Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: yqiqufa
    Bugün: 16
    Dün: 23
    Toplam: 90345

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1788
    Üye: 1
    Toplam: 1789

    Şu An Bağlı:
    01 : robert989

    FrpWorld.Com :: View topic - Hikaye Yarışması ( hikayeler ve yorumlar )
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Hikaye Yarışması ( hikayeler ve yorumlar ) View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 2:08 pm Reply with quoteBack to top

    Hikaye Yarışmasına hikaye alımı 10 şubat itibariyle bugün gece yarısında sona erecektir. Tüm hikayeler saat 00:00 ' da bu başlık altında ilan edilecektir. Hikayelerini yayımlamış olan herkese teşekkür eder ve yarışmacı arkadaşlara 1. olma yolunda başarılar dilerim...

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 9:50 pm Reply with quoteBack to top

    Gorath'ın hikayesi.

    --Kutsal Lider--


    Uyandım. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem
    bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm
    midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar
    aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.
    Hatırlamaya başladım.

    Bu isim sadece bir hayal miydi? Yoksa varlığımın her zerresinden dökülen o yansımam mı? Bilmiyorum. Ama tekrar baktığımda, belki kaçıncı kez içimdekileri boşaltarak tekrar bakışlarımı aynaya kaldırdığımda, artık o yazı orada değildi. Yine de... Yine de yazıda yazanları o kadar net hatırlıyorum ki! Elfide... Elfide yazıyordu orada...

    Çıkmaz bir sokakta gibiydim. Ne yapacağımı bilemez bir durumda, peşimdeki adamlardan kaçıyormuş gibi sabırsızca etrafıma bakınıyor ve bir çıkar yol arıyordum ama ne yapacağımı bilemiyordum doğrusu. Derken o ismi yine işittim. Elfide. Gözlerimin önünde büyüleyici bir surat ve asla unutamadığım o isim. İsmin sahibi olan bu büyüleyici surat kime aitti ki?

    Daha etrafıma bakmadan çok önce biliyordum içinde bulunduğum çıkmazı. Hissediyordum kendi karanlığımı ve yalnızlığımı. Yolsuzdum ve yoksuldum ama cahil değildim. Etrafımda ki o gösterişsiz hiçliği umutsuzca itmeye çalıştım ve sonunda gördüm. İçinde bulunduğum kapalı odayı gördüm ve kapı açılıp içeriye beyazlar içerisinde ki o iki adam girinceye kadar da karanlık, dar odada oraya buraya bakınıp durdum.

    Odanın kapısı açılıp beyazlar içinde ki iki adam içeriye girdiğinde önce bir anlığına bana baktılar, ardından “Demek sonunda uyandın.” dediler. Tebessüm etmedim. Sadece izledim. Çünkü biliyordum ki hiçbir şey söyleyemez, konuşamazdım. O anda konuşmaya izinli değildim.

    Nedense adamlardan sadece birisi gözümün önündeydi. Diğerine bakamıyordum bile. Sanki gözlerim adamlardan birisinin, önde olanın üzerine kilitlenmiş gibiydi. Bir güç, bir etki beni ona kilitliyor, ondan başka birisine, bir yere odaklanmamı engelliyordu. Kapkara saçları, yine kapkara saçları kadar kara gözleri olan adam beni inceliyordu. “Söyle bakalım.” dedi o kısacık sessizliğin ardından. “Ne hatırlıyorsun?”

    Dudaklarım istem dışı oynadı ve zihnimin önünde bir sıyrılma oldu. O isim dudaklarımdan döküldüğünde buna engel olmak istedim, bunu söylememem gerektiğini hissettim ama yine de kendime engel olamadım. “Elfide.”

    Adam dehşet içerisinde yanında ki adama baktı ve “Olmuyor.” dedi. “Bu devrim ismi öylesine kazınmış ki zihinlerine hiçbiri bu isimden kurtulamıyor.”

    “Ah Elfide götür bizi de...” Zihninin ön tarafını süsleyen o savaş sahneleri, o girdaplar ve tüm inananları süren o güzeller güzeli kadın... Onu bulmalı ve onunla gitmeliydim. Onun izinde, onun yolunda...

    “O artık dinsel bir sembol oldu.” dedi diğerinin tanımlanamayan sesi. “Artık sadece bir isim değil, herkesin gözünde bir şehit. Herkes onun yolunu izliyor ve bu sahte dinin yoldaşları ondan asla vazgeçmiyor.”

    Gözlerimi ayıramadığım adam onaylayarak başını salladı. “Kurtuluş için ne gerekiyor?” diye sorduğunda ikisi de birbirlerine baktılar. Ne gerekiyordu? İkisi de bilemiyorlardı. O zaman anılarımdan bir parça hatırlamamı sağladı. Ele geçirildiğim anı ve yok edilen güzel liderimizi. Onun izinde giden fethimizi ve düşmanların kendi yıkımlarını... Düşmanlar, unutturmalıydılar ama unutturamazdılar.

    Ne gerekiyordu? Cevap bendeydi ve onların bundan haberleri yoktu. “Çlüm.” Dedim bir fısıltı halinde konuşarak. Ama onların içine fısıltım öyle bir işledi ki ikisi de bana baktılar. “Elfide yolunda ölüm...”

    “Hepinizin istediği bu mu?” dedi adam dehşet içerisinde. “Sizlere nasıl karşı gelebiliriz?”

    “Bizlere nasıl karşı gelebilirsiniz?” dedim kahkahalar atarak. “Elfidemiz, aramızdan çıkan Tanrıçamız bize yol açarken bizleri nasıl yok edersiniz? Bizlerin beynini yıkayamazken, o ismi, o güzelliği zihinlerimizden silip, bedenlerimizin şeklini değiştirerek sayınızı arttıramazken nasıl sizden sayıca üstün olanların cihadını engelleyebilirsiniz?”

    Bir mutluluk anıydı. Elfide artık gökyüzünde olan yerinden bana gülümsüyor, yanına gelmemi istiyordu ve bende biraz sonra yanına geleceğimi biliyordum. Ardından yolculuğuma çıkmam uzun sürmedi çünkü düşman kendi yenilgisi içerisindeki gizli köşelerden birisine kaçmak için beni susturmayı tercih etti. Artık sessizdim ve Elfidem oradaydı. Artık onu bulmuştum. Sessizliğin diğer tarafında ki Elfidemi bulup ona savaş alanında yeniden katılmıştım.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.

    Last edited by Artemis Entreri on Wed Mar 14, 2007 9:58 pm; edited 1 time in total
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:04 pm Reply with quoteBack to top

    Frontsideair''ın hikayeleri.

    ------


    Uyandım. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem
    bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm
    midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar
    aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.
    Hatırlamaya başladım.

    * * *

    Her günkü gibi yine huzurla aralamıştım gözlerimi. Huzurlu olmamam için hiçbir sebep
    yoktu; sevdiğim bir işim, güzel bir sevgilim, iyi arkadaşlarım vardı. Ve yaklaşık yarım
    saat sonra hepsini görecektim.

    Uykumu almış bir şekilde kalktım yataktan, duşumu alıp hafif bir kahvaltı yaptım neşeyle.
    Çzerime bir kot ve bir tişört geçirip birkaç sokak ötedeki iş yerime doğru yola çıktım.
    Sokaklar tenha, gökyüzü açıktı; güneş içimi ısıtıyordu. Ferah deniz kokusunu içime
    çekiyordum, burası bir cennetti adeta.

    Bir turizm acentasında çalışıyor, turları düzenliyordum. Küçüklükten beri istediğim işti
    bu: insanların mutlu bir tatil geçirmelerini sağlamak. Kendime yetecek kadar kazanıyor
    ve yorulmayacak kadar çalışıyordum.

    İş yerime vardığımda yolda birkaç kişiyle selamlaşmıştım bile. Arkadaşlarıma neşeyle
    selam verdim, Joanne'e sevgilim geldiğinde bana haber vermesi için hep yaptığım işareti
    yaptım. Ofisime girdiğimde bildik bir yere girmenin kucaklayıcı hissi sardı etrafımı. Dün
    bıraktığım gibi duruyordu; denize bakan camdan duvar, sade ve tertipli bir masa, rahat
    bir koltuk. Koltuğuma kurulup masamın üstünde duran tek yabancı şeye baktım, sararmış
    bir zarf.

    * * *

    Birkaç dakika sonra hep aydınlık olan odamın jaluzileri kapalıydı ve ben masamın üstüne
    çökmüş, başımı ellerimin arasında tutuyordum. Nasıl olabilir diye düşünüyordum
    gözlerimde delilik emaresi bakışlarla masamdaki yansımama bakarken. Sağ elimde hâlâ
    buruşturduğum mektup duruyordu. Kafam ellerimin arasında tutamayacağım kadar
    ağırlaştığı için masanın üstüne bıraktım.

    Midemde feci bir bunaltı vardı, harekete geçmem gerektiğini bilmeme rağmen hareket
    edecek gücü bulamıyordum bir türlü. Yıllarca, özenle kurduğum hayatım bu kadar kolay
    yıkılabilir miydi? Telefona bir bakış attım ürkekçe, her işini telefonla halledebilen ben, bu
    kez ondan medet umamıyordum. Telefonu parçalamamak için zor tutuyordum kendimi.
    Avcumu yüzümün önüne getirdim, yırtmadan önce bir kez daha okudum son cümleyi.
    Sonra ayağa kalkıp saçımı düzelttim ve yüzümde maske gibi bir gülümsemeyle odamdan
    çıktım.

    * * *

    - Korkuyor musun?
    - Tabii ki hayır, Elfide.
    - Çyleyse neden girmiyorsun?
    - Bence bu çok saçma, ya anlarlarsa?
    - Asıl bence sen korkuyorsun.
    - Pekâlâ, girelim o zaman.
    - Elimi bırakma...

    Onları unutmak için çok çabalamıştım, yaktığım bir sürü eşya, gittiğim terapiler, hipnoz
    seansları... şimdiyse nereden çıktığı belli olmayan bir mektup ve en korkunç kabusum geri
    dönmüştü. Güneş artık içimi ısıtmıyor, rahatsız ediyordu beni. Fazla uzak değildi, en fazla
    birkaç sokak daha...

    Köşeyi döndüğümde onu eski yerinde gördüm, geçen yıllar sanki onun için geçmemiş
    gibiydi. Heybetli, ürkütücü ahşap ev. İçinde yaşlı cadının yaşadığı söylenen ev. Oysa o
    evde yaşayan zavallı yaşlı kadının birkaç sene önce öldüğünü duymuştum, şimdiyse onu
    almak istemeyen torunları yüzünden boştu. Ev tarihi olduğu için yıkılıp yerine apartman
    yapılmasına izin verilmemişti.

    İçeri girmeden önce her şeye rağmen kapıyı iki kez tıklattım. Bu, kötü hatıraları kafama
    toplamıştı, midem bulandı. Eski kapının kilit yerine menteşeli tarafından açılmaması için
    kolunu sıkıca tutarak açtım. Derinden gelen küf kokusu midemin bulantısını artırdı,
    kusmamak için öksürerek kolumla ağzımı ve burnumu kapadım.

    Eve adım attığımda ahşap zeminin beni yutacağını sandım; ya döşeme çok gevşekti, ya da
    yeri birkaç santim toz kaplamıştı. Toz her şeyin üzerini hayalet gibi örtmüş, havayı bile
    doldurmuştu. Kirli camlardan sızabilen ışık huzmeleri havada asılı toz zerreciklerini
    ışıldatıyordu. İçerisi ağır çekim bir film gibiydi, sanki tozlu havada geçtiğim yerlerde izim
    kalıyordu.

    Antrede ilerledikçe evin havası beni kuşatıyordu, ilk girdiğim anda ne yapacağımı
    bilemezken şimdi çok iyi biliyor gibiydim. Evde bir ağır bir kuşatma hissi var gibiydi, ama
    bu korkutucu değil sevgi içeren bir kuşatmaydı.

    ...Yavaş yavaş kendimi kaptırıyordum, Buraya neden geldiğimin önemi yoktu. Beni
    bekliyordu, ona gitmeliydim. Yatak odasından beni çağırıyordu. Ona gitmeliydim.
    Koridorlardan geçerken beni izleyen gözleri hissediyordum. "İzlemeyin beni, ona
    gidiyorum." Yatak odasının kapısına vardığımda çok tanıdık bir sahne parladı zihnimde,
    gözlerimi kapayıp içimden bir çığlık attım! Kapı aralanıyordu, görmesem de
    hissediyordum. Kaçmalıydım! Korkuyordum. Teslim oluyordum... Ve her şey kayıp gitti...

    ------

    Uyandım. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem
    bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm
    midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar
    aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.
    Hatırlamaya başladım.

    Çzerimde bir gecelik vardı, kollarımda mücadelenin verdiği yorgunluk. Dişlerim birbirine
    kenetlenmişti, sanki üşüyormuşum gibi. Çzerimdeyse beni sahiplenen, Gollum'su bir
    saplantı. Ellerime indirdim bakışlarımı, sol elimde bir zarf bıçağı vardı, sağ ise bütünüyle
    kana bulanmıştı. Kan görmeye dayanamazdım, midem bir kez daha kasıldı ama
    ağzımdan sadece birkaç damla safra döküldü.

    Çstümdeki baskı çok büyüktü, benimle oynuyor gibiydi, beni asla bırakmayacağı belliydi.
    Bu beni çileden çıkarmaya yetecek bir sebepti: hayatımın başkalarının tarafından kontrol
    edilmesi. Evimi, ailemi, çocukluk arkadaşlarımı; hepsini bu yüzden terk etmiştim. Çfkeyle
    ayağa kalkmaya çalıştım, başım döndü, yine oturdum. Ayağa kalkarken hafif bir şıkırtı
    duymuştum, boynumdan geliyordu. Elimi boynuma attım ve kriz geçirir gibi titremeye
    başladım.

    * * *

    Anılar beynimden çekilirken yere uzanmış olduğumu fark ettim. Sırtımda bir ıslaklık
    vardı, kusmuğumun veya kanımın içinde yatıyordum. Sağ elim hâlâ boynumdaydı, kalp
    şeklinde kanlı bir madalyon tutuyordu.

    Madalyon... Annemin gümüş madalyonu. Hep annemin mücevher kutusunda dururdu.
    Gittiğinde bu kadar üzüleceğini tahmin etmezdim. Sanırım babamdan aldığı ilk hediyeydi.
    Benim de ona verdiğim ilk hediye olmuştu... Eldife'ye.

    Annem evde yokken odasına girip aldığım günü açıkça hatrlıyordum. İçindeki eski
    fotoğrafları atıp ikimizin fotoğraflarını koymuştum ve ona hediye etmiştim. Madalyonu
    tuttuğumda içinden akan hastalıklı aşkı hissettim. Ve her nasılsa onu yok etmem
    gerektiğini. Kurtulmak istediğim için değil belki, belki ondan ölesiye nefret ettiğim için.
    Yerimden hafifçe doğrularak etrafıma baktım, bunu yok etmemi sağlayacak bir şey
    çarpmıyordu gözüme. Sanki niyetimi anlamış gibi etraftaki varlığı artmıştı birden.
    Çığlıklarını kulaklarımla değil, ama ruhumla duyabiliyordum. İçimi tırmalıyordu, beni
    bırakmamak için tırnaklarını batırıyordu sanki. Ruhum onun avuçlarında parçalanacak
    gibiydi, kendimi kırılacak bir oyuncak gibi hissediyordum.

