Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: equza
    Bugün: 16
    Dün: 35
    Toplam: 90380

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1097
    Üye: 1
    Toplam: 1098

    Şu An Bağlı:
    01 : equza

    FrpWorld.Com :: View topic - Büyü Konseyi (RPG)
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Büyü Konseyi (RPG) View next topic
    View previous topic
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.
    Author Message
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Mon Jun 26, 2006 8:58 pm Reply with quoteBack to top

    Deschain'in ellerinden alevler çıkmaya başlarken yaratık birkaç adım geri çekildi. Deschain ilk başta bunun korkudan olduğunu sansa da, yaratığın yüzündeki şeytani sırıtışı görünce bu fikri kayboldu.

    Yaratık, silahını iki eliyle kavradı. Sağ eliyle sapının ilerisini, sol eliyle de gerisini tuttu. Sonra kendi çevresinde sola doru bir kez döndü, sonra daha hızlı olarak bir daha döndü. Sonra da...

    Deschain o anda bunun ivme kazandırılarak başını sertçe gövdesinden ayıracak bir hamle oldu. Elf refleksleri sağolsun, kendisini hemen yere attı. Silah, az önce başının durduğu yerden hızla geçip duvara saplandı.

    Deschain'in ani hareketinden mi, yoksa yaranın tuhaf doğasından mı bilinmez, Deschain'in yarası giderek kötüleşiyordu. Ani bir acıyla beraber Deschain'in yarası yeniden kavruldu. (Deschain--> 2 damage)

    Yaratık şu anda silahını duvardan kurtarmaya çalışıyordu. Deschain yerde uzanıyordu. Daha önce elinde taşıdığı kutu ise arkasında unutulup gitmişti.

    ***

    Dikenli olan yaratık elini açarak iki büyücüyü işaret etti ve parmaklarından fırlayan iki alev sütunu, büyücüleri yuttu. Cüppeleri tutuşan büyücüler çığlık çığlığa koridorda koşuştururken, diğer büyücüler de çoktan büyülerine başlamışlardı bile. Büyülü oklar, yıldırımlar, alev topları anında yaratığın üzerine uçtu ama hiçbir etki yaratmadılar. Bu sırada arkadaki ikişer yaratık orjinal formlarına dönmüşler, zincirleriyle büyücüleri sarıyorlardı. Bağlanan büyücüler çaresizce yere düşüyorlardı.

    Ortadaki yaratık yana baktı ve gözlerini Marcus'a dikti. Marcus, lanetinin yaratıkta açtığı etk yüzünden yaratığın gözlerinin nefretle dolu olduğunu görebiliyordu.

    ***

    Kulenin her yanından mücadele sesleri yükselirken, Çstad Yeminer en üst katta, çukur zebanisini bekliyordu. Habis liç bu karşılaşmanın bir ölüm-kalım savaşı olacağının farkındaydı. şeytanın yanındaki yardımcıları oylamak üzere birine ihtiyacı vardı ve komik ki lanet vampir burada değildi.

    Yeminer bir kez daha kuleyle bütünleşti ve kule genelinde olanları incelemeye başladı. Çukur zebanisi birkaç kat aşağıdaydı. Görünüşe göre önüne kattığı adamı çoktan öldürmüştü. Hızla yukarı çıkıyordu. Kule boyunca her yerde bir mücadele gerçekleşiyordu. Kulede kalan başbüyücüler de savaşa müdahale etmişlerdi bile. İlk kat koridoru, gargoylların yardımıyla temizlenmek üzereydi. Yedinci katta kara cüppeli başbüyücü Alton De’nessé sayesinde mücadele kazanılmıştı. Lakin altıncı kat düşmüş, tüm büyücüler katledilmişlerdi ve oradaki şeytanların yedinci kata kaydırılacağından Yeminer’in kuşkusu yoktu.

    Tüm bunların ortasında vampir neredeydi? Yeminer, kule üzerinden vampire odaklandı. Onu, kahrolası Spellweaver’in odasındaki pentagramın ortasında buldu. Bir büyü yapıyordu. Büyüsüne odaklandığında, bu büyünün zemin kattaki geçidi açık tutan büyü olduğunu fark etti.

    Kahrolası vampir! En baştan beri Yeminer’in düşüşünü ayarlamıştı! Onun başını en başta ezmeliydi!

    Ama önemli değildi. Çukur zebanisini bir kez yendi mi, şeytanlar başsız kalarak geri çekileceklerdi. Bunun ardından Yeminer, vampir ile ilgilenebilirdi.

    Ama onu çok rahatsız eden başka bir şey daha vardı. Her yapılan büyüyle birlikte, kulenin bütünlüğünde bir zayıflama hissediyordu habis liç. Çzerinde henüz duracak vakit değildi, ama onu çok huzursuz etmişti. Hiç böyle bir şeyle karşılaştığını hatırlamıyordu.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Mon Jun 26, 2006 9:23 pm Reply with quoteBack to top

    "HERKES OLDUğU YERDE KALSIN,BU şEYTANLARI BAşKA TÇRLÇ YENEMEYİZ, TÇM GÇCÇNÇZLE SALDIRMAYA DEVAM EDİN!!!"

    Bu sözler iyice iğrençleşmeye başlamış savaş alanının ortasından diğer tüm büyücüleri bilinçlendirmeye çalışan Marcus'tan geliyordu. Yaratığın kendisine tüm vahşiliğiyle baktığını gördükten sonra ilginç bir taktik deneyecekti Marcus.

    Cebinden küçük bir kese çıkarttı ve ona odaklanmaya başladı. Sonra hemen önüne attı ve içinden siyah, insanı içinde hapseden ışınlar çıkmaya başladı. Ve içinden kocaman bir yaratık çıktı.(Summon Monster III) (Fiendish Dire Weasel)

    Sonra yaratığa ilk emrini verdi:

    "Git üzerine bir sülük gibi yapış ve onu öldür!!!".

    Sözler kesin ve anlaşılırdı...

    Savunma pozisyonunu aldı Marcus Sharpsabre, ölüm büyücüsü...

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    C_Deschain
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 01, 2006
    Posts: 291
    Location: ankara

    PostPosted: Mon Jun 26, 2006 10:11 pm Reply with quoteBack to top

    Deschain can havliyle doğruldu. Yarası gittikçe büyüyordu.Çok da acı çekiyordu.Ama bunlardan önemlisi yavaş yavaş o tanıdığı koku burnuna geliyordu.Çlümün kokusunu almaya başlamıştı.Ama bu sefer ölen kendisi olabilirdi.

    Hızlıca etrafına bakınmaya başladı.Yaratıksa silahıyla uraşıyordu,çıkarması an meselesiydi.

    Ve Deschain o anda panik anında yere düşürüp unuttuğu kutuyu gördü.İçinde umut kıvılcımları çakmaya başladı.Belki de işine yarıyabilecek bir şeyler çıkabilirdi bu kutudan.Ne de olsa bir büyücülük kulesinin kapılarının önüne bırakılmış bir büyücüye ait bir kutuydu.
    Kutuya uzandı...Yavaşça kapağını aralamaya başladı...Heyecandan ve korkudan kaskatı kesilmişti..Bakalım ne çıkacaktı kutunun içinden ama sonra bir şeyi fark etti...
    VE TİZ BİR KAHKAHA ATTI...KAHKAHASI KORİDOR BOYUNCA YANKILANDI....Ne beklediğini kendisi bile bilmiyordu...Çaresiz bir durumdaydı...

    _________________
    <div>Tári Nénharma....</div><br>
    Back to top View user's profileSend private messageSend e-mailMSN Messenger
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Thu Jun 29, 2006 3:09 pm Reply with quoteBack to top

    Ve bir an sonra...yaratık orada yoktu! Marcus'un büyüsü sanki hiç gerçekleşmemiş gibiydi. O an dikenli yaratıkla gözgöze geldi Marcus. Yaratık zalim bir kahkaha attı ve Marcus'un üzerine sıçradı.

    Aynı anda beş büyülü ok, yaratığın sırtına çarptı ve yaratık acıyla inliyerek yere düştü. Çfkeyle arkasına baktı.

    Merdivenlerin başında kırmızı peleriniyle bir adam duruyordu.

    ***

    Yaratık hâlâ silahı kurtarmaya çalışırken Deschain'in yarası giderek kötüleşiyor ve derinleşiyordu. (Deschain--> 2 damage)

    Kutuyu açtığı anda tek gördüğü şey lime lime olmuş, rengi solmuş bir cüppeden ibaretti. Deschain hayal kırıklığıyla kutuyu karıştırırken dişlerini acıyla sıktı. Ama başka hiçbir şey yoktu. Sadece yıpranmış, parçalanmış, rengi solmuş bir cüppe.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Fri Jun 30, 2006 12:29 pm Reply with quoteBack to top

    Marcus Sharpsabre, kızıl cüppeli büyücüye sadece bir anlığına bakma ihtiyacı hissetti. Büyücünün kuvvetli olduğunu düşündü, çünkü yaratık neredeyse doğru dürüst bir yememişti ve bu büyülü okların beşini birden sırtına yemişti.

    Hemen hızla ellerini açtı ve sözleri ölüm okumaya başladı, insanın kulaklarını sağır edecek derecede ince bir ses, gözlerini başka bir şey görmemesini sağlayacak bir karanlık Marcus'un ellerinde parlıyordu. Ve sonra büyülü sözlerin sonuna gelen Marcus, parmaklarını hedefine gösterdi. (Blindness)

    "Yardımın için sağol büyücü, dediğim gibi bu yaratıkların bizi mahvetmesine izin vermemeliyiz!"

    Sonra savunma pozisyonunu aldı Marcus...

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    C_Deschain
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 01, 2006
    Posts: 291
    Location: ankara

    PostPosted: Sat Jul 01, 2006 11:35 am Reply with quoteBack to top

    Deschain acıyla dizlerinin üzerine çöktü.Büyük bir hayal kırıklığı içerisindeydi.Çıka çıka sadece eski,yıpranmış bir cüppe çıkmıştı.Bütün umutlarını bu cüppeye bağlamıştı.şimdi ise hayal kırıklığı içerisinde ellerinde cüppe oturmuş,bekliyordu.
    Ama pratik zekası daha fazla bu şekilde oturmasına müsade etmedi.Acilen bir şeyler yapmalıydı yoksa bu yaratık karşısında ölecekti.

    Etrafına bakındı yapabileceği fazla bir şey yoktu.Tek umudu olan cüppeye şöyle bir baktı.Ne olacaksa olsun dedi.Ve cüppeyi giydi...
    Sonra yaratığa bakıp savunma pozisyonunu aldı...

    _________________
    <div>Tári Nénharma....</div><br>
    Back to top View user's profileSend private messageSend e-mailMSN Messenger
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Sat Jul 01, 2006 12:08 pm Reply with quoteBack to top

    Deschain cüppeyi giyer giymez zihninde ağır bir zorlama hissetti. Bir şey... Ne olduğunu bilmiyordu ama bir şey onun zihnini zorluyordu.

    Eğitimi gereği Deschain iradesini kuvvetlendirerek bu dürtüye karşılık verdi. İki komut dalgası, bir an birbirleriyle mücadele ederek baskın çıkmaya çalıştılar.

    Ve diğer dalga baskın çıktı.

    İrade gücü kırılan Deschain'in zihni teslim oldu ve dürtüye boyun eğdi. Aynı anda vücudu da buna teslim oldu.

    İnanılmaz bir acı bir anda Deschain2in bedenini kapladı. Sanki kemikleri, kasları, vücudu bir yerde sıkıştırılıyor, her yönden birbirine bastırılıyor gibiydi. Zaten kötüleşen yarası yüzünden gitgide acı çekiyordu. (Desdhain-- 2 damage)

    Acı aniden geçti. Yaratık karşısında dev gibi bir hal almıştı. En büyük ejderhalar ve devler ancak bu kadar büyük olabilirdi. Ama onunla birlikte kule de mi büyümüştü ne?

    Konuşmaya çalıştığında Deschain'in ağzından çıkan tek söz bir "Vrak!" olmuştu.

    Aynı anda Deschain'in üzerinden geçen üç gargoly, karşıdaki yaratığa saldırdılar. Dövüşleri oldukça kısa sürdü ve yaratık yere yaralar içinde yığıldı.

    ***

    Marcus'un büyüsü, yaratığa etki edemeden zararsızca kaybolurken, büyücünün gürleyen sesi duyuldu.

    "Sağol mu?! Yardım mı?! Bir savaşın ortasındayız be adam! Ne yardımı?! Elbette zayıf düşen cepheye takviye gidecek! Çenenize verdiğiniz kadar enerjiyi savaş için kullansaydınız, şimdi böyle bir ceset sürüsü olmazdınız! SİZE DİYORUM HEEEEEEEEEY!!! AYAKLANIN HADİ!"

    Adam, havaya aceleyle rünler çizerken dudakları kıpırdıyordu. Marcus büyüyü kolayca tanıdı: Az önce yaptığı büyülü okların aynısıydı.

    Yaratık, Marcus'u boşvererek merdivendeki bu büyücüye doğru hücuma geçti. Çfkeden dellirmişe benziyordu.

    Adam, beş parmağını da açarak yaratığı işaret etti. Parmaklarından fırlayan okların beşi de yaratığa çarptı. Yaratık şu anda Marcus'a sırtını dönmüş olduğundan, Marcus okların kaşının işlediğini anlamadı, ama yaratık acıyla tısladı.

    Tam o anda yaratık aniden ortadan kayboldu ve adamın arkasında belirdi. Adam bunu beklermiş gibi arkasını döndü ve Marcus'u şaşırtan bir hızla kılıcını çekti.

    "GEBERİN şEYTANLAR! KİMSE EVİMİ İşGAL EDEMEZ!"

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Mon Jul 03, 2006 3:14 pm Reply with quoteBack to top

    "Bu lafları bana anlatma, burda ölüm kalım mücadelesi veriyoruz ve eğer ortada bir yardım varsa teşekkür ederim, bunu sana sormam!"

    Sinirlenmişti ama yine de sakin konuşmaya çalışarak ne kadar soğukkanlı olduğunu göstermeye çalıştı Marcus. Büyücüye yardım etmesi gerekiyordu, zaten görünüşe bakılırsa etraftaki en güçlü yaratık bu dikenli şeytandı ve bir an önce işinin bitirilmesi gerekiyordu.

    Yaratığın genel olarak yakın dövüşe girdiğini farketmişti Marcus ve bundan yararlanmayı düşünüyordu, onu ne kadar güçten düşürürse o kadar kolay yem olurdu kılıçlı büyücüye.

    Ve sol elini havaya kaldırdı, bununla birlikte gizli rünlerin rüzgarlı sözlerini fısıldamaya başladı Marcus. Elinden siyah ve beyaz ışınlar çıktı ve tam olarak dikenli yaratığı nişan aldı. Yaratığın büyüye karşı nedense anlamadığı bir dayanıklılığı vardı ve diğer şeytanların da öyle, umuyorduki bu büyü onun gücünü tamamen azaltacaktı.(Ray of Enfeeblement)

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    C_Deschain
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 01, 2006
    Posts: 291
    Location: ankara

    PostPosted: Sat Jul 08, 2006 12:33 pm Reply with quoteBack to top

    Deschain ne olduğunu anlamamıştı bile.Her şey o kadar hızlı olmuştu ki.Her şey ona göre büyümüştü veya da kendisi küçükmüştü.
    Konuşmaya çabaladı...Ama ağzından çıkan sesler sadece vrak vrak gibi seslerden ibaretti.O zaman anladı.Bir kurbağaya dönüşmüştü.Büyük umutlar besleyerek giydiği cüppe onu bir kurbağaya dönüşmüştü.Ama hiç olmassa zor durumdan kurtulmuştu.Ve onun bulunduğu kattaki yaratıklar gargoylar tarafından temizlenmişti.
    Hemen acil bir durum değerlendirmesi yaptı ve yapabileceği kısıtlı şeyleri düşündü.Ger dönemezdi..Burda kalıp kaderinin ona ne getireceğinide bekleyemezdi.

    Kararını verdi.Ve kulenin üst katlarına doğru zıplayarak yola koyuldu...

    _________________
    <div>Tári Nénharma....</div><br>
    Back to top View user's profileSend private messageSend e-mailMSN Messenger
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Mon Jul 10, 2006 3:24 pm Reply with quoteBack to top

    Marcus'un büyüsünün ışını zararsızca şeytana çarparken, şeytan korkutucu bir kükremeyle birlikte kırmızılı büyücünün üzerine saldırdı. Pençelerinden birisini büyücünün suratını parçalamak için savurduğunda, büyücü hemen sağa çekildi ve pençe yüzünün tehlikeli biçimde yakınından, ama zarar veremeden geçti. şeytan, diğer pençesini ise büyücünün karnını deşmek için daldırdı ama büyücü, kılıcının düz tarafıyla pençeyi geriye ittirdi. Büyücü kılıcıyla dört adet, hızlı kesme hamleleri yaptı, ama şeytan gerek eğilerek, gerekse derisinin dayanıklı yapısı sayesinde bunlardan kurtulmayı başardı.

