Çocuk ona gülümsedi. “Adım Maximillian, böylece tanışmış olduk. Tehlikeye gelince, evet, gerçekten de yeterince badire atlattım. Ama şafaktan önce daha çok şey göreceğiz sanırım.” Çocuk ofladı ve devam etti. “Bize birlik veremezler. Zaten sağ kalanlar ancak yetişir. Hava birliği de kalmadı. Uçan tek yaratıklar da gitti işte.”
Maximillian bir süre sessiz kaldı. Başka bir yol düşünüyor gibiydi. Sonra yüzünde bir zafer ifadesiyle parmaklarını şaklattı. “Buraya dağların arasındaki bir patikadan geldim. Oradan gidebiliriz, ama çok tehlikeli olur. Eğer ejderha bizi görürse... Orklara yakalanmayız, ama ejderhanın tam gözünün önünde olacağız. Eğer bu riski almaya değer buluyorsan...” Maximillian cümlesini tamamlamadı, sadece Peter’ın cevabını bekledi.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Ejderhanın kükremeleri kalenin içindeki boş koridorlara kadar gelirken, Cervantes gözlerini bu koridorlardan ayırmadı. Etrafta kimsecikler yoktu. Kalenin üst katlarındaki kullanıma açık bölümleri hızlı hızlı dolanmış, ama bir şey bulamamıştı. O halde askerlerin hepsi de tahmin ettiği yere gitmişti
Adımlarını merdivene yönelten Cervantes’in aklındaki plan gittikçe şekilleniyordu. Bu durumdan memnundu, hâlâ oynayacak kozları vardı. Ama Zehiran’ı hemen bulması gerekiyordu. Eğer Oren birazcık olsun hâlâ yanındaysa, yaşlı kadın da askerlerle birlikte olurdu.
Ejderhanın öfkeli kükremeleri yinelenirken Cervantes güldü. Orklar ve ejderha birbirlerini yerlerken, onlar zafere koşacaklardı.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Peter bir an için düşündü. Oraya gitmek çok tehlkikeli olacaktı... Çocuğun yaşamını da riske atmış olacaktı üstelik.. Bir de eğer yaşayan birileri varsa bile onları nasıl kurtarabileceklerdi ki...
Ama savaş tamamen bittiğinde mağradakilerin şansı daha az olacaktı. Çstelik de.... yaralı birileri de olabilirdi orada... İçerdekileri nasıl çıkarabileceklerini de bilmiyordu. Bir yolunu düşünecekti.
Çocuğa baktı.. Maximillian..ismin buydu sanırım... Gülümsedi. İsmin uzun sana Max desem kızar mısın?
Sonra onu taktir eden bir sesle ekledi. Çevik birisin.. Beni kayalardan kurtarışın çok... cesurcaydı...
Ben senin kadar çevik değilim. Ama ejderhanın hareketlerini zamanında fark edebilirim .... sanırım.... en azından bu konuda kendimi eğitmeye çalıştım. Ben bir ozanım... İyi bir ozan olamak izlemek ve fark etmek de gerekli.... Tabii yeterince çabuk tepki verebilir miyim bilmiyorum...
Ama sanırım denemeliyiz. Kasabayı kurtarmaya gelen şovalyeler herkesin öldüğüne çok çabuk karar verdiler diye düşünüyorum...
Bir süre yere bakarak durdu.. Eğer hazırsan gidelim, kardeşim.
_________________ HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
Orhan Veliden
Gümüşyüz karşındaki şeyin ne kadar güçlü ne kadar kudretli olabileceğini tahmin bile etmek istemiyordu...
Değil kaleyi yıkmak bir impratorluk yıkılabilirdi...
Gümüşyüz Suratın pis bir gülümseme ile Etrafına baktı. Bu korkunç ordu.
ordunun üstünde havada şöle bir tur attı.
Büyükbir katlıyam olacaktı...
İçinden kahkaha atmak geliyordu.
Efendisnin hemen yanında havada asılı bir şekilde durmaya dewam etti.
_________________ Ã?LÃ?M NEREDEN VE NASİL GELİRSE GELSİN!!! Savas NaÄ?ralarmız kulakdan kulaga yayilacaksa ve silahlarimiz elden ele gececekse ve baskalari silah sesleriyle,savas ve zafer narâlariyla cenazelerimize agit yakacaksa Ã?LÃ?M HOS GELDİ SEFFA
Lord Darcalus bu konuda pekte tedirginlik duymadı. Kaderin bu kadar kolay bir şekilde onu silmesine izin veremezdi. Az da olsa vakit vardı ve kendilerini kurtarabilirlerdi.