    Gözüm sol elime takıldı, zarf bıçağı hâlâ duruyordu elimde, düşmek üzereydi. Büyük bir
    hırsla madalyonu çekit kopardım boynumdan, zinciri boynumu kesti. Umrumda değildi.
    Çzerimdeki baskı daha da arttı, oda üzerime yıkılacak sandım, benliğim parçalanıyordu.
    Madalyonu yere koydum, bıçağı saplamaya çalıştım, üzerindeki kan yüzünden kaydı.
    Yakalayıp sağ elime aldım. Sol elimdeki bıçağı kaldırdım, kulaklarımda son bir çığlık
    yankılanırken avcuma hapsettiğim madalyona indirdim...

    * * *

    Son kez uyandığımda gözlerimi açmaya çalıştım, ama birden saplanan acıyla tekrar
    kapattım. Ağzım tuzlu ve metalik bir tadla kamaşmıştı, dudaklarım yapışıktı. Vücudumun
    üzerinde tarif edilemez bir ağırlık vardı, bir tır altında kalmış gibiydim. Dayanılamaz bir
    merakla, zorla da olsa gözlerimi açtım. Yine kusacak oldum ama midem sadece acınası bir
    kasılmayla kaldı... Hâlâ oradaydım.

    Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama beni hayatta tutan tek şeyin o olduğunu
    biliyordum. Bilincimi bir kez daha belki bir daha geri gelmemek üzere kaybederken
    birilerinin beni bulacağını umut ettim. O zamana dek onun ebedi oyuncağı olmuştum ve
    beni sonsuza dek koruyacaktı.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:18 pm Reply with quoteBack to top

    Khufu'nun hikayesi.

    --Zihnimin Son Oyunu--

    Uyandım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem
    bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm
    midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar
    aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.

    Hatırlamaya başladım.

    Hayatımın ta başında bu film kopmalıydı. Bu film hiç izlenmemeliydi. Merakla gezinen tüm gözlerden uzak tutulmalıydı. Aynaya her baktığımda, bu görüntü gözlerimden zihnime hiç akmamalıydı.

    Çlü bir kumsalda, ölüme uzanıp kararmış güneşin beni de karartmasını beklemeliydim. Bu bomboş odada hiçbir şey hatırlamadan sonu beklemeliydim. Günün batışını beklemeliydim. Suratımı sarmalayan bu kızıllığı, güneşin bir oyunu sanarak sonu beklemeliydim. Karanlığından kızıllığına, kızıllığından karanlığına...

    İşte film koptu diyebilmeliydim. Hayatımın ve zihnimin tüm karmaşalarının ortasında, işte film koptu. Gösteri bitti. Herkes evine. Ve ben de cehennemin ta dibine. Kırılmış ve kararmış kanatlarımla işte en uygun meleğim ben burada, diyebilmeliydim.

    Her gün yeni bir son dilerken, zihnim bana oyun oynamaya devam ediyor. Ve hatırlıyorum. Her gün bir öncekini unutmak için yaşıyorum ; ama yine de hatırlıyorum. Ve her sözüm "...bilirdi" ya da "...bilmeliydim " ile bitiyor . Çünkü tek yapabildiğim, bu hastalıklı zihnimle olabilecek iyiyi düşlemek. Çünkü acizim, yetersizim, anlamsızım, yokum...

    Ben kendini tanımak için etrafında yarattığı dünyayı yok edenim.

    Bomboş bir odadayım şimdi , duvarlarındaki hikayemden izleri yok ettiğim. Duvarlarındaki çatlaklardan sızan seslerin zihnime hücum ettiği bu odadaydım. Hezeyanlarımın doruğundaydım.

    Zihnimin bana doğrulttuğu tüm silahlara boyun eğenim ben.

    Bu bomboş odanın duvarlarına hayatı sığdırmaya çalıştım ben. Zihnime dolan, ben ortalarında dönerken silikleşen,yok olan ve zihnimden boşalan tüm bu görüntüler, anılar, resimler, bana bakan yüzler... Dönüyorum, dönüyorum, dönüyorum. Tüm dünya dönüyor ve ben ortalarındaki sabit noktayım. Bu, ne denli tatmin edici bir duyguymuş meğer. Dünyamın göbeğinde dönüyorum ve o bile benim hızıma yetişemiyor. Görüntüler birbirinin içine giriyor, silikleşiyor, kayboluyor.

    Tıpkı fotoğraf makineme doldurduğum sokak ve sokağımdan boşalttığım amaçsız koşturan insanlar gibi. Bekle, bekle, bekle... Ayarla ve bekle. İnsanlar koştursunlar. Görüntüler geçsin perdeden. Dolsun, dolsun, dolsun... Sabit her şey kalsın. Koşturan, gelip geçen her şey, herkes silinecek. Ve işte sokağımla başbaşayım. Ve işte zihnimle başbaşayım. Duvarlarımda yarattığım dünyam yok oluyor.

    Dünyamın göbeğinde dönüyorum ve o bile benim hızıma yetişemiyor. Zaman kavramım yok oluyor. Ben yok oluyorum. Duvarlarındaki çatlaklardan sızan seslerin zihnime hücum ettiği bu odadaydım. Hezeyanlarımın doruğundaydım.

    Ben, saldırıya uğrayanım. Saldıranım. Maktulüm. Katilim.

    Dönüyorum, dönüyorum, dönüyorum. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Yön kavramım yok oluyor. Zihnim bana oynadığı oyunlardan dört köşe olmuş kıkırdıyor. Zihnim dört köşe olmuş, bu bomboş oda kılığında gezinirmiş. Duvarlarımdakiler de dünyadan kaydettiği parçalarmış.

    Düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum. Elimden düşürmediğim aynam benden önce düşmüş bile. Gerçeğin tek kanıtı,benden önce bu dünyanın dibini boylamış bile.Düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum. Ve kendimle çarpışıyorum. Salak salak sırıtan bir suratla çarpışıyorum.

    Midem bulanıyor. Yüzümden akan sıcaklık elime bulaşıyor, içime doluşuyor, genzime akıyor. Midem daha da bulanıyor. Aynamdan kalan büyük bir parçaya kıpkızıl güneşin kıpkızıl ışığı çarpıyor, ordan da gözüme yansıyor. Ya bu dünyaya merhaba demek için bu gösteri ya da elveda demek için.

    Aynamdan kalan bir diğer büyük parça hala yanağımın altında. Çstündeki kızıllık,ışık huzmesinin başka bir yansıması mı ;yoksa şu içimi ısıtan hayat kaynağımın kısmi boşalması mı ayırt edemiyorum.

    "Gösteri bitti. Film koptu. Ben koptum." diye bağırmak ve ardından da bir kahkaha atmak istiyorum ; ama sesim çıkmıyor. Sadece elimi kaldırıp, parmağıma bulaşmış kırmızılıkla yansıyan ışıkları yarıp, hayatımdaki en büyük dileğimi yazabiliyorum. Ve gözlerim kapanıyor.

    Hatırladığım son gün doğumunu ya da batımını böyle karşılamıştım. Dündü ya da ondan önceki gün. Ya da bilmiyorum. Kim bilir kaç gece gündüzle arındığını sanmıştı, ben gözlerimi yumduktan sonra.

    Uyandım. Her şeyi hatırlıyordum artık. Zihnimdeki oyunları, umutlarımı, hayal kırıklıklarımı... Vücudumda bazı morluklar vardı, düşerken olmuş olmalı. Midem bulanıyordu, kendime layık gördüğüm bu berbat hikayemden olmuş olmalı. Bir ayna vardı karşımda, en büyük gerçeğim olmuştu hep. Ve içinde gene bu surat, hayat kaynağım bu utanç. Ve şimdi tüm utancını örtmek istercesine kızıllığın ardına saklanmış, küçük kanlı parçalarını sarkıtmış. Görülebilecek en güzel utanç verici maske bu.

    Boşalt içindekileri, yeni bir hikaye başlayacak.

    Elfide... Elfide'yi bul. Bu boşalttığım odada, boşaltmaya çalıştığım zihnimdeki her bir kıvrımda...

    Zihnimin son oyunuydu bu. Hayatımdaki en büyük dileğimdi bu:

    Elfide... Elfide'yi bul. Kaybettiğin bu dünyada kendini bul.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:22 pm Reply with quoteBack to top

    Sacokhan'ın hikayesi.

    ------

    "Uyandım. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem
    bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm
    midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar
    aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.

    Hatırlamaya başladım."


    Hemen aynanın arkasına bakmam gerekliydi. Neden olduğunu bilmiyorum ama o yazıyı görünce bir anda beynime gelen emir aynanın arkasına uzanmam gerektiğini söylüyordu bana. Ellerim titremesine rağmen yapmak zorunda olduğumu bildiğim için ihtiyatla elim uzandı aynaya. Tersini çevirdim ve bir an şaşkınlığa uğradım. Aynanın arkasındaki duvara monte edilmiş bir zarf şu anda karşımda duruyordu. Bu bir mektuptu ve üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Elime aldığımda soğuk terler boşalıyordu alnımdan, damarlarımdaki kan sadece beynime doğru akıyordu sanki ve vücudum büzüşüyordu, küçülüyordu adeta. Yavaşça ve odanın soğuğundan ötürü titreyerek açtım mektubu. İçinde koparılmış bir defter sayfası vardı. Yazıların içeriğinden korktum bir anda, fakat istem dışı olarak hızla kelimeleri beynime işlemeye başladım:

    “Merhaba Sacit, bu mektubu yazan sensin yani benim. Bu mektubu yazma sebebin yıllarca yapamadığın bir şeyi ilk ve büyük ihtimalle son defa yapabilme fırsatını kazanmak; karar verip yapmak. Evet, sen de çok iyi biliyorsun ki bütün o anarşi içinde geçmiş ömrün boyunca ya verdiğin hiç bir kararı yapamadın, ya da düşündüğün hiç bir konuda tam olarak karara varamadın. Bu yüzden kaybettiğin çok şey oldu, hep üzüntüsünü yaşadın bu kayıpların ama asla karşı koymak için bir şey yapmadın.Hayatın bir umutsuzluk öyküsüydü adeta, kanatsız bir martı, gözleri olmayan bir şahin gibi yaşadın hayatını. Ama hiçbir zaman karşı koymadın. Hafızanı kaybettiğin için hayatınla ilgili bilgileri ben vereceğim, ne kadar da utanç verici bir durum değil mi, sana seni anlatan sadece küçük bir kâğıt parçası.

    Bilmediğin, görmediğin, isimlerini çok araştırmış olmana rağmen bulamadığın bir aşkın tohumusun. Yetiştirme yurdunda öğrendin yazı yazmayı, okumayı, oynamayı. Ve sonra kaçtın ansızın, istemediğin halde, niye kaçtığını bile bilmiyordun. Dışarıda tanıdığın serseri çocukların peşine gittiğin bir akşam yurda geri dönmek istemedin ve bir daha da dönme cesaretini bulamadın kendinde. Gençliğini sokaklarda hırsızlık yaparak harcadın. Çğrendiklerini çok iyi uyguluyordun ve bu sayede zengin olmanın kapılarını araladın genç yaşta; daha 20 yaşında. Bir malikânen var, hizmetçilerin, emrinde sayısı çok olmasa da korumaların. Ve şu an o malikânenin içinde, özel ayarladığın bir odadasın. Niye mi? Çünkü bunu sen istedin. Buraya kendini tıkma nedenin ise bir kız, ismi hemen aklına geldi değil mi? Elfide…

    Bir yıl önce esrarkeşlerin arasında gördün onu. Masum gözleri, onun oraya ait olmadığını haber veriyordu adeta sana. Tanışmak için ne paranı kullandın, ne de kendi çapında ününü. Sadece sen etkiledin, kendi benliğini kullandın onu etkilemek için. Çünkü senin için benliğinin hayatta olduğunu hatırlatan bir gizemi vardı üzerinde. Hayatının belki de en güzel bir haftasını geçirdin onunla. Geçmişindeki tüm kadınları unutturdu sana. Gözün sadece onu görüyordu. Ama tabi ki seni huzursuz eden şeyler vardı. Ortamını bırakamıyordu, çünkü o da onun geçmişiydi. Sen bırakabilir misin geçmişini? Göreceğiz…

    Sen bu odada uyanmadan yaklaşık on iki saat önce öldü. Nedenini tahmin etmişsindir; uyuşturucu. Ah, belki sen ucuz kurtuldun ama o kopamadı, çünkü kopmak istemedi. Ve bütün bu tartışmalar, onun iyiliği için verdiğin savaş onu senden uzaklaştırmaya yetti. Senden kaçtı ve ortalıkta görünmedi. Kaybolan bir şeyi bulmakta yeteneksiz olduğunu bir daha kanıtladın ve bulamadın. Ta ki dün sana haberi ulaşana kadar. Komaya girdiğini öğrendin. Çğrendiğin an her şey boşluğa düştü bir anda, aklında geçen bir şey yoktu. Sadece siyah, beyninin içi siyahtı ve bu siyahlığın içinde O sana elini uzatmıyordu.

    Daha yanına varamadan hayata vereceği son şeyi, son nefesini emanet etmişti bile ölüm meleğine. Son kez gördüğünde yüzü gülümsemiyordu, buruk bir ifade vardı, karamsarlık, keder, birçok şey diyebiliriz o bakışa…

    Çfken bir anda kafesini kırmış bir canavar gibi yakmaya hazırdı her tarafı. Artık bir şeyler yapmanın gerektiğine, bu vurdumduymazlığa bir son vermen gerektiğini anladın.Daha bir saat bile geçmeden kararını verdin. Yaklaşık beş saatlik bir hipnotizma sonucu hafızanı tamamen sildirdin; her şeyi. Kararından dönmemen için yapman gereken son şey buydu çünkü; geçmişin. Her zaman geçmişinin peşinde koştun, ailenin izlerini aradın, ilgisiz kişilerden yetersiz açıklamalar duydun ama bunlar bile çok önemliydi senin için, hayata tutunma isteğin. Çok acımasız bir karar vermişsin değil mi?