    Bu sırada sağ kalan büyücüler toparlanmışlar, ve şaşmaz bir şekilde diğer yaratıklara büyülerini yağdırmışlardı. Diğer şeytanlardan bir tanesi şimdiden dizleri üzerine düşmüştü ve can çekişiyordu.

    RP Dışı Not: Deschain'in kurbağa formuyla merdivenleri çıkması biraz zaman alacak. Bu yüzden bir süre sadece Marcus'la devam edeceğiz. Smile

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Thu Jul 13, 2006 12:18 pm Reply with quoteBack to top

    Marcus adamı dikkatle izliyordu, adam bir büyücüden fazlası gibi geldi. Bir büyücüden beklenmeyecek kadar hızlı kullanıyordu silahını. Ama buna bu kadar kafa yormamalıydı, şu an önünde daha adam gibi hasar almamış bir şeytani yaratık vardı. Yaratığın derisi çok kalındı ve büyük ihtimal bu deri engelliyordu yapılan büyüleri. Ne yapacağını bilemedi, belki bir büyü daha yapıp sonra artık var gücüyle yaratığa dalabilirdi.

    Yapabileceği en kuvvetli lanet büyüsünü akıl hücrelerinde gezdirmeye başladı, sözler hızla beyninin etrafında dönüyor adeta bir rüzgar oluşturuyorlardı. Sözlere çığlıklar, feryatlar karışmaya başladı, bin ölümlünün beddualarıydı bunlar; lanete gücünü verenler...

    Hızla adımlarını almaya başladı Marcus ve yaratığa odaklanarak parmağının ucunu yaratığın sırtına dokundurdu.(Bestow Curse, yaratık her turun başında %50 şansla o tur hiçbirşey yapmaz).

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Fri Jul 14, 2006 5:16 pm Reply with quoteBack to top

    Yüzlerce yıllık beddualar...

    Binlerce feryat...

    Kötü duyguların, kinin özünden gelen güç...

    İşte lanetlere gücünü veren bunlardı. Belli hedeflere duyulan nefret ve bu nefretin, o hedefe kötü bir şeyler olma arzusunun, kötü niyetli nazarın negatif enerjiyle biçimlenerek hayat bulmuş haliydi. Derlerdi ki bazı lanetler o kadar güçlü olurmuş ki, ancak tanrılar onları çözebilirlermiş. Hatta bazı lanetler...tanrıları bile etkilermiş.

    Ama lanetlerin bile öncelikle doğa büyü direncini geçebilmesi gerekir. Aksi takdirde işe yaramazlar.

    Tıpkı Marcus'un laneti gibi...

    Lanetin taşıdığı negatif enerjinin, yaratığın çevresinde zararsız bir burgaç oluşturarak dağıldığını hissetmişti Marcus.

    Büyücü bu sırada yaratıkla dövüşmeye devam ediyordu. Geriye tek bir adım bile atmıyordu. Sanki gerilerse kaybedecekti, veya bunu bir gurur meselesi yapıyordu. Süslü kılıcını sağdan sola doğru bir yay çizerek şeytanın başını kopartmaya çalıştı ama şeytan iki pençesini başının soluna kaldırarak kılıcı engelledi. Büyücü bununla durmadı ve kılıcı hemen yaratığın başının üzerinden geçirerek yaratığın sağ omzunu kesecek şekilde hızla aşağı indirdi, ama soluna doğru bir adım atan şeytan, darbeden kurtuldu. Bunun ardından şeytan, kollarını iki yana açarak hızla büyücünün başına doğru kapatmaya başladı. Büyücü bu anki açıktan faydalanarak kılıcını hızla yaratığın karnına sapladı. Yaratık acı içinde ulumasına rağmen saldırısını bozmadı. Büyüsü son anda çömeldi ve pençelerden kurtuldu. Ardından şeytanın bacağını kesmeye çalıştı, ama yarasından kanlar akan şeytan, bir adım gerileyerek kurtuldu. Sonra büyücü bir kez daha karnını yarmak için, sol alttan sağ yukarı doğru kılıcı savurdu. şeytanın derisi, darbeye aman vermedi. Büyücü hemen tekrar doğruldu ve şeytanla göz göze geldi.

    Marcus bu sırada koridordaki büyücülerin, diğer şeytanlardan birisini daha öldürmeyi başardıklarını gördü, ama büyücülerden üçü ölmüştü bile.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Fri Jul 14, 2006 10:21 pm Reply with quoteBack to top

    Artık yaptığı büyülerin tutmaması Marcus'da büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Ve bu hayal kırıklığı Marcus'u her zaman daha da sinirli yapardı...Yapamamak onun kendisine ettiği hakaretti...

    Keskin hançerini çıkardı ve yaratığa emin adımlarla gitmeye başladı. Yaratığın sırtını delik deşik etmek istiyordu ve yaptığı zaman alacağı hazla gözleri daha da açıldı Marcus Sharpsabre'in.

    Elini hızla kaldırdı ve yaratığın omurgası olacağını düşündüğü(normal bir insanda öyle olur çünkü) yere hançerini savurdu. İlgisini çekmeden iş becermek zorundaydı...

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Fri Jul 21, 2006 12:59 am Reply with quoteBack to top

    DM:
    Marcus kendi öfkesine hakim olamayarak büyücüyle dövüşen yaratığa doğru ilerlerken, koridor boyuncaki mücadehele devam etmekteydi. Büyücüler, zincirlerle kaplı kalan iki yaratığa ellerindeki son saldırı büyülerini yapıyorlardı. Bu sırada yaratıklar da boş durmuyor, kendilerine en yakın büyücülere saldırıyor ve zincirleriyle onları boğmaya çalışıyorlardı.

    DM:
    Ama herhalde koridordaki en kıran kırana geçen mücadele, merdivendeki büyücününkisiydi. Dövüşlerdeki ani hareketlere her haliyle alışkın olduğu belli oluyordu. Çünkü ayağa kalkar kalmaz kılıcını sol tarafından başının üzerine kaldırarak şeytanın başını yarmak için tepeden derin bir haykırış eşliğinde hızla indirdi. şeytan hemen kollarıyla siper almaya çalıştı ve darbeyi engellemeyi başardı, ama büyücünün hışımla indirdiği darbe, şeytanın derisinin doğal korumasını aştı ve sağ kolunu dirsekten aşağıdan kopardı. Dehşet dolu bir inilti ile şeytan birkaç adım geri çekildi ver merdiven duvarına yaslandı.

    DM:
    Büyücü bununla durmadı ve hemen kılıcını dikey bir şekilde şeytanın kalbine saplamaya çalıştı. şeytan ise kendini yere atmak suretiyle bu darbeden kurtulmayı başardı. Yerde iken hiç ayağa kalkmadan sağlam pençesini büyücünün karnını deşmek amacıyla savurdu. Bu sefer büyücü toparlanamadı ve pençe, kıyafetlerini parçalayarak büyücünün karnını deşti. Acı bir çığlık patlatan büyücü kendini zor geriye attı. Ardından şeytana dehşet dolu bakışla bakarak bir eliyle yaralı karnını tuttu ve geri geri çekilmeye başladı. şeytanın yüzünden ırkını kolaylıkla temsil edebilecek kadar vahşi bir sırıtış belirdi.

    DM:
    İşte tam bu anda Marcus, şeytanın önüne geldi. İkisi birbirlerine bir an baktılar. Marcus o anda şeytanın kendi zihnine yaptığı bir saldırıyı fark etti. Zihnine gönderilen zoraki komut, onun hareketsiz kalması yönündeydi. Bir an gözlerini kapadı ve derin bir nefes alıp aksi düşünceye odaklandı. Böylece Marcus bunu başarıyla atlattı.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus kendisinin büyüsünü işletemediği bir varlıktan büyü yemesi gururuna çok dokunurdu. şanslıydı ki zihnini zorda olsa kontrolden uzaklaştırdı. Sonra elindeki hançeri daha da sıkı kavrayıp yaratığın diğer koluna keskin hançerini savurdu.

    Marcus Sharpsabre:
    Eğer iki kolu da safdışı kalırsa işi çok kolaylaşacaktı.

    DM:
    Marcus'un hançeri ona doğru gelirken şeytan sadece bir adım soluna kaydı ve Marcus'un darbesinden kurtuldu. Aynı anda Marcus'un açığından faydalanarak pençesini Marcus'un suratına doğru savurdu. Pençe, Marcus'un suratında tokat gibi patlarken suratında derin, ciddi kesikler meydana geldi. (Marcus--> 9 damage) e aynı anda, şeytan gözüne daha farklı gözükmeye başladı. O...O çok vahşiydi, güçlüydü ve korkutucuydu! Onun önünde direnmeyi nasıl düşünebilirdi ki?! Ona karşı hiçbir şansı yoktu! Marcus'un yüreği bir dehşet dalgasıyla kaplanırken tıpkı diğer büyücü gibi o da geri geri çekilmeye başladı.

    DM:
    Marcus ne kadar süre kaçtığını bilmiyordu. Tek istediği o şeytandan, o korkunç yaratıktan uzak kalmaktı. Gözü dönmüşçesine kaçıyordu ve nereye gittiğinin farkında bile değildi.

    DM:
    Nefes nefese kaldığında ve kendisini tekrar toparladığında, boş bir koridorda olduğunu gördü. Savaş sesleri hâlâ geliyordu, ama çevresinde kimseler yoktu.

    DM:
    Odalar çevresinde sıralanırken koridorun aynı koridor olduğunu, koridorun gerilerine kaçtığını fark etti. Kulağına gelen savaş seslerine göre büyücüler hâlâ o iki zincirli şeytanla ve kendisini bu kadar korkutanla çarpışıyorlardı. Tuhaftı ki şimdi böyle bir korku hissi duymuyordu. O halde yaratığın kendisine yaptığı bir büyü olmalıydı bu.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus hızla aklından yapacaklarını geçirdi. Karşısındaki yaratığın ciddi büyüleri olduğu belliydi. Tek başına ona saldıracak kadar akılsızlık yapmamalıydı. Hızla koridorda savaş seslerinin olduğu yere koşmaya başladı.

    DM:
    Kulenin büyüklüğü düşünüldüğünde koridoru geçmesi biraz zaman aldı. Yine de o yaklaştıkça savaş sesleri gittikçe azalıyordu. Bunun iki anlamı vardı. Ya dövüş uzağa kayıyordu-ki bu büyücülerin geri çekilmesi veya şeytanların püskürtülmesi şeklinde olabilirdi-veya mücadele bitmek üzereydi.

    DM:
    En sonunda Marcus koridorun öbür ucuna geldi ve durumu gördü. Evet, mücadele bitmek üzereydi. Neredeyse tüm büyücüler ölmüştü. Zincirli şeytanlar da ölmüştü. Geriye sadece üç büyücü ve diğer şeytan kalmıştı. Kırmızı cüppeli büyücü ise ortalıkta görünmüyordu.

    DM:
    şeytanın kopuk kolu dışında pek ciddi yarası yoktu. Marcus'un görebildiği kadarıyla göğüsünde bazı yanık izleri vardı, ama bunlar muhtemelen büyücünün büyülü oklarından gelmeydi. Bunun dışında boynunun solunda göğsüne doğru pek de derin olmayan bir kesik vardı. Büyücülerin ise birisi omzundan yaralıydı. Birisinin üzerinde ise yanık izleri doluydu. Sonuncusu ise...üç taneydi! Görünüşe göre kendinden iki tane daha ilüzyon çıkartmıştı. Elinde bir hançer tutuyordu. Muhtemelen ilüzyonlarla şaşıran şeytana, şanslı bir vuruş yapmıştı.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus hızlıca aklından hain bir plan geçirdi, yaratığı şaşırtması lazımdı ki büyücüler ona kolaylıkla vurabilsin. Bu yüzden bir kesesinden hızlıca mum parçası ve bir yün parçası çıkarttı. Hızlıca alışmış olduğu büyü sözlerini söylemeye başladı. Sonra sağ elindeki mum erimeye ve süzülerek yün parçasının örgülerinin arasından geçmeye başladı. Marcus'un hedef olarak seçtiği yere yani yaratığın arkasında bulunan koridora doğru hızla gitmeye başladı. (Ghost Sound, koşarak gelen bir kükreyen Dire Tiger sesi)

    Marcus Sharpsabre:
    bunu yaprak yaratığı bir an olsun şaşırtabilir ve bu da eğer akıllılarsa büyücülere "kesin" saldırı fırsatı kazandırırdı.

    DM:
    Ani, vahşi bir kükreme koridorda yankılandı ve bir an irkilen şeytan hemen arkasını döndü. Böyle bir kükremeye sahip olabilecek yaratığı muhtemelen biliyor olmalıydı ve büyü direnci söz konusu olunca böyle bir yaratık onun için bu büyücülere göre çok daha büyük bir tehlikeydi.

    DM:
    şeytanın gerilemesini fırsat bilen büyücülerden ikisi hemen büyülerini yapmaya başladılar. Marcus büyüleri kolaylıkla seçebildi. Birisi, şeytana doğru bir yıldırım fırlatmaya hazırlanıyordu, öbürü ise tıpkı kırmızı cüppeli büyücü gibi büyülü oklar atacaktı. İlüzyonlarını çıkartan büyücünün ise elinde bir şey kalmamış olmalıydı ki sırtını dönen şeytana yeniden hançeriyle saldırdı. şeytan bir an irkildi, sonra arkasını dönüp pençesini savurdu. Boynu parçalanan büyücü kanlar içinde yere yığıldı. Parçalanan bopazını iki eliyle kavramıştı ama buna rağmen kanlar fışkırıyordu. Gözleri paltaşı gibi açılmıştı.

    DM:
    Diğer iki büyücü büyülerini tamamladılar. Bir yıldırım yaratığa doğru gitti ama çevresinden zararsızca dolaşıp yok oldu. Büyükü oklar da benzeri bir şekilde yaratığın gövdesine değip yok oldular. şeytan sırıttı ve ileri doğru birkaç adım atmaya başladı. Gerideki sese artık aldırmıyordu. İlüzyon olduğunu anlamış olmalıydı.

    DM:
    İşte o anda vahşi bir savaş narasıyla kırmızı büyücü arka koridordan fırladı ve kılıcını şeytanın sırtına gömdü. Attığı çığlığı, ağzından fışkıran kanlarla boğulan şeytan, kendini ileri atarak kılıçtan kurtuldu ama zorlukla kendini duvara attı. Büyücü aceleyle bir hamle daha yaptı ama şeytan bunu koluyla savuşturmayı başardı. Büyücü bu kez doğrudan kolunu hedef altı ve sol kolu da kopardı. yerde çaresiz kalan şeytan, çelme atarak büyücüyü düşürdü ve ayağa kalkmaya çalıştı. Kolları kopmuştu ama hâlâ bedenindeki dikenler vardı. Marcus, şeytanın kendisini büyücünün üzerine atacağını anlamıştı.

    Marcus Sharpsabre:
    "Aptallar!" diye yüksek sesle kızdı büyücülere. Hızla oraya koşmaya başladı. Yaratığın hali kötüydü ve bundan yararlanmalıydı. Bütün hızıyla birlikte yaratığa yakınlaştı ve ...ve o feryatlar tekrar yükselmeye başladı beyninde...Binlerce yıllık, ne acılar çekmiş varlıkların feryatları, bedduaları... Yaratığa elini dokunmak için uzattı. (Bestow Curse).

    DM:
    Marcus, zihnini sayısız yıldır yapulan beddualara yönlendirir halde elini uzatıp şeytana dokundu ve aynı anda göğsünde şiddetli bir acı hissetti. (Marcus--> 10 damage) Büyüsünü tamamlamış olduğu için konsantrasyonundaki dağılmanın bir önemi yoktu ama... Sebebine baktığı zaman anladı: şeytanın vücudundaki dikenler! Bunlar doğal birer savunmaydı. Gözucuyla baktığında yerdeki büyücünün de bedeninin aslında fark ettiğinden daha çok yara aldığını gördü. Büyücünün şeytana vurmak için her yaklaşışı, bu dikenlerin ona batması demekti. Yine de Marcus artık büyüsünü yapmıştı ve şeytanın işi yoktu. Sırıtarak geriye bir adım atıp şeytana baktı ve...

    DM:
    Büyü işe yaramamıştı! Kahrolası yaratığın büyü direnci onu korumuştu!

    DM:
    Yine de Marcus'un ona kazandırdığı zamanı değerlendiren büyücü, kılıcını kapıp yana yuvarlandı ve şeytanın bacağına kılıcını savurdu. Lâkin başarısız bir hamleydi ve bırakın onu yaralamayı, vuramadı bile. Vazgeçmeyip ikinci kez denedi ama bu sefer de deriyi geçemedi. şeytan yüzündeki şeytani bir sırıtışla kendisini büyücünün üzerine attı ama tam zamanında yana yuvarlanan büyücü bundan kurtuldu. Sırt üstü düşen şeytan şimdi ayağa kalkabilmek için debeleniyordu.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus sinirle sırtından sopasını(quarterstaff) çıkardı ve yaratığa uzaktan vurmaya karar verdi. Böylelikle yaratığın dikenlerine maruz kalmazdı. Sopayı çıkarttıktan sonra iki elle tutup yaratığa hızla savurdu.

