Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: usotuvy
    Bugün: 2
    Dün: 35
    Toplam: 90366

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1653
    Üye: 1
    Toplam: 1654

    Şu An Bağlı:
    01 : usotuvy

    FrpWorld.Com :: View topic - Türkiye Günlükleri
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Türkiye Günlükleri View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Wed Jan 06, 2010 6:36 pm Reply with quoteBack to top

    Arkadaşlar ben epey geziyorum Türkiyede... Dedim ki gezdiğim yerleri bir yazayım. Siz de bir şeyler eklersiniz. Hem fikir olur gitmeyi düşüneceklere... Anteple başlıyorum.

    Antep şehri

    Kesinlikle fanatiği olduğum bir şehir yılda iki defa gitmek sanırım artık alışkanlık oldu. Niye bu kadar seviyorum? Sanırım önce yemeklerinden dolayı... Antepin en azından merkez bölgesi benim günde altı öğün yiyip yine aç hissedebileceğim bir yer. Oldukça farklı yemek çeşitleri var ve bunları da çok güzel sergiliyorlar. İnsan kahvaltıda ciğer yer mi? Yiyiyor işte... Çstelik de ben ciğerden nefret ederdim. Hayatımda ciğerini yiyebildiğim tek yer Antep sanırım. Hatta Antepten özenip New Yorkta da ciğer yemeğe kalktım bitiremedim. Olmadı mı olmuyor işte...

    şehrin merkezi bölgesi eski şehirle yeni yerlerin dengesini bence çok güzel kurmuş... Sokaklarında kesinlikle kabolunabilecek bir bölge... Zaten de kayboluyorum. şöyle iyice bir şeyleri düşünmek gerektiğinde Antep sokakları cidden iyi geliyor.

    Gezmek isterseniz kalesi var. Kale hastası olan her gittiği yerde kalelere çıkan birisi olarak içimde kalmıştır gezemedim. Ama her seferinde ertesi gün buradan ayrılmam gerektiği için şöyle boş zamanda iyice gezerim diye erteliyorum.

    Mutfak müzesini gezdim ama.... Çok hoşuma gitti. Sadece yemeklerin tarlada yetişmesi, kurutulması pişirilmesi ve yenilmesi gibi aşamaların gerçekleştiği ortamları canlandırmışlar. Çrneğin gezerken bir kileri, ya da bir düğün sofrasını görmek mümkün. Vallahi benim çok çok hoşuma gitti. Kale hastası olduğu kadar müze hastası biri olarak en azından Antepte gezdiğim bir yer olmuş oldu.

    Belki en güzel yanı, hem post modern bir eda ile yapılmış binalar, eski tarihi pırıl pırıl binalar ile kazılmış yollar yıkılacak gibi görünen küçük evler yanyana... Bilmiyorum ben böyle herşeyi içiçe şehirleri daha çok seviyorum.

    Unutmadan benim gördüğüm Antep Kalesinin civarı arka planda koca bir yeni Antep var. Onu neredeyse hiç görmedim.

    Neyse frpworldün kadrolu gezgini olarak bir dahaki sefere buluşmak üzere diyelim. : ) ) ))

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    catboy
    Site Yazarı
    Site Yazarı





    Joined: Jan 19, 2007
    Posts: 3268
    Location: Izmir

    PostPosted: Tue Jun 01, 2010 1:24 am Reply with quoteBack to top

    ses ses bir iki üç dört Very Happy buna devam etmemen çok üzücü aslında onu demek istedim, New York'a geri döndün biliyorum ama eskiden de olsa gezmiş olduğun yerleri yazmaya devam etseydin keşke mesela izmiri filan yazsaydın ne iyi olurdu izmir hakkında ne düşünüyorsun hep merak edip dururum da Smile
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's website
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Tue Jun 01, 2010 1:47 am Reply with quoteBack to top

    Hmm tamam... Görüdükten hemen sonra yazmak daha çok hoşuma gidiyor ama...... şimdi olsa Antep e de epey şey eklerdim ama İzmiri yazayım.

    İzmir

    İzmir'e çok uzun süre çok istememe rağmen gidemedim, yani her seferinde bir sorun çıkıp gitmemi engelliyordu. En sonunda orada yaşayan bir akrabamı ziyaret için uzun süreliğine gidebildim.

    Doğrusunu yazayım. şehir yapısı olarak benim çok hoşuma giden iki şehir vardır, Antep ve Antalya...

    İzmir bana karmaşık ve zaman zaman yolumu kaybetmeme neden olan bir şehir gibi göründü orada kaldığım bir hafta içinde... Ama yine de kendimi en rahat hissettiğim şehirlerden birisi idi. Belki de kalacak bir yerim olduğu için... Ama Ege kıyısı insanlarının kendilerini hayatın akışına bırakmasının da bunda bence rolü vardı kesin.

    Kordun u meşhurdur... Ama ben asıl gidilecek zamanında değil, kışın gitmiştim. Bol bol yağmur yağdı ben yine de Kordon u gezdim. Biraz daha uçsuz bucaksız bir yer bekliyordum, ama küçük de olsa çok hoşuma gitti. Hatta küçük olması daha da hoşuma gitti. Hem İzmir Körfezi Manzarası çok güzel, hem de Kordonun etrafındaki binalar... Sanıyorum Kordonun biraz ötesinde de meşhur saat kulesi vardı ki, kulenin hemen yanındaki vapur iskelesini de çok sevdiğimden civarında epey oturdum.