    Uyutuldun ve bu odaya bırakıldın. Belki de son sınavın için buradasın. Kağıdın aşağısında yazan O’nun ismini üçüncü defa okursan eğer, O’nunla yaşadığın tüm anıları hatırlayacaksın. Sadece o anıları. Zarfın asılı durduğu yerde gördüğün gizli kasada bir hançer var. Böylece hayata sadece O’nunla yaşadığın anılarla veda edeceksin. Ama tabi bunları yapmayabilirsin, hayatına sadece yukarıda anlatılan şeyleri bilerek devam edebilirsin, ailenle ve O’nla ilgili hiçbir şey hatırlamadan. Hizmetkârların seni kapının ardında bekliyor, bir emirle seni gelip alabilirler. Ama eğer aşağıda yazılı olan ismi okursan hayatına devam etmek istemeyeceksin, belki bu dediğimi şu an anlamıyorsun ama okuduktan sonra anlayacaksın. O yüzden seçim senin Sacit…”



    ELFİDE


    İsme bakmadan önce beynimdeki düşünceler hızla ve biçimsiz bir şekilde uğuldamaya başladılar. Kapana kısılmış lanetli ruhlar gibi gözümün önünde dolaşıyorlardı şu anda, ve ben, görmenin bir yolunu bulmalıydım. Bu yazılanlara ne kadar güvenebilirdim? Okuduklarım çok saçma olmasına rağmen bir güç beynimin içine inanmam gerektiğini söyleyen zalim sinyalleri yolluyordu. Hemen beni birisinin çıkarması için bağırmaya başladım. Ve gerçekten de kilitli kapıdan içeri iki hizmetkâr girdi.

    İşte o an… O an mektubun doğru olabileceğine inandım, o an beynim bir anda keskin bir kılıç oldu. Hemen ismi okudum; Elfide…

    Evet, bütün o tatlı anlar beynimde bir anda yer edindi, her şey pembe, her şey sıcacıktı hatıralarımın içinde. Sadece bir hafta, tüm hayatımda aklımda kalan Elfide’yle olan bir haftamdı. Ama yüzüm üzerindeki tüm yorgunluğa rağmen gülümsüyordu. Hızla kilitli olmadığını farkettiğim kasayı açtım ve hançeri aldım. Muzafferane bir tavırla havaya kaldırdım. şu an sadece ölmek istiyordum, Elfide’siz bir hayat, yaşamaya değmezdi. Ben de onun yanında bulutların üzerinde Rüyalar Nehri’ni izlemek istiyordum. Ben de onunla birlikte sonsuz zamanı sonsuz mutlulukla, özlemini çektiğim mutlulukla kanatlarımı çırpmak istiyordum. Belki ailemi de görürdüm, belki onları da bulabilirdim. Sevginin bana kendini ancak cennette göstereceğini düşünüyordum şu anda…



    şu anda vücudumdan ayrılmak üzereyim ve acı çekmekte olan bedenime bakarken dikkatimi çeken tek şey vardı; ölmeden önceki son sözüm… Elfide…

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:28 pm Reply with quoteBack to top

    Nocturna'nın hikayesi...

    -Ruhun Aynası-

    Uyandım... Hiçbir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı. Midem bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide’yi bul.

    Hatırlamaya başladım.

    Bulutsuz, hilalli bir gecenin ardından gelen şafakta karşıdaki mutlu bir köyün uyanması işten bile değildi. Dağın eteklerindeki bu köy kendine yeten, ufak bir yerleşim birimiydi. Mutluluk o kadar olağan bir şeydi ki, insanlar korkunun ve üzüntünün içe işleyen tadını çoktan unutmuşlardı. Kışlar soğuk değildi onlar için, geceler karanlık geçmez, yazlar bunaltmazdı, insanlar asla ve asla yalnız değildi.

    Ben de mutluluk dolu bir köyün yakınlarında, yalnız yaşayan genç bir korucuydum. Ne zamandır başka bir ses duyduğumdan haberim yoktu, ya da ne kadar zamandır yaşamakta olduğumdan, ya da yaşamamakta. Doğada her şey denge içersindeydi, ve ben de köyün dengesiydim. Tek başıma.

    Soğuk, karanlık bir gecenin ardından uzaktaki köyün ışıklarına baktım, istesem oraya gidebilirdim de, kimse benim yabani görünüşümü dert etmezdi. “Çünkü ben buna değmem.” diye mırıldandım. Postuma sıkı sıkı sarınarak ev dediğim kulübemsi yapıya yöneldim. Kovanın içindeki sudan çıkardığı pis bir bezle kanlı kılıcını sildim.

    Kanlı kılıcım, belki de uzun süre önce ölmüş olan babamdan bana kalan tek şey. Babamın yüzünü hiç hatırlamıyordum, ama bana dediği tek bir şey aklıma kazınmıştı: “Kılıcın üstünde yazan şey senin kaderin, evlat.” Rastas olması lazım bu kelimenin, ya da öyle bir şeyler işte. Babamın isimle kaderi bir tuttuğu gibi bir de ayrıntı kalmıştı aklımda. “Ne fark eder ki.” diye mırıldandım kendi kendime . “Sanki ismimi bir söyleyen mi var?”

    Ne kadar karanlık, ne kadar soğuk, adeta lanet yağdıran bir geceydi o öyle?

    Aşağıdaki köyde yaşayanlar nasıl bu kadar erken vakitte, gülümseyerek kalkmışlardı? Neden? Onların geceden, kıştan etkilenmemesinin sebebi neydi? Çlüm niçin onlar için bir yolculuktu da, benim için affedilemeyecek bir kayıptı? Bu soruların cevabını düşünmüştüm soğuk geçen gece boyu, dikenli bir bitkiye bakarak. Çlümün hatırlatıcısı, ruhumun aynası, belki de daha fazlası. Bu üç şey üstünde dönüp durmuştum soğuk karanlık kış gecesi. Yaşamaya devam etmemdeki amaç neydi? Daha fazla kış, daha fazla gece? Bunlar sanki ölüme giden yolun kenarındaki hanlardı. Bunlar yaşamak için yapılmış çiçekli yollar değildi.

    Neye katlanıyordum çok uzun süredir? Ne içindi? Kendi halimde dolanıp duruyordum, geceleri düşünüp, sabahları yatıp, geri kalan vaktimi ormanda gezerek harcıyordum, birbirini takip eden her bir gün aynıydı. Sakalları yeni çıkan bir gençtim ve bu hayat bana yetmiyordu. Bir şeyler olmalıydı, uğruna öleceğim. Bunu düşündüğüm an yeni bir şey fark ettim. şu an sadece boşluk vardı, ve eğer bir şey bulamasaydım ben bu boşluğun uğruna ölecektim. Bu çatışkı için bir kahkaha az geldi.

    Bir kahkaha.

    Bunu en son yaptığımda babam hala canlıydı ve benim boyum onun dizine geliyordu. Kolsuz babam kafasıyla bir tahtayı parçaladığında, ben ona duyduğum hayranlıkla bir kahkaha atmıştım. Ve o gece babam bana bir sepete girmemi emretmişti. Bazı hırıltılar arasında derinin yarılma ve kemiğin kırılma sesini duydum. Ama babam, sırtlanlar onu parçalarken tek bir çığlık bile atmamıştı.

    O gece hiç aklıma gelmemeliydi, bu yine bana bir sürü geceye mal olacaktı. Asla ve asla gece vakti uyuyamayacaktım.

    Belki de ben de babam gibi bir gece vakti uykuya dalacaktım.

    Suya doğru hareket ettim. Yüzümdeki kılları incelemek istiyordum. Belki biraz da oyalanırım suda, hayatımda kendimi rahat hissettiğim bir ormanın derinlikleri vardı bir de su. Deniz beni içine hep kabul ederdi, ve yine etti. Ben de bu soğuk daveti reddetmedim. Sudaki yansımamda yüzümde bir miktar kıl birikintisi fark ettim. Nedenini bilmiyorum, ama bu davetsiz misafirler hoşuma gitmişti. Misafir kelimesi birden kulağa çok komik geldi. En son konuştuğum insan babamdı. Gülümsedim.

    Bir miktar zamanımı suda geçirdim. Çırpındım, lekelerimi temizledim. Karnım acıkmıştı ve canım cidden farklı bir şeyler yapmak istiyordu. Çıplak bir halde bir müddet oturduktan sonra üstümü giyindim ve ormanın derinliklerine doğru hareketlendim. Babamdan arda kalan tek kemiği gömdüğüm kayanın altına geldim. Burası kurtlanmış sırtlan cesetleriyle dolu, çoğu insan için oldukça iğrenç bir yerdi. Benim içinse sadece rahatlatıcıydı. Babama karşı bir vazifemi yerine getiriyordum ve burada ölü yatan ispatlar hoşuma gidiyordu. İşte burası benim için ormanın kalbiydi.

    Ok ve yayımı kuşanıp hareket etmeye devam ettim. En sonunda bir geyik gördüm, yayıma eğri büğrü bir ok gerip saldım. Geyiği vurdum, ama beceriksiz oklarım sadece canını yaktı hayvanın, ama bu hayvana benim ona yetişmem için gereken dezavantajı sağlamıştı. Kılıcım hayvanın işime yara kısmını ayırdı ve ben onu hemen orada yedim.

    Uzun, güçlü vücudumu savurarak ve saçlarımı dalgalandırarak ayağa fırladım, yandan gürültülü bir şey geçmişti. Sessizce hareket ederek gürültülü şeyi takip ettim, bu bir arabaydı. Çok önceden bunlardan bir tane daha görmüştüm. Takip etmeyle etmemek arasında kalarak, etmeyi seçtim. Farklı bir şeyler gelmişti işte. Sessizce hareket etmeye devam ederek, arabaya paralel bir şekilde ilerledim, elimden geldiğince gözükmemeye çalışıyordum, mutlu köy halkından hep utanmıştım.

    Atların ne işe yaradığını biliyordum ve hep onlardan bir tane istemiştim. şu an arabaya yetişip, içindekileri öldürüp atlardan birini alabilirdim, buna fiziksel imkanım vardı ve köy halkından hiç kimsenin buna karşı koyamayacağının farkındaydım. Doğanın kendisi acımasız değil miydi? Annemi kendisi doğarken almış olması, babamın gezgin bir savaşçı olup da kollarının olmaması, bunlar doğanın merhameti miydi? “Ben niye merhamet göstereyim?” diye mırıldandım ve koşmaya başladım. Ormanda yetişmiş birisi için koşmak, belki de köy halkından iki insanın koşma hızına eşitti. Arabaya yetiştim ve arkasından tırmandım. Sürücü tarafında iki kişi oturmaktaydı, biri kel, öteki uzun sarı saçlı iki tane köylü. Arabaya tırmandığımı duymamışlardı, kahkaha atarak bir şey konuşuyorlardı. Bir an duraksadım. Kahkaha atmamaları gerekirdi. Bu onlar için çok özel bir an olmalıydı, kahkaha atmak kolay değildi. Biraz daha bekledim. Biraz daha. Geberesice köylüler niye sürekli hızlı hızlı konuşup kahkaha atıyorlardı? Sinirlendim ve kılıcımı çektim. Bir an dikkatsizce yaptığım bu hareket köylünün dikkatini bana yöneltti ve at arabası durdu. Köylü sarı saçlı olan diğerini arkasına aldı. Bana ne istiyorsun tarzı bir şeyler sordu, tam anlayamadım.

    Sarı saçlı olan diğeri...

    Odaklanmıştım, düşünemiyordum. Tedirginlikle açılmış olan gözleri, içinde kaybolmak için özenle dikilmiş bir orman büyüklüğünde bir bahçeydi. Sarı saçları ışığın etkisiyle iki yandan gün ışığı gibi süzülüyor; zarif, ufak vücudunun omuzlarına dökülüyordu. Kekeledim, zaten doğru düzgün konuşamıyordum. Kesik kesik Rastas diyebildim, sonra da at-ta. At demek istemiştim, niye böyle saçma sapan şeyler çıkmıştı ağzımdan. Yanaklarım yanıyor ve kalbim sıkışıyordu. Adam kılıcıma bakarak bir şeyler söyledi, ben de kılıcımı yeni farketmiş gibi baktım. Adam hızlı hızlı bir şeyler söyledi, aradan konuşmayı bilmiyor bu dercesine bir şey kaptım. Gerizekalı adam konuşmayı bilmediğimi düşünüyordu. Babamın yıllar önce bana öğrettiği bir şarkıdan bir parça söyledim. “Saygı duy gökyüzüne, orada uçtuk biz.” Sesim yine kesik kesik çıkmıştı ve sözleri niye söylediğimi bilmiyordum, sadece kelimeleri ard arda
    koyabileceğimi belirtmek için herhalde. Bunun üzerine köylüler kahkaha attı ve ben irkildim.

    Gülüşü bana cehennem mi olmuştu acaba cennet mi? Uzun süredir ilk defa bir şey dengemi bozdu ve ben arabanın üstünden yana devrildim. Bunun üzerine adam kahkaha atmaya devam ederek arabayı sürdü ve uzaklaştılar.

    Garip bir şekilde bundan sonraki dakikalar daha uzun ve daha sıcak geçti. Kızın gülümseyen yüzü aklımdan çıkmıyordu. Hayatımda hiç görmediğim hayaller, kızla benim aramda geçiyordu. Bir müddet kendi kendime konuştum. “Bir gün benim olacaksın.” ve buna benzer şeyler. Sonra daha da fazla çalıştım, merhaba, merhaba, merhaba. Yüzlerce kez. Sesim düzgün çıkana kadar.

    Kendime inandığım saniye içerisinde köye doğru ilerlemeye başladım. Daha hızlı ve daha hızlı, ayaklarım ve kalbim ritmi gittikçe artırıyordu.

    Köye vardığımda günün kararmasına daha vardı. Gördüğüm herkese merhaba dedim, onlarda aynı şekilde karşılık verdiler ya da başlarını eğdiler. Dakikalarca anlamsızca dolaştım. Sonra biraz da olsa dikkatimi başka bir şey çekti. Bir sürü kılıcın olduğu açık alanda kaslı bir adamın ses çıkardığı bir yer. Adamın yanına gittim. “Merhaba” dedim ve adam sadece yüzüme baktı. Kılıcımı çektim. “Bu... bir... bak.” Adam yüzüme bakmaya devam etti, ve kılıcımı aldı. Kılıcımı ilk defa benden başka birisi tutuyordu, kendimi garip hissettim. Adam kılıcı incelerken ben de onu inceledim, benden çok daha yakışıklıydı, geniş omuzları ve insanın içine işleyen gözleri vardı. Adamı , neden bilmiyorum, bir an kendime benzettim. Adam en sonunda kafasını kaldırdı. “Güzel, sağlam bir iş bu kardeş, ben böyle bir şey yapamam, üstünde de yazılar var, bir kısmını anladım, ama yeterli derecede temiz değil. Ben bu temizliyim, hem de karım yazıları benden daha iyi okur.” Kelimeleri, yavaş yavaş, üstüne basa basa söylemişti ve ben hepsini anladım. Adam yine aynı tarzla “Geç, otur.” Dedi ve bana bir yeri gösterdi. Ben gösterdiği şeyin yanına gittim, ama nasıl oturacağımı anlamadım, önüne bağdaş koydum ve sırtımı dediği alete verdim. Adam yüzüme garip garip baktı, kafasını yana eğdi ve değişik fıçıları kullanarak kılıcımın üstüne bir şeyler döktü. İçeriye seslendi: “Elfide”. Çst üste bir kaç kez daha bağırdı. Cevap gelmedi.