"Geri çekiliyoruz, çabuk olun!" dedi herzaman boğuk çıkan ölü sesiyle emredercesine.
Bu kadarda kolay olmayacak bu-daha amaçlarıma ulaşamadan önce. dedi içinden.
Ardından saklanabilecekleri güvenli bir yeri gözüne kestirip kuvvetleriyle birlikte hızla oraya doğru çekildi...
_________________ -I grow tired of shouting battle cries when fighting this mage. Boo will finish his eyeballs once and for all, so he does not rise again! Evil, meet my sword! SWORD, MEET EVİL!!
Artık askerlerin rap rap yürüyen ayak sesleri de duyulabiliyordu. Wholkom Lejyonu gerçekten de çok yakındaydı. Borular bir kez daha öttü, sonra şahin benzeri birkaç tane tiz çığlık yankılandı.
Lord Shadowbane’in sancaklarını taşıyan yürüyen ölüler hızlı bir şekilde kuzeye doğru çekiliyorlardı. Yine de bu gidişin sonu yoktu, biliyordu Darcalus. Eninde sonunda ağaçların arasından çıkacaklar ve o tuhaf, gri topraklı ovaya yayılacaklardı. Burada da askerleri gözler önüne serilecekti.
İki dakika kadar koşturduktan sonra Darcalus ormanın derinliklerine giden bir patika gördü. Görünüşe göre sığınıp kaçabilecekleri tek rotaydı.
Lord Shadowbane’in karabasanını patikaya yönlendirmesiyle birlikte yaşayan ölüler de patikaya doluştular ve ilerlemeye başladılar.
***
Yine borular, ve ardından gelen tiz çığlık sesleri...
Cydanor kanatlarını açtı ve sonra çoktan çürüyüp hiçliğe karışmış genzinden bir hırıltı yükseldi. “Buna inanamıyorum, kahrolasıcaların griffonları var! Uğraştırıcı olacak, ama olsun! Gerçektende biraz hareketi özledim.”
Troller neşeyle yerinden zıplıyordu. Yamuk ağzı biçimsiz kulaklarına kadar varmıştı. “O zaman hadi hadi hadi onları yokedeliiiiiiiiiiiiiiiiiiim!!!!” Ardından manyakça bir kahkaha patlattı.
Ejderha başını iki yana salladı. “Hayır Troller hayır, eğer şimdi saldırırsak tehlikeli olur. Elbette ki senin gibi büyük bir büyücüyü yenemezler, ama neden riske atıyoruz ki? Bırakalım önce birbirlerine düşsünler.”
Troller aniden neşeli dansını yarıda kesti ve omuzlarını düşürerek bekledi. Suratını asmaya başlamıştı.
***
Ne kadar geçtiğini bilmiyordu Darcalus. Süre tutamadan sadece hızla ilerliyordu. Ağaçların arasında ileride ormanın artık çürüyüp yok olduğu açıklık görülebiliyordu, ama patika oraya çıkmıyor, oraya teğet geçiyordu.
Kısa bir süre sonra geniş bir açıklığa vardı. Açıklıkta büyük bir mağara, önünde ejderliç ve...Troller? Trollerın yürüyen ölüleri? Gümüşyüz?!
şimdi anlıyordu. Büyücü deliydi, aptal değil. Ve her nasıl olduysa kendisine bir ejderliç bulmuştu.
Cydanor ormanın kıyısında bir hareket sezince başını oraya çevirdi. Kendi kıpkırmızı gözleri ile Darcalus’un kavuniçi gözleri buluştu.
“Aaaah, bak Troller. şövalyemiz de geldi!”
Troller şaşkınlıkla arkasını döndü ve Darcalus’u gördü. Bir sevinç nidası atarak ellerini çırptı, sonra kollarını iki yana açarak kucaklamak istercesine Darcalus’a doğru koştu. “Darcalus! Geleceğini biliyordum!”