    İzmir bildiğim kadarı ile İstanbul dışında şehir içi vapurun olduğu tek yer. Vapur İstanbul anılarımın vazgeçilmez bir yanıdır. O nedenle burada vapura birkaç defa bindim. Vapurun iskeleye halatı atışı iskeledeki adamın halatı tutamayışı, sonra birkaç defa atış tutuştan sonra nihayet halatın iskeledeki demir çıkıntılara sarılması, kısacası yaklaşık sanırım en az beş dakika süren vapurun yanaşma seremonisini izlemeyi çok çok seviyorum, İzmirde de bunu izleme olanağı buldum.

    Bunun yanında tabii Kumru var. Yani bildiğimiz sandviç de denebilir ama İzmirin değişik bir şekli olan ekmeğine yapılınca tadı değişik geliyor, belki içine konulanlardan dolayıdır aynı zamanda.... Sonuç olarak İzmir de birkaç defa yemişimdir Kumru.

    şehrin deniz kıyısından uzak içlerdeki bölümüne bir defa girdim. Her şehirde üniversiteleri gezmeyi severim burada da sanırım Ege Çniversitesini gezmek için şehrin içlerine girmiştim. Kayboldum önce, sonra üniversiteyi buldum. Açıkçası üniversitenin özellikle sanırım ziraat fakültesi beni etkiledi. Bunun dışında üniversite kampüsü de sanırım Türkiyenin en büyük kampüslerindenmiş, yine de tabii üniversiteye gitmek şehri bilmeyenler için macera gibi.

    Eh son olarak İzmirin meşhur asansörü var onu da gördüm. Yani meşhur dediğim İzmirdeyim buranın neresi görülür diye araştırdığımda asansör diye bir şeyin olduğunu duydum. Efendim şimdi bu asansör meşhur uçurum gibi dümdüz bir yamacı olan kayalık bir tepeye yapılmış, eskiden bu kayanın tepesinde yaşayanlar aşağı merdivenle inermiş, sonra kim olduğunu hatırlamadığım sanırım zengin birisi, yanlış hatırlamıyorsam hamile ya da yaşlı kişilerin zorlandığını düşünerek bir asansör yaptırmış. şimdi üstüne çıkarsanız, tepesinde hayli pahalı bir ücreye çay içmek mümkün ama yukarı çıkış ücreti fazla değil. Eh yukarıda asansörden azıcık uzaklaşıldığında klasik bir İzmir veya İstanbul mahallesini andırıyor.

    şehre anneannemle geldiğim ve anneannemin teyzekızında yani yine anneannem yaşında bir akrabamızda kaldığım için sınırlı düzeyde gezebildim. Ama güzel bir yolculuktu, en çok aklımda kalanlardan biri idi. Açıkçası tekrar gitmeyi de isterim.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    catboy
    Site Yazarı
    Site Yazarı





    Joined: Jan 19, 2007
    Posts: 3268
    Location: Izmir

    PostPosted: Tue Jun 01, 2010 2:07 am Reply with quoteBack to top

    izmir gerçekten de harika bir şehir ya, başka hiç bir şehirde yaşayamam burada 12 yıl yaşadıktan sonra bir de yalova vardır tabi orada da ilk 10 yılm geçmişti Smile tabi belki b,ir de karabükte de yaşayabilirim, orası da fena değildir ama istanbul, ankara hayatta umarım oralara yerleşmek zorunda kalmam Smile

    yazın çok güzel olmuş hatta ben de ileride bir "izmir günlükleri" bile yazablirim yani heveslendirdi bana bu yazın Smile
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's website
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Tue Jun 01, 2010 2:25 am Reply with quoteBack to top

    Yaz yaz aslında ben öyle başlıkların olmasını isterim. Yaygınlaşırsa ayrı bir bölüm bile açabiliriz... İstanbulun da ayrı bir güzelliği vardır gerçi... Onu da yazmak lazım bir ara...

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Thu Jun 03, 2010 12:53 am Reply with quoteBack to top

    Benim Ilk Sehrim Bursa

    Bursa ile ilgili hatirladigim ilk ani..... Ozdilektedir... Ucsuz bucak bir yesil alanin ortasinda, uzaklarda kalmis sehir ve onun otesindeki Uludag in manzarasini seyredebileceginiz kucucuk bir tekstil fabrikasi ve onunde kurulmus kucuk bir satis magazasi idi. Icinde eski dokuma tezgahlarinda bir teyze hali dokurdu, ben ve benim gibi bes yaslarindaki veletler basina ususurduk... Sonra magazanin onundeki uc bes sallanan koltukta sallanirdik, bir de ufak cay bahcesinde Bursanin efsanevi Kafkas Kestane Sekerini yerdik.

    Bu manzara bana ne kadar yasli oldugumu hatirlatiyor biraz da... Bes yasindayken Bursadan tasindik, Cekirge Mahallesinden ayrildigimiz son dakikalari komsularimiza el sallayisimizi da hatirlarim, sonra arabadan Istanbula indigimde ne oldugunu hatirlamam.

    Ozdilek in civari da cok farkli bugun... Etrafinda bircok fabrika, alisveris merkezi, lokanta tarzi yer var. Ozdilekin kendisi de dev bir fabrika ve arkasinda dev bir tesis haline geldi... Hala diger konularda olmasa da havlu konusunda en iyi markalardan biri sanirim. Dokuma tezgahi hala duruyor magazada ama artik basinda teyze yok. Eeee artik cok daha fazla kisi geliyor magazaya, benim gibi uc bes velete kadin katlanmis olabilir, ama velet sayisi 30 40 oldugunda insan dayanabilir mi degil mi?

    Neyse arkadaslar sanirim buraya kadar yazdiklarimdan tahmin etmissinizdir, Bursanin cok ozel bir yeri vardir benim icin dogdugum sehirdir.. Ayrica babannem burada yasiyor. Aslinda 15 yasindan sonra yeniden kesfetmeye basladim, Turkiyenin diger sehirleri ile beraber ve bir kere daha cok sevdim..