    İsim şaşırtıcı bir şekilde tanıdık geldi. Adam kılıcı dönen bir şeyin yanına götürdü ve kıvılcımlar çıkarmaya başladı. Eğer kılıcın başına bir şey gelirse adamın kafasını ateşli şeye sokacaktım, tüm kaslarım bunun için kıpırdıyordu.

    Adam içeri gitti, ve bir kaç dakika sonra bembeyaz bir yüzle geri geldi. Hala anlamam için bastıra bastıra konuşuyordu. “Kılıcın üzerinde Rastas Elfide yazıyor.” dedi. Hayır, isim bana buradan tanıdık gelmemişti. Yani adam söyleyince şaşırdım, ama isim farklı bir yerden tanıdık gelmiş olmalıydı. Adam devam etti. “Rastas intikam demek, Elfide ise ahiret manasına geliyor.” Adam derin derin iç çekti. “Elfide benim karımın adı, çok uzun süredir kullanılmayan bir dil bu, şaşırdım biraz. Böyle bir şeyi nereden bulmuş olabilirsin acaba?”.

    Nasıl derler, bir anda kafamda şimşekler patladı. Arabadaki köylüler. Kel adam kıza Elfide diye hitap ediyordu. Sanki fark ettiğim bu acı verici iğneyi doğrularcasına, içeri bu dünyaya ait olmayan güzellik girdi.

    Kılıcı adamın elinden kaptım ve koşmaya başladım. Daha fazla görmeye dayanamazdım.

    Arkamdan kızın adama sarıldığını hayal edebiliyordum. İntikam kayama, hayır, Rastas’ın kayasına gittim. Kılıcımı yere sapladım.

    Kaç saat öylece yattığımı hayal dahi edemiyorum. Çzüntüm yerini yavaş yavaş öfkeye bıraktı. Gökyüzüne baktım. Merhametsiz doğaya seslendim. “Beni duyuyorsan eğer, senden sadece bir isteğim var. Yıllarca bana acı verirken, onlara mutluluk vermenin sebebi ne? Cevap istiyorum!” Sesim belki de köye kadar bile ulaşmıştı. Gözyaşlarım yanağımdan süzülürken, hayret içinde fark ettim, hiç bu kadar net konuşamamıştım. Ama asıl hayret verici olay, önüme gelen bir attan dökülen sözlerdi. “Bunun adı dengedir.” şaşkınlık dolu saniyelerin sonunda başımı önüme eğdim. “Bir köyün mutluluğun dengesi ben miyim?” Elim ne kadar hızlı hareket etti bilmiyorum, at saniyeler içerisinde paramparça olmuştu. “şimdi...

    Onun çektiği acının dengesini istiyorum!” Ve karşıma bir kaplan geldi. Delirmiş olmalıyım, çünkü kaplan da konuşuyordu. “Ona ben karar veririm.”

    Sözler soğuk su gibi çarptı. Ve soğuk su öfkemi artırdı. şeytani bir gülümsemeyle “Seninle bir anlaşma yapalım o zaman.” dedim. Kaplan ilgilenmiş gibi yanıma geldi. “Bekliyorum, ne sunabilirsin bana acaba?” Cevabım kesin ve netti. “Ondan geceleri al. Benden gündüzleri.”

    Bir kahkaha attığına hala yemin edebilirim. “Peki, sana verdiğim onca acıya karşılık, sana bu iyiliği yapıyorum. Bu gece vakti senindir, gündüzleri de yaşayacaksın, ama hayatında hiç bir şey değişmeyecek, ve hiç bir şeyi hatırlamayacaksın. Sen artık sadece geceleri yaşayan bir insansın.” Döndüm ve yavaş yavaş doğmaya başlayan güneşe baktım. “Yani, şimdi o yok, ve birazdan da ben olmayacağım, değil mi?” Kaplan onayladı.

    Korku dolu gecelerime hapis olmuştum, onu bir daha canlı haliyle göremeyecektim. Ama ona kimse sahip olamayacaktı. Çünkü, gündüz vakti bunu yapmak affedilmez bir günahtı.

    Yapmış olduğum anlaşmadan memnundum. Artık köy eskisi gibi değildi. İnsanlar huzursuzdu, gecelerden korkuyorlardı, üşüyorlardı, hepsi benim gibiydi. Herkes kız için endişeleniyor ve çaresizce çareyi arıyorlardı.

    Bir eksik vardı, madem her şey bir denge içerisinde, neden ben mutlu olamıyordum?

    Neden, ben onca acı çekerken mutlu olan insanların acı çekmesi üzüyordu beni? Gözyaşları içinde koşmaya başladım. Yanıma bir kuzgun geldi. “Bu anlaşmayı bozmaz.” diye viyakladi hayvan. “Bozmasa bile ben görmeyeceğim.” Kılıcımı çektim, ve hayvanı ikiye böldüm. Koşmaya devam ettim. Ve kendimi sonsuz gibi gözüken karanlığa doğru bıraktım, gözlerimi kapatarak. Rüzgar yüzüme sertçe çarparken son bir şey fısıldayabildim. ”Elfide”

    Birden hatırladım.

    Ve seni buldum.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:36 pm Reply with quoteBack to top

    -zaman-'ın hikayesi

    ------

    Uyandım.Hiçbir şey hatırlamıyordum.Vücudumda bazı morluklar vardı,midem bulanıyordu.Bomboş bir odadaydım.Bir ayna vardı karşımda.Aynadaki görüntüm midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu.Kendimi toparladığımda tekrar aynaya baktım.Kırmızı renkte bir isim yazıyordu:”Elfide...Elfide’yi bul.”

    Hatırlamaya başladım.Kardeşim Yese’nin yazısıydı bu.Kan kadar kırmızı...Bir anda ayna cama dönüştü ve arkasında bir cüce cesedi gördüm,en az benim aynadaki halim kadar iğrenç görünen Yese’nin cansız bedenini.”Hayır!” diyerek fırladım.Ama arkasına vardığımda cam yine aynaya dönüşmüştü ve ortalıkta kardeşimin cesedinden eser yoktu.

    Bilinçsizce “lanet bir büyü” diye mırıldandım.O anda odanın hiçbir girişinin –ya da çıkışının- olmadığını fark ettim.Ne bir kapı,ne bir kapak...Bu durumda ya oda ben buraya geldikten sonra yapılmıştı,ya da gizli –belki de büyülü- bir çıkış vardı.Bir an gözüm aynaya takıldı.Bir ışınlanma kapısı olabilir miydi?Büyüklerimizin bir sözünü hatırladım:”Si ve Bü yoktur,ışınlanma kapıları mümkün değildir!”.Bu sözler gittikçe anlamını yitiriyordu...

    Aynanın karşısına geçtim ve düşünmeye başladım.Buraya nasıl gelmiştim?Yese’ye –ve bana- ne olmuştu?Bu konuda hiçbir şey hatırlamıyordum...Ne yapacaktım?Ayna bir ışınlanma kapısı mıydı?Geçmeyi denemeli miydim?”Elfide”,bu isim hala kıpkırmızı harflerle oradaydı.Hatırlıyordum,bir an gözümde canlandı:altın saçlı,yeşil gözlü,uzun boylu,safkan bir dişi elf.Gezgin elf boyunun reisinin kızı.Bana göre tüm dünyalardaki en güzel varlık,başka kimse tarafından onaylanmasa da...Bilinçsizce bir şarkı söylemeye başladım:

    “Elfışığı derim ona
    Yanarım dokunuşuyla
    Bana hiç dokunmasa da
    Çlürüm bir bakışıyla
    Yüzüme hiç bakmasa da
    Her şeye değer,tüm dünyalarda
    Kavgalara,savaşlara”

    Bir “barbar” nasıl bir şiir yazabilirse öyleydi işte...Ve benim Elfide ile ilişkim bir elfe hayran bir insanın hikayesinden başka bir şey değildi.Bazen elf boyu madenlerimize gelirdi. Ben her zaman prens ve prenseslerin hizmetkarlığını alır,onun gittiği her yere giderdim. Birbirimizi az çok tanırdık,ama onun için sadece bir hizmetkardım...

    Peki ama neden onu bulmam gerekiyordu?Yoksa bu bir tuzak mıydı?Bir an soyum kanıma vurdu,heyecanlandım ve sinirlendim.Aynaya bir yumruk geçirdim.Ayna bin bir parçaya ayrıldı.Ama başka bir değişiklik yoktu,boşluğun arkasındaki duvarı görebiliyordum. Kapı falan yoktu...

    Elim kanıyordu.Olağan durumlardan çok daha fazla kana aktığını fark ettim.Ve kanın birikerek biraz önce aynanın olduğu yerde bir tabaka oluşturmakta olduğunu...Elimi geri çeksem de akan kan bir yolunu bulup yine aynı yere gidiyordu.Kısa sürede karşımda kırmızı bir yüzey oluştu.Parlıyor ve beni içine çekiyordu.Bir kere daha büyülere küfrettim ve kendime hakim olamayıp kırmızılığın içine daldım...

    İşte kapı buydu...Kendimi birkaç tepeyle bölünmüş uçsuz bucaksız bir düzlükte buldum.Etrafımda harabeler vardı.Küçük çalıklarla bölünmüş büyük bir çıplak arazideydim. Birçok yer görmüştüm,ama daha önce burara geldiğimi hatırlamıyordum.Güneş doğuyordu. Tepelerde bazı karartılar görüyordum....

    Harabelerdeki sütunlardan birinin dibindeki yığının zırhlarım olduğunu fark ettim ve bir kez daha çıplak olduğumu anladım.Onları giymek için zırhlarıma doğru yürümeye başladım.Onlara biraz daha yaklaştığımda arkamdan,boş olduğundan emin olduğum bir yerden, derin bir ses geldi:”Merhaba Cücepayı!”

    İrkilip arkamı döndüm.Karşımda siyah bir cübbe içinde normal boyda bir adam vardı.Kukuletasını çekmemiş olduğu için üzerinde garip işaretler olan yüzü ortaya çıkmıştı.Saçı ve sakalı yoktu.Bir an donup kaldıktan sonra “Sen de kimsin?” diyebildim.”Birçok adım var,ama sanırım sen beni ‘Karmaşanın Büyücüsü’ olarak tanıyorsun.”şeklinde cevap verdiğinde ”Ka-karmaşanın bü-büyü-cü-cüsü mü?” diye kekeledim.Bu isim bize uzak durmamız gereken kişi olarak öğretilmişti,karanlığı sonsuz olan kişi olarak...”Uzak dur benden!” diye haykırdım ve geri geri gelerek ondan gözlerimi çekmeden zırhımı kuşanmaya başladım.

    Çnce zırhın kasıklarımı kapsayan bölümünü giydim.Büyücü “Ha ha!” diye güldü, “Yoksa benden korkuyor musun?”.Gövde zırhımı takarken “Cüceler ve benim insan soyum asla büyücülerden korkmaz!” dedim.O “Korkmanız gerekiyor.” dedi,”Karmaşa şu anda dünyanızın efendisi ve ben de karmaşanın efendisiyim.”.Dizlerime kadar gelen ayaklıklarımı giyerken hiddetlendim ve sağ yumruğumu havaya kaldırarak doğrulup “Benim dünyamın efendisi ‘Ark’tır!Ve sen sadece üzerindeki cübbenin efendisi olabilirsin!” diye haykırdım.

    Büyücü de sinirleniyordu.”Etrafına bak kahrolasıca!” dedi,”Bu harabeler kısa süre önce büyük cüce-elf-insan ittifakının sarayıydı!”.Evet,burası bir saray olabilirdi.Ama evden bu kadar uzakta mıydım?Dünya bu kadar çok değişmiş miydi?Büyücü sanki düşüncelerimi okuyordu:”Evet!” dedi,”Karmaşa ve kötülük tüm iyiliği lanetledi!Kehanet işliyor!”Ben kolluklarımın üst kısmını takarken bir anda önümde belirdi.Bir yerlerden çıkarmış olduğu pusulayı bana göstererek “Güneş doğudan doğmaz mıydı Cücepayı?Ama bak,güneş batıdan doğuyor!” dedi.

    Ben tam harekete geçmişken geldiği hızla eski yerine döndü.Konuşmaya devam ediyordu.”Güneş son kez senin dünyanın üzerine doğuyor!Yarın güneşin doğması gereken zamanda dünyan artık var olmayacak!Bugün eski kitabelerde yazan ‘Son Gün’!” dedi “Gözlerini kıs ve kuzeye bak!Dünyanın tüm ırkları,tüm orduları bilinçsizce ‘Arman’a,’son Savaş’a hazırlanıyor!”.Kuzeye baktım.Tepelerde gördüğüm karartılar ordular olabilirdi.Ama karşımda bir büyücü vardı,sözlerine inanmamak için elimden geleni yapıyordum.”Hayır,yalan söylüyorsun!” diye haykırdım.

    Artık alt kolluklarımı da giymiştim,zırhımın sadece bir parçası kalmıştı.Büyücü hiddetle “Hala anlamıyor musun ahmak,artık dünyanın sonu geldi!” dedi ve sonra “Uyanmadan önce neredeydin genç adam,hatırlıyor musun?” diye ekledi.Miğferimi tutan ellerim titremeye başladı.”Ha-hayır ha-hatır-la-lamıyorum.” diye kekeledim.Büyücü yine dehşet verici bir kahkaha attı:”Ha ha!”.Ve “Kardeşinle bir ork çetesiyle dövüşürken yakaladınız.Sadık bir hizmetkarım size kendi zevki için işkence etti!Ve şu anda biriniz hayatta.Sen seçilmiş kişisin Cücepayı!Eğer bugün gün batana kadar kaderini bulamazsan ‘Diyarlar Arası Büyük Bozgun Elemi’ne mahkum olacaksın!” diye devam etti.

    Miğferimi de giymiştim.Ağır metal zırhlarım üzerimdeydi artık;her türlü oka,bazı büyü ve silahlara rahatça karşı koyabilirdim.Kendimi evde gibi hissediyor ve kendime güveniyordum.”Kehanetim nedir?” derken baltamın çorak toprağa saplanmış olarak öylece durduğunu fark ettim,sanki az önce gelmişti oraya.

    Büyücü “Elfide” diye cevap verdi.Bir anda kafam bulandı.Bin bir görüntü,düşünce, korku ve hayal beynimde uçuşuyordu.Yine sinirlendim,kendime hakim olamadım:baltamın sapını tutup tek bir hamlede topraktan çıkardım.”Hıaa!” diye haykırarak tüm hızımla büyücüye doğru koştum ve bir hareketle kafasını vücudundan ayırdım.Fazla kolay olmamış mıydı?