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Peter’ın dudaklarında şekillenen bu son sözcükle birlikte Maximillian yumruk yemişçesine sarsıldı ve gözlerini bir anlığına kapattı. Sonra gözlerini arkadaki duvara dikti, ama Peter kolaylıkla gözlerinin o duvarı görmediğini anlamıştı. Bir şeyler düşünüyordu. Belki bir anı? Maximillian sakin, mutlu bir şekilde gülümsedi ve sonra tekrar bugüne döndü. “Evet...kardeşim. Ben hazırım. Ama sen...” Maximillian Peter’ın kıyafetlerini süzdü. “Böyle gidemezsen. Çok savunmasızsın. Bekle.”
Maximillian kapıyı açıp koşarak dışarı fırladı. Peter onun koridorda uzaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu. Beş dakika kadar sonra koridorda yeniden ayak sesleri yankılandı ve Maximillian ellerinde basit görünümlü, deri bir zırh, kahverengi ve eski görünümlü bir pelerin ve kısa bir kılıçla içeri girdi. “Lütfen bunları giy. Seni böyle riske atamam. Rahatça kullanabileceğin, bulabildiğim en iyi şeyler bunlar.”
Maximillian deri zırhı hızlı hareketlerle Peter’ın üzerine giydirdi ve sonra pelerini Peter’ın sırtına atıp kılıcın kınını kemerine bağladı. Ardından geri çekilip Peter’ı baştan aşağı süzdü. “Evet, şimdi oldu işte. Gel benimle.”
Maximillian odadaki meşaleyi aldı ve önden giderek Peter’ı yolu göstermeye başladı. Tekrar geldikleri yoldan ilerlediler ve en sonunda bir kez daha Peter’ın savaşı izlediği terasa vardılar. Ejderhanın öfkeli kükremeleri vadide yankılanıyordu.
Maximillian meşaleyi koridordaki tutacağına yerleştirdi ve sonra terasa çıkıp yukarı baktı.
RP Dışı Not: Firble, burada yapmak istediğin herhangi bir şey, yorum, hareket varsa buyur yap.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Peter silahı biraz garipseyerek aldı... Silah... belki de hayatında aldığı ilk silahtı. Nasıl tutulur onu bile bilmiyordu. Max e bakarak ve biraz da kendini şovalyelerin görünümünü düşünmeye zorlayarak silahı yerleştirdi.
Max in o garip hali aklına geldi.. Onun on kasaba yetimi olduğu düşüncesi artık aklında iyice oturmuştu. Ya da bir nedenle aynı kaderi paylaşıyordu...
Ama şimdi bunu uzun uzun düşünmenin sırası değil gibiydi. şovalyeler mağradan ümitlerini anlaşılan kesmiş savaşı izlemekle yetiniyorlardı. Bir defa kaleye saldırı başlayınca bir daha hiç ümit kalmayabilirdi.
Terastayken ejderhaya dikkatle baktı.. Bir yandan onu gözlemek mümkünse gerektiğinde gizlenebilmek veya hazır olmak için... Ve bir parça da ona verdiği sözü tutabilmek için onu gözlemek için. Barra...
Nedense ejderhanın ona dokunacağını hiç sanmıyordu. Mağraya girmesini ve olanları yazmasını neden engellesindi ki... Katliamı yazmasını istemiyor muydu? Yine de ona görünmemek daha................... güvenliydi.
Hem Max i farkederse ne yapacağı belli olmazdı.
_________________ HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
Orhan Veliden
Gümüşyüz Gelen ölüm şovalyesinine doğru havada döndü...
Bu ordu coğalıyor ve gittikçe güçleniyordu.
Gümüşyüz durdu ve ortaya konuştu...
'' Biz gittikçe güçleniyoruz ama karşı taraf nasıl bunu bileniz yada tahmin yürüte bileniz varmı?''
gümüşyüz Tekrar etrafında dönerek Dragona baktı Bakışında Sen buranın En güçlüsüsün sen bilirisin derce bakıyordu...
Ve ardından sözüne dewam etti...
''Eyer istenirse bir keşif yaparım.''
_________________ Ã?LÃ?M NEREDEN VE NASİL GELİRSE GELSİN!!! Savas NaÄ?ralarmız kulakdan kulaga yayilacaksa ve silahlarimiz elden ele gececekse ve baskalari silah sesleriyle,savas ve zafer narâlariyla cenazelerimize agit yakacaksa Ã?LÃ?M HOS GELDİ SEFFA
Lord Darcalus gördüğü görüntü karşısında duraksadı. Onun bu hareketiyle arkasındaki yaşayan ölü güruhu da aynısını yaparak onu izledi.