    Simdi Bursa deyince ilk akla gelen Uludagdir... Uludag denince de teleferik... Yani daga oyle birkac saatligine gidiyorsaniz mutlaka telefrikle cikmak gerek... Bursa sehrinin iyice daga yakin yerinde... Ozellikle sisli havalarda binmek cok zevkli... Dagda da telefrikten indikten sonra... Once soguk havanin tadini cikarin. Sonra telefrigin hemen ilerisinde satilan turlu Uludag ani esyalarina bakin ama bence hicbirini almayin. Sonra biraz dolanip civardaki en iyi Kendin pisir Kendin ye ciyi kesfedin, kafaniza gore bir seyler alin ve yeyin. Hicbir sey Uludagda gecen boyle bir gunun yerini tutamaz benim icin...

    Kente gelince... Simdi sehrin iki ana noktasi vardir. Heykel... Kalabaliktir trafigi yogundur. Ama sokaklarinda dolastiginizda eski dar, tastan binalarla kapli Bursa da dolastiginizi hissedersiniz.. Her ne kadar yakinina bir piramit seklinde Zafer Plaza yapilmis olsa da...

    Bu civarda da yurumenizi tavsiye ederim... Burada Bursanin unlu Iskendercisi var... Yani Iskender yemegini olusturan adamin cocuklarinin yeri... Eeee Iskender adamin adiymis zaten yemege de adamin adi konmus.... Kucucuk bir dukkandi, ve en son gittigimde de oyle idi. Sadece Iskender vardir, bir de yaninda uzumun sarap olmadan onceki alkolsuz hali dedikleri Sira vardir, ondan icmenizi tavsiye ederim. En azindan bize adabini ole ogretmislerdi Iskender yemenin.

    Eee Iskenderi daha ferah yerde yiyeyim derseniz, Yesil denen yere gidin... Burada meshur Yesil Turbe var, tam olarak kimin turbesi idi hatirlamiyorum. Buranin cok guzel bir Bursa Manzarasi vardir. Bir de bizim Yesil diye bildigimiz baska bir lokanta.... Burasi da Bursanin ikinci meshur Iskendercisidir ve o da sadece Iskender satar.

    Daha cok apartmanlarin bulundugu cok ilginc seyin olmadigi bir mahalledir... Ama ne de olsa benim mahallem Cekirgeyi de cok severim... Ozellikle aradan gecen onca yildan sonra 5 yasinda bana mahallenin nasil gorundugunu hatirladigim icin gormenin ayri bir tadi oluyor. Buranin beni ikinci en cok etkileyen yeri Hacivat Karagozun Mezaridir. Hacivat ile Karagozu oldum olasi cok severim. Hikayelerini de isime geldigi sekilde oldugunu varsayarim gerci. En cok etkilendigim yere gelince... Zubeyda Hanim Dogum Evi... Nedenine gelince... Ben burada dogmusum... Eh yillar sonra dogdugu yeri gormesi insanin cidden tuhaf oluyor..

    Neyse iste... Bursa benim ilk sehrimdi. Ikinci Istanbul... Ucuncu de Ankara oldu... Akademisyenlik degil muhendislik yonunde ilerleseydim, en cok oturmak istedigim sehir Bursa idi.. Ama iste yolumuz okyanusun otesine uzaniyormus demek ki... : ) )

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Fri Jun 11, 2010 4:57 am Reply with quoteBack to top

    Kardeş şehrim Çorum

    Çorum, kardeşim gibi sevdiğim bir dostumun yaşadığı ildir. Dolayısı ile bu şehre sık sık gelirim. Arkadaşım Çorum un merkezinde değil... Ama ben önce bir merkezine gelip bazen bir gün kalıp kendime çeki düzen veriyorum.

    Arkadaşlar Çorum Hattuşaş Harabelerinin olduğu şehir... Bir de Alacahöyük burada... Tüm bunlar eklenince nisbeten iyi oteller var... Ama güzel yanı bu nisbeten iyi hotellerde İstanbul ve hatta Ankaradaki benzerlerinden çok daha ucuzlar. İki şehirde de otelde kalmayı denediğimden biliyorum.

    Çorumun merkezinde otogardan şehrin ortasındaki saatli meydana kadar uzanan dümdüüüüz bir cadde ya da bulvar var. Ama bu caddenin üzerinde evet bazı dükkanlar var, ama doğru dürüst bir şey yiyecek, ya da tıraş olacak yer bulmak mesele oluyor. Ama caddenin hemen bitişiğinde bir sürü dükkanın olduğu bir tür Çorum un açık çarşısı sayılabilecek bir yer var.

    Bunun dışında şehrin en güzel yerleri sanırım tarihi evleri... Bu açıdan Çorum tek değil, birçok şehirde tarihi konaklar sanırım bir şekilde kullanılıyor....

    Belki son olarak leblebisinden bahsetmek lazım. Burada leblebi bir çılgınlık.. Leblebinin üzeri belki 20 30 farklı şekilde kaplanabiliyor. Ben genellikle şekerli olan çeşitlerden yiyiyorum. Leblebinin bir farkı var mı derseniz, bence var. Nasıl desem, İstanbulda yediklerimin tadı biraz fazla yavan geldi Çorumdan sonra, hani benzetmede hata olmaz derler iki leblebi arasındaki fark bir gün beklemiş pilavın taze pilavdan farkı gibi. Ama bunun dışında tabii, Çorumda üstü şekerle kaplanmış leblebiye benzeyen bir şeyi Ankarada almayı denemiştim, Ankarda aldığım şeyin içinde leblebi yoktu sadece şekerdi... Ki içinde leblebi olamayınca insanın içini bayıltacak kadar tatlı şekeri yiyemedim.