    DM:
    Marcus'un vuruşu, yaratığın kalın derisi için hiçbir şey ifade etmedi. Yaratık hâlâ kalkmaya çabalarken kırmızı bücüyü "Bana bırak!" diye kükredi ve kılıcını aşağı yöne bakar bir vaziyette tutup kendini dizlerinin üzerine attı ve ağırlığını kılıca verdi. Kılıç, büyük bir şiddetle şeytanın sırtından tam kalbinin olduğu yere gömüldü ve yaratık bir hırıltıyla yere yığıldı. Büyücü de son kez saplanan dikenler yüzünden hafifçe inledi. Birkaç saniye soluklandıktan sonra yavaşça ayağa kalktı. "İşte kavga diye ben buna derim be! Yıllardır böyle zevk almamıştım! Hah ha! Siz ne diyorsunuz çıraklar?!" dedi neşeyle sırıtarak.

    Marcus Sharpsabre:
    "Bunun komik bir şey olduğunu zannetmiyorum!" Marcus'un sesi ciddiydi. Sopasını sırtına tekrar geçirdi ve üstünü başını üstünkörü bir şekilde elleriyle temizledi.

    Marcus Sharpsabre:
    Ve sonra Marcus yaratığın üzerini incelemeye başladı. Yararlı bir şeyler bulabilirdi, bu işleri ormanda yaşarken alışmıştı.

    DM:
    "Tam aksine evlat, çok da eğlenceliydi! Ah bekleyin bakalım, siz bu testten çıkarak bunu hak ettiniz. Normalde bunu pek yapmam ama..." Büyücü hemen belindeki minicik bir keseyi açtı ve içinden koca bir değnek çıkardı. Değneği havada üç kez çevirip bir şeyler mırıldandı ve Marcus'a dokundurdu. Marcus, vücudunda açılan yaraların hızla kapanmaya başladığını hisseti. Büyücü aynılarını diğerlerine de yaptıktan sonra kendine de uyguladı. Ardından asayı aynı keseye geri koydu. "Ben Reynald Ossederión'um beyler ve savaşlarda fazlaca bulunmuş birisi olarak şunu söyleyebilirim ki, bu savaşı kazanmaktan çok uzağız. Siz gençlere tavsiyem üst katlara çekilmenizdir. Ben alt katlara hızla bir göz atıp sağ kalanları yukarı çıkartacağım." dedi. Marcus ise yarı şaşkınlık içinde yaptığı aramada hiçbir şey bulamadı. Yaratığın bir cebi bile yoktu!

    Marcus Sharpsabre:
    "Çst katlarda da savaş yok mu?" diye merakla sordu.

    DM:
    Reynald, çenesini kaşıdı. "Evet, üst katların bir kısmında var. Ama bazı katları kurtardık. Çst katlardaa başka başbüyücüler de mevcut. Çst katlardaki savaş bundan daha şiddetli sürüyor, ama onların şiddetlendiği kadar biz de şiddetliyiz. Kimse büyümüzü hafife almasın!" diye ateşli bir şekilde söylendi. "Ama en üst kata, liçin yanına çıkamazsınız. Oraya giden tüm kapılar kilitli. Kulenin kendi savunmaları da aktif hale geldi. Bu yüzden üst katlarda kuvvetli bir direniş yapabiliriz. şansımız varsa onları geri bile püskürtebiliriz."

    Marcus Sharpsabre:
    "Bu arada bu yaratıklar cidden büyüye dayanıklılar, diğer başka yaratıklar da böylemi? Bize bu yaratıklar hakkında bilgi verin lütfen!"

    DM:
    Reynald tam merdivenlerden ineekken dondu ve geri döndü. "Bak evlat, savaş ilerliyor ve muhabbete hiç vaktim yok. Lâkin evet, şeytanların hepsi büyüye dirençlidir. Bazıları oldukça kuvvetli, bazıları ise zayıf. Kuvvetli olanlarla biz başbüyücüler ilgileniyoruz, zayıflarla ise sizler. şimdi lütfen, benim..."

    DM:
    "SPELLWEAVER!!!"

    DM:
    Alt kattan gelen yoğun, iç titreten, inanılmaz işkenceler vaadeden bir kükreme, kuleyi bir kez daha sarstı. O sırada hepsi de zeminin titrediğini ve bunun gittikçe arttığını hissettiler. Alt kattan büyük-ve oldukça korkutucu-bir şey yaklaşıyordu.

    DM:
    Reynald boğazını temizledi. "Eee, hâlâ burada kalmak için ısrar edeniniz var mı?" dedi kaşlarını meraklı ama komik bir edayla kaldırarak.

    Marcus Sharpsabre:
    "SPELLWEAVER" ...odasında ilk duyduğu daha doğrusu tam olarak anlaymadığı ses bu olsa gerekti. Hızla yukarı çıkan merdivenleri aradı gözleri. Ve koşmaya başladı...bu yaratıkla gözgöze gelmek istemiyordu...

    DM:
    Bir anlık donukluğun ardından, Marcus yukarı koşarken arkasından diğerlerinin de geldiğini duydu. Diğer iki büyücü de onla yukarı çıkıyordu. Peki ya Reynald? Marcus durup geriye döndü ve Reynald'ın yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle, en yakındaki odaya girip kapıyı çarptığını gördü. Bu sırada diğer iki büyücü çoktan Marcus'u sollamış ve üst kata doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Hem yukarıdan hem de aşağıdan savaş sesleri gelmeye devam ediyordu. Zeminin titremesi ise gitgide artıyordu.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus şüpheye düştü...

    Marcus Sharpsabre:
    Büyücünün hainlik yapabileceğini düşündü ve bunu Yeminer'e iletmeliydi. Bunları sonra düşünmesi gerekli olduğunu düşündükten sonra yukarı hızla koşmaya başladı. Herhangi bir zaman kaybı o pislik şeytanla karşılaşması demekti.

    DM:
    Çst kata vardıklarında buradaki mücadelenin neredeyse bitmek üzere olduğunu ve sadece ork gibi yeşil derili, sakallı bir şeytanın olduğunu gördü Marcus. şeytan öfkeyle elindeki kılıcı sallayarak büyücüleri biçmeye çalışıyordu. Büyücüler ise iki yana kaçıyorlardı. şeytan bir yana saldırdığında o taraf kaçıyor ve diğer taraf ona büyü yapıyordu.

    DM:
    Çok geçmedi ki son şeytan da düştü. Büyücüler derin bir nefes aldılar ve sırtlarını duvarlara veya birbirlerine yasladılar. Mücadele bitmişe benziyordu, ama...

    DM:
    "SPELLWEAVER!!!"

    DM:
    Kükreme yinelendi ve tüm büyücüler bir anda ayağa sıçradılar. Zemin sarsılmaya, o korkutucu sesin sahibi ise yaklaşmaya devam ediyordu. Bir an birbirlerine bakan büyücüler hemen üst kata fırladılar.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus hiç aralık vermeden koşmasına devam etti. Yaratık cidden korkutmasını biliyordu...Bir gün o da öyle olacaktı...

    Marcus Sharpsabre:
    ...Ama önce buradan çıkması gerekiyordu

    DM:
    Çst kata vardıklarında buranın çok sayıda büyücünün katledilmiş olduklarını fark ettiler. şeytanların sayısı nispeten azdı. Burası tamamen terk edilmişti. Ya tüm büyücüler öldürülmüş ve buradaki şeytanlar başka katlara kaydırılmışlardı, ya da burada bir zafer kazanılmış ve büyücüler diğer katlara yardıma gitmişlerdi.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus bozulmamış eşyalar aramaya başaldı cesetlerin üzerinde.

    DM:
    Büyücülerde pek bir şeyler yoktu açıkçası. Marcus'un tek yapabildiği, harcadığı büyü malzemesini yeniden stoklamak olabilmişti. Büyücülerde başka bir şey göze çarpmıyordu.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus dişe dokunur birşey bulamayınca hızla devam etti yukarı kata çıkmaya.

    DM:
    Diğer büyücüler çoktan üst kata çıkmıştı bile. Araması yüzünden Marcus sona kalan olmuştu. Zeminin sarsıntısı giderek şiddetleniyordu. Marcus kendini zorlukla merdivene attı ve tam merdivenin ortasında...

    DM:
    Bir başka dikenli şeytan gözlerini ona dikmiş bir şekilde duruyordu. Vahşi bir kükremeyle birlikte dikenli şeytan, Marcus bir şey yapamadan üzerine atladı.

    DM:
    Ve aynı anda Marcus'un ilk anda seçemediği üç şekil, dikenli şeytanın üzerine atlayıp onu yere mıhladı ve ona hızlı hızlı pençe darbeleri atarak onu parçaladılar. Olayın ilk şokunu atlattığında büyücü, yukarıdan gelen yoğun savaş seslerini duydu. Bunlar ise...gargoyleler! Kulenin savunmacılarının bir kısmı olan gorgoyleler de savaşa inmişlerdi. O halde Reynald'ın dediği doğruydu. Kulenin kendisi bile savaşa karışmıştı.

    DM:
    Gargoyleler bir an boş boş Marcus'a baktından sonra hızla merdivenleri tırmanmaya başladılar.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus düşünmeden koşuyor, devamlı olayları görüyordu. Daha sonra analizini yapacaktı.

    DM:
    Ve Marcus en sonunda yedinci kata varmıştı...

    DM:
    İşte savaş diye buna denirdi. Aşağıda ona bela olan dikenli şeytanlardan burada on tane vardı. O sakallı, yeşil şeytanlardan ise yirmi beş hatta otuz civarı. Ve bir de geniş kanatları olan, siyah pullu, iri bir başka şeytan göze çarpıyordu. Ama burada çok sayıda büyücü de vardı ve gargoyle sayısı da hiç azımsanacak derecede değildi. Savaş burada cidden şiddetliydi ve yerde pek çok büyücünün cesedinin olmasının yanısıra, bol sayıda şeytan ölüsü vardı. Marcus'un gözlerine ilerideki kara cüppeli bir adam takıldı. Adamın yüz ifadesi vahşiceydi ve sürekli diğer büyücülere emirler yağdırıyordu. "Hizayı bozmayın! Safları sıklaştırın! Sen, yukarı çıkmalarını önlemek bir için bir güç duvarı oluştur, çabuk!" Ardından büyücü hızla bir şişeyi alıp en yakınındaki şeytana fırlattı ve şişe şeytanın kafasında parçalandı. Yeşil, pis kokulu asit, şeytanın bedenini eritmeye başlarken şeytan acıyla kükredi.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus bu kişinin çok önemli biri olduğunu düşündü, belki Yeminer bile olabilirdi. Oraya doğru hızlıca koşmaya başladı ve:

    Marcus Sharpsabre:
    "Yaratık geliyooooor! Dikkatli oluuun!"

    Marcus Sharpsabre:
    sonra o da büyücülerin çoğunlukta olduğu yere doğru koşmaya başladı.

    DM:
    Büyücünün yüzü bir an öfkeyle çarpıldı. Marcus'un suratına "Kes sesini ve hizaya geç!" diye kükredikten sonra aceleyle duvara parmağını sürüp bir parça toz aldı. Belindeki matarayı çıkardı ve "Ben büyüyü yaparken herkes geri çekilecek!" diye kükredi. Sonra mataradan tek bir damla suyu parmağındaki toza döktü. Mataranın ağzıdı kapatıp tekrar kemerine tıkarken tozlu ve ıslak parmağıyla havaya çeşitli rünler çizip konuşmaya başladı.

    DM:
    Büyü bitti ve aniden herkesin geri çekilmesinden oluşan boşlukta, sert bir buz fırtınası oluştu. Buz parçaları uçuşuyor ve şiddetle şeytanlara çarpıyordu. Çfke ve acı kükremeleri koridorda inliyordu. Birkaç dakika böyle geçti ve en sonunda büyü bitti. Büyücü kendinden memnun bir şekilde sonuca baktı. Birkaç şeytan daha ölmüş ve hemen hepsi yaralanmıştı. Ama bu uzun sürmedi. Aniden koridor başında benzeri bir birlik daha cisimlendi. şeytanlara takviye gelmişti. Büyücü dudaklarını büktü ve kalabalığa döndü. "Gargoyleler, ileri! Büyücüler, durmayın! Saldırın! Çlümbüyücülüğünde uzmanlaşmış olanların hepsi çevremde toplansın!"

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus denileni yapması gerektiğini kabul etti. Ve oraya doğru yol aldı. Bu arada nefes atışlarını normale döndürmeye çalışıyordu.

    DM:
    Büyücü geriye çekildi ve diğer ölümbüyücüleri çevresinde toplanırken, Marcus onu inceleme fırsatı buldu. Hiç şüphesiz o da bir ölümbüyücüsüydü ve kudretine bakılırsa bir başbüyücüydü. Yüzü neredeyse kemik beyazıydı. Oldukça ince bir yapısı vardı. Kemikleri çıkıyordu. Parmakları ince ve uzundu. Çevresinde toplananları gördükçe kötücül bakışlarla onları süzdü ve memnun bir edayla sırıttı. "Bugün, kariyerinizde ilk-ve muhtemelen son-kez tanık olacağınız bir büyüde bana yardım edeceksiniz. Uzun ve zorlu bir ayin, ama sizin varlığınız bunu yapmamı kolaylaştıracak. Benimle gelin." dedi ve hemen arkasındaki bir kapıyı açıp içeri daldı.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus bu büyüyü şiddetle merak etti. Bütün etrafta olan biteni unuttu ve sanki hiçbir şey olmamış gibi adamın peşine koşmaa başladı. Büyüyü çok merak ediyordu acaba nasıl birşeydi?

    DM:
    Büyücü kapıyı kapattı ve içeridekileri süzdü. Başbüyücüyle birlikte toplam on bir kişiydiler. Başbüyüc kendinden memnun bir şekilde sırıttı. Aceleyle raflara gitti ve yandaki bir masanın üzerine beş tane kafatası, beş tane kaval kemiği ve beş tane renksiz bir sıvıyla dolu şişe koydu. Sonra büyücülere döndü.

    DM:
    "Az sonra ortaya geçeceğim. Siz bu sırada çevremde beş kişi halinde sıralanacaksınız. Beş kişinin önünde, bir diğer beşli bağdaş kurup oturacak. Hepinizin yüzü bana dönük olacak. Aldığınız pozisyona göre, kullanacağınız malzemeler farklı olacaktır. şimdi, yerlerinizi alın."

    Marcus Sharpsabre:
    "Kafataslarını kullanmak istiyorum!" diye cüretkar fakat hafif seviyede bir sesle adama sordu.

    Marcus Sharpsabre:
    "Bunun için nereye geçmem gerek?"

    DM:
    Büyücü, karıştırdığı sandıktan dönüp dik dik Marcus'a baktı. "Yerinizi almanızı söyledim, soru sormanızı değil!" dedi ters ters ve tekrar sandığa döndü.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus oturan kişilere katılmak üzere yöneldi

    Marcus Sharpsabre:
    ve oturdu

    DM:
    Başbüyücü bir anda sandıktan fırladı. Muzaffer edayla elinde tuttuğu bir değneğe bakıyordu. Sonra rafa gitti ve bu sefer içi kıpkırmızı bir sıvıyla dolu olan bir şişeyi aldı ve bunları da masaya koydu.

    DM:
    Ardından kafataslarını aldı ve ayakta duranlara birer birer dağıttı. Sonra kaval kemikleri ile renksiz sıvılı şişeleri oturanlara dağıttı.

    DM:
    "şimdi dediklerimi aynen yapacaksınız." diye konuşmaya başladı. "Oturan sizler, cüppelerinizin sol kollarını sıvayın. Sağ işaret parmağınızı bu şişeye daldıracaksınız ve alacağınız sıvıyla sol kolunuzun iç tarafına, basit bir kantrip olan Asit Sıçraması büyüsünün havaya çizdiğiniz rünlerini çizeceksiniz. Ardından sağ elinize kaval kemiğini alıp yere paralel bir şekilde tutacaksınız. Sakın cüppelerinizin kollarını indirmeyin. Kollarınızın sürekli yukarı dönük olsun. Buna itaat etmeyip büyünün ters gitmesine neden olanı korkunç şekilde öldürürüm." dedi. Sonra oturan büyücülerden birisi şişeyi açtı, kokları ve alıcı gözüyle baktı. "Eee, Magus Alton, bu şey..."

    DM:
    "Evet öyle ÇIRAK Montague, o şişedekiler kezzap! şimdi hemen dediklerimi yapmaya başlayın. Ayaktakiler, Kafataslarını iki elinizle de iki yandan tutun ve oturanların tam başının üzerine getirin. Ama sakın başlarına değdirmeyin." Başbüyücü döndü ve kendi malzemelerini alarak tam ortaya geçti. Kötücül, yeşil bir ışıkla parlayan değneği kemerine sıkıştırdı ve şişe elinde bekledi.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus büyücünün dediklerini aynen yaptı, kezzap canını çok yakmış olsa bile yapması gerekiyordu. Büyüyü merak etmesi başına kötü şeyler açacaktı büyük ihtimalle.