    “Yalan söylüyorsun!” diye bağırdım,”Bütün büyücüler yalancıdır!”.Tam sözümü bitirdiğim anda başımın içinde büyücünün karanlık ve derin sesi yankılandı.”Sözlerimin yalan olduğuna gerçekten inanıyor musun genç adam?Ya da sadece bir tek bedenim olduğuna...Bir başka dünyada görüşmek üzere Cücepayı,tabi sağ ve sağlam kalabilirsen...” diyordu...

    Sözleri doğru olabilir miydi?Fazla gerçekçiydiler,ama bana hiçbir zaman bir büyücüye inanmamam öğretilmişti.Karışık kafamla kuzeye doğru yöneldim,belki ordular arasında soyuma ya da cüce boyumu bulabilirdim.Çorak topraklarda birkaç saat yürüyünce orduları görebilecek hale geldim.

    Herkes hırslanmıştı.Hatta bazı dişiler bile zırhlar ve silahlar kuşanmıştı.Daha önce hiçbir gözde bu askerlerinki kadar büyük bir nefret görmemiştim. Orkların çoğunluğu bir tepede toplanmıştı,cücelerin çoğu da bir çanakta.İnsan ve elf orduları düzlüğe yayılmıştı.Bazı ordular aynı ırktan olsalar da düşman gibi gözüküyordu,büyük ihtimalle öyleydiler de.Bazı başka ırkların da küçük orduları da vardı.İnsanların arasına gitmeliydim.Ben kendimi bir cüce olarak bilsem de dünyadaki tüm cüceler beni tanımıyordu...Diğer ordulardan olabildiğince uzak durmalıydım,bu meydanda kimin kiminle savaştığı belli değildi.

    Bir elf ordusunun yakınından geçerken içeride iki yeşil nokta gördüm.Sonra sarı saçları ve Elfide’nin vücudunun geri kalan kısmını...Görmeyeli hiç değişmemişti...Bir anda uyanışımdan itibaren yaşadıklarım gözümün önünden geçti.Yine bilincimi yitiriyordum...

    Elfide’ye doğru yürümeye başladım.Diğer elfler benimle ilgilenmiyordu,belki de fark etmiyorlardı bile...Bir anda büyücünün söylediği kaderimin onun tarafından değil,çok daha büyük güçler tarafından yazılmadığını anladım. Elfide’nin arkası bana dönmüştü.Ona doğru yaklaştım ve arkasından “Elfide?” diye seslendim.Titremeye başlamıştım galiba.Arkasını dönünce beni görünce şaşırdı.Bir saniye bile geçirmeden dilindeki adımı “Naugedan!” diye haykırıp üstüme atladı.Bana sarılırken zincir zırhı benim hasgümüş zırhıma çarptığında tenlerimiz birbirine değiyormuş gibi hissettim.

    Taşa dönmüştüm,dilim tutulmuştu.Elfide bin bir sevgi sözcüğünün arasında “Beni nasıl buldun?”,”Neredeydin?” gibi şeyler mırıldanıyordu.Aynadaki yazıyı okumasaydım, büyücüyle konuşmasaydım bile Elfide’ye gidecek olduğunu fark ettim.

    “İşte,kaderim buydu...
    Elfide’nin kollarında
    Ne Son Gün’ün,
    Ne Son Savaş’ın,
    Hiçbir şeyin
    Çnemi yoktu...”

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:44 pm Reply with quoteBack to top

    asiork'un Hikayesi

    Sevgililer Günü

    ''Uyandım. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynada ki görüntüm midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.
    Hatırlamaya başladım''

    14 şubat

    ''Sevgililer günüydü. İşyerinden izin alıp doğru Elfideyle buluşacağım yere gittim. Planımızı yapmıştık. Çnce iki sevgili el ele İstanbul'un güzel yerlerini gezecektik. Akşam ise evde film izleyecektik. Biraz sonra Elfide geldi. Akşama kadar gezdik. Sonra eve gittik. Belki de en güzel günümüzü yaşıyorduk. Güzel bir günün son saatlerini aşk filmi izleyerek geçiriyorduk. İkimizde çok mutluyduk taa ki o telefon gelene kadar. Film izlerken telefon çalmıştı. Ahizeyi kaldırdığımda karşıdan ses gelmiyordu. Daha sonra telefon kapandı. Ne olduğunu anlayamadan telefon ikinci kez çalmıştı. Bu defa ahizeden önce birkaç tıkırtı sesi geldi daha sonra da bir kadının tüyler ürpertici çığlığı. Korkmuştum. Ama Elfideye birşey belli etmeden filmi izlemeye devam ettim. Bu arada aklım hala gelen telefondaydı. Birisi dalga mı geçmişti? Eğer olanlar gerçekse telefonun karşı tarafında bir cinayet işlenmişti. Bundan emindim. Keyfim kaçmıştı filmden tamamen kopmuştum. Bu sorularla boğuşurken kapı zili çaldı. Bir anda korkuyla zıpladım. Daha sonra Elfideye yerinde kalmasını kapıya kendimin bakacağımı söyledim. Zil ısrarla çalmaya devam ediyordu. Kapı gözünden baktığımda kimseyi göremedim. Zil yeniden çalmaya başlayınca kapıyı açtım. Son hatırladığım vücuduma giren uyuşturucu iğneydi.

    ******

    şimdi ise tanımadığım bu yerdeydim. Kaç gündür burada olduğumu bilmiyordum. Belki de hala aynı günü yaşıyordum. Kaçırılmış olmalıydım. Ama niçin? Kim yapmıştı bunu? Benden ne istiyorlardı? Bu sorular kafamı kurcalarken gözüm yine aynaya takıldı. ''Elfide'' Bu yazının kim tarafından ve ne zaman yazıldığının şu anda önemi yoktu. Çünkü daha önemlisi Elfide şu anda tehlike de olmalıydı. Ve bir an önce onu bulmalıydım. Beni kaçıranlar kim bilir ona ne yapmışlardı. Bir an önce buradan çıkıp onu bulmalıydım. Odanın kapısı kilitliydi. Pencere felan da yoktu. Çaresizlik içinde odanın bir köşesine yığılmıştım. Neden sonra odaya birinin yaklaşmakta olduğunu duydum. Ayak sesleri giderek artıyordu. Hemen odayı aydınlatan lambayı söndürdüm. şimdi her yer karanlıktı. Sırtımı kapının solundaki duvara dayayıp kapının açılmasını bekledim. İçeri giren adam olan biteni anlayamadan ensesine vurduğum sert darbeyle bayılmıştı. Hızlı olmalıydım. Kapı uzun bir hole çıkıyordu. Ama holde kimsecikler görünmüyordu. Holü koşar adımlarla geçip dışarı çıktım. Gördüklerim karşısında şaşkına dönmüştüm. Hol büyük bir bahçeye açılıyordu. İşin garibi bahçe de bir çok insan bulunuyordu. İlk anda kimse beni farketmedi. Etrafıma dikkatlice baktığımda bahçe duvarlarının yüksek olmadığını gördüm. Bir çırpıda duvarı tırmanıp aştım. Bahçeden gelen sesleri duyabiliyordum. Anlaşılan kaçtığımı farketmişlerdi. Kaçmaya başladım. Ve bir caddeye çıkıp izimi kaybettirdim. şimdi hemen eve gitmeliydim. Evde Elfideye ait birşeyler bulabilirdim. En azından belki bir ipucu olabilirdi. Eve doğru ilerlemeye başladım.

    Birkaç dakika sonra evin önündeydim. şans eseri anahtarlar hala üstümdeydi. Hemen kapıyı açıp içeri girdim. Eve sessizlik hakimdi. Bir ipucu bulabilmek için bütün odalara baktım.

    Herşey bir düzen içinde yerinde duruyordu. ''Peki Elfideyi nereye götürmüşlerdi.'' Düşünmeye başladım. Alel acele kaçtığım için oranın neresi olduğunu bile öğrenememiştim. Hafızamı yokluyordum. Sonunda birşeyler hatırlamaya başlamıştım. Elfideyle film izlediğimiz akşam o esrarengiz telefon aklıma geldi. Sadece bir kişiden şüphelendim. ''Tayfun''. Eski arkadaş! Uzun zamandır Elfide de gözü olduğunu düşünüyordum. O gece Elfideyle buluşacağımı da biliyor olmalıydı. Zaten son günlerde de doktor olmasının verdiği karizmayla Elfideye yaklaşmaya çalışıyordu. Telefonu o etmiş olmalıydı. Beni kaçıran da oydu. Belki benimle oynamak için yazıyı da o yazmış olmalıydı. ''Evet evet bu işte mutlaka onun parmağı vardı''. şimdi hemen onu bulmalıydım. Çekmeceden daha önce kendimi korumak için aldığım kuru sıkı tabancayı çıkardım. Kuru sıkı tabanca belki onu öldürmezdi. Ama konuşturmaya yeterdi. Elfidenin nerede olduğunu mutlaka biliyor olmalıydı? . Bu sırada evin kapısı açıldı. İçeri giren kişi bulunduğum odaya doğru ilerliyordu. Sessizce beklemeye başladım. Gelen Tayfundu.

    - Elfide nerede?
    -Bak sakin ol. Sana yardım etmeye geldim.
    -Benimle oyun oynama Elfide nerede dedim?
    Bu arada arkadan biri Gökhan diye seslendi. Sesi hemen tanımıştım.
    -''Elfide!''.
    -Ne yapıyorsun sen?
    -Bu adam beni kaçırdı.
    -Niye kaçırsın. O sana yardım etmek istiyor. Seni tedavi etmek için geldi buraya.
    -Ne yardımından bahsediyorsun. Bu adam Sevgililer gününde telefon sapıklığı yaptı. Hatta sonra beni kaçırdılar.
    -Sevgililer günü mü? Sevgililer gününe daha on gün var.
    -Ne on günü? Hatta önce gezdik sonra da film izledik ya. Yemin ederim bunları yaptık.
    -Biz onları geçen yıl yapmıştık Gökhan.
    -Hem niye kaçtın hastaneden daha bir gün bile olmadan?
    Elfidenin söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.
    -Hastaneden mi kaçmışım? Orası hastane değildi? Bomboş bir odaydı. Çstelik ayna da senin ismin yazıyordu.
    -Doktorlar kriz geçirip oradaki diğer hastalara zarar verme ihtimalin olduğu için seni o odaya yatırmış. O yazıyı da senin yazdığını ama daha sonra geçirdiğin kriz yüzünden bunları hatırlamadığını söylüyorlar.
    -şimdi sakin ol. Tayfun seni tedavi edecek.

    Doktor iki dakika sonra elinde enjektörle döndüğünde kendimi tamamen kaybetmiştim. Uyandığımda odada yine yalnızdım. Ama ilaçlar etkisini göstermiş sakinleşmiştim. Ama hala neler olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Bu sırada oda kapısının önünde Elfideyle Tayfunun benim hakkımda ki konuşmasına şahit oldum. Duyduklarıma inanamıyordum. Tayfun benim bir şizofreni hastası olduğumu, gerçeklerle hayalleri karıştırdığımı ve hemen hastaneye kaldırılmam gerektiğini söylüyordu. Bu arada gözüm takvime takılmıştı. 4 şubat 2007. Hasta olduğuma inanmaya başlamıştım. Zaten bir şizofreni hastasının iyileşmesi önce hastalığını kabul etmesine bağlıydı. Bugün bir yıl önce yaşadıklarımı tekrar yaşamıştım.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sat Feb 10, 2007 10:49 pm Reply with quoteBack to top

    Possessed'in Hikayesi

    Son 24

    Uyandım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.

    Hatırlamaya başladım. Ben 48 saatte kurulmuş bir çetenin son üyesiydim. İki günde bir insanın hayatı bu kadar değişebilir. İki gün önce bir kafede arkadaşımla oturmuş, kasiyer kızın güzelliğini izliyordum; bugün ise vücudumda morluklar, çürükler, kurşun sıyrıkları ile bomboş bir odada kusuyorum. Ha, bomboş değil, bir ayna var, iğrenç halimi gözüme sokmak istemişler sanki. Bir de şu ‘Elfide’yi bul’ yazısı. Elfide ne be? Ya da kim? Benim kanımla mı yazılmış? Olabilir... Bu sadistlerden her şey beklenir.

    “Çhö!” Ah, çok kötü öksürdüm, kan çıktı ağzımdan. Yok ya yok bir şeyim, biraz dayak yedim o kadar. Kalk ayağa, kalk. İki günde çektiklerine değmez yerde sürünmen, ölen arkadaşların için kalk. Onlar adına devam etmeliyim yoluma, bir amaç için öldü onlar, benim yüzümden bulaştılar bu işe. Her şey iki gün önce o şirin kafede otururken başladı...

    Normal bir gündü başta, sabah ucu ucuna kalktım, apar topar fırladım evden, arabanın tamponu kaldırıma sürttüm, bir bahaneyle iş yerine girdim. Gene ayakta gezindim, milletin işine karıştım ve öğle yemeği saati geldi. Her boş vaktimizde iş yerinden ayrılıp gittiğimiz o kafeye gittik bir arkadaşla. Arkadaşım normal bir iş arkadaşı değil, gerçek dost diyebileceğim biriydi. Kendine CK diyordu, uzun ismini ben bile bilmezdim. Kısa boylu, kalıncana, güçlü bir yapısı vardı. Hep bir palto ve atkıyla gezerdi, bir iş adamı edasıyla dururdu. Kafede oturmuş, havadan sudan konuşuyorduk kahvelerimizi yudumlarken. Ben gene onu dinlerken arkasındaki kasiyer kızı izliyordum. Çok güzel bir kızdı; çok tatlı bir yüzü, ipek gibi dümdüz ve parlayan, kaşmir yumuşaklığında, gece karası upuzun saçları vardı. Ama genelde o toplamayı seçerdi, bir kere sokakta yürürken açık halini gördüm, omuzlarından bir şelale gibi dökülüyor, rüzgârda parıldayarak dalgalanıyordu. Bir tanrıça gibi parıldadı yanımdan yürüyüp geçerken, saçtığı ışık gözümü kör etti. O günden sonra başka kızı düşünemez oldum. Çalıştığı kafeye daha sık gitmeye başladım. CK de benle beraberdi, o da anlamıştı bu kızı fark ettiğimi. Kafede otururken bazen göz göze gelirdik, bir gülüşü vardı bana bakarken, dilimizde bu gülüşü anlatacak bir kelime yok. O baktığı zaman etraftaki her şey kayboluyor, bir tek o kalıyordu. CK “Git konuş,” diyordu, “bak işte kız da senden hoşlanıyor.” “Yok ya!” dedim her zaman, bir tanrıça bir ölümlüden hoşlanabilir mi?

    Ancak o gün hayatımız değişecekmiş bir kere, kader melekleri ağlarını örmüş. Kafeye birkaç takım elbiseli adam otomatik tüfeklerle saldırdılar, o güzel kasiyer kıza kurşunların isabet ettiğini gördüm ve aklım uçtu gitti başımdan. Düşünmeden fırladım, kasiyer kızı yakaladığım gibi atladım yere. En son bir patlama oldu ve kesildi bütün gürültü. Polis sirenleri duyuldu, yakındalarmış şansımıza, silah seslerine gelmişler.