    Böyle arkadaşlar Çorum. Küçük bir şehir, etrafında bir zamanlar Anadolunun merkezi olmuş eski bir şehrin de biraz sanki gölgesinde.... Ama bilmiyorum her gittiğimde beni heyecanlandıran bir şehir her nasılsa da...

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Mon Jun 14, 2010 6:12 am Reply with quoteBack to top

    Bir Gençlik Yolcuğu ve Trabzon

    Arkadaşlar, aslında gençliğimde pek çok yolculuğum olmuştu, ama bu nisbeten özgürce Türkiyeyi gezdiğim ilk yolculuktu, lise yıllarındaydı, teyzem beni Doğru Karadeniz Gezisine götürmüştü.

    Trabzon ikinci gün gördüğümüz şehirdi... Korkunç düzeyde bir nem... Durmadan yağacak gibi duran ama hiç yapmayan bir yağmur... Trabzonla ilgili ilk hatırladığım bu...

    Sonra da Aya Sofya yı hatırlıyorum. Bizim otelin hemen ilerisindeydi, İstanbuldaki Aya Sofyaya göre çok daha harabe halinde ama yine de güzel bir kilise idi.

    Ama en iyi hatırladığım Trabzonun surlarıdır. Rehberimiz sağ olsun surların tepesine tırmanıp oradan Trabzon şehrine bakmıştık. şehrin iç içe geçen üç sur hattı vardı yanlış hatırlamıyorsam. Bu surlar Trabzonu Anadolunun en iyi korunan şehirlerinden biri olarak yapıyormuş. Ki bu şehir İstanbuldan bile sonra alınmış. Genellikle deniz kıyısındaki iyi korunan şehirlerde olduğu gibi zayıf yanı deniz bölgesiymiş, dolayısı ile şehir de oradan alınmış.

    Geride kalan anılar biraz bulanıyor zamanla o nedenle kusuruma bakmazsınız. Bir daha zaten gördüğüm zaman, gördüğüm yerleri taze taze yazarım.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Fri Jul 09, 2010 11:19 am Reply with quoteBack to top

    Bir Yaz Günü İstanbul a Dönmek

    Aradan beş ay geçti ve İstanbul a döndüm. Aslında bu ilk değil. Dokuz senedir İstanbul a yeniden dönüp yeniden ayrılıyorum. Dolayısı ile bu şehirden gelme ve buradan ayrılma duygusunu epey yaşadım.

    Uçakla gelmek tabii farklı... ABDden geldiğinizde uçak Trakya üzerinden biraz gittikten sonra Marmaranın üstüne dönüyor ve oradan alçalmaya başlıyor. Denizin üzerinde alçaldığını fark etmek her zaman kolay değil, o nedenle kıyıya gelindiğinde kayıkların ve evlerin ne kadar büyük olduğunu görmek tuhaf oluyor. İlk defa geldiğimde evlere çarpacağımı bile düşünmüştüm.

    Yani uçakla gelirken, topu topu denizi evleri görüyorsun neden etkileniyorsun denebilir, ama etkiliyor kesinlikle etkileniyor insan. Tabii indikten sonra da en tuhaf olan herkesin Türkçe konuşması... ABDden dönünce... Telefonda ya da zaman zaman karşılaştığım birisi ile Türkçe konuşmaya alışkınım, ama örneğin bir bakkala gittiğimde zaman zaman şaşırıp İngilizce konuşabiliyorum... Ki daha önce böyle yapanlara sinir olurdum... Kendime de sinir olurdum.

    Ailem ellerinden gelse, 24 saat 365 gün evde oturmamı isteyecek o nedenle ilk günlerde daha çok onlar da beni görsün diye evde oturdum. Sonra Çsküdar a geldim. Çzellikle internete girebilmek için. ABDde internet su kadar rahat bulunabilecek bir şeyken, İstanbul da internete girmek ne yazık ki sorun. En azından benim için.

    Çsküdar.... Çoğu insan için bir şey yoktur burada ama ben çok severim. Belki de geleneksel İstanbulu en iyi özetleyen yerlerden birisi. Belki bir de Eminönü var.

    Çsküdar ın özellikle balık çarşısında dolaşmak çok hoşuma gidiyor. Açıkta satılan peynirler, zeytinlere bakmak bile çok hoş.. Çarşıdaki balık kokusunu da çok seviyorum. Sahildeki Mihrimah Sultan Camisini de çok seviyorum. Vapurları, motorları, bir şeyler satmak için bağıranları.... Yani bir şeyler satmak isteyenler ABDde de var ama burada sanki daha içten... Ya da bana öyle geliyor.

    Eh şimdilik Çsküdar ı yeniden görmenin nasıl olduğunu anlatmış olayım sonra daha farklı yerler anlatırım.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Sat Sep 18, 2010 3:27 am Reply with quoteBack to top

    Bir Gordeon Macerasi

    Arkadaslar bu yazacagim maceraya FRPworld vesile olmustur. Belki bilirsiniz, zamaninda benim frpworldde Pan in fludu isimli bir hikayem, daha da once bir oyunum vardi, insallah devam edecegim hikayeye... Hikayenin onemli bir bolumu Gordiyon denilen Frigya'nin baskentinde geciyor. Ben biraz daha nasil desem, o doneme ait gorunsun diye, Gordeon dedim... Tabii o donem nasil konusuluyor bilmiyorum ama iste icimden oyle geldi...

    Efendim, bu oyun ve sonraki hikayeyi planlarken, benim icin birden Frigya cok ilginc bir ulke haline geldi, hani Lidya ve Hititler cok daha meshurdur Frigyadan, ama bilmiyorum iste Frigyayi daha cok sevdim, hakkinda hikaye yazdigim icin, ve biraz da o nedenle bu Gordeon neymis ne degilmis diye gideyim goreyim dedim...