    DM:
    Başbüyücü Alton, kitaplık raflarından kalın, kara ciltli bir kitap aldı ve masaya gidip açtı. Gözlerinde manyakça bir zevk ifadesiyle kitapta yazılanları sessizce okurken, çıraklar acıdan inleyerek hazırlık yapıyorlardı. İşleri bittiğinde derileri kavrulurken büyücü onlara aldırmıyor, kitabı izlemeye devam ediyordu. Ağzı bir sırıtışla resmen kulaklarına varmıştı. Okudukça da daha çok zevkleniyor gibiydi.

    DM:
    Sonra aniden kitabı pat diye kapattı ve hepsine dik dik baktı. Sanki kitabı onlardan korumak istermişçesine göğsünün üzerine sımsıkı tutup çakmak çakmak gözlerle çırakları süzdü. Sonra gevşedi, kitabı tekrar masanın üzerine bıraktı. Davranışları üzerine şimdiden çırakların çoğunun gözleri kitaba kaymıştı bile.

    DM:
    Alton De'nessé, çemberin tam ortasına geldi. "Oturanlar, size söylediğim zaman, zombileri ve iskeletleri kaldırmak için kullandığımız büyünün sözlerini söyleyeceksiniz. Sadece sözleri söyleyeceksiniz. Malzemeler ve rünler olmayacak. Enerjinin akışını elinizdeki kaval kemiklerine yönlendireceksiniz. Evet, ben başlıyorum." dedi.

    DM:
    Ardından elindeki kırmızı şişeyi açtı ve parmağını daldırdı. Aldığı kırmızı sıvı ile oturanların alınlarına tek bir rün, ayaktakilerin alınlarına ise farklı bir rün çiziyordu. Sıra Marcus'a geldi ve o kırmızı sıvıyla temas etti.

    DM:
    Kan! Bu şey kandı!

    DM:
    Başbüyücü Alton, Marcus'un yanındaki son ikiliye de rünleri çizdikten sonra şişeyi kapattı ve çemberin ortasına geçti. Gözleri cam gibi şeffaflaştı ve bakışları anlamsızlaştı. Mutlak konsantrasyonun işaretini tüm büyücüler görebiliyordu.

    DM:
    Ve bir anda, Alton De'nessé, büyüsünün sözlerine başladı. Hafif, sıcak, iç açıcı bir tonlamaydı ilk önce. Sonra ses tonu sertleşti ve bir kreşendo ile yükseldi. İki kolunu göğe doğru açtı ve sözleri artık haykırırcasına sürdürdü.

    DM:
    Sözlerin ne anlama geldiğini hiçbiri anlayamıyordu. Ama odada dönen şeyler hepsini korkutuyordu. Odadaki mumların alevlerinin rengi bir anda değişmiş, siyah-yeşil bir ton kazanmıştı. Odanın duvarları bu ışıkla parlarken, gölgeler sanki canlıymışçasına-kimbilir, belki de canlanmışlardı-kıvranıyor ve sanki onlarla alay ediyordu. Dondurucu bir soğuk odayı kapladı ve görüşleri giderek gölgelenmeye başladı. Başbüyücü ise hiçbir şeye aldırmadan büyü sözlerine devam ediyordu. Çlümün negatif enerjisi, Başbüyücüden dalga dalga yayılıyordu.

    DM:
    Sonra Başbüyücü bir anda ellerini iki yanına açtı ve sözlerini bitirdi. Odadaki tüm siyah-yeşil alevler bir an kükredi ve havaya doğru saçıldı. Sonra tüm ateşler ve gölgeler duruldular. Mumlar aynı tuhaf ateşle, ama sakince yanıyordu. Gölgeler ise hareketsizdi.

    DM:
    Ve Başbüyücü, felaketin habercisi gibi, alevlerle aynı uğursuz, yeşil renkle parlayan değneği çıkarttı.Herkesin önünden sırayla dolanırken birer birer kafataslarına değnekle dokundu ve bir şeyler söyledi. Her dokunduğu kafatası, aynı ışıkla parlamaya başladı.

    DM:
    Sonra Alton, değneği tekrar kemerine sıkıştırıp ortaya geldi. Ellerini iki yana açtı ve net bir güç sözcüğü söyledi. Ayakta kalanların alınlarındaki rünler bir anda alev alarak büyücülerin derilerini dağladı. Canhıraş çığlıklar ayaktaki büyücülerin gırtlaklarından çıkarken hiçbiri kıpırdayamıyordu bile. Alton De'nessé, bu çığlıklara sadece zalim, soğuk kahkahalarıyla güldü.

    DM:
    Ve sonra aniden, çığlıklar bitti.

    DM:
    Bedenler büyük bir hızla çürüyerek yok olurken, kafataslarının parlaklıkları daha da arttı. Artık onları tutacak eller olmayan kafatasları, altlarında oturanların kafalarına düştü ve...

    DM:
    Keskin bir sesle hepsi parçalandı.

    DM:
    Aynı anda Alton De'nessé kollarını iki yana açtı ve bu sefer başka bir güç sözcüğü söyledi.

    DM:
    Marcus'un beynine ateşten bir mızrak saplanmıştı sanki. İnanılmaz bir acı dalga dalga bedenine yayılırken, kendisine hiç de ait olmayan anılar zihnini doldurdu. Aynı anda iki varlığı taşıyordu sanki bedeni. Ama bu birleşim, muazzam bir acıyı da beraberinde getiriyordu. Kulakları her şeye kapanmıştı sanki. Hiçbir şey duymuyordu. Kendi çığlıklarından başka hiçbir şey duymuyordu.

    DM:
    Ama sonra, Başbüyücü Alton'un sesi zihninde berrak bir şekilde çınladı. "Büyü sözlerini söyleyin. Büyü sözlerini söyleyin e enerjiyle vücudunuzdaki yabancı varlığı kaval kemiklerine aktarın!"

    DM:
    Başta gerçekten çok zor olmuştu. Konsantrasyonu sağlamak bu acı içinde imkânsız gibiydi. Ama büyünün kendisi yapmıyordu. Büyünün enerjisini yönlendirmek, her büyücübüb yaptığı bir şeydi ama bu sırada büyü ağıyla bütünleşmek için bir konsantrasyon gerekirdi. şimdi ise böyle bir durum yoktu. Sadece yönlendirmesi gerekti.

    DM:
    Ve başardı.

    DM:
    Acı ve kendisine ait olmayan her şey, bedeninden kaval kemiğine aktığında Marcus bitap bir haldeydi. Diğerlerinin de aynı şekilde olduklarını gördü. Kaval kemikleri aynı yeşil ışıklar parlıyordu. Alton, memnun bir gülümsemeyle odada dolaşmaya başladı ve değneğiyle her kemiğe dokunarak bir şeyler söyledi. Ardından tekrar ortaya geçti ve değneğini tam yukarı doğru kaldırarak son bir güç sözcüğü söyledi.

    DM:
    Kaval kemikleri çatırtılarla parçalandılar.

    DM:
    Marcus o anda kemiğin içinden fırlayan şeyi gördü ve tıpkı diğerleri gibi çığlık atarak geriye süründü. Birkaç saniye içinde oturan büyücülerin durduğu yerde beş tane tuhaf, hayaletimsi varlık duruyordu. Alton manyakça bir sırıtışla bu varlıklara bakıyordu.

    DM:
    "Başardım..." diye fısıldadı. "Yeminer'in bile yapamadığını yaptım."

    DM:
    "GİDİN!" diye haykırdı. "GİDİN VE DÇşMANLARIMIZI YOK EDİN!" Varlıklar, iniltiler içinde ortadan kayboldular. Alton ise manyakça kahkahalar atarak odada durdu.

    DM:
    Gözleri zafer pırıltısıyla parlayan Alton De'nessé, odadaki bitap durumdaki büyücüleri dudaklarını bükerek süzdü. Alaycı bir tavırla elini salladı. "Sizden beklediğimden daha fazlasını yaptınız. Açıkçası ne kadar zayıf varlıklar olduğunuz düşünüldüğünde bu cidden ilginç. Yine de, gidebilirsiniz. Böyle bir ayinin hepinizi öldürmesi gerekiyordu ama bu başarınızın karşılığında canınızı bağışlıyorum. şimdi odamdan DEFOLUN!" dedi ve çıraklardan birisinin yakasına yapışıp onu odadan dışarı doğru sürüklemeye başladı. Diğerleri de onun peşindelerdi. Marcus ayağa kalkmaya çalışırken bir an ayağa kaydı ve tekrar yere düştü. O ayağa kalkana kadar odadan Alton da dahil olmak üzere herkes çıkmış, ve çatışmaya katılmışlardı. Odada tek başınaydı.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus büyünün ne olduğunu anlamaya çalışırken büyücünün kullandığı asa ve kitabı aramaya koyuldu odada.

    DM:
    Büyü, hatırlayabildiği kadarıyla gerçekten çok karmaşık bir şeydi. Ne olduğunu çözemese de büyülerin yapısı konusundaki bilgilerini gözden geçirebiliyordu. Bu büyü kesinlikle daha önce görmediği bir şeydi. Hatta böyle bir büyü duymamıştı bile. Başbüyücü'nün kendi özel büyülerinden birisi olmalıydı. Sadece yarattığı yaşayan ölülerin, tamamen yepyeni bir türe ait olduğunu çıkartabildi Marcus.

    DM:
    Bir yandan odada eşyaları araştırıyordu. O koca kitap orada, masanın üzerinde duruyordu. Değneği ise ne kadar aradıysa da bulamadı. Sonra aklına değneğin, Alton'un kemerinde takılı olduğu geldi. Alton değneği yanında götürmüştü.

    DM:
    Kitap kapalıydı. Oldukça eski görünümlü bir kitaptı. Siyah cildinde hiçbir yıpranma olmasa da kapağın arasından Marcus sayfaların sarardığını görebiliyordu. Kapakta hiçbir yazı veya içeriğini belli edecek bir işaret yoktu. Kitabın cildi sadece kapkara, deri bir ciltti.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus kitabın nasıl bir işe yarayabileceğini düşündü öncelikle. Bu tür gizemli şeylere düşkün olması onun en büyük zaafıydı ona göre. Çncelikle bakmaması gerektiğini düşündü fakat bakmaması onun için "bilgi"nin kaybı demekti ve bu daha kötü bir şeydi.
    -Pekala sırt çantamda taşıyabilirim, kimse de görmez. Ama ya koruma büyülüyse? diye de düşünmeden edemedi.
    Marcus Sharpsabre:
    öncelikle odanın içine işine yarayacağını düşündüğü büyü sensörü büyüsünü yaptı.(Detect MAgic)

    DM:
    Burası bir çalışma odası mıydı yoksa büyülü hazine dairesi mi belli değildi. Büyüsü bittiğinde oda bir anda ışıl ışıl olmuştu. Raflarda duran çeşitli aksirlerden, duvara asılmış bir kılıca kadar pek çok şey büyülüydü. Ama aralarındaki en kuvvetli aura, minik bir sandıktan geliyordu. Orta şiddette bir auraydı. Büyü kitabında ise...hiçbir şey yoktu.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus hemen kitaba doğru yol aldı ve büyü okuma büyüsünü kullanarak son sayfalardan birini açarak dikkatlice okumaya başladı. Konsantresini sağlamaya çalışıyordu ki büyü okumak bazen tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi.
    ...Ama vazgeçti kitabı aldı ve sırt çantasına attı. O minik sandığa doğru yöneldi ve ne olduğunu anlamaya çalıştı dikkatle inceleyerek

    DM:
    Sandık son derece zararsız, masum bir görüntü sergiliyordu. Altın rengi genarları dışında üzerine kırmızı kadifeden bir kumaş kaplıyordu. Minik bir kilidi vardı ama kapağı kilitli değildi ve aralıktı.

    Marcus Sharpsabre:
    Dikkatlice içini açmaya başladı Marcus, Eğer şanslıysa hiçbir zarar gelmezdi. BU büyücünün pek de iyi niyetli olabileceğini düşünmüyordu.

    DM:
    Ve Marcus, elini uzatarak yavaşça küçük sandığın kapağını aralamaya başladı.

    DM:
    Alevleri artık normal renklerine dönmüş olan mumlar, henüz sandığın içini aydınlatamazken odanın dışında çarpışma sesleri ve Alton De'nessé'nin emirleri devam ediyordu. Savaşın muhtemelen en şiddetli cephesi burasıydı.

    DM:
    Marcus buna rağmen titreyen ellerle, yavaşça kapağı kaldırmaya devam etti. Kapak bir daha açıldıktan sonra bir gacırtıyla geriye düştü.

    DM:
    Ve mumlar, sandığın içini aydınlattı.

    DM:
    Abanozdan oyulmuş, göz yerlerine koca iki yakutun yerleştirildiği bir kafatası vardı sandığın içinde. Yakutlar uğursuz uğursuz kırmızı bir ışıkla parlıyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Hemen öncelikle kafatasının üzerinde ne tür bir büyü olduğunu anlayam çalıştı yaydığı auradan(spellcraft check)

    DM:
    Büyünün hangi okuldan olduğunu anlamakla kalmamıştı, onun hangi büyü olduğunu da anlamayı başarmıştı. Zuhur büyülerine ait bir büyüydü bu. Büyünün etkisi ise belli bir çevreyi, iyi yürekli insanlara karşı korumalı hale getirerek yaşayan ölülerin döndürülmelerini zorlaştıran bir etki içeriyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus bu kafatasını aldı ve sırt çantasına attı. Bir zarar gelmeyeceğini düşünüyordu etrafındaki büyüyü anladıktan sonra.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Ve sonra odaya göz attı, işine yarayan başka şeyler de olabilirdi. Tabi ki bu arada dışarıyı da dinlemesi gerekliydi. Suçüstü yakalanmak güzel bir şey olmazdı.

    DM:
    Dışarıdan Alton'un birkaç kez ölüleri kaldırmak için gereken büyüleri yaptığını duydu Marcus. Görünen o ki savaş bu denli kızışmıştı. şeytanların veya büyücülerin kendi ölülerini diriltip savaşa sürüyorlardı. Artık büyülerin auraları kaybolmuştu, ama Marcus az çok neyin nerede olduğunu hatırlıyordu. Duvarda bir kılıç, ileride bir dizi farklı renklerde iksirler, birkaç tane değnek, bir tane kısa, kıvrımlı bir hançer, yeşil taşlı bir yüzük ve kristal taşlı bir madalyon. Marcus'un hatırladığına göre kapıda da kuvvetli bir tılsım vardı. Muhtemelen odada büyülü koruma olmamasının sebebi, odaya girişi yeterince kuvvetli korunuyor olmasıydı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus'un artık buradan çıkması gerekliydi ama çıkmadan önce hızla hançer, yüzük ve madalyonun büyü auralarını anlamya çalıştı. Ne tür büyülü eşyalardı bunlar. Ayrıca geçerken değneklerden bir tanesini sırt çantasına atmadan da edemedi.

    DM:
    Yüzük ve madalyon.. Hatırlayamıyordu. Sadece auraları pek kuvetli değildi, bu kadarının farkındaydı. Ama şu anda auralarının ne olduğunu hatırlayamıyordu. Ama hançer farklıydı. Tuhaf bir hançerdi. Kabzası yılan biçimindeydi ve yılanın başı, kabzanın ucunda ağzı açık bir haldeydi. Bu açık ağızın içine bir safir yerleştirilmişti. Bunun dışında hançerin bıçak kısmında pek çok rün bulunuyordu. Marcus'un aklı karışmıştı bir an. şimdi düşündüğünde aslında en kuvvetli aura buradan gelmekteydi. Hançerdeki rünlere odaklandığında, rünlerin farklı iki okulu barındırdığını gördü. Çlümbüyüsü ve dönüşüm. Yine de büyülerinin içeriğini anlayamıyordu.

    DM:
    İşte tam bu anda dışarıdan bir ses duyuldu. "Lanet şeytanlar! Çlülerimi bile mahvediyorlar! HİZAYI BOZMAYIN! şimdi geliyorum!" Ve o dehşet anı içinde Marcus tam değneklerden birini almak için elini uzatmıştı ki kapı açılmaya başladı. "şu lanet kafatasını nereye koydum acaba? şimdi lazım işte." diye mırıldanan Alton'un sesi, odayı doldurdu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla hançeri aldı ve bileğindeki saklı olan yere yerleştirdi

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Sonra ne yapacağını bilemeden hızla başı eğik şekilde üstünü başını düzelterek kapıya doğru yönelmeye başladı.

    DM:
    Alton odaya girdi ve o anda Marcus'la yüzyüze geldi. Bir an şaşkınlıkla dondu Başbüyücü. Gözlerinde bir inanamamazlık vardı. "Sen nasıl-" diye kaldı ve durup dudaklarını ısırdı. "Burada ne arıyorsun sen?!" diye tiz bir sesle sordu. Tüyleri diken dikendi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus çok şaşırmıştı, büyücünün böyle bir şey diyeceğini biliyordu:
    -Efendim, pardon ayağım kaydı ve elimdeki ağrı yüzünden kalkamadım. şimdi geliyordum bende...