    Zar zor kalktım ayağa, sendeleyerek kapıya yürüdüm. Çksürüyordum hâlâ. Elfide... Ne olabilir? Acaba gizli bir anlam mı çıkarmalıyım, El-fide olabilir mesela. El, arapçada ‘the’ gibi bir anlama sahip, fide de biliyorsunuz, körpe çiçek. Yani belli bir fideyi mi bulmam lazım? Aman! Saçmalıyorum gene, başım çok ağrıyor. Kapıyı sertçe yokladım ve açıldı, kilitli değilmiş. Yalnız hızlıca kapıyı açınca kapının ardında duran birine sertçe vurmuş oldum. Adamın tam yüzünde patladı kapının kenarı, adam yere yığıldı kaldı. Bir de baktım, savaştığımız mafyanın adamlarından biri. Tabii ya, beni tutsak almışlar. En son beni konuşturmaya çalışıyorlardı. Sinirlerini benden çıkarırcasına tekme tokat vuruyorlardı bana. “Kimsiniz siz?” diye bağırıyorlar, benden ses çıkmayınca vurmaya devam ediyorlardı. Neden konuşayım bu katillerle. Bilgi almak için CK’ye silahı doğrulttular, “Konuş!” diye bağırdılar. Benden ses çıkmayınca CK’ye bir el ateş ettiler. Bu olay yedi kere tekrarlandı. CK de ne sağlam adamdı, gözleriyle konuşma diyordu bana. Oradaki sekiz silahlı adamın başı olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya başladı. “Kimsiniz? Bir günde ortaya çıktınız, mayfamızın içindeki üç çeteyi yok ettiniz, birçok adamımı hakladınız. En iyi elemanlarım sizin namlunuzdan çıkan kurşunlarla can verdi. Anlamıyorum, nerden çıktınız, bize bulaşmanızın sebebi ne?” Ağır adımlarla geldi üzerime. “Aslında yedi kişiydiniz, bir kadın altı adam. İlk adamınız Kafe Karrera’da öldü. Nasıl bir baskın yaptınız öyle?!” Slimfy’den bahsediyordu. İlkokuldan beri arkadaşımdı. Çok severdim kendisini, her işten paçasını kurtarmayı bilirdi. Ancak ilk düşenimiz o oldu. Kafeye girdiğimizde silahları çektik ve gördüğümüze sıktık. Biliyorduk herkesin mafya adamı olduğunu. Onlarca adama karşı dört kişiydik. Slimfy’nin elinde otomatik tüfek vardı, mantıklı olan da ilk onu vurmaktı onlara göre. Lider olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya devam ediyordu. “Baskını yaptıktan sonra kaçarken de çetenizdeki tek kadın öldü.” O kadın Jourlune’du. Çok sevimli bir kızdı, hepimiz çok severdik. Çlümü nefretimizi arttırdı, sinirimizi kontrol edemeyip hedefimizden taşarak başka bir mekânı daha bastık. Biz o mekânı basarken kiraladığımız ve istihbarat olarak kullandığımız minibüsü ele geçirdiler. İçinde Basione ile EmekliBaşÇavuş’u öldürdüler. Nasıl öldüklerini bilmiyorum, biz geldiğimizde iki arkadaşım da yerde kanlar içinde yanan minibüsümüzün yanında yatıyordu. Basione süper bir hackerdı, onun sayesinde bütün bilgileri öğrenmiştik. Hangi mekânlar mafyanın, önemli kişiler kimler ve neredeler gibi bilgiler artık elimizde yoktu. Bir günde dört arkadaşımı kaybettim ve hepsi de benim yüzümden öldüler. Artık sadece ben, CK ve Bedo kalmıştık. Bedo mafyayı çökertmemize yardımcı olması için tuttuğumuz bir tetikçiydi. İşinin en iyisiydi, elinde Nazi Almanyası’nın bir numaralı tüfeği Kar98k’nin bir uyarlaması vardı. Nasıl da ustaca kullanıyordu! Hayrandım kendisine, sadece tüfekle bizden çok adam vurdu. Ama biz yakalanırken o öldü. Bizden bilgi almaya çalışıyorlardı döve döve. O bastıkları kafede çalışan kızı korumak için onları çökertmeye çalıştığımızı kırk yıl düşünseler bilemezlerdi. Ne sabıkamız vardı ne de başka bir olaya karışmışlığımız. Hayatımızda sadece bilgisayar oyunlarda elimize silah alıp adam öldürmüş insanlardık.

    En son CK’nin başına dayadılar silahı, son kez soru sordular bana, gene yanıt alamayınca tetiği çektiler. Alnından kanlar boşalarak yere yığılırken her zamanki gibi göz kırptı bana. şimdi de CK’nin başına sıkan adam burnu kırık bir halde önümde yatıyordu. Ceplerini karıştırıp silahını aradım. Bir desert eagle çıktı, CK’nin kanları namlunun ucunda. Yedi kurşunlu sağlam bir silahtır. şarjör de bir eksik sadece, altı kurşun. Burdan çıkmama yetsin de...

    Tam önümdeki kapıyı açacaktım ki, içimde acı veren bir duygu baş gösterdi. Bu iğrenç duygu tüm bedenimi sardığında dayanamadım ve arkamı dönerek yerde yatan katilin kafasına bir el ateş ettim. Kafatasının kırılarak beyninin etrafa fışkırması bana zevk vermedi; ama arkadaşımın intikamını almış oldum. Ne yaptığım hoşuma gitti ne de mutlu oldum, intikam işte. Yıllardır dostu olan insanların sırayla ölümlerini izlemek insanı böyle donuklaştırıyor belki de. Silah sesine birilerinin geleceğini düşünerek olduğum yerde bekledim. Çok beklemeden karşımdaki kapının kolu oynadı. Kapı aralanırken kapının ortasına ateşledim elimdekini. Kurşun tahta kapıyı delerek bir ete saplandı. Acı bir çığlık ve yere yığılma sesi. Kapıyı açtığımda karnını tutarak yerde debelenen takım elbiseli bir başka mafya elemanı gördüm. Elindeki silah düşmüş, biraz ileride yatıyordu. Adam bağırırken yerden silahını aldım, bir berettaydı. Bu berettayı kanlar içindeki çaresiz adamın kafasına dayadım, konuşmasını söyledim. Bana aşağıda bir sürü adam olduğunu, arkayı kullanmamı söyledi ve canını bağışlamam için bir sürü dil döktü. Tetiği çekip susturdum adamı, bu kadar da yalan konuşulmaz. Başından fışkıran kanlarla sulanan tabancayı artık ölmüş olan adamın ceketine sildim. Aşağıda birileri olsaydı çoktan gelmişlerdi ve tahminimce arka çıkış onun tarif ettiği yer değil burasıydı. İlk vurduğum adamın gömleğiyle ceketini giydim, benim üst kısmım yoktu, sadece kanlı pantolonum ile tozlanmış botlarım duruyordu üzerimde. Giyindikten sonra koşarak devam ettim ve yangın merdivenlerine vardım. Atlaya atlaya indim basamakları, arka ve tenha bir sokağa çıktım. Etrafa çöplerin saçıldığı dar bir sokaktı burası. Trafiğin sesi duyuluyordu, sesi takip ettim. Bu arada elimde neler olduğunu düşünüyordum. Açıkçası hiçbir şey... Tüm çete elemanlarım ölmüş, elimdeki tüm bilgiler uçup gitmişti. Başladığım yere dönmüştüm, ‘Elfide’yi bul’ yazısını bilmem dışında. Neydi veya kimdi? Hafızamı zorluyorum; ancak en ufak bir şey gelmiyor aklıma. Yalnız mantıklı düşünürsem eğer, o Elfide yazısını kim yazdı? O odada tutsaktım ben, neden bana ipucu vermek istesinler? Kapıyı da açık bırakmışlar, kaçayım ve Elfide’yi bulayım diye mi? Kesin tuzak kesin; ama bu kadar da bariz bir tuzak olur mu? Tabii, biliyorlar elimde hiçbir şey kalmadı, en ufak ayrıntıyı bile değerlendirmek zorundayım. Tek çarem bu tuzağa bilerek düşmek. Bu düşünceler kafamı esir almışken yola vardım. İlk gördüğüm taksiyi durdurdum, Karanlık Yüz’e gideceğimi söyledim. Yaşadığım şehir iki kısımdan oluşuyordu : Normal hayatın sürdüğü Gümüş Alan ve kanunsuzların hüküm sürdüğü Karanlık Yüz. Biyolojik savaşın ardından şehrin tahrip olan varoş mahalleleri kanundan kaçanlar ve genetiği oynanmış insanlarla doldu. Biyolojik bombalar nedeniyle bu mahalleler siyah bir bulut tabakasıyla kaplıdır, her zaman gece hakimdir buralara. Savaşın ardından ayakta kalan ülkeler ‘Birleşik Devletler’ örgütünü kurdular ve korunma paktı imzaladılar; ancak biyolojik savaşın etkilerine mağruz kalan topraklar ölü alanlar sayıldı ve genetik bozukluklara sahip insanlar (ki kendilerine mutant diyorlar, yeni bir insan soyu ilan ettiler kendilerini) buralara yerleştiler. Kimse onlara yerleşmelerini de söylememiştir, kendileri oralara koloni kurdular. Bu koloniler vahşi batı gibiydi, kanun yoktu. Bu nedenle çoğu mafya ve kanunsuz buralara birikti. Böyle gelişmeler yüzünden kişisel hayat zedelendi. Bilgisayar üzerinden işlenen suçlardan dolayı çoğu insan kendi ismini kullanamaz oldu, artık herkesin bir takma adı var. Kimse kimsenin gerçek ismini bilmez. Gerçek isim, aile ve yakın çevre içinde kullanılırsa kullanılır, normal hayatta güvenlik için kullanılmaz. şimdi ben de bu mahallelere gidiyorum, Elfide’yi orada arayacağım. Taksi trafikte ağır ağır ilerlerken şoföre döndüm ve Elfide’yi sordum.

    “Elfide?” dedi dikiz aynasından yara bantlarıyla dolu yüzüme bakarken. “Karanlık Yüz’deki en büyük barlardan biridir ora. Bir mafya veya mutant kolonisinin işletmesi sanırsam. Oraya mı gidecez?” şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Büyük ihtimal neden yüzümde bu kadar yara bantı olduğunu düşünüyordu. Mafyanın adamları kafeyi bastıkları sırada kasiyer kızın üstüne yatmıştım ya, bütün fırlayan cam parçaları bana geldi. En çok yara yüzümdeydi; çünkü hemen önümde cam vitrin patladı. Hastanede ayakta tedavi oldum, hepsi geçici yaraydı, yara bantlarıyla idare edecektim. Taksici gözlerini yola çevirdi. “Ben gitmem oraya.” Belimdeki silahlardan birini çekip dikiz aynasına gösterdim. Çfleyerek “Peki abi...” dedi kısık bir sesle. Yaklaşık yarım saat sonra vardık bara. Taksiden tek bir kelime etmeden indim. Taksici de hiç parasını istemeden bastı gitti, o derece korkulan bir mekân mı ha burası? Hiç de duymamıştım burayı. Berettanın şarjöre baktım, on dört kurşun vardı. Desert eagle’da da dört kurşun. Toplam on sekiz kurşun. Mekânın büyüklüğüne bakılırsa ve bunun bir tuzak olduğu varsayılırsa içeride en az elli adam vardı. Ben ise maksimum on sekizini haklayabilirdim. Battı balık yan gider arkadaş; polis her yerde beni arıyor, mafya zaten en başından beri peşimde. Bir tetikçi benim korumaya çalıştığım kasiyer kızı vuracak ve vurma emrini verecek kişi büyük ihtimal şu an bu barda. En azından onla konuşma fırsatı yakalarım belki.

    İçeri normal bir müşteri gibi girdim, salonun en ucundaki bar sandalyelerinin oraya kadar yürüdüm. Hiçbir hareket yoktu, gerçi pek öyle mafya kılıklı adam da yoktu. Barmene mekânın sahibini sordum, ne işim olduğunu sordu. O sırada iki takım elbiseli adam kollarımdan tuttu. İşte hareket başlıyor. Barmene bir meselemin olduğunu söyledim. Çzerimi aramaya kalktıklarında kollarımı bırakmalarını fırsat bilerek sağımda duranın burnuna sertçe bir yumruk attım, önümdekinin göğsüne avuç içimle vurdum. Burnuna vurduğum acıyla yere düştü, göğsüne vurduğumun nefesi kesildi. Belimdekileri çekerek birer el sıktım üzerlerine. Berettadan çıkan kurşun burnu kanayanın göğsünü deldi. Desert eagle ise diğer adamın boğazını delip geçti. İkisi de kan kusarak ayaklarımın önüne yığıldılar. Silah sesini duyan diğer mafya adamları silahlarını çekerek loş ışıkta bana ateş açmaya başladılar. Hemen barmenin durduğu bölüme atladım. Kurşunlar raflardaki şişeleri vuruyor, üzerime cam kırıklarıyla içkiler yağıyordu. O sırada barmenin tabanca çektiğini gördüm, hemen berettayı ona çevirip iki kere tetiği çektim. İlk kurşun omzuna isabet etti, köprücük kemiğini kırdı, biraz rotasından saparak omzunun arkasından çıktı. Acıyla omzunu tuttu barmen, elindeki silahı düşürdü. İkinci kurşun gözüne girdi Gözü parçalandı ve kanlarla göz çukurundan aktı gitti. Barmenin düşürdüğü silahı aldım, barın ardında saklanarak ilerlemeye devam ettim. O sırada barın tepesine çıkan bir mafya elemanına da desert eagle ile cevap verdim. Kurşun boynundaki şah damarını dağıttı, su fıskiyesi gibi kan püskürterek yere yuvarlandı adam. Ben o adamı vurduğum sırada barın ucunda başka bir adam belirdi. Tetiği çekmeye başladı, kurşunlardan biri omzumu sıyırdı, diğeri sağ kolumu vurdu. Ben de sol elimdeki berettayı ateşledim. İlk kurşunum sağ kulağından vınlayarak geçti arka duvarı vurdu, ikincisi çenesine girdi. Çeneyi kırıp geçen kurşun beyinciğine saplanıp kaldı. Bilinçsizce debelerek öldü adam. Cesedin hemen dibine atıldım, patronun ofisine gittiğini düşündüğüm kapıya artık çok yakındım. Bir anda o kapı açıldı ve silahlı bir adam çıktı. Düşünmeden iki silahla da ateş açtım adamın üstüne. Toplamda dört el ateş ettim, desert eagle’ın son kurşunu ölümünü getirdi adamın. Desert eagle’ı fırlatıp attım, barmenden aldığım ve ne olduğunu bilmediğim tabancayı çektim. Loş ışıktan dolayı nerden geldiğini bilmediğim kurşunlara karşılık olarak iki silahımı da ateşleyek koştum kapıya. İçeri girerken bir kurşun baldırıma girdi ve yuvarlanarak düştüm içeri koridora. Tüm acılarımı unutmaya çalışarak ayağa kalktım, ölen arkadaşlarım ve o kasiyer kız adına devam etmeliydim. Bir anda salondan patlama sesleri geldi, iki el bombası patladı sanki. Hiç geri dönmeye niyetim yoktu, bir daha ölümün taze beden aradığı o salona dönmem. Sendeleyerek gittikçe karanlıklaşan koridorda ilerlemeye başladım. Bir patlama daha oldu salondan, ayrıca ağır çatışma sesleri geliyordu. Ne olduğunu da merak ettim. Sağ kolum da gittikçe kötüleşiyor, bacağımın durumu da hiç iç açıcı değil.