    Arkadaslar bilmeyenler icin ( Ben bilmiyordum ) Gordeon Ankara'da, ama sehirde degil, ilin en bati tarafinda Polatli ilcesine bagli... Sehirde Gordiyon Oteli var, guzel bir otel diyorlarmis ben hic gitmedim...

    Ama Gordeon'a gideyim deyince, once Polatliya gitmek gerekiyor. Polatliya ASTIden yani Ankara Sehirler Arasi Otobus Terminaline gidiliyor. Ki terminal asagi yukari havaalani gibi... Yani iki adim ileri gidecekken sanki ulkenin obur ucuna gidecekmis gibi hissediyorsunuz.

    Neyse otobuse binip Polatliya gittim, Polatli da yanlis hatirlamiyorsam, terminal yoktu, ya da ben terminalde inmedim. Polatli kucuk bir ilce merkezi... Ben buranin tadini hic cikaramadim ne yazik ki, cunku zaten ogleye vakit yaklasmisken Gordeon a gitmem gerekiyordu. Arkadaslar bu antik sehrimiz bir koyun hemen yaninda... Eger arabaniz yoksa , veya Gordeon a giden bir tur otobusunun icinde degilseniz, sanirim tek yolunuz koy minibusleri ile gitmek...

    Burada sunu yazmaliyim sanirim, topu topu bir nesil once, soyum koye dayansa da yani babam koyde buyumus olsa da, ben tam anlami ile sehir hatta sehrin de otesinde buyuk sehir cocuguyum... Universite yillarina kadar nufusu 1 milyonun altindaki sehirlerde bile bulunmuslugum azdir. Sonra biraz merak ettim, biraz da arkadaslarim oldu, gidip gordum kucuk sehirleri... Simdi butun buyuk sehirlileri tohmet altinda birakmayayim, ama buyuk sehirliligin bana biraktigi en kotu miraslardan birisi de beceriksizlik. Koylerde yetismis veya en azindan tatillerde bile koy gormus insanlara, mesela babama kolay gelen isler benim icin cok zordur.

    Dolayisi ile basit bir is olan koy minibusunu bulma isi bir saatimi buldu. Sonra minibus ile koyleri dolasa dolasa Gordeon un oldugu koye kadar gittim. Gormus olanlar bilir, Ankara'nin koyleri genelde bozkirin uzerindedir. Bozkir ilk gorene, eger daha once col gormemisse ( eh ben simdi colun dibinde yasadigim icin gordum ) col gibi gelir. Ama biraz icinde durunca uzerinde insani hayran birakan bir hayat vardir, o nedenle bazen bozkirda yolculuk yapmak, ormanda yolculuk yapmak kadar guzel olabiliyor.

    Eh bir de minibusle muzik dinleye dinleye, koyleri ve insanlari gozleye gozleye, kucagimda bir sirt cantasi gitmek ayrica zevkli idi... Neyse minibus beni ilk etapta muzenin onunde birakti... Muze ufak icinde neredeyse kimse olmayan bir bina idi.. Anadolunun bu yanini seviyorum.... Ufacik bir bina, ve siradan bir Orta Anadolu koyu gibi gorunen bir koy.... Burasi arkadaslar Anadoluda kurulmus en onemli devletlerden birisinin baskenti, simdi zaman, ve toprak neredeyse ustunu tamamen ortmus...

    Neyse muzeyi gezdim, muzeye daha farkli zamanlardan, ornegin Buyuk Iskender doneminden de bazi seyler koymuslar ( Buyuk Iskender Frigyadan 300 yil sonraydi sanirim ) Acikcasi en ilgi cekici buldugum seyler muzede mozaiklerdi... Mozaikleri bu muzede gordugumden beri cok severim, daha once dikkat etmemistim, burada zaten kucuk gelmisim iyice gezeyim diye iyice inceledim herseyi... Zaten bilen vardir sanirim, ben burada ogrendim, mozaik, her biri tek renk taslardan olusuyor. Ama taslari birlestirince bazen cok karmasik ve cok guzel resimler cikiyor. Antepin muzesinde de epey mozaik var, daha sonra New Yorkta da ozellikle mozaikleri inceledim,...

    Ama Gordeon un asil nasil derler, ana parcasi muzenin icinde degil karsisinda, hikayeyi okuyanlar gormustur bu ana parcayi oraya da koydum. Bahsettigim sey, koskocaman tepe, ama bu aslinda insan yapimi bir tepe... Frigyalilar bu tepeyi, krallari icin bir mezar olarak insaa etmisler... Yani aslinda once tabutu ve tabutun yanina kralin esyalarini koymuslar sonra etrafa tahta bir klubemsi bir yapi insaa etmisler, sonra kimse icine girmesin diye bir de ustune eh epey ciddi boyutlarda bir tepe yigmislar. ( Bunun benzeri Adiyaman Nemrutta var, onu da bir dahaki yazida yazarim. )

    Ama bizler ne yapmisiz, tepeyi yarmisiz, yetmemis tahta yapiyi da yarmisiz, ve icindekilerin hepsini Ankara Anadolu Medeniyetleri muzesine tasimisiz. Simdi giris anahtari muzedeki gorevlide olan bu tepenin, ya da onlarin degimi ile tumulusun icine giden bir tur tunel var, eh ben de tabii ki icine girdim tepenin.. Tepenin icinde, tahta yapinin ici bos, ama yine de oraya bakmak, 2000 kusur yildir bu tepenin icinde aslinda bir mezarin oldugunu dusunmek insani gercekten etkiliyor.