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu, en azından tüm bu yaptıkları bir numaraydı. Sadece yakalanacak olmasından korkuyordu, ama iyi rol yaparsa üstesinden gelirdi.

    DM:
    Çlümbüyücüsü ileri bir adım atarak Marcus'un bileğini sımsıkı tuttu. Dokunuşu buz gibiydi. Teninin beyaz rengi düşünülünce gerçekten de buz tutmuş olabilirdi hani. "Diğerleri de senin kadar acı çekiyorlardı, ama hepsi de çıktılar!" dedi tükürürcesine ve sonra keskin gözlerle odayı gözden geçirdi. "Kitap! Sandık! SENİ YALANCI, AşAğILIK PİSLİK!" diye haykırdı Alton. "BUNU ÇDEYECEKSİN!" dedi ve diğer elini Marcus'a doğrulttu.

    DM:
    "SPELLWEAVER! SENİN İÇİN GELDİM!"

    DM:
    İşte şimdi bela onları bulmuştu. Alton dehşet dolu bakışlarla elini indirdi ve Marcus'u sürükleyerek dışarı çıkarttı. İnce yapısına göre fazlasıyla kuvvetliydi.

    DM:
    Ve koridora çıktıkları anda, onu gördüler.

    DM:
    Çç metre boyunda, kıpkırmızı pullarla bezenmiş, koca kanatlı bir şeydi. Gözlerinden ateş saçıyordu. Pençeleri, ölüm ve insan aklının hayal edemeyeceği işkenceler vaad ediyor, ayakları yerde yanan izler bırakıyordu.

    DM:
    Yaratığa bakar bakmaz, Marcus'un midesi bulanmaya başladı. Kontrolsüzce titriyordu ve teni buz kesmişti. Ağzında acı bir tat vardı. Dikenli şeytan hiçbir şey değildi. İşte gerçek dehşet tam karşısındaydı.

    DM:
    "Çukur zebanisi..." diye fısıldadı Alton huşu içinde. şeytan, ateşli gözlerini çatışmaya çevirdi ve Alton'un yaratılarının hizmetkârlarından pek çoğunu öldürdüğünü gördü. Büyücüler çatışmayı neredeyse kazanmışlardı.

    DM:
    Dev kanatlarını açıp gerinen çukur zebanisi, vahşi bir öfkeyle kükredi. Sonra bir pençesini solunda kalan koridora-Marcus'un bulunduğu tarafa-çevirdi. Göz açıp kapayıncaya kadar elinden parlayan minik, alevli bir kütle o yöne geldi ve muazzam bir patlamayla infilak etti.

    DM:
    Marcus'un önündeki büyücülerin canhıraş çığlıkları öyle yüksek bir perdedendi ki neredeyse çukur zebanisinin kükreyişini bastırıyorlardı. Alev ona isabet etmemiş olsa da Marcus, sıcağın yüzünü yalayıp geçtiğini gördü ve buz gibi teninden bir anda sıcacık terler boşaldı. O lanet ateş ne kadar sıcaktı böyle?!

    DM:
    Tir tir titreyen Alton, Marcus'un bileğini bırakarak koridorun diğer ucuna doğru kaçmaya başladı. Bu sırada bir gümleme duydu Marcus. Alton'un odasının kapası kapanmıştı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla yaratığın önünden çekilerek uzakalra doğru koşmaya başladı.

    DM:
    Çukur zebanisinden uzaklaşmak için gidebileceği tek bir yön vardı: Alton'u takip etmek. Bu umacı seçim hakkına benziyordu. Hangi şekilde ölmek istediğini seçmek gibi bir şeydi. Yine de çukur zebanisi düşünüldüğünde, Alton çok daha tercih edilir kalıyordu.

    DM:
    Marcus dehşet içinde Alton'u takip etti. Sadece birkaç metre koşmuştu ve dört odanın kapısının önünden geçti. Ardından son kapının önüne geldi...son kapı?! Bu koridor tüm katı dolanmıyor muydu?! Görünüşe göre dolanmıyordu çünkü bu kapı gölgelerin arasında kalan son bir kapıydı. Alton kapıyı açmaya çalışıyordu ama kilitliydi. En sonunda aceleyle havaya birkaç rün çizmeye ve bir şeyler söylemeye başladı. Paniği içinde Marcus ne hareketleri takip edebiliyor, ne de sözleri dinleyebiliyordu. En sonunda kapıyı açmayı başaran Alton, kendisini içeri attı.

    DM:
    "SPELLWEAVER!!!"

    DM:
    Bu ses gürleme, Marcus'un tam arkasından gelmişti. Bir an donan büyücü arkasını döndü ve çukur zebanisi ile burun buruna geldi. Tam arkasında duvar, solunda da odanın kapısı vardı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    odaya koştu Marcus

    DM:
    Marcus'un odaya koşuşuna çukur zebanisinin pek de aşırı bir tepkisi olmadı. Aksine Marcus'un son gördüğü şey, çukur zebanisinin suratında sadist bir sırıtış olduğuydu.

    DM:
    Odaya dalan Marcus, buranın basit bir yatak odası ve oturma odası olduğunu gördü. Bir şömine yanıyor, önünde de bir sallanan sandalye duruyordu. Bir köşede bir yatak vardı. Bir dolap ve bir masa da bir başka tarafta yanyanaydı. Büyücüden çok konforlu bir ev gibiydi. Ama tam karşıda yanyana duran iki kapı daha vardı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus o kapılardan devam etmek zorunda olduğunu biliyordu, kaldı ki hiçbir şeyi riske atamazdı. İki kapıyı da soldan başlayarak açtı.İkisine de girmeden baktı.

    DM:
    Soldaki kapı, bir kütüphaneye açılıyordu. Pek çok kitap vardı burada. Gayet düzenli bir odaydı. Minicik bir sehpa, kapının tam karşısında duruyordu. Arka arkaya iki raf vardı ve aralarında bir boşluk bulunuyordu. Sağdaki kapı ise zaten aralıktı ve kapıyı daha aralarken Marcus burasının bir laboratuar olduğunu anlamıştı. Ama burada çok kötü bir şeyler olmuştu, zira içerisi tamamen dağılmıştı. Tam ortada dev, kararmış bir daire vardı. Dairenin bir kenarında beş tane çocuk, tam ortasında da bir genç kızın cesedi vardı. Daireden biraz ötede ise sekiz çocuk ve iki kız, elleri ve ayakları bağlı bir şekilde duruyorlardı. Hem cesetler hem de yaşayanlar çırılçıplaktı. Laboratuardaki deneyin ters gittiği belliydi çünkü her şey dağılmıştı. Laboratuarın dibinde bir köşeye büzülmüş halde Alton görülüyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Oraya niye saklanıyorsunuz efendim? Gelsenize bu taraftan!" diye gereksizce bir konuşma başlatmak isteği başladı içinde Marcus'un ve yaptı da...

    DM:
    "Manyak mısın be adam?! Oradaki şey bir ÇUKUR ZEBANİSİ! Ben burada kalıyorum, defol. Oh, hayır!" Alton aniden koşarak devrilmiş bir masanın arkasına saklandı. Marcus tam arkasından kalın bir kıkırdama hissetti. Yavaş, titreyen adımlarla arkasını döndüğünde, çukur zebanisi ile burun buruna buldu kendini.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus yapabileceği hiç bir şey bulamadı ve Alton'un karşı köşesine koşmaya başladı.

    DM:
    Çukur zebanisi yavaş adımlarla içeri yürüdü ve yerdeki kara lekenin önüne geldi. Havayı kokladığını duydu Marcus. Bir şey arıyor gibiydi.

    DM:
    "SPELLWEAVER!!!" diye kükredi çukur zebanisi, Marcus'un kulaklarını resmen patlatarak "NEREDESİN?! BENDEN SAKLANAMAZSIN!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus korkudan ne yapacağını bilemiyordu.

    DM:
    Marcus, Alton'un histerik bir şekilde titrerken çıkartığı iniltiyi duyabiliyordu. Çukur zebanisi önce Marcus'a baktı. Sonra aksi yönündeki masaya döndü ve pençesinin tek vuruşuyla masayı parçaladı. Alton De'nessé oracıkta büzülmüştü. Bu sırada çocuklar ise geri geri sürünerek çukur zebanisinden uzaklaşmaya çalışıyorlardı ve hepsi de ağlıyordu.

    DM:
    şeytan, yavaşça eğildi ve hızlı bir hareketle pençesinin tek tırnağını, Alton'un cüppesinin yaka kısmına geçirerek onu ayağa kaldırdı. "Spellweaver nerede?" diye sordu sakince.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus yavaşça kapıya doğru sürünmeye başladı. Kendisine bakan çocuk varsa onu da peşinden sürükleyecekti.

    DM:
    "B-b-bilmiyorum Yüce Lordum! Yemin ederim bilmiyorum! Onu en son Kule Efendisi'nin toplantısında gördüm. Ondan sonra hiç karşılaşmadım." diye titrek sesle konuştu Alton. Çukur zebanisi öfke dolu bir kükremeyle Alton'u göğsünden ve bacaklarından kavradı. Alton çığlık çığlığa iken onu havaya kaldırdı ve dizinden büktüğü bacağının üzerine sertçe vurdu. Kırılan belin keskin çatırtısı odada yankılanırken Alton De'nessé, Büyücülük Kulesi'nin Baş Çlümbüyücüsü, canhıraş çığlıklarla çukur zebanisinin pençelerinde kıvranmaya başladı. şeytan, onu bir oyuncak bebekmiş gibi şiddetle silkeleyip belinin acısını arttırdı ve odanın karşı köşesine, Marcus'un arkasına fırlattı. Çukur zebanisinin gözleri bu kez Marcus'un üzerine ilişti. "Sen!" dedi parmağıyla onu gösterek "Konuş, Spellweaver nerede?!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "B-ben Spellweaver'in kim olduğunu bile bilmiyorum efendim!" diyebildi sadece.

    DM:
    Açık kapıdan içeri bir duman bulutçuğu süzülürken, çukur zebanisi öfkeyle kükredi ve iki iri adımda laboratuarı aşıp Marcus'un yanına geldi. Sol pençesiyle Marcus'u sağ omzundan kavrayarak havaya kaldırdı ve sağ pençesini de Marcus'un karnını deşmek amacıyla havaya kaldırdı.

    DM:
    Bu sırada Marcus, duman bulutunun şekillenmekte olduğunu gördü ve bir anda ortaya kıpkırmızı gözlü, iki sivri köpek dişinin ağzından sarktığı bir adam ortaya çıktı.

    DM:
    Bir vampir! Çlümbüyücülüğünün en lanetli ve en kudretli yaratıklarından birisiydi bu. Ve ondan yayılan güç dalgalarına bakılırsa, Alton'dan da kuvvetliydi.

    DM:
    "Ey Zek'arab, Kan Ovaları'nın kudretli Efendisi!" dedi vampir, gür bir sesle. Çukur zebanisi durdu ve Marcus'u hafifçe indirerek arkasına baktı. "Ne istiyorsun vampir?!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla bir kız çocuğunu çekti ve dışarı doğru alelacele sürüklemeye başladı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Sonra kapıdan ağrı gözucuyla içeride olanları incelemeye başladı. Ucuz kurtulmuştu ama hala ikisininde hefeinde değildi Marcus, bu yüzden biraz olsun sakinleşti. İçeriyi izleyecekti.

    DM:
    "Spellweaver'ı sanırım hâlâ bulamadınız, Lordum." dedi vampir yaltaklanan bir sesle, Marcus kızı dışarı götürürken. "Benimle oyun oynama vampir! Spellweaver nerede?!" diye kükredi Zek'arab.

    DM:
    "Ehem.. Biliyorsunuz ki oyun oynamıyorum Ulu Zek'arab. Sizin kazanacağınız zaferin bir an önce gelmesini ben de az sizin kadar ço-"

    DM:
    "Sen sadece kendi kıçını beni gazabımdan kurtarmak için efendine ihanet ettin Zakhurr!" dedi Zek'arab, gözleri ateş saçar bir halde.

    DM:
    "E-evet, Ulu Zek'arab; ama unutmamalısınız ki ihanet ettiğim Kule Efendisi de çok kudretli bir liç. Sizin gelişinizi ona haber verseydim ve o da savunmasını hazırlayabilseydi, hiç de bu kadar kolayca kuleyi ele geçiremezdiniz."

    DM:
    "BENİ TEHDİT Mİ EDİYORSUN VAMPİR?!" Kanatlarını iki yana açıp doğrulan çukur zebanisinin varlığı, şimdi tüm laboratuarı dolduruyordu.

    DM:
    "Hayır Lordum, sadece bazı gerçekleri size söylüyorum. Sanırım bu sadakatimin karşılığında bazı şeyler istemek hakkımdır." diyerek diretti Zakhurr inatla.

    DM:
    "Senle bu konuda hiçbir şey anlaşmadık Zakhurr. Sana sadece canını bağışlıyorum. Eğer diretirsen, onu da alamazsın! Sana son kez soruyorum: Spellweaver nerede?!"

    DM:
    Zakhurr iç geçirdi. "Habis liçin sizi tahtınızdan düşürmek için yolladığı hain ajan Spellweaver, şu anda doğrudan liçin himayesi altında Lordum. Onu ancak kulenin en üst katında, liçin yanında bulabilirsiniz." dedi mırıldanarak.

    DM:
    "En azından kendi değersiz kıçını kurtarmayı başardın vampir! Hayatını sana bağışlıyorum...şimdilik. Bir daha beni oyalarsan, bu konuda düşünmem bile!" dedi Zek'arab ve hızlı bir hareketle kapıya yöneldi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla kapıdan çekildi ve diğer kapıdan içeri doğru sindi yaratığın kapıya doğru geldiğini görünce.

    DM:
    Zek'arab öfkeli bir halde koşarak koridora çıktı. Savaşın devam ettiği koridorda Zek'arab'In yaklaştığını gören büyücülerin dehşet çığlıkları ile şeytanların zafer kükremelerini duyabiliyordu Marcus. Diğer kapıdan sessizce süzülen vampiri gördü ardından. Vampir yavaşça girişteki odaya girdi. "Ama ben hayatını sana bağışlamıyorum Zek'arab." dedi mırıldanarak. "Sadece liçin işini bitirene kadar bekle. O zaman Nhamarr'ın Vampir Lordu'nu hafife almanın bedelini ödeyeceksin." dedi ve sonra bedeni şeffaflaşarak bir baz bulutuna dönüştü. Sonra da yayılarak iyice şeffaflaştı ve odadan dışarı süzüldü. şimdi Marcus ve yanındaki kız çocuğu, kütüphanede yalnızlardı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla odaya girdi. Yapacak tek şeyi vardı; Alton'un cesedi...Hafifçe sırıtmaya başladı ve kütüphaneden dışarı çıkarken etrafı iyice inceledi ve dinlemeye başladı.(spot ve listen check)

    DM:
    Marcus'un görüp duyabildiği kadarıyla ne vampir ne de çukur zebanisi artık orada değildi. Sadece laboratuardaki diğer esirlerin sesleri geliyordu. Ağızları da bağlı olduğundan tıpkı Marcus'un kütüphanede bıraktığı kız gibi ancak inleyebiliyorlardı.

    Marcus Sharpsabre:
    Hemen hızla laboratuvara girdi ve diğer genç kızları incelemeye aldı.

    Marcus Sharpsabre:
    Sonra tekrar Alton'un cesedine koştu ve aramaya koyuldu. Gerekli büyüyü yapıp üzerindekileri almaya başladı.

    Marcus Sharpsabre:
    (Detect Magic)

    DM:
    Odada toplam sekiz çocuk ve bir genç kız kalmıştı sağ kalan. Hepsi de kararmış dairedeki gibi çıplaklardı. Bedenleri dışında incelenecek pek bir şeyleri yoktu. Ama Alton başka bir meseleydi. Marcus, Alton'un yanına varıp büyüsünü yaptığında hayalkırıklığına uğradı çünkü sadece tek bir minik şişe parlamıştı. Değneğin ışığı sönmüş ve büyüsü kaybolmuştu. Demek ki değneğin varlığı onu yaratanın varlığına bağlıydı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus öncelikle Alton'un cebindeki o şişeyi aldı ve çantasına attı. Sonra kıyafetlerini ve cübbesini çıkartarak ayır ayrı kızlara vermeyi düşündü, ama önce:

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    kızı da kütüphaneye götürdü ve ikisini de karşısına bıraktı:
    -Bakın kızlar, sizin hayatınızı bağışlayacağımı görüyorsunuz değilmi? Ama öncelikle bir şarta uymalısınız. Artık bundan sonra benim hizmetçim görevinde çalışacaksınız. Yoksa ben de sizi bir kobay olarak kullanırım ki benim büyülerim öldürmez, diyerek sırıttı, "Acı çektirir."

    DM:
    Kızlar, elleri ayakları bağlı bir şekildelerdi ve ağızları da bağlı olduğundan tek yapabildikleri başlarını sallamaktan ibaret olmuştu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hayatınız üzerine söz verdiğinizin farkındasınız değil mi?" Kızların gözlerinde korku arıyordu Marcus.

