Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: Caleb08O16
    Bugün: 25
    Dün: 35
    Toplam: 90389

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1922
    Üye: 0
    Toplam: 1922

    FrpWorld.Com :: View topic - Lantari e' HelRos: Bölüm I - Yeni Dünya
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Lantari e' HelRos: Bölüm I - Yeni Dünya View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Mon Apr 27, 2009 10:01 pm Reply with quoteBack to top

    Hepsini okumuş olan var mıdır bilemem ama bir kısmınız bilir herhalde. Başlangıçta Kara Gül olduğuna karar verdiğim hikayeye başlayalı yıllar oldu (gerçi ismi hâlâ Kara Gül ama kadim lisanda)... Aradan zaman geçti, ben de değiştim haliylen. Hikayem? O tam anlamıyla evrim geçirdi. Hazır olduğuna inandığım küçük bir kısmını sizinle paylaşmak istedim, yorumlarınızı, daha doğrusu eleştirilerinizi görmek için. Yorumlar için ayrı bir başlık açacağım. Zamanı geldiğinde kalanı gelir herhalde. Ama tahminimce "zamanı geldiğinde" bir roman haline getirmeyi planlıyorum -inşallah. Hikaye daha çok dini temalar üzerinde duruyor. Hatta "paladin" dediğimiz sınıf direk tanrının oğlu ya da o tanrı tarafından seçilmiş bir kişi. Peygamber gibi yani. Neyse işte herşeyin zamanı var.

    Çnsöz

    Â?Â?kurtarıcımız kendisini feda ederek ismi yasaklanmışı sonsuza kadar dünyadan sürdü. Ve barış bir kez daha dünyaya hâkim oldu.Â? -Khleren (50Â?nci bölüm 17Â?nci ayet)

    Â?OÂ?nun komutasında savaştılar ve OÂ?nun emriyle ailelerini lanetlenenlerden korumak için öldüler. Dünya yarıldığında tanrılar tarafından koyulan ateş küre büyük bir gazapla, püskürerek yükselmişti. Bu yarıkta Büyük Güney OkyanusÂ?u ve Kuzey DenizÂ?i birleşerek dünyayı iki büyük kıtaya ayırdı.Â? -Quentha (572Â?inci bölüm 32Â?inci ayet)

    Â?Â?ama yarım bıraktığı işi tamamlamak için geri döneceğine ant içti.Â? -Merel (80Â?inci bölüm 7Â?inci ayet)

    Â?Â?günahkârlar ve lanetlenmişler dünyayı ele geçirmek isteyeceklerdir. Sakın unutma ki onlar acıma bilmezler. Kendi ırkını katletmeni isteyenler olacaktır. Bilesin ki onlar lanetlenenlere hizmet eden kafirlerdir.Â? -Vaeryl (12Â?inci bölüm 209Â?uncu sayfa)


    Başlangıç

    Vlaren

    Yaz mevsiminde güney bölgeler cehennemi aratmayacak kadar sıcak olur. Çç gündür atların çektiği kapalı bir kafesin içinde çok az su ve hiç yiyecek olmadan, dip dibe duran, hayatları boyunca belki de vücutları hiç su yüzü görmemiş terli, mide bulandırıcı insanlarla iç içe olmak ölümün daha tatlı olabileceğini düşündürüyordu kimi zaman. Hiçbir şey yemeden üç gün geçmişti. Karnı o kadar feci gurulduyordu ki bu rahatsızlık verici kokuyu unutturuyordu.

    Adı VlarenÂ?di. Esmer teni, siyah saçları, kara gözlü, karakaşlı bir yiğitti. İki yıl boyunca zengin bir tüccarın evinde kalmış, karısına ve çocuklarına hizmet etmişti. O günleri rahat geçmişti, köle bile olsa iyi bakılıyordu. Tüccar öldükten sonra beş parasız kalan aile varını yoğunu satmak zorunda kaldı. Bu yüzden karavandaki en temiz giyimli kölelerden biriydi Vlaren. Derin bir sessizlik hâkimdi ortama. Herkes boş boş bir yerlere bakıyor, ne olacaksa bir an önce olmasını diliyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir şehre varmışlardı. Esmer tenli, dazlak bir yarma kapıyı açıp ayakları birbirine bağlı olan zavallı köleleri çekiştirerek dışarı çıkartıyordu. Adamın üzeri sanki bir şeyleri ispat etmek istermişçesine dövmelerle kaplıydı. Ama VlarenÂ?in dikkatini çeken sağ kulağından başlayıp çeşitli kıvrımlarla geriye uzanan, neredeyse sanat denilebilecek kadar estetik bir dövmeydi. Bunu daha önce gördüğüne yemin edebilirdi, ama ne olduğunu hiç öğrenememişti.

