından memnun olmuştu.
    Son bir kez limana baktı. Elveda dedi içinden. Geminin kıçından ayrılıp atının yanına indi.
    ********* ******************
    İşte şimdi de adaya geliyordu. Gemi yolculuğu kendisi ve atı için çok da rahat geçmese de ruha şifa verdiği söylenebilirdi. Gecelerin yarısını atının geri kalanını da dışarıda güverte de yatarak geçirmişti. Yolculuk boyunca önünde kıvrılan şekilden şekle giren bunca hayata sahiplik eden aynı zamanda dilediğinde hemen alabilen dev gücü seyretti. Kader denilen şey eğer somut katı bir nesne olsaydı her halde deniz olarak şekillenirdi.
    Denizin havası onu sarhoş ediyordu. Güverte de amaçsızca yürüyordu. Kendisiyle konuşmaya çalışan diğer şövalyeleri görmüyordu. Yiyecekleri bile ona getirip vermeseler gidip alacağı yoktu. Liman gözüktüğünde kendi bilinç denizinin dibindeki canavarı kaçırmayı ancak başarmıştı. Hem bilincinde hem de etrafında dalgalar durulmuş havalar güzelleşmişti.
    Adanın havası ve bitkisi başkaydı. İlk bakışta limanı beğenmişti. Zengin bir limandı. Bunun da en büyük payı adadaki değerli taş madenleriydi. Smyrna dev bir şehirdi. Gözünün alabildiğine ev vardı. Kıyısı ve liman pazar alanıydı. Bir çok ırkı barındırdığı da kesindi. Gemilerin etrafını martılar kuşatmıştı. Havada attıkları çığlıklarla güzel bir müzik yaratıyorlardı.
    Atının yanına indi, Odyseus. Bu kadar güzellik bir kerede ona fazla gelmişti. Denizi fala bulanmadan onu anlayacak bir dosta ihtiyacı vardı.
    Karaya çıkış bayağı sancılı olmuştu. Ama yolculuğun en zor kısmı değildi. şehirden çıkmak gerçekten zor olmuştu. Bu kadar büyük bir şehirde hiç yaşamamıştı. Kalede geçirdiği ve bu şehre gönderildiği seferlerde de pek bu şehri tanımakta başarı sağlayabildiği söylenemezdi.
    Ana kale ise hayallerinin ötesindeydi. Hayal ettiğinin bile beş altı misliydi. Herkesi iyi zırhlarla donatılmıştı. Tek bildiği şey vardı burası onun için yeni bir vatandı. İçinden bir ses daha en başta kendisinin buraya ait olduğunu söylüyordu. Gözlerini kapadı ve kalenin surlarından içeri girdi.......
    ************************
    Back to top View user's profileSend private message
    Tangrel
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jul 29, 2003
    Posts: 8
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Tue Aug 05, 2003 7:11 am Reply with quoteBack to top

    Yazarın anlatamadığı yada anlatsa da üstünde durmak istedikleri:


    Odyseus kaleye girdikten sonra içeride küçük görevler de bulunmuştur. Ama hayatının macerası için gelmişti bu adaya. Bunun için ilk önce iki yıl beklemesi ve kaderin onun için planlarını iyice oturtması gerekmektedir. Asıl macera onun komutasına verildiği Manticore WaldenÂ?ın özel bir görev için bir şövalye görevlendirmesi gerektiğinde başlar.
    Kısa bir yolculuktan sonra Odyseus farklı tecrübelerle yoğrulur ve eskisinden faklı birisi olur. Bunlar bu hikayenin değil daha sonra yazılacak olanların konusudur. Size anlatabileceğim Odyseus PeacefounderÂ?ın bu yolculuğa başlarkenki korkuları, düşünceleri ve saplantılarıdır.
    Odyseus bir baba idolünden yoksun büyümüştür. Onun örnek aldığı insan annesinin hikayelerindeki yüce kahraman babasıdır. Onun içindir ki gerçek dünyada insanların nasıl davrandığını öğrenmesi uzun zaman almıştır. Ruhu hep epik kahramanlarla yoğrulmuş ve kendini onlardan biri olarak görmüştür. Daha doğrusu hep onlardan biri gibi olabilmek istemiştir. Onları o kadar yüksek görmüş ki hiçbir zaman onların başarılarını yakalayamayacağından korkuyor.
    Burada yine babasının faktörü çok büyük. Hiçbir zaman onun kadar başarılı olamayacağından korkuyordu. Fredrick ona gerçek dünyayı gösteren ona örnek erkek figürünü gösteren kimse olmuştur. Ama FredrickÂ?le arasında geçenler onu yine bir aile kurabilme olasılığından uzaklara fırlatmıştır.
    Hayatını bu erkekten daha fazla esasında iki kadın etkilemiştir. Annesi onun geleceğini daha çok küçükken karar vermişti. Hayatında yaptığı her işte annesinin onayını düşünmüştü. şimdi bile uyumadan önce annesinin bugün yaptıklarından dolayı yukarda mutlu olup olmadığını düşünür. Karen ise bambaşka bir olaydır. Ona erkekliğin kapılarını açan onu olgunlaştıran onu adaya gönderen bütün olaylar onla ilintilidir. Kahramanlıktan sonraki en büyük saplantısı odur. Onu geçen iki yılda ne kadar geriye itmişse de o derinlerden yeniden yükselmesini bilmiştir. Geceliğin hala rüyalarına girdiği olmaktadır. Nefret ve aşk ikisi de ona Kareni çağrıştırıyor. Hal onun mendilini ve kolyesini taşıyor.
    Bu arada bu iki yılın içinde ana karadan eline iki tane mektup geçti. İlk geleni ana karaya vardıktan iki ay sonra geçti eline. Lord Fredrick mührü taşıyordu. Diğeri bu göreve çıkmadan iki hafta önce geldi. Çzerinde KarenÂ?in el yazısı vardı. İkisini de hiç açmadı. Onları kendi benliğinden bile gizli tutmaya çalışıyordu.
    Bu iki kadını kaybetmesi kendisi için her iki seferinde de onun için ani olmuştu. Her seferinde de etrafındakileri kendinden uzaklaştırmış ve olanlar hakkında kimseyle konuşmamış ve kendisine saklamıştı. İçini yakan ve parçalayan bir sır olarak.
    Yapısına gelirsek eğer kendisi çabuk sinirlenebilen, duygularının esiri olabilen bir insandır. Değişken ruh hali onu dışarıdan anlaşılmaz kılabilir. Çoğunlukla şakalar yapmaya çalışarak iç fırtınalarını dışarı yansıtmamaya çalışmaktadır. Korkularından biri de sinir nöbetlerinin birinde şövalyeliğine leke sürebilecek bir hareket yapmasıdır. Kendine hakim olmaya çalışmaktadır.
    Eğer kendini kendi kendine ispatlayabilir ve hayal ettiği babası gibi olabilir, acılarını geride bırakabilir hasta düşüncelerden kurtulur kaçışa son verip kendi istediği hayatı yaşamaya başlarsa, kendi nefretini ve duygularına dizgin takmayı başarabilirse bu karakter ruhundaki bütün yaraları kapatmış ve başarıya ulaşmış bir karakter olacaktır.

    *********** ************* ***********

    Bu toz bulutunun nereden çıktığını anlayamamıştı. Soylu şövalye hızla atından aşağı indi. Yandaki mağaraya doğru yürüdü. Bu sığınak atı ve onun için yararlı gözüküyordu. Atını da içeri çekti. Bir ateş yakarak mağaranın ne kadar geriye gittiğini ve daha önemlisi bir ev sahibi olup olmadığına baktı. Zaten fazla derin bir mağara değildi ve boştu.
    Bütün gözenekleri tozla dolmuştu. Zırhını çıkardı ilk önce. Bu fırtına uzun sürecekti. Kendisine bir yatma yeri hazırladı. Kılıcını kınından çekik hazır durumda duvara dayadıktan sonra atını yüklerinden kurtarıp onu okşadı.
    Matarasından biraz su alıp suratını yıkadı. Bileğine bağlı olan mendili çözdü. İlk önce biraz kokladı, yüzüne bir an rahatlama oturdu. Sonra kasıldı ve sinirlendi. Bu mendil olduğuna inanmıştı kendisine hep şans getiren, niye ki daha başta getirmemişti oysa. Bunu düşünemeyecek kadar yorgundu. Yüzündeki yaşları sildi mendille ve her gece gördüğü aynı yüzün hayaliyle uykuya daldı.......




    Bitti
    (Devamı mı? Gerisi fırtına bitip şövalyemiz yeniden önünü görebilmeye başladıktan sonra...)
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.63 Saniye