    Tepeye de girip ciktiktan sonra muzeyi gezmis oluyorsunuz, ama muzeyi gezmek Gordeon u gormek degil, cunku asil Gordeon ileride koyu boydan boya gecmeniz, sonra koyun ilerisindeki bir tepeye cikmaniz gerekiyor.... Koyden gecerken, sirt cantamla, etrafa daha once orayi gormemis kisiler gibi bakisimla sanirim koydeki cogu kisinin aklinda kim bu herif sorusu uyandirdim, neyse sonunda koyde benim yaslarimda bir arkadas asil Gordeon un oldugu tepeyi gosterdi, ben de ciktim tepeye.... Ki ben kendim o tepenin uzerinde bir sehir kalintisi oldugunu kesinlikle tahmin edemezdim.

    Sehri ilk gordugunde ne hissettin derseniz? Aslinda hani cok buyuk bir sey beklyeni hayal kirikligina ugratacak bir sehir.... Uzaktan baktiginizda bir tas yigini sadece... Sehirde calisma yapan bir arkeolog, ya da orada bekleyen bir gorevli falan yok. Girilmesi yasak yaziyor, ama yasagi delerseniz sizi gorecek kimse, en azindan benim gordugum kadari ile, en azindan o gun yoktu. Acikcasi orada durmak ruzgari ve sessizligi dinlemek cok degisik bir duygu idi benim icin... Bir zamanlar bu sehrin bugunun Istanbul u gibi, koca bir bolgenin en kalabalik muhtemelen de en gurultulu sehri oldugunu dusunmek...

    Ne kadar kaldim bilmiyorum, ama aksam oldu son minibusu kacirdim, neyse koyde yasayanlar yine yardimci oldu, bir taksi buldum o da beni mantikli bir fiyata Polatliya birakti, hatta sehri gormek icin geldigimi duyunca bir de tanidigi bir lokantada doner ismarladi...

    Bu da boylece Ankara yillarimin bir macerasi tamamlanmis oldu.... Eh otobuse gidip yine Ankaranin havaalanini andiran terminaline dondum ve oradaki yasamima devam ettim.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Tue Sep 28, 2010 3:59 am Reply with quoteBack to top

    Bir Nemrut Macerası

    Nemrut Dağı denince aklıma hep meşhur şarkı geliyor. Nemrutun Kııızı diye başlayan... Eh ilk dağa gittiğimde sanırım o şarkı daha meşhur değildi. Çniversitenin ilk yılları ki epey geride kalan yıllar artık o yıllarla. Ailemle gitmiştim. Amacımız Güneydoğuyu farklı şehirlerde kalarak gezmekti, ama Urfanın ilerisine akrabalarımız bırakmadı. Adıyaman ve Nemrut Dağı Urfanın batısında olduğu için orayı gezebildik.

    Arkadaşlar Nemrut Dağını gezmek isteyenler için günün iki farklı vakti öneriliyor, Gün Batımı ve Gün Doğumu... Eğer yeterince çılgınsanız, ki ailemle birlikteyken benim öyle olmam imkansızdı. Günbatımında gelip gece kalıp gün doğumunu izleyebilirsiniz.

    Biz nisbeten ikinci derecede çılgınca bir şey yapıp gündoğumunu izlemeye gittik.

    Eğer Nemruta gidecekseniz ve gündoğumunda gidecekseniz, geceyi geçirmek için en yakın yer sanırım Kahta. Eğer sizi götürmek için birisi ile anlaştıysanız zaten sabah dört beş gibi sizi kaldırıyorlar. Sonra dağa doğru önce arabayla sonra yürüyerek uzun bir yol gidiyorsunuz.

    Dağın tam tepesine çıktığınız zaman.... Çncelikle yazılması gereken havanın soğuk olduğu... Annemler Güneydoğuya anca eylülde gidilir dedikleri için Eylülde gitmiştik... Ama eylül için bile çok soğuk gelen bir havaydı.

    İkincisi Nemrut Dağının üstündekinin aslında bir mezar olduğunu dağa çıktıktan bir süre sonra fark ediyor, ya da en azından şüpheleniyorsunuz. Dağın en tepesinde çakıl taşlarından bir kule var... Çakıl taşlarının güzel yanı, tepenin bir yanını delip de yol açmayı zorlaştırıyor. Dolayısı Ankara Gordiyondaki gibi birileri tepeyi delip mezarın içini açmamış. Mezarın iki yanında Tanrı heykelleri var. Heykellerin bir grubu doğuya bakıyor, diğeri batıya... Yani mezarın iki yanından gün doğumu ve gün batımını izliyor, bir yandan da burada mezarı olan kralın krallığını gözlüyorlar.

    Efendim, buradaki krallık, Büyük İskender öldükten sonra Anadoluda kurulan bir dizi krallıktan biri imiş. Boyut olarak da en küçüklerinden biri imiş. Genel olarak günümüz Adıyaman çevresinde. Eğer isterseniz, mezarın ardından krallığın başkenti olan, yıkılmış ve içinde fazla bir şey kalmamış kenti de görebiliyorsunuz.

    Dolayısı ile mezar tüm krallığa hakim, aslında Adıyamandan ki Adıyaman çok yakın değil, çok net gözüküyor. Emin değilim ama Urfadan da dağ görünüyor olabilir. Fırat Nehri Nemrut Dağından bakınca tam anlamı ile insanın ayaklarının dibinde görünüyor.

    Dağın üzerinde Gün Doğumunu izledikten sonra, dilerseniz, daha önce yazdığım gibi başkenti, sonrasında da bir iki yeri daha görebiliyorsunuz, aslında programa dahil ve bedava olduğu için genelde gidiyorsunuz, ama açıkçası diğer yerler biraz dağın gölgesinde kalıyor. Eğer acı seviyorsanız, Adıyamana gidip çiğköfte yemenizi öneririm sonrasında ama o ayrı bir hikayedir.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Thu Sep 30, 2010 3:35 am Reply with quoteBack to top

    Antalya Sehri ve Matematik Yarismasi...