Kavun içi gözleri mağaranın içini yavaşça süzmeye başladı.
Gümüşyüz uğursuz bir şekilde ölülerin üzerinde uçuşuyor-öbür yandan yaşayan ölüler kıpırdanıp arada garip sesler çıkartıyor, ve aralarında bir ölümlünün seçemeyeceği siluetleri görebiliyordu. Çbür yanda ise ona kucak açmış Troller ve biraz daha ötesinde...
İki yaşayan ölünün gözleri birbirie kilitlendiğinde Lord Darcalus, Troller' in sevincine değil karşısındaki olağanüstü yaratığa önem veriyordu.
Bu tür yaratıklar ender bulunan bir cistendi, yaşayan bir canlının sahip olabileceğinden öte büyü gücü ve güce sahipti.
Peki ama nasıl? diye sordu kendii kendine Çlüm şövalyesi bir süreliğine devam eden dalgınlığı sırasında. Bu kadar büyük bir kudrete sahip bir yaratığın nasıl olurda Troller ile işbirliği yapardı ya da ona hizmet ederdi?
Belkide..
Troller göründüğü gibi deli olabilirdi fakat şu gerçek ki, o bir salak değildi. O tiksindirici görüntüsünün altında ne tür bir güç saklıyordu ki? Yaşayan ölülerin soğukluğu arasında bu kadar fazla durabilecek hiç bir ölümlüyü daha önceden görmemişti.
Deli büyücü onu hayrete düşürmeye devam ediyordu fakat şu anki zamanını Troller' in sırlarını ve güçlerini araştırmakta harcamak sonuçsuz ve zaman alıcı birşey olurdu.
Çlüm şövalyesi gözlerini ejderliçten ayırarak Troller' e odaklandı.
"Haşmetli Troller,"diye söze başladı. "Size çok önemli bir haber getirdim. Wholkom Lejyonu 10 kasabaya yardıma gidiyor. Biraz daha sabırla beklersek bu 2. bir savaşın bitimi ile saldırdığımızda daha çok az kayıp elde edebiliriz. Sadece biraz daha zaman ve sabır..."
_________________ -I grow tired of shouting battle cries when fighting this mage. Boo will finish his eyeballs once and for all, so he does not rise again! Evil, meet my sword! SWORD, MEET EVİL!!
“Evet, evet, Gümüşyüz. Git ve keşif yap.” dedi Troller bir elini başından savarcasına sallayarak. Gümüşyüz zihnine gelen bir dürtü ile hemen oracıktan ayrılırken, ejderhanın derinden gelen, vurgulu sesi bir kez daha gürledi.
“Affedersin Troller, ama ölüm şövalyesinin fikrine katılmıyorum. Wholkom Lejyonu kudretlidir ve savaş deneyimi vardır. Kesinlikle o kaleye sıçanlar gibi tıkışmış sefil halk gibi değildirler. Orklar onlara rakip olamaz. Kuzeyden gelen alev ışıltılarına bakılırsa savaş hâlâ sürüyor, ve eğer kale düşmezse orklar iki cephe arasında sıkışarak kolayca yokolurlar. Biz de karşımızda savaş deneyimi olan, tam teçhizatlı bir Wholkom Lejyonu ile kalırız.
Benim tavsiyem, Wholkom Lejyonu orklara vurduğu ve birliklerini bu şekilde yaydığı anda arkadan vurmaktır. Bu sayede onlar toparlanamadan sürpriz bir baskınla pek çoğunu öldürürüz. Çn saflar da arkada olanların şaşkınlığını yaşarken orklar tarafından katledilirler. Wholkom Lejyonu bir kez safdışı kaldı mı, geriye kalan bir avuç ork ve insanı kolaylıkla alt edebiliriz. Ve ardından yeni ölülerle birlikte daha da güçlenecek ordumuzla birlikte...”
“Yeminer’in üzerine yürüyebiliriz!” diyerek tamamladı Troller ejderhanın sözünü, yüzüne manyakça bir sırıtış yerleştirerek.
“Ama ne karar vereceksek, bunu çabuk vermemiz gerekiyor. Aksi takdirde çok geç kalabiliriz ve oraya gittiğimizde muzaffer ve saldırımıza hazır bir orduyla karşılaşabiliriz.” diyerek sözlerini noktaladı Cydanor.