    “Dur!” diye bir ses duyuldu karanlık koridorun ucundan. Ağır ağır yaklaşan ayak sesleri duyulmaya başlandı. Karanlığın içinde bir metal parlaması göründü, ardından da ayak seslerinin sahibi loş ışıkta belirdi. Yüzünün yarısı metal kaplı, siyah pardösülü bir adam, belki de mutant. Bu garip adam konuşmaya başladı.

    “En sonunda vardın buraya. Bunu başarabilen tek kişisin. Bunu nasıl başardığını anlayamadım ve anlatsan da anlayamayacağım. Seni takdir ediyorum. Ancak bunu yaptığın için seni öldürmek zorundayım. Bunca zorluğa bir amaç için katlanılır anca. Bu amacını yerine getireceğim, söyle. Bunca adamımı neden katlettin, bunca mekânımı niye harabeye çevirdin? Ve öleceğini bile bile ne diye beni görmeye çalıştın?” Gözleri şapkasının gölgesinde olduğu için adam konuşurken gözlerim onun ağzına bakıyordu. Ne büyük bir ağzı vardı, içindeki dişleri vampir dişi gibi uzun ve metaldendi. Dudakları da yoktu, sesi tok ve derinden geliyordu.

    Berettamla barmenden aldığım silahı adama doğrultarak tetikleri ardı ardına çekmeye başladım. Kurşunların hepsi hedeflerini buldu; ama bir gariplik vardı. Ben ateşi kesince adamın kanının aktığı vücudundaki kurşun deliklerinden kurşunlar teker teker dışarı çıktı ve yere döküldü. Bir anda koridor adamın korkunç kahkahalarıyla titredi. Parlayan dişlerini göstererek baktı bana. “Ben ölümsüzüm!” dedi yüksek sesle. “Biyolojik savaş sırasında vücudumda büyük ve onarılamayan yaralar açıldı; ama bir yerden eksilirse bir yerden artar. Bu dengeyi unutma. O yaraları hayatımın sonuna kadar örtmek zorundayım, buna karşılık ecel dışında korkmam gereken bir düşmanım kalmadı.” Pardösüsünün ardından yüzündeki metal gibi parlayan bir silah çıkardı. Namlusu bana bakıyordu. Tarifi mümkün olmayan bir korku ele geçirdi bedenimi ve son kurşunlarımı da boşalttım mutantın üstüne. Kurşun bitmişti ama ben hâlâ tetiklere basıyordum. ‘Çıt çıt çıt’ diye ses çıkarıyordu silahlar. “Bir mucize!” diyordum içimden. “Tanrım! Bir mucize istiyorum!” Bir anda dizlerimin bağı çözüldü ve dizlerimin üstüne düştüm. Gözlerim yaşlarla doldu. Titrek bir sesle “Di-dileğim, öldürülecek o-lan kasiyer kız-ın canını ba-bağışlamandır...” diyebildim sadece, tekleyerek. “Tamam, o ölmeyecek. Senin canına, onun canı.” dedi. “İşte sana bahsettiğim denge.” O anda BarBar’ın sesini duydum. BarBar, Cuma akşamları CK ile gittiğimiz barda çalışan bir barmendi. Her cuma bar kısmına oturur onla dertleşirdik, iyi bir dinleyiciydi. Bizi bu işe teşvik eden ve bize silah bulan kişiydi aynı zamanda. Arkama döndüğümde tabancasını metal yüzlü adama doğrultmuş, hızlı adımlarla yaklaşıyordu.

    “Tetiği çekme dedim sana!” dedi sertçe. “Bana çektirdiklerinin hesabını soracağım.”
    “Ne hesabı?” diye sordu mutant alaycı bir sesle. “Seni ben buldum, sana Gümüş Alan’da sorunsuz bir barda iş verdim. Besledim, korudum. Teşekkür etmeye geldin herhalde.”
    “Benim umutlarımı söndürüp bu şehire sabitleyebilmek için kız arkadaşımı öldürdün!” diye bağırdı BarBar, onu hiç böyle sinirli görmemiştim. Açıkçası onu hiç sinirli görmemiştim. Metal yüzlünün surat ifadesi değişti. Düşünceli bir sesle “Demek köstebek sendin.” dedi. “Bu adam bu sayede gelebildi önüme kadar. Başından beri sen ona yol gösterdin.” şimdi her şeyi anladım! Başından beri bana yardım ediyordu BarBar. Aynaya Elfide yazan, kapıyı açık bırakan, korumaları azaltan oydu hep. Metal yüzlü bana döndü.

    “Bak, seni kullanmış. Zayıf halka!” dedi bana ve silahının namlusunu başıma çevirdi.

    “Gümüş!” diye bağırdı BarBar, metal yüzlü bir adım geriledi. “Gümüş kurşun var içinde!” dedi ve tetiği çekti. Fırlayan mermi göğsünün tam ortasına girdi. O anda geri düştü mutant. Demek ki mutantın zayıf noktası gümüşmüş! BarBar koşarak yanıma geldi, yere çömeldi. Elini omzuma atarak “Sevdiğin için yapabileceğin ne varsa yapmanı istedim ben sadece. Ben sevdiğimi kurtaramadım, sen kurtar.” dedi gülümseyerek. Ben de gülümsedim, “Sana bir şey itiraf etmeliyim, o kasiyer kızı...” derken bir silah patladı, BarBar’ın göğsü kanla doldu. Korkuyla kafamı mutanta çevirdiğimde onu ayakta gördüm.

    “Zayıf bir noktam olduğunu bilmeniz başka zayıf noktamın olup olmadığını araştırmanızı engelledi. İyi ki gümüş olayını uydurmuşum, çok mu zekiyim ne!” dedi koridoru titreten şeytani kahkahalar atarken. Bir kez daha silahı patladı ve namludan bir kurşun fırladı. Ossaat geri fırladım ben de kurşunun etkisiyle. Ama zorlanarak BarBar’ın yanına süründüm, o da bana döndü. “O kasiyer kızı seviyordun değil mi?” dedi gene sırıtarak. “Çok mu belli oluyor?” dedim ben de. “Hıh” diye bir gülümseme attı karşılık olarak. Son sözleri “Bu arada alnın kanıyor.” oldu ve başı geri düştü. Alnım mı kanıyor? Evet?! Akan kan gözlerime dolmaya başladı, noluyor? Vücudum titremeye başladı, ölümün soğuk nefesi ensemdeydi. “Hayır!” diye bağırmak istedim, böyle bitemez. Kazanıyordum, çok az kalmıştı. Ama sesim gitmişti, çenem kilitlenmiş, dilim düğümlenmişti. Tüm arkadaşlarım bir hiç için mi ölecekti? Olamaz, olamaz. O kasiyer kıza onu sevdiğimi söyleyemeden ölemem, kalk ayağa kalk, o kız içi... o kız? Kim o? Bu acı da ne? Ben nerdeyim, noluyor? Başım çok ağrıyor. Gözlerim kararıyor, etraf dönüyor. Kulaklarım uğulduyor, bu gürültü de ne? Kör oldum! Uğultu var sadece, o da azalıyor ve bitti?! Körüm ve sağırım, ben kimim? Neden böyle bir acı çeki... Ah! Uyandım! Görüyorum, duyuyorum. Demin noldu bana? Ne korkunç acıydı, üstüne bir de hafızamı kaybettim. Neyse her şey normale döndü, bu mutant beni öldürmeden kaçmalıyım. Bir saniye, yerde yatan ben miyim?! Evet?!

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sun Feb 11, 2007 6:21 am Reply with quoteBack to top

    Batı'dan Yorumlar


    Gorath için...


    Akıcı bir anlatım, kısa ve öz, anlatmaya çalıştığı şeyi farklı olmasada güzel bir şekilde dile
    getirmiş. Etkileyici bir son, ama süpriz edici değil. Noktalama işaretleri ve anlatım
    bozuklukları fazla göze çarpmıyor. Benzetmeler olduğu kadarıyla çok hoş. Yazım da
    yer yer bazı kusurlar var, bunlara değinelim.

    "...ve kapı açılıp içeriye beyazlar içerisinde ki o iki adam girinceye kadar da karanlık,
    dar odada oraya buraya bakınıp durdum.

    Odanın kapısı açılıp beyazlar içinde ki iki adam içeriye girdiğinde..."

    "...Nedense adamlardan sadece birisi gözümün önündeydi. Diğerine bakamıyordum
    bile. Sanki gözlerim adamlardan birisinin, önde olanın üzerine kilitlenmiş gibiydi...."

    "...Kapkara saçları, yine kapkara saçları kadar kara gözleri olan..."

    Pek bir açıklamaya gerek yok sanırım. Biraz dikkatsiz davranılmış ve gereksiz
    tekrarlara yer verilmiş.

    Hikayenin konusu çok özgün, sapkın birisinin hikayesi anlatılıyor bir yanda.
    Bir ismin peşinden gidecek, ölümü arzulayabilecek kadar sapkın. Sonu ise
    bir o kadar etkileyici. Çok güzel bir çalışma Gorath, ellerine sağlık. Tebrik ederim...


    frontsideair için...

    Frontsideair. İlk okunuşta kulağa hoş gelen 1. hikayeni didikleyip durdum. Çünkü açıkçası
    anlamadığım hikayelerden biri bu. Belki bu birazda benim anlayış kıtlığımdan ileri geliyordur
    lakin, bunu böyle değerlendirmek zorundayım ve bir hikaye yazarı olarak senin de, biraz
    daha anlaşılır yazman gerekirdi diye düşünüyorum.

    Bir kere şunu söylemem gerekir ki verdiğim başlığa hiç sadık kalmamışsın. Orada
    öylece duruyor. Hikayenin bir parçası değilmiş, hiç alakası yokmuş gibi. Hiç bir şey
    hatırlamıyordum ? ücudumda bazı morluklar vardı ? Aynadaki görüntüm midemdekilerin
    tamamını boşaltmama neden oldu ? Bu öğelere hikayenin herhangi bir yerinde
    rastlamak mümkün değil. İlk önce hikayenin sonuna mı getirmek lazım acaba diye
    düşündüm ama o zamanda mantıklı gelmedi açıkçası.

    İkinci olarak hikayen niç bir şeyi açıklamıyor. Sanki herşeyi anlamayı okura bırakmış
    gibi. Her ne kadar bu, bazen iyi olabiliyor olsa da senin hikayenin içinden çıkamadım
    dostum. Tek anlayabildiğim kahramanımızın günlük işlerini yaparken bir mektupla
    karşılaşması, bu mektubun onu yönlendirmesi sonucu eski bir cadının binasına gitmesi
    ve sonrasında herşeyin kayıp gitmesi...

    Tarzın, benzetmelerin güzel ama hikaye kopuk olunca... bilemiyorum, belki diğer jüriler
    farklı düşüneceklerdir.

    2.hikayenin de 1.den pek farkı yok. Bunlar kısa hikayeler olabilir pekala ama daha az
    anlatımla çok daha şeyi açık edebilirdin. Yinede söylediğim gibi, daha çok düşündürücü
    birşeyler yazsan, bu güzel yazım tarzınla da birleşip ortaya çok daha güzel şeyler
    çıkarabilirdin. Ellerine sağlık, tebrik ederim.

    Khufu için...

    Bir jüri üyesi olarak ben tüm hikayeleri başından sonuna kadar defalarca okudum.
    Khufunun hikayesi gerçekten çok hoşuma gitti. Gerek bitirişiyle gerek yer yer
    değindiği güzel benzetmeler ve çarpıcı cümleleriyle. Ama çok beğendiğim bir hikaye
    olduğu kadar okumaktan da zorlandım. şimdi sen karşıma çıkıp ta, "Ben bilerek öyle
    yazdım, zor olsun." diyebilirsin. Ama bu, o çeşit birşey değil ne yazık ki. Akıcılıktan
    yoksun bir hikaye olmuş ve eğer hikayeleri okumak zorunda olmasaydım, bir kaç
    paragraf atlayabilirdim hikayeni okurken...

    Ve üzüldüğüm kısım ise öyle birkaç paragraf atlandığında kaybedecek bir şey
    olmamasıdır. Umarım anlatabilmişimdir. Çok fazla gereksiz tekrarda bulunmuşsun.
    Yalnız daha öncede söylediğim gibi hikayeni bitirişinle ve okuru düşünmeye iten
    güzel sözlerinle çok beğendim. Hatta bir iki tanesine değinmek istiyorum.

    "Ben kendini tanımak için etrafında yarattığı dünyayı yok edenim. "

    "Zihnimin bana doğrulttuğu tüm silahlara boyun eğenim ben. "

    Bunların dışında, başlığa sadık kalmış olman sevindirici. Ellerine sağlık, tebrik ederim.

    SacoKhan için...

    Sevgili Sacit. Gece saat 4 sularında bana hikayeni ilk yolladığında ve ben onu
    okuduğumda sana çaktırmasam da çok beğenmiştim. Fikir çok orjinal gelmişti
    ve bu fikri işleyiş biçimin de bambaşkaydı yane o kadar diyim. Ama sonra hikayen
    hakkında biraz düşününce - ki hikayen düşünmeye itiyor insanı - eksik noktaları
    olduğunu da fark ettim. Bunlara değinmek gerekirse...

    1 - Hikayenin orjinal dediğim kısmı, eternal sunshine of the spotless mind filmine
    üzgünüm ki çok benziyor. Ordada bir adam, bir kızı unutmak için hafızasını sildiriyordu.

    2 - Adamın yaptığı hareketler ve davranışları bana çok mantıksız geldi. O kadar emek
    harcatıp kendi hafızasını - kızla ilgili olan kısmını - tamamen sildiriyor ve sonrasında da
    kendisine bir mektup yazıyor. Kararından emin olmak için sanırım. Veya korkuyor,
    burası tartışılır ama bir kız için kendisini öldürecek durumdaysa ve bunu bir mektubu
    görüp ona inanarak yapıyorsa... Bilmiyorum, başta o mektup hiç yazılmaz, hafızasını
    hiç sildirmez, yani bu hikayede bambaşka olurdu diye düşünüyorum.

    Yinede okunduğunda verdiği o güzel taddan hiç bahsetmiyorum. Eksiklikleriyle beraber
    değerlendirildiğinde bile çok güzel bir yazı olmuş dost. 1. maddeyle ilgili olarak; sen
    yazarken filmden esinlenmemiş olabilirsin ama bu, filme benziyor olduğu gerçeğini
    değiştirmez. Anlayışla karşılayacağını düşünüyorum. Ellerine sağlık, teşekkür ederim.