    Turkiyede en sevdigim iki sehirden biri Antalyadir oburu de Antep... Aslinda Antalyaya neredeyse yillardir hic gidemedim. En son gidisim lise yillarindaydi, OSSden hemen onceki sene ve cok guzel bir yolculuktu acikcasi...

    Lisenin sondan bir onceki senesi benim icin cok dalgali ve cok zor bir sene idi... Aklimda bircok problem vardi, cogu da ders disi idi... Dolayisi ile okulun ( Alman Lisesi ) matematik koluna katildigimda amacim sadece kafami dinlemekti... Her hafta karmasik bir matematik problemi aliyor ve cozmeye calisiyorduk... Ama pek de iddamiz yoktu aslinda...

    Yine de okulun da destegi ile, Antalyada yapilan Matematik Olimpiyatlarina katildik. Yarisma dedigim aslinda 20 soru 3 saat veriliyor, ve yazili sorulari bu surede cevaplayip siniftaki gorevliye teslim ediyorduk, yani oyle televizyon yarismalari gibi degildi... Ama bu olimpiyatlari sanirim bircok okul cok ciddiye aliyordu, en azindan yarismaya katilan diger okullarin ogrencileri cok heyecanli idi.. Biz ise cok cok cok rahattik, aslinda amacimiz Antalyayi gezmekti... Tam bir kollej veleti idik yani...

    Antalya Sehri Bey Daglari denilen daglarin etegine kurulmus. Daglar sehre cok yakin degil, ama siradaglar oldugu icin sehrin arkasinda bir uctan bir uca uzaniyorlar, bu da onlari epey etkileyici yapiyor. Sehrin asil bizim icinde bulundugumuz bolumu surlarin icindeki bolge... Hangi tarihte oldugunu bilmiyorum ama sanirim bir zamanlar Antalya etrafi surlarla kapli bir sehirmis. Simdi sehir surlarin disina da tasmis ama surun icindeki bolum kendine ozgu bir tarihi dokuyu koruyor. Ufak evlet, oteller, dar sokaklar var...

    Sokaklarda dolasmak basli basina zevkli ama Antalyada olunca insan ister istemez deniz kiyisina gidiyor. Sehrin liman bolgesi ise buyuk bir ucurumun hemen altina kurulmus. Limana merdivenlerden inerek gidiliyor.

    Sinav sabahi hocamiz bizi indirip spor yani jimnastik hareketleri yapmisti, sinava zinde girin diye. Sabah saatlerinde, nemli havayi hissederek, jimnastik hareketleri yapmak, evet biraz tuhaf ama guzel bir sey....

    Acikcasi yillar onceki bu yolculuktan aklimda en cok bu jimnastik kalmis, bir de portakal suyu... Portakal suyunun seven kisilerden birisi degilimdir, yine de Antalya Sehrine giden, ve kale icinde ozellikle sabah saatleri vakit geciren herkese portakal suyu icmeyi oneririm. Ne bileyim sanki Antalya da portakal suyunun tadi bir farkli oluyor.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Tue Oct 05, 2010 3:01 pm Reply with quoteBack to top

    Urfa, Cok Iyi Bildigim Ama Goremedigim Sehir

    Yani sonunda gordum, zaten gorusumun hikayesini anlatma amaci ile basladim yaziya... Ama cok uzun yillar boyunca gitme sansim olmamisti. Simdi arkadaslar Urfa aslinda benim annemin memleketidir. Gerek yemekleri gerek muzigi, gerekse adetlerini bildigim bir sehir, o nedenle bana cok yabanci degil. Dogrusunu soylemek gerekirse belki Turkiyede en kendine ozgu sehirlerden birisi sanirim.

    Sehri diger sehirler gibi kendi basina gezme imkanim olmadi tabii. Annemin akrabalari ( Dayi oglu ) bizi bir an bile birakmadilar. Gerek Urfayi gerekse Guneydogunun geri kalanini onlarla gezdik...

    Urfa'nin merkezi, denilecek yer sanirim Balikli Gol. Burasinin Hz Ibrahim'in atese atildigi, atesin mucizevi sekilde suya odunlarin baliga donusmesi ile olustuguna inaniliyor. Etrafinda bircok dini acidan onemi olan yer var. Ama ayni zamanda bircok oturulacak, eglenilecek yer de var. Golun uzerinde kayiga binebiliyorsunuz mesela... Ki ben Ankarada, Bursa ve New Yorkta da boyle sehir icindeki goletlerde kayiga binme firsatini hic kacirmamis birisi olarak bindim.

    Ama sehirin geri kalani, nasil desem, hem kendince daha batiya benzemeye calisiyor, hem de bir sekilde kendi adetlerini korumaya calisiyor... Yani bunu Turkiyedeki butun sehirler az veya cok yapiyor, ama bu iki cabanin en fazla goze carptigi yer Urfa sanirim.

    Ornegin benim annemin dayioglunun bizi goturdugu lokantada, hem klasik masada hem de yer minderinde oturmak mumkun. Eh babam Balikkesirli, ama babannemin evinde de yakin zamanda yer sofrasinda yerdik. Ama burada yer sofrasinda oturu yiyince sanki tamamen Urfaya ozgu bir sey yapiyormus gibi hissediyor insan, ya da ben en azindan hissettim. Hayatimda ilk defa burada Ayran i tasta ictim, sonra Diyarbakir, Antep ve Istanbulda da ictim gerci, ama kasikla ayran icmek denince benim aklima once Urfa geliyor yine de...