    DM:
    Kızlar gözleri faltaşı gibi açık bir şekilde başlarını salladılar. Birisinin bakışları korku doluyken birisininkisi öfkeli bir kararlılıkla parlıyordu ve bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Hemen o kızın ağzındaki bantı açtı ve:
    -Konuş! kesin ve sert bir sesle

    DM:
    "Bu odanın sahibi olan büyücünün ellerinde tuhaf, şeytani ayinlerin kurbanı olmaktansa sana hizmet etmek iyidir!" dedi kararlılıkla. "O şeytan... O şeytanın aradığı bu odanın sahibiydi. Necros Spellweaver! Odasına konuk ettiği bir başka büyücüyle konuşurken duyduk adını. Ve dahası, o kahrolası ayinde bu şeytanı çağırmıştı odaya. Onun dikkatini çekmek için ablamı ve kardeşimi diğerleriyle birlikte öldürdü o canavar!" dedi. O kadar nefret doluydu ki Marcus bile buna şaşırmıştı. Sanki kızın elleri bağlı olmasa ve bu Necros burada olsa onu kendi elleriyle parçalayacakmış gibiydi. "Ama bu şeytan onu kaptığı gibi açılan bir delikten alıp götürdü. Ondan beri orada esiriz." dedi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Bana bak! Eğer ölmek istiyorsan ona karışamam ama hemen kardeşini öldürebilirim şuracıkta. İster misin ölmesini?"

    DM:
    "Onlar zaten öldü! Ablamı ve kardeşimi o canavar ruhlı sapık katletti!" diye haykırdı acıyla kız.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hmm, peki şu yanındakini tanıyor musun sefil şey!"

    DM:
    "Evet." dedi yanındaki kıza bakarak "Aynı kasabadaydık. Hepimiz aynı kasabadaydık. Ta ki o piç herif ailelerimizi kandırıp bizi buraya getirene kadar."

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "E, peki önemli değil, sen akıllıya benziyorsun ama yanındakini öldürmem gerek artık!" diyerek bir blöf attı. Eğer kadın biraz olsun insanlık duygusu varsa kendisi de emirlere uymayı kabul ederdi.

    DM:
    "Lanet olsun be adam! Neden öldürüyorsun ki onu?! Sana, o sapığın ellerinde tuhaf ayinlerle ölmektense sana hizmet etmenin daha iyi olduğunu söylemedim mi?! Kendisi de sana uyacağını söylemedi mi?!" Kadın birkaç saniye dişlerini sıktı ve öyle okkalı bir küfür salladı ki, Marcus bile şaşırdı. Sonra hızlı bir hareketle başını ileri doğru salladı ve Marcus yüzünden bir ıslaklık hissetti. Kız, suratına tükürmüştü. "Sen de öbür canavar gibisin! Siz büyücülerin hepsi aynısınız!" diye haykırdı kız.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Eğer öldürmemi istemiyorsan onunla birlikte gelirsin yoksa bir seçim yap. Yanımda mızmızlanan salaklar istemiyorum!"

    DM:
    Kızın gözleri öfkeden çakmak çakmaktı. "Lanet olsun sana be adam! Geleceğimi söyledim ya?! ÇLDÇR! ÇLDÇR KAHROLASI! HEPİMİZİ ÇLDÇR DUYUYOR MUSUN?! ÇLDÇÇÇÇÇR!!!" diye haykırdı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Tamam kadın! Benimle geleceksiniz, şimdi şu kıyafetleri giyin!" dedi ve üzerlerine attı, sonra yanlarına gidip bağlarını çözmeye başladı. Bu arada vücutlarını mahrem yerlerine ellemekten çekinmedi. Çok diri vücutları vardı, başka amaçlar için de kullanılabilirdi. şeytanice sırıttı...

    DM:
    Suskun olan kız, cüppeyi giyerken kıpkırmızı kesilmişti, ama öfkeli olanı gayet rahat görünüyordu. Aldırmadan tüniği giydi ve meydan okurcasına Marcus'a baktı. "Çocukları da yanımıza alıyoruz." dedi. Bu bir soru değildi.

    Marcus Sharpsabre:
    "Eğer yardımcı olacaklarsa neden olmasın ki? Bu arada öncelikli işimiz buradan bir an önce çıkmak olacak ve siz o çocukları çıplak haldeyken nasıl götürmeyi planladığınızı söyleyebilir misiniz çok bilmiş hanımefendi?" diye gayet rahat bir cevap verdi Marcus.

    DM:
    "Dediğin gibi, önceliğimiz buradan çıkmak, onları giydirmek değil." dedi ve meydan okurcasına Marcus'a baktıktan sonra hiçbir şey demeden yanında hızla geçip laboratuara yöneldi. Çbür kız ise titreyerek Marcus'a bakıyordu.

    Marcus Sharpsabre:
    "Bu arada benim dediklerimi yapmak zorundasın ve o çocukların çıplak olması tamamen şüphe uyandıracaktır! Tamam mı aşağılık?" diyerek kadının peşine peşine gitti. Ve şaşkın kıza dönerek "Sen burada bekle!"

    DM:
    Kız hızla dönüp Marcus'un suratına bir tokat patlattı. "Sana, sana hizmet edeceğimi söyledim, kölen olup her dediğini yapacağımı değil. O çocuklar...biz çok önemli değiliz, anlıyor musun? Ama o çocukların buradan sağ salim çıkması lazım. Diğerleri olmasa bile ben..." Bir an yutkunup durdu kız. "Seninle kalacağım." diye tamamladı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus şaşkın ve masumluk abidesi olan kızın kolunu hafifçe tuttu ve "Benimle gel, şu an için korkmana gerek yok! Hey sen ismini söyle bana ve çocuklara sessiz olmalarını ve denileni yapmalarını tembihle yoksa benimle başbaşa kalabilirsin dediğin gibi!" sözleri imalıydı, tehdidini anlayacak kadar akıllı olduğunu düşünüyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    şimdi aklında binbir plan geziyordu Sharpsabre'in. "Çncelikle yan laboratuvardaki değerli ve sağlam olan şişeleri alın, bunlar hepimiz için yaralı olacak!" diye emretti.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Ve laboratuvara girdi.

    DM:
    Kız "Cassandra.." diye mırıldanarak laboratuara girdi. Hiçbir yere bakmadan doğruca çocukların yanlarına gitti ve onları çözmeye başladı. Marcus çevresine bakındığında hiç de hoş bir manzara görmedi. Laboratuar tamamen harap olmuştu. Kırılmadık bir şişe, parçalanmadık bir kap yoktu. Görünüşe göre bu Necros'un, Zek'arab'ı çağırması oldukça olaylı geçmişti.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Ya sen, utangaç kız?"

    DM:
    "Isabel" diye mırıldandı kız, Marcus'un peşi sıra laboratuara girerken kendisine büyük gelen cüppeyi çekiştirerek.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "İşinizi bitirince hazır olun ve önden çocuklar sonra sen Cassandra, çocukların arkasından geleceksin. Ben Isabel'le birlikte arkadan gidicez. Gözüm üzerinizde." diye tehdit savurdu.

    DM:
    Cassandra çocuklara eğilerek onlarla fısıltıyla konuştu. Marcus konuşmalarını duyamasa da kızın onlara olanları anlattığını düşündü. Sonunda tüm çocuklar başlarını sallayarak sıraya geçtiler. Hepsi de hazırdı. Bu sırada Marcus, dışarıdan gelen savaş seslerini dinliyordu. Çatışma hâlâ tüm şiddetiyle devam ediyora benziyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Cassandra! Yanıma gel seninle konuşmam lazım!" diye çağırdı bu arada üstünü başını düzellti. Isabel'in artık kolunu değil elini tutuyordu.

    DM:
    Kız, başını gururla yukarıda tutarak Marcus'un yanına geldi. Gözleri bir an Marcus'un, Isabel'in elini tutan eline gitti, ama sonra tekrar doğrudan Marcus'un gözlerinin içine baktı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "şimdi beni iyi dinle, ben de en az senin kadar çıkmak istiyorum buradan. Ama bu çocuklar çok büyük sorun olacak o yüzden onların sorumluluğunu sana veriyorum. Onları bana karşı da kullanabilirsin.Hah-ha" diye güldü ve devam etti; "Çncelikle sana iki silah önerim olacak, hangisini istersin ya bir kısa kılıç yada bir sopa, sen karar ver. Ama sakın o silahlarla bana birşey yapabileceğini düşünme yoksa çocukları tek ateş topumla öldürebileciğimi tahmin edersin ve çocuklar konusunda çok hassassım tek yanlış hareketlerini hayatlarıyla öderler bunu bilmiş ol!"

    DM:
    Başını evet anlamında salladıktan sonra Cassanda fısıltıyla konuştu "Kısa kılıcı ver o halde. Tarlada çalışırken haydutlara karşı savunmak için biraz eğitim almıştım kısa kılıç üzerine." dedi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus itinayla kısa kılıcı uzattı, kız elini uzatırken onla gözgöze gelmeye çalıştı ve durumun ciddiyetini belirten bir bakış attı: "Hiç şakam yok bunu bil!" dedi umarsızca.

    DM:
    "Peki ben sana şaka yapıyor gibi mi görünüyorum?" diye sordu kız ters ters, Marcus'un aldığı kılıcın kabzasını kavrarken.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Senin şaka yapıp yapmadığım umurumda değil, sadece beni sinirlendirmemeye dikkat et!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "şimdi yavaşça ilerlemeye başlayabiliriz, ileride kapı olacak oraya doğru dikkatli bir şekilde ilerlemeye başlayın!"

    DM:
    Kız gözlerini öfkeyle kısarak, nefretle Marcus'a baktı, ama hiçbir şey demedi. Sonra kılıcı kaldırdı. Bir bilek hareketiyle kılıçla bir daire çizdi. Sonra Marcus'u şaşırtacak bir şekilde kılıcı sağ üstten sol alta savurdu ve hemen bombeli bir hareketle kılıcı sol üste getirip sağ alta savurdu. Sonra da kılıcı ileri uzattı. Kılıç tam Marcus'un boğazına hedeflenmişti. "Pek çok haydut, tarlada çalışan kadınları hafife alma gafletinde bulunur. O şeytanların da haydutlardan farklı olacaklarını hiç sanmam." dedi kız ateşli bir şekilde ve kılıcı Marcus'un boğazsından çekip çocuklara döndü. "Hadi çocuklar, toparlanın. Gitme vakti." Ve sıraya geçmiş çocuklar, yavaş yavaş laboratuardan çıkmaya başladılar.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "O şeytanlar senin haydutlarını öğle yemeğinde yiyorlar buna emin ol!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus Isabel'le birlikte en arkadan yürümeye başladı.

    DM:
    Kapıya vardıklarında çatışmanın kıran kırana devam ettiğini gördüler. şeytanlar büyücülere saldırıyor, büyücüler karşılık veriyor, gargoyleler şeytanları büyücülerden uzak tutmaya çabalıyor, Alton'un ölümüyle serbest kalan tuhaf, hayaletimsi varlıklar ise tuhaf, lanetli varlıklarının acıları içinde önlerine gelene saldırıyorlardı. Zek'arab'ın geride bıraktığı yanan ayak izleri, onun merdivenden yukarı çıktığını gösteriyordu. Vampirden ise hiç iz yoktu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Aşağı inen merdivenler çarpışmanın oralara yakın yerde. Orada çok dikkatli olmanız gerekli. şeytanların kime saldıracağı belli olmaz."

    DM:
    "Gelecekleri varsa görecekleri de var." dedi Cassandra ateşli bir şekilde. Kılıç elinde, bekliyordu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hadi o zaman, narş narş!"

    DM:
    "Isabel, sen bu tarafa gel!" dedi Cassandra ve Isabel'in olduğu ön sıraya yöneldi. "Sen çocukları indirirken ben saldıran olursa onu oyalayacağım."

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hayır Isabel benimle, şansını çok zorluyorsun Cassandra!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus Isabel'in elini daha sıkı tuttu.

    DM:
    "Ama Isabel kendisini savunamaz. O hiçbir şey bilmez." diye itiraz etti kız telaşla. "En azından benim bir şansım var."

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Isabel'i ben savunurum, sen çocukları korumaya çalış, hatta benden sana bir fikir; aralarında en akıllı olanı lider yap ki çocuklar onu takip etsinler. Hepsine birden laf anlatman zor olur!"

    DM:
    Cassandra bembeyazdı. Hafifçe titriyordu ama başını tamam anlamında salladı ve çocuklardan saman sarısı saçları olan bir oğlana dönüp onunla fısıltıyla konuşmaya başladı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Bişi olursa benim arkama geçebilirsin Isabel, seni koruyacağıma emin ol!"diye fısıldadı ve hafifçe gülümsedi, bu kadar he

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Fri Jul 21, 2006 1:02 am Reply with quoteBack to top

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Büyücüyüz dediysek mucize yaratırız demedik! Gizli çıkışlarla ilgili bir bilgim yok ama belki o laboratuvara giderken bana orada neler olduğunu anlatabilirsin!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hadi şimdi oraya hızla geri dönüyoruz!"

    DM:
    Çocuklar aceleyle geri dönüp koşarak odaya doğru koşmaya başladılar. Cassandra da onlara yetişmek için koşmak zorunda kaldı. Marcus odaya neredeyse varıyordu ki Reynald'ın sesi yükseldi. "Hey, sen! Kaçma ve buraya gelip savaş seni kahrolası!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Tamam geliyorum efendim!" dedi ve bir an durdu. Sonra adamın tekrar savaşa girmesini bekledi. Adam savaşa tekrar odaklandığı an o da hızla uzaklaşacaktı.

    DM:
    Arkadan aniden saldıran bir şeytan, Reynald'ın dikkatini dağıttı ve kılıcını ona doğru savurmaya başladı. İkisi birbirine girmişken Marcus içeri fırladı ve laboratuarda kızları ve çocukları buldu. "Evet, ne istiyorsun?" dedi Cassandra.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hemen "Bana burada yaşadığın tüm olayları anlat sende Isabel!"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Çnce Isabel başlayacak anlatmaya!"

    DM:
    Isabel başını salladı. "Biz...bizim köyümüzü sirenlerin işgal edeceği konusunda ailelerimizi kandırmıştı. Sirenlerin büyülü seslerine ancak masum seslerin söyleyeceği şarkıların etki edeceğini söylemişti ve bizi buraya eğiteceğini söyleyerek getirmişti. Ama gelir gelmez bizi uyutup bağladı ve buraya sürükledi. Çocuklardan beşini..." Isabel ağlamaya başladı ve bir dakika kadar durdu. "Boğazlarını kesti. Kanlarıyla yere garip şekille çizdi. Sonra da Maria'yı canlı canlı o şekillerin ortasına koyup bir büyü yaptı ve o şekillerin orada koca bir çukur açıldı." Isabel sustu. Daha fazla anlatamayacak gibiydi. Cassandra bu noktada devreye girdi. "Sonra o şeytan çukurdan yükseldi. Büyücü onunla anlamadığımız, korkutucu bir dilde konuştu. Sonra o şey, büyücüyü kaptığı gibi çukura çekti ve çukur kapandı. Sonra ise sen ve şu büyücü..." Cassandra Alton'un şöledeki cesedini işaret etti "Gelene kadar burada mahsur kaldık." dedi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Hmm, anlıyorum. şimdi benimle kütüphaneye gelin hepiniz! Buradan çıkabilecek bir büyü yapmalıyım!"

    DM:
    Kızların ve çocukların gözleri şüpheyle doluydu. Son kez onlarla birlikte yapılan büyünün anısı hafızalarında hâlâ tazeydi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Yok tahmin ettiğiniz gibi değil! Farkındaysanız hepimiz dedim! Yoksa benimle gelmeyip burada ölmek mi istiyorsunuz?"

    DM:
    Yavaş yavaş harekete geçtiler ama hepsinin yüzü şüpheyle doluydu.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "şimdi ben bu kitabı okurken sizde orada oturup bekleyin! Cassandra! Benimle gel, Isabel sen zaten benimlesin tatlım!" dedi ve hızla kütüphanede bir masa buldu. Çantasından itinayla ölen büyücüden ödün"çaldığı" kitabı açtı ve sayfalarını hızla geçmeye başladı. Büyülerin isimlerine bakıyordu sadece. Aradığı büyüler; Invisibility, Greater Invisibility ve Invisibility, Mass ve Invisibility Sphere'di.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Bu arada Cassandra o kısa kılıcı önüme bırakıp boynuma masaj yapmaya başlar mısın?"

    DM:
    "Yok ya? Başka emrin var mıydı?" dedi kız küstahça, ama yine de itaatkâr bir şekilde yaklaştı, ve kütüphanedeki küçük masanın yanındaki tabureye oturmuş olan Marcus'un boynunu ovmaya başladı. Daha kızın elleri boynuna dokunur dokunmaz Marcus'un bedenini bir titreme aldı. Kız gerçekten bu işte çok iyiydi.