“Haklısın, haklısın, haklısın.” dedi Troller başını hızlı hızlı sallayarak ve sonra Darcalus’a döndü. “Peki ya sen ne dersin Darcalus? Bu öneriye nasıl bakıyorsun?”
“şahsen...” diyerek araya girdi yeniden ejderha. “Lord Shadowbane’in fikirlerini ben de merak ediyorum.”
Bir anda tüm gözler Darcalus’un üzerine çevrilmişti.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Gümüşyüz, yokolmaya yüz tutmuş ağaçların arasından hızla ilerliyordu. Bu aslında gerçekten de riskli bir işti. Ordunun sayısı gerçekten fazla olmalıydı. Ama yine de bu görevi kendisi istemişti ve seri bir şekilde tamamlaması gerekiyordu.
Birkaç dakikalık uçuşun ardından yere vuran uygun adım ayak seslerini duymaya başlamıştı bile. Seslerden çıkartabildiği kadarıyla ona doğru geliyorlardı.
Gümüşyüz yere inerek gür, çürümeye başlamış bir çalı güruhunun arkasına saklandı. Çalı güruhu ne kadar gür olsa da Gümüşyüz’ün boyutlarında birisini tamamen içine alacak kadar iri değildi.
Biraz sonra ilk birlikler görülmeye başladı. Wholkom Lejyonu’nun sancağını taşıyan askerler, neredeyse aynı anda hareket ederek ilerliyorlardı. Çok kısa bir süre içinde Gümüşyüz’ün yirmi metre önünde resmen bir geçit töreni yaşanıyordu.
Piyadeler yürürken göğe dikilmiş mızraklar titreşiyor, süvariler savaş atlarını yavaşça sürüyorlardı. Arada sırada gökten tiz bir çığlık geliyor, Gümüşyüz başını yukarı kaldırınca da tepelerinden geçen griffonları görüyordu.
Wholkom Lejyonu tüm haşmetiyle Kaos Ordusu’nu yok etmeye gidiyordu.
RP Dışı Not: Logan, eğer incelemek istediğin özel bir şey varsa belirt, ona göre tasvir yaparım.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Echberiathos, kalenin önündeki şehrin üzerinde taklalar atarak uçuyor, ona sürekli arkadan, meyvesizce saldıran vrocklara ve örümcek yiyenlere saldırmaya çalışıyordu. Ama onlar, ejderhadan daha çeviklerdi. Echberiathos onlara ulaşamadan kenara çekilip geriye kaçıyorlardı. Ejderha ara sıra tükürüyordu, ama tükürüğü de boşa gidiyordu. Ve hepsinin ötesinde asla büyü kullanmıyordu.
Ama hepsinin ötesinde başka bir şey daha dikkatini çekti Peter’ın. Orklar... Onar nehre doğru koşmuyorlardı. Bu belli ki ejderhaya yapılan bir tuzaktı. Kaçan orklar surların sağ kanadının sonuna doğru akın ediyorlardı. Orada gözden kayboluyorlardı ama tıpkı bir konvoy gibi ilerledikleri için Peter onların, evlerin son sırasının ardından açığa çıkarak gitmeyi planladığı mağaralara giden dönemeci aştıklarını görebiliyordu.
“Peter! Gidecek miyiz?” diye seslendi arkadan Maximillian. Peter ona doğru döndüğünde Maximillian’ın kayaların yanında olduğunu ve tırmanmak için onu beklediğini gördü.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
En sonunda tırmanışı bitmişti. Kaç metre tırmandığını bile bilmiyordu, ama en sonunda dinlenebileceği bir çıkıntıya varmıştı.
Kendisini yukarıya çekerken, bir inilti koyuverdi. Çzerindeki ağır zırh onun tırmanmasını büyük ölçüde engellemiş ve bu kadar zaman aldırmıştı. şimdiye kadar onu hep korumuştu bu zırh, ama şimdi...
Ağır bedenini en sonunda yukarı çekince, Dekotta kendisini yere atıp soluklandı. Arkasında uzanan şehrin göğü boyunca kükreyen bir ejderhanın varlığı, onu paniğe sevketmişti. O kahrolası ejderhanın nereden çıktığını bile bilmiyordu.
Kapılar yıkıldığında dövüşten zorlukla kaçmış ve şehrin içine sığınmıştı. Elbette ki yolunu tuzakların arasından bulmak zorunda kalmıştı ama bu hiç de hoş olmamıştı. En sonunda şehre orkların girdiğini anlayınca da gördüğü ilk yerden dağa tırmanmaya başlamıştı. Zaten ilk patlamadaki sert çarpması yüzünden yaralandığı da düşünülürse, bu hiç de kolay bir tırmanış olmamıştı.