    Kebaplarina ve yemeklerine gelince... Oncelikle ben bunlarin hepsini zaten biliyordum. Yemeklerin hemen hemen hepsinin aslinda asil, tadiyla yenecekleri yerler Urfanin etrafindaki diger sehirler, ozellikle de Antep... Urfa'nin bence asil basarisi yemegin yenecegi ortami diger sehirlerden cok daha etkileyici sekilde kurmasi.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Firble
    Forum Yöneticisi





    Joined: Mar 12, 2004
    Posts: 6496

    PostPosted: Tue Oct 12, 2010 3:19 am Reply with quoteBack to top

    Sivasta Güneş Tutulursa...

    Bilmiyorum belki bazı arkadaşlar için bu bir çocukluk anısı olabilir. Geriye baktığımda, ben o zamanlar değil ABD, ODTÇyü bile hayal edemiyordum. Lisenin ikiden üçe geçtiğim sene idi. ( bizim lisemiz dört sene sürüyordu ) Yıl 1999. O sene Türkiyede tam Güneş Tutulmasının olduğu senelerden biri idi. Yıllar sonra bir Güneş Tutulması daha oldu, ama onu tam tutulmanın olduğu yerden izleyemedim.

    Neyse o sene dört liseli arkadaş, ve birimizin ortaokullu kardeşi ile Sivas a gidelim Güneş Tutulmasını izleyelim dedik. O zamanlar trene binmeyi çok seviyorum. şimdi de severim ama o zamanlar bir yerden bir yere trenle gitmek için yolu iki kat uzatmayı bile göze alırdım. Sivasta da olan o oldu.

    O zamanlar trenlerde kompartımanlar dört kişilik, tabii biz beş kişiyiz normalde bir kişinin başka bir kompartımanda kalması gerekiyor. Eh o gün, aslında bir tren kompartımanında altı yatağın olduğunu keşfettik, yataklardan biri tavanın hemen altında... Dolayısı ile beş kişi dört kişilik kompartımanda kaldık akşam....

    Tren yolculuğunun en güzel yanı ne diye soracak olursanız... Gece ışıklar söndüğü sırada trende gezip gökyüzüne bakmak... Gerek şehirde gerekse otoyollarda gökyüzünde ışıktan hiç yıldız görünmüyor. Trende öyle değil. Eğer trenin içi karanlıksa, trenin kendisi çoğu zaman ormanların dağların ortasından geçiyor. Dolayısı ile yakınlarda hiç ışık yok.

    Sivas bozkırın ortasında birden insanın karşısına çıkan bir şehir. Çrneğin Ankara veya İstanbul öyle değildir kilometrelerce önceden kendini hissettirir. Bursa, hatta Antep de öyle. Sivas değil...

    şehrin ortasında sanıyorum belediye binasının hemen önünde büyük bir meydan var. Gece kalacağımız yere eşyalarımızı bıraktıktan sonra oraya gittik. Belediye binasına girdik. Belediye binasının içi karmaşa içindeydi. Güneş tutulması Sivas a çok sayıda turist getirmişti sanırım. Biz de birisini bulduk Güneş Tutulması sırasında ne yapalım diye sorduk. Adam epey yüksek bir fiyata bizi bir yerlere götürmeyi önerdi. Biz de kendi aramızda konuştuk, hayatımızda ilk defa Sivasa gelmişiz zaten, tutulmayı izlemek için başka bir yere gitmeye gerek yok tutulmayı şehirden izleyelim dedik.

    Orta ve Doğu Anadolu şehirlerinde kaleler çoğu zaman şehrin dışındaki tepelerde oluyor. Sivasta öyle değildi. Kale şehrin tam ortasındaydı. Kalenin üzerinde lokanta ya da eğlence yeri tarzı yerler vardı. Kalenin en üst noktasından tüm şehir görülebiliyordu. Güneş Tutulmasının olduğu sabah kaleye çıktık. Tabii en büyük korkumuz, havanın kapalı olması... Aksine hava çok açıktı. Gözlüklerimizi de almışız. Adım adım dakika dakika güneş tutulmasını seyrettik. Oradaki turist abiler diyeyim, teleskopla da gözlemlememize izin verdiler.

    Güneş tutulmasının en kritik anı Ayın Güneşi tamamen kapattığı an. Ay Güneşi kapatınca, öncelikle sanki hava birden kararmış gibi hissediliyor. Güneşin olması gereken yerde, etrafı rengarenk ışıklarla kaplı simsiyah bir boşluk görmek, kısacası anlatılmayacak ancak yaşanacak bir şey. Rengarenk ışıklar, Güneşin etrafındaki bir gaz tabakasıymış. Normal zamanlarda Güneş çok parlak olduğu için, etrafındaki bu tabakayı göremiyormuşuz.

    Tutulma akşamı Sivas'ın belediye binasının önünde konser verdiler. Sivasın ozanları da meşhurmuş. Benim şimdi içlerinden aklıma gelen Aşık Veysel ama başka meşhur ozanları da varmış. Meydanda da Sivas ozanlarının türkülerini çaldılar.

    Ben de Sivasın çarşısından tahtadan oyma bir kalemlik aldık. Çzerine istediğimi yazabileceğimi söylediler ben de tutulma hatırası diye yazdırdım. Böylece bir lise macerasını da bitirdim. 11 Ağustos 1999 Tutulma tarihi idi, arada Ankaraya da uğrayarak, 14 Ağustos günü İstanbul a döndüm. 16 Ağustos günü üniversiteye hazırlık için dershaneye başladım. Ama dershaneye sadece bir gün gidebildim.

    _________________
    HARBE GÄ°DEN
    Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>Gene böyle güzel dön; <br>Dudaklarında deniz kokusu, <br>Kirpiklerinde tuz; <br>Harbe giden sarı saçlı çocuk! <br>
    Orhan Veliden
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.59 Saniye