    DM:
    Çlen bir büyücünün dışıdan gelen acı çığlığı ile, gevşemiş olan Marcus kendine geldi ve bir yandan kitabı açtı.

    DM:
    İlk sayfa bomboştu. İkinci sayfaya geçtiğinde ise rünik dillerde yazılmış, kocaman bir yazı gördü; ama bunu anlaması gayet kolaydı. Orada yazan şey ise...

    DM:
    Grimoirum Mortis

    DM:
    Hemen altına Marcus'un tanımlayamadığı bir rün çizilmişti, ama rün her haliyle ona Alton De'nessé'yi hatırlatıyordu. Onun kadar zalim, soğuk, ve geçitvermez bir ego sahibi, hırs için yaşamı kolayca feda etme dürtüsü rünlere bakarken Marcus'un içinde uyanmıştı. Bu, muhtemelen Alton'un kişisel rünüydü.

    DM:
    Marcus bu sayfanın üzerinde pek durmadı ve arka sayfaya geçtiğinde kitabın cidden ağır, karmaşık ve kadim bir rün dilini kullandığını gördü. Rünler süslü püslüydü ve el yazısıydı. Yazanın kim olduğundan Marcus'un şüphesi yoktu, ama yaklaşık on beş dakika sonra çözebildikleri ile bu konuda emin oldu.

    DM:
    "Bu, Orcus'un üç mührüne sahip olduğum zaman boyunca tüm gördüklerimi, ve tüm öğrendiklerimi anlatan bir anı kitabıdır. Altıyüz altmış altı katı gördüm. şüphesiz bu, bir insan hayatı süresi için çok fazladır, lâkin peygamberlerin çok daha uzun süre yaşadığı söylenir. Zayıfım, hastayım, büyük bir yorgunluk ve bitaplıkla boğuşuyorum, ve ölümün soğuk pençesi, kara bir ateş gibi yüreğini dağlıyor. Ben yaşlıyım."

    DM:
    şüphesiz ki bunlar Alton'un kendi yazıtlarıydı. Marcus, çözmeye devam edebilirdi ama rünlerin kullandığı üslüp, hatta rünlerin kendileri bile gerçekten çok ağırdı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus bu kitabın değerli olduğunu anlayabiliyordu ama Alton da buradan büyü yapmıştı; daha ilk başlarda büyüyle ilgili bir şeye rastlayamamıştı. Sonra aklına kitabın baş veya son sayfalarında kitabın içeriğinden bahsedeceğini düşündü. Aradığı şeyi bu gibi listelerde kolaylıkla bulabilirdi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Cassandra, sen masaj yapmayı bırakabilirsin, teşekkür ederim, Isabel lütfen sen geç yerine ve Cassandra sen de kapıyı kilitle ve dışarıdan gelen sesleri bana düşük bir ses tonuyla bildir!"

    DM:
    Cassandra sessizce kapıya giderken masaya bıraktığı kılıcını da yanına aldı ve yerine Isabel geçti. Cassandra kadar olmasa da, Isabel de masajda iyi sayılırdı. Cassandra kapıyı kapattı ve sonra yanına çömelerek dışarıyı dinlemeye başladı. Bu sırada küçük kızlardan birisinin badi badi yürüyerek Cassandra'nın yanına gittiğini ve ona sarıldığını fark etti Marcus. Kitabın başında ve sonunda ise aradığı gibi bir şey yoktu. Benzer ağır, ağdalı rünler vardı sadece.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus bütün bunların boşa gidebileceğini düşünerek kitabı okumayı bıraktı. Gözlerini ovuşturdu ve ayağa kalktı. Kütüphaneyi incelemeye başladı, büyülerin açıklamalarının olduğu kitapları arıyordu. Eğer bulursa hepsini masanın üzerine yığacaktı ve aklına yatan büyüleri sıralayacaktı. Bu arada Isabel'in masaj yapan ellerini tuttu ve bırakması anlamında çekti ama tek elini tutmaya devam etti.

    DM:
    Kitapların başlıklarını inceleyen Marcus, buradaki kitapların çeşitli günceler, büyü ansiklopediler, boyutlar üzerine araştırmalar olduğunu fark etti. Büyü kitaplarının ise güçleri, Marcus'un gücünün ötesindeydi. Bu tip kitapları okuyamayacağını biliyordu. Yazılar ona anlamsız sözcük yığınları olarak gözükecek, ve eğer fazla uğraşırsa delirmek gibi ciddi sonuçlara yol açacaktı.

    DM:
    Kitapların önündeki Marcus'un omuzları yenilginin kabulüyle düşerken, Cassandra hızlı el hareketleriyle Marcus'u yanına çağırıyordu. Çıt çıkarmıyordu ve işaret parmağını dudağına götürerek herkese susmalarını söyledi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla ve sessizce masadan kalktı. Isabel'e çocukların olduğu yeri işaret etti ve eliyle sus hareketi yaptı. Sonra Cassandra'ya doğru sessiz adımlarla yürümeye başladı.

    DM:
    Dışarıdan sesler geliyordu. Birisi, gayet tanıdık bir sesti: Başbüyücü Reynald. Diğerinin ses tonu ise yumuşaktı. Mırıldanır gibiydi. Bunu tanımıyordu Marcus. Konuştukları şey ise...

    DM:
    "Yani Reynald, diyorsun ki umut yok."
    "Maalesef. Sayıları çok fazla ve giderek artıyor. Senin üst katlardan getirdiğin elemental ve yürüyen ölü takviyelerinle bile onları durduramayız. Girişin tam önünde koca bir geçit açmışlar ve oradan içeri akın ediyorlar." dedi Reynald'ın nefes nefese sesi.
    "Tuhaf.. Çok tuhaf.. Diyarın tüm boyutlarla bağlantısı kesilmiş. Dışarı çıkış yok. İçeri giriş yok. Ama her nasılsa bunlar başarmışlar."
    "Bunun nasıl olduğuyla ilgili bir fikrin var mı? Boyutlar üzerinde hiç durmadım."
    "Boyutlar üzerinde gerçek anlamda fazla bilgisi olan çok az büyücü vardı bu kulede. Ama benim bilgilerim de az değil. Araştırmalarım sonucu bu diyarı diğer boyutlardan ayıran bariyerin tam üzerinde minik bir ek boyut tespit ettim. Bu ek boyutun bir ucu, cehenneme açılıyor, diğer ucu ise kuleye. Bu şeytanlar, bu ek boyut aracılığıyla buraya geliyorlar."

    DM:
    Bir süre ses kesildi. Ardından Reynald devam etti. "O halde diyorsun ki...bunun bir sonu yok."
    "Korkarım öyle Reynald. O boyut doğrudan cehenneme açılıyor ve bu çukur zebanisinin kontrolü altındaki tüm şeytanlar oradan buraya akacaktır."

    DM:
    Bir sessizlik daha...
    "Peki..." Reynald zayıf bir sesle sordu "Bu savaşı kaybettiğimiz kesinleştiğine göre buradan çıkmamız gerektiğini de biliyorsundur. Bunu nasıl yapacağız? Teleportasyon büyülerimiz çalışmıyor. Kuleye tüm giriş ve çıkışlar da kapandı."
    "Bir şey daha var. Ekboyutun varlığına rağmen, geçidi açık tutan bir varlık bulunuyor kulede: Yeminer'in 'misafiri' Zakhurr."
    Kapının ardından bir şeylerin kırılma sesi geldi.
    "O lanet vampirin gırtlağını parçalayacağım!" dedi Reynald, sesi öfkeden titreyerek.
    "Vampirinbunu neden yaptığını bilmiyorum Reynald, ama bir ekboyutun daha varlığını tespit ettim. Bu ekboyutun nereye açıldığını bilemiyorum, ama buradan tahliye için bunu kullanabiliriz. Zira bu ekboyut kullanılmıyor. Daha önceleri başka bir büyücü tarafından belli bir amaçla oraya yerleştirilmiş ve artık unutulmuş olabilir. Bu ekboyut da diğeri gibi tam bu bariyerin üzerinde. Bu durumda bu ekboyut sadece kuleden değil, diyardan da çıkışı sağlayabilir. Bununla sadece kendimizi değil, diyarın tamamını yaklaşan kıyametten kurtarabiliriz."

    DM:
    "Ama, bu ekboyutun nereye açıldığını bilmiyorsun." dedi Reynald'In şüpheli sesi.
    "Evet. Yine de kuleden daha iyi bir yer olmalı. En azından gidilecek yerde sağ kalma şansı olacaktır. Burada yok. Ben, oradan bir kafilenin gönderilmesini öngörüyorum. Çncü bir grup büyücü oraya gider ve ortalığı kolaçan eder. Eğer temizse, kalanımız da oradan çıkarız. Böyle başarılı bir geri çekilmeyle, bu katliamdan kurtulmuş oluruz."
    Yeniden ortalığı bir sessizlik kapladı. Sadece çocukların ve kızların telaşlı nefes alış veriş sesleri duyuluyordu.
    "Olağanüstü zamanlar, olağanüstü kararlar gerektirir." diye mırıldanan Reynald, sessizliği bozdu. "Evet, en iyisi bunu yapmak." dedi.
    "Bu kafileyi senin ayarlayacağını düşünüyorum Reynald. Bir askersin ve öncü olarak yollanabilecekleri en iyi sen seçersin. Bir tehlikeye mi atılıyorlar, yoksa ilk kurtulanlar mı oluyorlar? İşte bu, tamamen bakış açısına bağlı."
    Kısa bir duraksamanın ardından Reynald konuştu.
    "Tüm bunların ortasında, Kule Efendisi nerede?"

    DM:
    "Efendi Yeminer'in şu anda kulenin zirvesinde, çukur zebanisiyle yaklaşan mücadelesine hazırlandığını düşünüyoruz. Ama o kata ulaşamadık. Oraya giden tüm kapılar kapalı maalesef."
    "O halde onun tüm bu kargaşayı durdurmasını ümit edelim. Eğer çukur zebanisi ölürse, askerleri geri çekilecektir. Bu durumda tahliyeye gerek kalmaz."
    "Kuleyi tahliyeye gerek kalmaz, evet. Ama insanlarımızı kıyametten kurtarmak için yine de bu araştırma ekibini yollamamız gerekir. Orada neler olacağı belli olmaz."
    Reynald, onayladığını belirtir bir şekilde ses çıkarttı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Marcus hızla başını arkaya çevirdi ve Isabel'le gözgöze gelemye çalıştı. Ona masadaki kitabını işaret etti ve çantayı gösterdi sonra. Isabel biraz akıllıysa dediklerini anlayabilirdi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Sonra hançeri sıkı sıkı kavradı. Umuyordu ki hançer kuvvetli bir şey çıkacaktı. Ama sonra vazgeçti eğer bu hançeri kullanırsa onu direkt olarak öldürebilirlerdi büyücüler. Bu yüzden hafifçe cüppesine gizlemeye çalıştı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    Sonra kız kitabı çantaya yerleştirdikten sonra getirmesi için işaret etti.

    DM:
    Isabel, kitabı sanki kor bir kömürü tutarmışçasına ucundan, işaret ve baş parmağıyla kavradı ve aceleyle çantaya tıkıştırdı. Sonra da onu kapıp Marcus'un yanına getirdi. Cassandra, başını Marcus'un başına yaklaştırarak kulağına hafifçe fısıldadı "Eee, ne yapacağız?"

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "şu an için beklemek en iyisi...Çünkü bizi oraya da yollayabilirler. Savaşın durumuna göre büyücülerin peşine gitmek ya da gitmemek için karar vericem. Ama şu an sessiz olmamız ve konuşulanları dinlememiz gerekli..." diye karşılık verirken bile Marcus'un bir kulağı konuşan Reynald ve tanıyamadığı büyücüdeydi. Amaçlarını iyice anlamaya çalıştı dinleyerek.

    DM:
    "Tehlikeli olacaktır. Başbüyücülerden birinin onlarla gitmesi en doğrusu diye düşünüyorum." diye çınladı Reynald'ın sert sesi.
    "Başbüyücüler...maalesef ki burada ancak tutunuyorlar. Göndereceğimiz grup ortalığı gezmeyecek Reynald. Bahsettiğim ek boyut, orta büyüklükte bir bahçe kadar sadece. Bu boyutu aşıp, diğer tarafında ne olacaına bakacaklar o kadar. Eğer orada tehlikeli bir şey varsa gafil avlanmamaları için bir kafile öngördüm."
    "Çyle ya da böyle Molissei, ben bizzat gidip kontrol edeceğim. Sonra tekrar tahliyeyi hallederiz. Benimle on dakika sonra bu odada buluş." dedi Reynald'ın sesi ve aynı anda hızla birkaç sözcük söyledi. Marcus, sözcükleri tanımlayamamıştı. Bir süre sonra Reyynald'dan gelen tüm sesler kesildi ve Molissei'nin odadan çıkan ayak sesleri duyuldu.

    DM:
    "Bu bizim için bir fırsat." dedi Cassandra'nın sesi, normal tonuna dönerek. "Tek kaçış yolumuz buysa eğer..." diye ekledi.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Ne gibi bir fırsat olabilir ki değerli ve akıllı Cassandra? Bana benim düşünemeyeceğim bir çözüm yolu söyler misin?"

    DM:
    Cassandra inanamayan bakışlarla Marcus'a baktı. "Bir de büyücüleri akıllı sanırdım. Eh be adam, KAÇIş yolu diyorum sana, kaçış. Burada kalıp gebermeyi mi yeğliyorsun? Bu lanet kuleden çıkamıyoruz işte. O halde bırak bu adamlar çıkartsınlar bizi dışarı."

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "İyi o zaman! Beni takip edin bütün hazırlıkları tamamla ve az önceki formasyona tekrar dönün! Bu arada Isabel yanıma gel!" diyerek elini uzattı.

    DM:
    Cassandra bu emirler üzerine gözlerini yuvarladı ve çömeldiği yerden kalktı yanından geçerken Isabel'e "Bu adamla temas etmeye nasıl dayanıyorsun? Bu gerçekten çekilmez birisi. Böyle bir oğlum olsa, dayak atmaktan tarlada çalışmaya fırsatım olmazdı." dedi ve çocukları hizaya sokmaya başladı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Böyle bir çocuğun olmaz umarım!" Marcus yeterince kinayeli konuşmuştu.

    DM:
    Cassandra nefretle Marcus'a baktı. Elindeki kılıcı imalı bir şekilde, bir şeyi keser gibi kısa ama hızlı bir şekilde savurdu. "Olmayacağına bahse bile girebilirim büyücü." dedi. Bu sırada çocuklar hizaya girmişlerdi ve Cassandra da onların arkasındaki yerini almıştı.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Bunu senin seçme şansın yok! Emrin altımdasın ve bana hizmet etmek zorundasın, buna kişisel isteklerim de dahildir!" diye sert ve kesin bir dille konuştu.

    DM:
    "Sana HİZMET ETMEYİ kabul ettim, kölen olmayı değil. Her direttiğini hiçbirimize yaptıramazsın." dedi kız gözlerinde alev alev yanan bir öfkeyle. Alnında bir damar belirginleşmişti. Marcus, elini tuttuğu Isabel'in aniden gerildiğini ve çocukların korkuyla kıpırdandığını hissetti.

    Marcus Sharpsabre- what am i ki zaten:
    "Bana hizmet ederken beni sorgulayamazsın! Bunları sonra konuşacağız!" dedi ve kestirip attı.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Güçlü ve güçsüzün arasındaki farkı sana çok iyi anlatıcam!" dedi sakince.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "şu an çıkmamız uygun değil gibime geliyor eğer yaratıklar yakınsa dikkat etmeliyiz!"

    DM:
    Bu sefer hepsi hemfikirdi ve başlarını salladılar.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Son hazırlıklarınızı yapın! Büyük, tehlikeli ve benim bile bilmediğim bir yolculuğa çıkacağız, bu yüzden kendinizi çok iyi hazırlayın. Hiç bir korku ve şüphe olmadan bu yolculuğa çıkan gönüllüler olmalıyız yoksa buradan sadece cesedimiz çıkar! En azından bu yolculukta bir şansımız olacak, yepyeni diyarlara bile gidiyor olabilir. Herkes hazır olduğu zaman bana bildirsin, aynı formasyonla çıkacağız dışarı!"

    DM:
    Hepsi de başlarını salladılar. Bu sırada Marcus, Cassandra'nın rahat bir nefes aldığını gördü. Birkaç dakika beklediler. Savaş sesleri azalıyor ve uzaklaşıyordu. Aynı anda odaya yaklaşan ayak sesleri de duyulmuştu. Birkaç saniye sonda odada birisi vardı ama o kadar sessizdi ki sadece ayak seslerinin yaklaştığından onun varlığının orada olduğunu biliyorlardı.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    Marcus hızla elini ağzına götürerek "sus" işareti yaptı gruba. Hemen bir adım yaklaşarak adamı dinlemeye çalıştı.