    ----------------------------------------------------


    Arkadaşlar başlık yorumlara açıktır, herkes istediğini yazabilir. Çyelerin düşünceleri,
    puanlama ve seçimde ufak ta olsa bir rol oynayacaktır. Lütfen tarafsız ve sadece
    öykülere yönelik yorumlar yapınız. Geriye kalan hikayeleri akşama doğru yorumlarım artık,
    yoruldum biraz uyumalıyım. (: Hepinize sevgiler, saygılar...

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sun Feb 11, 2007 12:41 pm Reply with quoteBack to top

    Batı'dan Yorumlar -


    Madem kimse yorum yapmıyor, ben devam ediyim en iyisi yorumlarıma...

    Nocturna için


    Çncelikle söylemem gerekir ki hikayeniz 1500 kelime barajını aşmış bulunmaktadır. Bu
    sebeple az da olsa verilen puanlardan kırılacaktır. Her neyse geçelim bu önemsiz detayı.
    Hikayen çok eksiksiz ve güzel olmuş gibiydi başta. İlk okuduğumda da söylemiştim sana
    bunu. Böyle hikayeler olsa sabaha kadar okurum. Ancak her hikayede olduğu gibi senin
    hikayeni de didikleyince ortaya çok ciddi bir sorun çıktı.

    *** Sanki hikayen başka bir hikayeymişte sadece yarışmaya uysun diye başına o
    başlangıcı eklemişsin gibi gözüküyor. Hani nerde ayna? Neden midesi bulanıyor,
    vücudundaki morluklar niye? Görüntüsünü görünce neden kusuyor? Bomboş bir
    odada işi ne? Hiçbirinin cevabı yok dostum. Bu çok ciddi bir eksiklik. Çzellikle konsepte
    uymadığı için. Keşke bu sorunun üstesinden gelmiş olsaydın.

    Her şeye rağmen anlatım tarzın ve hikayenin akıcılığı nedeniyle hoşuma gitti. Diğer jüri
    üyeleri neler söyler bilmiyorum ama bakıcaz... Ellerine sağlık, teşekkür ederim.


    -zaman- için...

    Diğer pek çok hikayede olanın aksine, başlangıç - hikaye bütünlüğünü güzel korumuşsun
    dostum zaman. İlginç bir hikaye basit bir dille anlatılmış. Kısa ama öz değil gibi sanki.
    Çünkü anlatılmak istenen hemen anlaşılmıyor. Senin hikayen hakkında yorum yapabilmek
    için bile epey uğraştım. Bir barbarın hislerini aslında çok güzel aktarmışsın ama daha iyi
    olabilirdi. Hikayede gördüğüm mantık hatası ise Karmaşanın Büyücüsünün bu 'Cücepayı'
    ile neden münakaşa ettiği, tüm planlarını açıkladıktan sonrada neden kendi yoluna
    gittiğidir. Yani o kadar anlattı anlattı sandım ki sonunda bir şey isteyecek gel katıl bana
    diyecek veya başka birşey.

    Ve seçilmiş dostumuzun neden seçilmiş olduğuyla ilgili de bir bilgi yok. Elfide'nin tüm bu
    olaylar çerçevesinde rolü zayıf kalmış. Yanlış anlama hikayenin kötü yönlerini söylüyorum
    (eksik gördüğüm yönleri desem daha iyi) ama bunun sbebi sürekli övücü şeyler
    söylememek ve biraz da zayıf kısımlarını sana anlatabilmek için. Yoksa genel olarak
    çok tatlı bir hikaye olmuş. Ellerine sağlık. Teşekkür ederim.

    _________________
    Been there. Seen that. Got the scars.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Oren_Dautry
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Sep 23, 2003
    Posts: 2577

    PostPosted: Sun Feb 11, 2007 5:13 pm Reply with quoteBack to top

    Gorath için...

    Hikaye gelişimi diğerlerine nazaran daha orjinal ve sıradışı ancak akış içinde bazı kopukluklar mevcut ve sonuç kısmından önceki okuyucuyu germesi ya da heyecanlandırması gereken düğüm noktasının ve ardından gelen çözülümden yoksun olduğunu düşünüyorum. Ellerine sağlık Gorath

    Frontsideair için...

    Gerçekten o başlagıcı oraya ayıp olmasın diye koymuşsun gibi duruyor bu da baştan okuyucunun bütün dikkatini dağıtıyor. konu oldukça dağınık ve anlaşılmaz kanımca yazarken daha açık olunmalı. Ellerine sağlık Frontsideair.

    devamı gelecek Smile

    _________________
    Bugün için yaÅ?a , yarın için hayatta kal..
    Back to top View user's profileSend private messageMSN Messenger
    Efla
    Site Admin
    Site Admin





    Joined: Apr 10, 2004
    Posts: 3916
    Location: Ankara

    PostPosted: Sun Feb 11, 2007 8:26 pm Reply with quoteBack to top

    Çok uzun yorum yazmıycam arkadaşlar okudum değerlendirdim. Edebi analiz çok fazla yapamam genelde bir bütün oalrk değerlendiriyorum izlenimlerimi de aktarayım:

    Gorath:
    Konuyu bağlayış biçimi ve sonlandırılışı epey hoşuma gitti. Belirtildiği gibi son süpriz değil ama herzaman süpriz sonlar olmak zorunda değil. Bazı ifadelerin biraz daha iyi tasarlanması iyi olabilirdi sanırım.

    frontsideair:
    Anlatış tarzı ve ifadeler, benzetmeler hoşuma gitti. Hikayeyi bağlayış biçimi de güzel. Verilen başlancıca biraz daha uygun olabilirdi belki de.

    khufu:
    İfadeler ne kadar etkileyici olmuşsa bir o kadar da karmaşık olmuş. Bir olay hikayesinden çok durum hikayesi olmuş. Tabii böyle bir kısıtlama yoktu... Açıkcası okumak çok kolay oldu diyemem. Neticede başatılı bulduğumu belirteyim. Verilen başlangıçtan yola çıkılarak bir olay ya da şaşırtıcı noktalar ele alınsa daha hoş olabilirdi.

    sacokhan:
    Yine bağarılı bir şekilde bağlamış arkadaşlardan birtanesi. Bir kişinin kendine mektup yazması gerçekten orjinal bir fikir. Tabi herşeyi birdenbire nasıl hatırlayabildiği benim aklımda soru işareti olarak kaldı ama madem hipnoz yapıldı telkin bu şekilde olabilir pekala.. İnsan merağının bazen hayatının önüne geçtiğini göstermiş.

    Nocturna:
    Günümüz dünyasıyla geçmeyen 2 hikayeden biri. Aslında bu başlangıç için cesaret isteyen birşey bunu yapmak.Başlıbaşına hoş bir hikaye ve ilginç olaylar geçtiğini söylemek isterim. Fakat verilen başlangıçtan devam ettiğini pek söyleyemem. Yarışmanın temel unsuruda bu olduğu için değerlendirmede olumsuz etkileniyor. Fakat kendi başına özgün ve başarılı bir hikae olduğu açık.

    -zaman- :
    tamamiyle fantastik bir hikaye yazmak öneden söylediğim gibi bu yarışma için biraz cesaret gerektiriyordu. -zaman- da buna cesaret ederek bir barbarın hikayesini yazmış. Anlatımlar diğerlerine nazaran daha yalın fakat bir barbarın düşüncelerini anlattığı için bu normal karşılanabiliyor. Bunların dışında büyücünün davranışları pek de bir büyücüye yakışır cinsten değil. Uzun süre konuşması ve egosunu tatmin etmesi ve barbarın hazırlanmasına izin vermesi filmlerdeki kötü adam davranışlarına benziyor. Çldürülmesi de çok kolay olmuş. Hikayenin düz yazı dışında ufak nazımlarla desteklenmesi de hoş olmuş. başlangıç kısmını iyi kullanan hikayelerden biri.

    asiork:
    Sürükleyici bir hikaye olmuş. Çnce birtakım soruişaretleri bırakarak sonradan çözülmesi hoş. şizofrenlik hoş bir öğre olmuş. şaşırtıcı bir son olduğunu söyleyebilirim. Fakat bence verilen başlangıç daha iyi kullanılabilirdi.

    possessed:
    Sitemizin çizerinden yazılı olarak da başarılı bir eser gelmiş. Genel oalrak bir Sincity havası sezdim hikayede. Bazı noktalarda hikayeyi "sohbet" tarzından uzaklaştırmak ve değişik betimlemelere yer vermek daha etkileyici olabilirdi. Bir de hikayenin başkahramanı kişi anladığım kadarıyla kısa sürede filmlerdekini aratmayacak yetenekler kazanmış. En sonunda karşılaştıkalrı akrakter de hoş olmuş. Aslında diğerlerinden epeyce uzun ama sanırım bu sınır koyulmadan yolladığın için bundan muaf tutuyoruz.

    Arkadaşlar hikayelerin hepsini ayrı zevkle okudum yorumlarım bu şekilde anladığınız üzere Verilen başlangıca bağlılık ve orjinal bir senaryo yazılması üzerinde epey durdum. Hepinizi teker teker tebrik ediyorum ve bir başka yarışmada görüşmek üzere diyorum[/b]

    _________________
    Chaos is the law of nature,
    Order is the dream of man.
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's website
    SacoKhan
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 10, 2005
    Posts: 2585
    Location: YalnızlıÄ?ın hüküm sürdüÄ?ü yerden

    PostPosted: Mon Feb 12, 2007 10:29 am Reply with quoteBack to top

    Ben genel hatlar bakımından zaman ve asiork'unkini beğendim. Ayrıntılı yazamıyorum kusuruma bakmayın çünkü kafam çok dolu. Gorath'ın ki de gayet iyi. Frontside Air'in ki sanırsam flashback'li olmuş(tam emin değilim yanılıyorsam düzeltin) o yüzden biraz kafa karıştırıyor. Kusura bakmasın ama Khufu'nunkinin girişini biraz alakasız buldum. Possessed'ınkini okuma fırsatı bulamadım çünkü çok uzun.

    Benim yorumlarım bunlar. Artemis'in bana yaptığı yoruma cevaben: Teşekkürler kardeşim beğendiğin için. Açıkçası filmi izleme fırsatı bulamadım sen diyorsan öyledir yapabileceğim bir şey yok demekki benziyormuş. Karakterin davranışlarına gelecek olursak da onu merakını gidermek açısından bi msn muhabbetinde anlatırım sana. Çünkü buraya yazmak istemiyorum. Güzel bir yarışma oldu, herkesin eğlenmiş olduğu dileğiyle...

    _________________
    And i still wonder if you ever wonder the same!...
    Back to top View user's profileSend private messageICQ Number
    Yılmax
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 05, 2005
    Posts: 686
    Location: Ä°stanbul

    PostPosted: Mon Feb 12, 2007 12:17 pm Reply with quoteBack to top

    Gorath'ın hikayesi.

    --Kutsal Lider—


    Hikâye gerçekten yaratıcı olmuş. Zaman ve yer tam olarak vurgulanmamış olsa da betimlemeler ve karakterin duygusal hâlet-i ruhiyesinin anlatılması gerçekten güzel.



    Frontsideair''ın hikayeleri.

    1


    Hikâye ilk başlarda gerçekten beni sardı, biraz Stephen King biraz Dean Robert Koontz tarzı esrarengiz bir başlangıçtı ancak ilerleyen bölümlerdeki kopukluk hayal kırıklığına uğrattı. Gizeme tamam ama fazla gizem ve garip bir son = tamamen hayal kırıklığı.

    2

    Sevgiliden gelen ihanete karşı hissedilen nefretin veya ayrılığın getirdiği saplantılı psikolojik sorunları anlatan bir yazı olarak değerlendirirsek belki biraz daha iyi olabilirdi ancak hikâye olarak ilkinden de büyük açıklar boşluklar ve konusuzluk gördüm. Zorlama yazılmış gibiydi.





    Khufu'nun hikayesi.

    --Zihnimin Son Oyunu—



    Gerçekler mi ? Hikâye mi ? Hayata isyan mı? Gerçekten güzel bir deneme şu anda okuyabildiklerim içinde Gorath’ın hikâyesiyle birlikte öne çıktı. Hoş sadece 4 hikâye okudum Very Happy Bir insanın hayata bakışı, isyanı ve ümitsizliği. Sonun başlangıcı ya da başlangıçtaki talihsizlik. Ne denebilir ki. Tercih yapmakta oldukça zorlanacağız Wink





    Sacokhan'ın hikayesi.

    Kurgu olarak zayıf anlatım olarak iyi bir hikâye. Açıklar yok mu tabii ki var ama anlatım bunu bir nebze olsun kapatmış. Acele yazılmış olduğu belli ancak bir o kadar da üzerinde düşünülmüş.



    Nocturna'nın hikayesi...


    İlginç bir hikâye olmuş. Son derece sıra dışı ve belirsizliklerle yıkanmış. Gerçekten akıcı ve kendini okutuyor. Bazı şeyler anlaşılmaktan uzak olsa da hikâye okuyanı kendini okumaya devam etmesi için zorluyor. Tebrikler Nocturne yazmaya ve gelişmeye devam etmeni tavsiye ediyorum.



    -zaman-'ın hikayesi


    Başlangıç fena değil ancak ilerledikçe çelişmeler ve belirsizlikler ortaya çıkıyor. Yazım dili ve betimlemeler iyi sayılır. Ama belirgin bir sona ulaşmamış. Ben karakterin cüce mi insan mı olduğunu anladım dersem yalan söylemiş olurum herhalde  Sonuç olarak giriş iyi gelişme eh işte sonuç yok. Biraz daha uğraşılsa daha iyi olurmuş diyor. Yorumumu bitiriyorum.


    asiork'un Hikayesi

    Sevgililer Günü



    Bana sanki çok fazla aşina olduğumuz şeyler gibi geldi. Biraz sanitarium vari biraz da filmler gibi. Bu arada kendimi popstar jürisi gibi hissetmeye başladım yaw. Very Happy


    Possessed'in Hikayesi

    Son 24



    Hımms ne yorum yapsam acaba? Hah buldum başlangıcı El-Mariachi tarzı hareketler kalan kısmı daha farklı ama sonu resmen Matrix ulen bunların hepsi dedirtecek durumda. Tebrikler Possessed çok beğendim.



    Bu arada hepinizin ellerine sağlık arkadaşlar. Umarım yazmaya ve yayınlamaya devam edersiniz. Bu yarışma sadece bir başlangıç olur.

    _________________
    Ä°nsan labirentte, içgüdülerini ince, keskin bir uç gibi bilemelidir, neredeyse bir hançerin, bir kılıcın aÄ?zı kadar keskin, çünkü içgüdüler de hayatta kalmak için kullanılan silahlardır ve sık sık en az çelik kadar faydalı olduklar
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.64 Saniye