Başını sağında kalan şehre değil de, sola çevirince Dekotta yattığı yerden solunda bir mağaranın bulunduğunu fark etti. İçi karanlıktı ve içinde ne olduğu görülmüyordu.
Ejderha bir kez daha öfkeyle kükredi.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
Lord Cervantes en sonunda kalenin zemin katında ve tam ortasında yer alan büyük hole varmıştı. Tam tahmin ettiği gibi, sağ kalan tüm askerler ve koboldlar burada toplanmışlardı. Burası ana kalenin kapılarının düşmesi durumunda ilk ve ana savunma mekânı olarak seçilmişti. Ama tüm askerler buradaydı ve görev yerlerinde olmak yerine korkulu uğultularla birbirleriyle konuşuyorlardı. Bir dakika kadar bekledi Cervantes, ardından askerler dalga dalga onun varlığının farkına vararak sessizleştiler. Hiçbiri onun yüzüne bakamıyordu, çünkü hepsi onun yanından kaçmıştı.
Cervantes bir süre onları izledi. Bunlar, bu askerler...hemen hepsi ya genç delikanlılardı, ya da yaşlı erkekler. Ya çiftçiydiler ya da esnaf. Bunlar bir gönüllü ordusuydu, başka bir şey değil. Kaçanlar deneyimli askerler olsalardı onları azarlardı, ama değillerdi. Onlara kızmaya hakkı var mıydı?
Evet, aralarında yaşlı, emekli askerler de vardı. Cervantes biliyordu ki şu salonda bir nebze olsun düzen varsa, bu tamamen o kıdemli askerler sayesindeydi.
Ve koboldlar... Onların zaten Cervantes’e herhangi bir saygıları yoktu. Sadakatlerinin olması da beklenemezdi. Onlar daha çok bir borcu ödemeye çalışıyor, ve hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı.
şöyle bir baktığında kobold sayısının askerleri iyimser tahminle ikiye katladığını fark etti. Askerlerin sayısı da oldukça fazlaydı. Neredeyse surlara gitmiş olanlar kadar adam vardı burada.
Ama hepsinin bakışları umutsuzdu. Bir çoğunun annesi, kız kardeşi, karıları, çocukları katledilmişti o mağarada. Cervantes’in aklına Zehiran’ın zihninden yakaladığı görüntüler gelince Oren’e şükretmeden edemedi. Ya o görüntüleri görselerdi, bu insanların halleri ne olurdu? Artık ne için savaşabilirlerdi ki?
Oren’in sadık savaşçısı onları azarlamadı. Bunun yerine onlara sıcak, güven ve inanç dolu bir gülümsemeyle baktı. “Korkuda utanacak bir şey yoktur. Utanç, korkunun sizi kontrol etmesine izin vermenizdedir.” dedi gür bir sesle.
“Lord Cervantes... Biz...” diye başladı öndeki askerlerden birisi ona bakamayarak, ama Cervantes bir elini kaldırarak onu susturdu.
“Bugün siz ve yurttaşlarınız, hatta cesur koboldlarımız bile umabileceğimden çok daha iyi dövüştünüz. Düştüğümüz durum sizin suçunuz değil. Metin olun. Aileleriniz için de endişelenmeyin. O mağaraları koruyan pek çok kobold birliği vardı. Orkları başarıyla püskürtmüşlerdir. Duyduğumuz çığlıklar ancak korku çığlıkları olabilir.” Cervantes içinden bunun doğru olması için dua ediyordu. Gerçeği bilmesine rağmen, dua ediyordu. Gerçekten de orayı koruyan kobold birlikleri mevcuttu, ama deneyimli orklara karşı yakın dövüşte şansları yoktu.
“Ama benim de bir planım var ve izin verin bunu size açıklayayım.” dedi Cervantes ve bir kez daha ona inanç ve umutla bakan askerlerine kafasındaki tasarıları anlatmaya başladı.
_________________ All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.
View next topic View previous topic
You cannot post new topics in this forum You cannot reply to topics in this forum You cannot edit your posts in this forum You cannot delete your posts in this forum You cannot vote in polls in this forum
FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.
FRPWorld, yeni bir frp dünyası
Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır. Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.