    DM:
    Bir dakika kadar hiç ses gelmedi. Sonra aniden bir pop sesi geldi ve rahatça verilmiş bir nefesin ardından aynı mırıltılı ses duyuldu. "Reynald, en sonunda geldin. Ne buldun?" Reynald'ın boğazını temizlediği öksürüğü duyuldu ve anlatmaya başladı. "O lanet ekboyut gerçekten de dediğin kadar küçük. Orası ise karanlık bir tünele açılıyor. Tüneli takip etmedim, ama net ve güçlü bir rüzgâr ve hava akımı vardı. Tünelin çıkışı oldukça yakında olmalı.Rüzgârın geldiği yönü takip etmeleri yeterli."

    DM:
    Bir anlık sessizlik oldu. "Sakın burası...Karanlıkaltı olmasın?" dedi mırıltı yeniden. "Sanmıyorum Molissei." dedi Reynald. "Ama öyle olsa bile çıkışı bu kadar yakınken kimse bir tehlike içinde olmaz. Kolaylıkla kurtuluruz. Savaş ne durumda?"

    DM:
    "şeytanlar püskürttük. şimdilik geri çekildiler. Ben de hemen iki merdivenin de önüne duvarlar kurdurdum. Koridor boyunca da teleportasyonu önlemek için alanlar hazırlatıyorum. Ancak duvarları kırıp girebilirler ki bu durumda onları daha kolay karşılarız." diyerek rapor verdi Molissei. Reynald'ın onay mırıltısı duyuldu. "Bu sayede parça parça geri çekiliriz. Umarım bu bize gerekli zamanı kazandırır. şimdi, ilk kimler gidecek?" diye sordu Reynald. "Bilemiyorum, sen ayarla onları." Molissei'nin mırıltısı biraz daha yandan geliyordu. Laboratuara giriyordu muhtemelen. "Ben bu laboratuarda geçidi açacağım Reynald. Sen de gidecekleri ayarla." dedi. Reynald'ın onay mırıltısının ardından odanın kapısına doğru ilerleyen ayak sesleri duyuldu.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    Marcus Sharpsabre, Reynald'ın gittiğine emin olduktan sonra kulağını tamamen kapıya dayadı ve Molissei'nin acaba nasıl yapacağını düşündüğü geçidi yaparken ki büyü sözlerini dinlemeye başladı. Büyüsünü bitirdiğini anladıktan sonra gruba "Hadi!" anlamında el işareti yaptı ve Isabel'e de elini uzattı. Artık çıkmaya hazırlardı. Kapıyı açtı ve laboratuvara doğru yürümeye başladı...

    DM:
    Marcus önden girdiğinde duvara açılmış bir geçit buldu. Dairesel olmasaydı geçit değil, kapı olurdu burası, zira açıldığı yer dört duvarla çevrili boş bir odaydı. Ekboyutun yapısı sadece bundan ibaretti. Molissei, geçidin önünde durmuştu ve yaptığı işi inceliyordu.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Merhaba ve saygılarımı sunarım Bay Molissei!" diyerek reverans verdi boşta olan eliyle.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Görüyorum ki büyük bir iş başarmışsınız, tebrik ederim sizi!"

    DM:
    Molissei arkasını döndü ve şüpheyle Marcus'u, iki kızı ve çıplak çocukları inceledi. "Teşekkür ederim. şimdi neden mevzilerde değil de burada olduğunuzu sorabilir miyim acaba?"

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Koca şeytani yaratıktan kaçarken artık buraya düşmek zorunda kaldık. Ama merak etmeyin, çarpışmalarda yeterince emeğim geçtiğine inanıyorum!" diyerek hafifçe gülümsedi.

    DM:
    Molissei elini sabırsızca salladı ve kara cüppesi hışırdadı. "Tamam, artık kaçmanıza gerek yok. Mevzilerinize geri dönebilirsiniz. şu çırakları da..." Molissei eliyle çıplak çocukları gösterdi. "Burada bırak. Çarpışmaya katılmak için çok küçükler." dedi.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Hayır Bay Molissei, öncelikle kendimi tanıtayım ben Marcus Sharpsabre, açtığınız geçitten geçmek için gönüllü olarak geldik! Ve çocuklar da benimle gelecek!"

    DM:
    Molissei'nin kaşları çatıldı. "Gönüllü aramıyorum, kimlerin gideceğini Reynald AYARLAYACAK. Sıranızı beklerseniz, gidersiniz. Hem sen nereden biliyorsun buradan tahliye olacağını?"

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Sırlar, anlatılmadığı sürece sırdır değil mi? O yüzden bunları bir kenara bırakalım da konumuza dönelim, açtığınız geçidin nereye çıkacağını bilmediğinizi biliyorum, bu yüzden size bunu bir an önce öğrenme fırsatı veriyorum. Sanırsam bu denli büyük bir çarpışma sürerken zaman alan kararlar iyi olmaz!" diye teklifini sundu büyücüye, oldukça cazip bir teklif yapmıştı Marcus.

    DM:
    "Tam aksine, geçidin nereye çıktığını BEN biliyorum. Reynald'ın anlattığı gibi olan yerlerin sayısı gayet az." dedi Molissei sabırsızca. "şimdi cepheye dön." dedi ve arkasını dönüp geçidi incelemeye devam etti.

    Marcus Sharpsabre - Yollarda...:
    "Peki düşündüğün gibi Karanlıkaltı'ysa ne yapacaksın Molissei? Oralar bizim gibi yetersiz gözleri olan kişiler için hiç de güvenli bir yer değildir. Bu şekilde tehlikeden tehlikeye atlamış olacağız. En azından ben size yerini söyler ve uygun değilse başka bir geçit için kolları sıvarsınız!"

    DM:
    "Oranın neresi olduğunu bildiğimi söyledim, tam olarak neresi olduğunu değil. Hem üstelik..." diyerek arkasını döndü ve bir an afalladı. Aynı anda Marcus, tam sırtında kalbinin üzerine dayanmış keskin bir uç hissetti. "Efendi Molissei," dedi Cassandra'nın berrak sesi Marcus'un hemen arkasından. "Bu büyücü bizi esir aldı. Hiçbirimiz büyüyle uğraşmayız. Buraya Kardak'tan zorla getirildik. Eğer büyücü olsak bu çocuklar çıplak mı olurlardı? Çzerimizdekiler bile bize uymuyor. şuradaki..." Molissei'nin gözleri köşede yatan Alton'un çıplak cesedine gitti. "Büyücünün eşyalarını verdi bize." Molissei'nin gözleri bir anda çakmak çakmak oldu ve bir Marcus'a, bir da Marcus'un arkasına-muhtemelen Cassandra'ya-baktı. "Demek öyle..." diye fısıldadı haşince.

    Marcus Sharpsabre - Çok yürüdüm bugün bee üf!:
    Marcus daha ne olduğunu bile anlamamıştı, aslında şu an kendisine kızıyordu. Cassandra'ya fazla müsamaha göstermişti. "Evet efendim, aynen dediği gibi. Alton, o şeytani yaratık tarafından öldürülünce bende bu köleleri emrime sokmaya karar verdim ve kabul ettiler. Giyimlerine gelirse, verebileceğim tek kıyafet bunlardı ben de aralarında paylaştırdım. Ama işte gördüğünüz gibi hainlik yapmaya çalışıyor!" diyerek boş ve sıkılgan bir tavırla Molissei'ye baktı. "En azından böyle bir şey yapmanın yanlış olmayacağını düşündüm" bu lafında doğru söylüyordu.

    DM:
    "Kulede büyü ile ilgilenmeyen kişilerin bulunması yasaktır!" dedi Molissei'nin sesi usulca, ama kırbaç gibi şaklayarak. Gözleri tuhaf bir ateşle parlıyordu. "Cezalandırılacağından şüphen olmasın Marcus Sharpsabre." diye ekledi. Ve o anda...

    DM:
    "Eveeeet, geldik Molissei, hadi şunlaru uçu-" Reynald'ın sesi durakladı. Molissei'nin bakışları, Marcus'un sırtının dönük olduğu kapıya doğru gitti. "Ooh, görünüşe göre burada bir parti var. Neler oluyor?" diye sordu Reynald tuhafça. Cassandra daha Reynald sözünübitirmeden anlatmaya başladı ve Molissei'ye aktardıklarını aynen anlattı. "Anlıyorum." diye mırıldandı Reynald, öfkeden titreyen bir sesle. Birkaç adım sesi geldikten sonra Marcus sırtında ikinci bir keskinlik hissetti. "şimdi siz genç bayan," dedi Reynald "Çocukları ve arkadaşınızı alıp geriye çekilin lütfen." Marcus diğer kılıcın sırtından çekildiğini hissederken kızlar çocukları alarak odadan uzaklaştılar. Aynı anda Marcus'un sırtındaki diğer kılıç da çekildi. "Bana dön!" diye emretti Reynald'ın sesi. "Kendini savunmak için söyleyeceklerini dinliyorum. Ve çabuk ol, zamanımız yok."

    Marcus Sharpsabre:
    "Çırılçıplak bir şekilde bırakılmış olan bu kölelere oracıkta ölmeleri yerine onları himayem altına alıp buradan çıkacağım zaman -en azından bu şekilde değil, mağarama geri dönmek istiyordum- onlara hayat şansı vermeyi düşündüm. Çünkü bunlar burada çalışan büyücünün deneylerinden kalan son kobaylar! Bir hatam olduğuna inanmıyorum çünkü bunları buraya getiren ben değilim!" dedi, başına ne geleceğini düşünmüyordu. Asla savunurken yalan söylemezdi, en azından kalbinde kalmış tek gurur parçası bu davranış özelliği idi. Bu yüzden yine her zamanki gibi doğruları söyledi.

    Marcus Sharpsabre:
    "Benim zaten kuleden ayrılma planım vardı ve bunları da götürmek istedim, ayrıca bu yaratığı çağıran büyük ihtimalle o büyücü!"

    DM:
    Reynald ve Molissei, Marcus anlatırken başlarını salladılar. Marcus bitirdiğinde Reynald dalgınca konuştu. "Doğru söylüyor olabilirsin, ama yalan da söylüyor olabilirsin. Bu dediklerini ispatlayabilir misin?" diye mırıldandı. "Yanlız uzun sürecekse sonraya sakla lütfen. şu anda daha acil işlerimiz var."

    Marcus Sharpsabre:
    "Eğer yalan söyleyip söylemeyeceğine emin olsaydım bu kadınla size ispat ettirebilirdim..." dedi Cassandra'yı işaret ederek. "Ama size ispat edicem, görüyorumki işiniz acele, bu yüzden beni şartlı salıverip bu davayı daha sonra tekrar açılmak üzere kapatabilirsiniz!" diye önerdi Marcus. Sandığından ucuz kurtulabilirdi bu işten ama yine de Cassandra'ya olan öfkesi gitgide artıyordu. "Yalnız kadınların himayem altında olduklarını söylemek zorundayım, bu yüzden eğer onlara bir ceza gelecekse ben vermek istiyorum!" dedi sakince Cassandra'ya dönerek. Sadece gözlerinin ta içinden anlaşılabiliyordu Marcus'un öfkesi.

    DM:
    "Durum, tahliyeden sonra kararlaştırılacaktır." dedi Reynald başını sallayarak. Sonra Molissei'ye döndü. "Bu grup ilk giden olacak. Ama sanırım yanlarında bu büyücüyü de götürseler iyi olur. Kızları ve çocukları da sonraki gruplarda götürürüz. Risk almamamız en iyisi." dedi. Molissei ilgilenmediğini belli edercesine elini salladı. Sonra Reynald maiyetindeki büyücülerle Marcus'a döndü. "şimdi bu geçitten geçeceksiniz ve Molissei karşıdaki odanın sonunda bir geçit daha açacak. Burası aracılığıyla da bir tünele gideceksiniz. Tünelde iyi bir hava akımı var. Yani yüzeye oldukça yakın. Rüzgârı izleyin, kâfidir. Sizi yüzeye götürür." dedi. Bu sırada Molissei çoktan geçitten geçmiş, diğerlerinin gelmesini bekliyordu. Diğer büyücüler sırayla geçitten geçmeye başladılar.

    Marcus Sharpsabre:
    "Ne gibi bir risk olabileceğini sorabilir miyim eğer bu iki kadın benimle gelirse çünkü zaten iki kişiler!"

    Marcus Sharpsabre:
    "Ayrıca rüzgarı hangi yönde izleyeceğiz?"

    DM:
    Reynald kılıcını omzuna yaslayarak "Bu kararla onları koruma altına alabiliyorum. İki kişi olabilirler, hatta birinin silahı da olabilir, ama sonuçta sen de bir büyükullanıcısısın ve ikimiz de büyünün nelere kadir olduğunu biliyoruz." dedi ve ekledi. "Elbette ki rüzgârı geldiği yöne takip etmeniz gerek. Hiç yerin dibinden hava çıktığını gördünüz mü? Elbette ki rüzgârın geldiği yön yüzeye bakıyordur."

    Marcus Sharpsabre:
    "Çncelikle söylemem gerekir ki senin koruman altında olmalarını kabul ediyorum ama hala benim emrim altında olduklarını söylemek isterim. Bu geçitten çıktığımız zaman onları sapasağlam bir halde vereceğinize güveniyorum!" Sonra durdu ve: "Ve size eğer onlarla gidersem onlara karşı hiç bir büyü kullanmayacağımı garanti ederim. Bu kişisel sözümdür!"

    DM:
    "Hukukta kişisel sözler geçersizdir genç büyücü." dedi Reynald "Ama onları sana sapasağlam vereceğime emin olabilirsin. şimdi..." dedi ve kılıcıyla geçidi gösterdi.

    Marcus Sharpsabre:
    "Hay hay!!!" diyerek reverans yaptı ve amacına ulaşmış bir şekilde geçitten geçti. İlerde onu başka bir geçit bekliyordu...

    DM:
    Molissei, çoktan sözlerine başlamıştı. Sonunra elini havaya kaldırdı ve yukarıdan aşağıya yavaşça indirdi. Bir çatırtı ile aniden bir geçit daha açıldı. İlerisi gerçekten karanlıktı. Rüzgârın uğultusu ise barizdi. Molissei tam onlara içeriyi gösterecekken Reynald koşarak geldi ve büyücülerden birisine cebinden çıkarttığı küçük bir şeyi-bir kurbağayı-verdi. Ardından kendisi koşarak geri giderken büyücüler sırayla geçitten geçmeye başladılar. En sona Marcus kalmıştı.

    DM:
    Molissei, Reynald kurbağayı verirken soran bir bakış attı ama bir şey söylemedi. Ne de olsa daha sonra öğrenirdi. Sırtını geçidin yanındaki duvara dayanmıştı ve diğerlerinin geçmesini bekliyordu. Herkes geçtiğinde gözlerini Marcus'a dikti ve öylece baktı.

    Marcus Sharpsabre:
    Marcus anladığını belirten bir şekilde kafasını eğdi ve geçide doğru yürümeye başladı. İçinden geçti...Çok rüzgar esiyordu...

    DM:
    Arkadan gelen bir şaşkınlık nidası hepsinin bakışlarını geçide çevirdi. Geçidin birkaç metre yanında yan duvarda bir başka geçit açılmıştı ve içeriye tuhaf yaratıklar geçiyordu. Tıpkı diğerleri gibilerdi ama Marcus bunlardan hiçbiriyle karşılaşmamıştı. Molissei'nin "İblisler!" diye haykırdığını-Molissei ilk defa yüksek sesle konuşmuştu-duydu ve ileri atıldı. Geçitten geçen iblisler daha ne olduğunu anlayamadan Molissei diğer geçitten geçmişti ve tek bir emir sözcüğüyle iki geçidi de kapadı. şimdi büyücüler, buz gibi bir rüzgârın estiği zifiri karanlık bir tünelde mahsur kalmışlardı. "Eee, şimdi ne yapacağız?" diye bağırdı birisi, sesini rüzgârda duyurmak için.

    Marcus Sharpsabre - Çok yürüdüm bugün bee üf!:
    "İsterseniz bekleyebilirsiniz! Ama ben devam edicem, dedikleri gibi rüzgara doğru..."

    Marcus Sharpsabre - Çok yürüdüm bugün bee üf!:
    ve yürümeye başladı.

    DM:
    Bir iniltiyle birlikte Deschain de ayağa kalkmıştı. Her nasılsa dönüşümü noktalanmıştı. Kurbağa halinde olmasına rağmen hemen her şeyi izleyebilmişti. Zorlukla ayağa kalktı ve diğerlerine katıldı.

    DM:
    Diğerlerinin de yapabileceği pek bir şey yoktu. Onlar da Marcus'u izlemeye başladılar. Karanlık derindi ve rüzgâr da şiddetliydi. Duvarlara tutunarak ilerliyorlardı. Ciddi bir soğuk vardı ve bu da pek çoğunun hareketlerini kısıtlıyordu. Ama azimle devam ettiler, çünkü yapabilecekleri tek şey bu çıkışı bulmaktı. Karanlığın içine doğru, rüzgâra meydan okuyarak, kafile ilerlemeye devam etti.

    RP sonunda:
    Marcus Sharpsabre--> +1 level
    Deschain--> Yeniden insana dönüştü.

    İki büyücünün kaderi, Arayış ile birleşmiştir.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.84 Saniye