    Çok geçmeden köle pazarında satışa çıkarılmıştı. Dünyanın çeşit çeşit yerlerinden gelen yüzlerce köle, hayvanlar gibi satılıyordu. Belki bu manzaraya onuncu kez tanık oluyordu, ama aklı hayali hâlâ bir anlam verememişti bu düşüncesiz, umursamaz ve barbarca hareketlere.

    Fare suratlı, çürük dişli cılız bir herif geldi. Gemici olduğu üzerindeki ne kadar yıkansa bile çıkmayacakmış gibi gelen deniz kokusundan anlaşılıyordu Â?ki Vlaren hiç yıkanmadığına emindi. Sanki yatağına atacakmış gibi köleyi incelemeye başladı, ilk önce işaret ve başparmağıyla adamın çenesinden tutup kafasını çevirerek suratına baktı, ardından parmaklarıyla ağzını açıp dişlerini kontrol etti. Ardından elleriyle kölenin esmer kaslarını sıkarak tarttı.

    Â?Kaç altın?Â? dedi fare suratlı adam köle tacirine dönerek.
    Adam umursamaz bir tavırla ağzını sanki ön dişlerinde bir şey kalmış da, diliyle temizlemeye çalışıyormuşçasına bir hareket yaptı ve ağzını iki kez şapırdatarak düşünmek için zaman kazandı. İlk şapırtı biraz sessiz olmasına rağmen ikincisi tok bir sesle çıkmıştı Â?Seksen.Â? dedi.
    Â?Atmış veririm.Â?
    Â?Atmış yedi.Â?

    Fare suratlı adam başını eğip mahzun bir gülümseme yerleştirdi. Â?Kesemde atmış var. Diğerini çıkartıp saydırma işte. Ççün beşin lafı mı olur?Â?

    Asık suratlı adam belli belirsiz kafasını salladı. Fare suratlı adam ise suratındaki geniş gülümsemeyle birlikte elini uzatıp Â?Anlaştık.Â? dedi ama belli ki köle taciri pek temas kurma yanlısı değildi. Fare suratlı herif şangırdayan keseyi adamın eline bıraktı ve kölesiyle birlikte yola koyuldu.

    _________________
    Image

    Last edited by Alenthas on Sat Mar 20, 2010 11:02 am; edited 7 times in total
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Wed Apr 29, 2009 10:05 pm Reply with quoteBack to top

    Arillien

    Güneş Belyn kasabasının ufkundan turuncu bir iz bırakıp kayboldu. Köle pazarı bugünlük sona ermişti, bundan sonra daha iki günü daha vardı. Ardından Tergas başta olmak üzere kuzeydeki krallıklara doğru yola çıkacaktı. Çoğu köle taciri artık dikkatliydi, ne kadar da Belyn kasabasıyla anlaşmaları olsa bile Chareel adasından gelen korsanlar ticaret yollarını kesip kölelerin büyük bir bölümünü kendileri için alabiliyorlardı.

    Belyn bir zamanlar kendi hâlinde küçük bir kasaba iken korsanlar tarafından zenginleştirilmiş ve ekonomik bakımdan güçlü bir krallık haline gelmişti, en azından kendilerini böyle görüyorlardı. Fakat bölgedeki suç oranı artmış ve bu yüzden dürüst insan sayısı hızla azalmıştı.

    Aynı zamanda lordun korsanlarla çalıştığı dedikodusu yüzünden, Erwryth meclisinde sözü geçmiyordu. Ta ki Belyn lordu bu durumu kendi lehine çevirerek korsanları paralı asker olarak kullanma fikrini öne sürene kadar. Başlangıçta kabul edilmese bile sonradan korsanları zorlu görevlerde kullanmaya başladılar. Korsanların getirdiği bir yararsa onları kullanıp diğer krallıkların çiftliklerini, ya da ticaret gemilerini savaş çıkmadan korsan ismi altında yağmalıyorlardı. Bu görevlerin atanmasına arabuluculuğu da Belyn lordu yaptığından dolayı Belyn birden önem kazandı.

    Tavernalardan neşeli kahkahalar ve hep bir ağızdan söylenen şarkıların sesi artmaya başladıkça sokakta görünen insan sayısı onunla beraber azalıyordu.

    Diğerlerine göre daha büyük olan Â?Kör DilenciÂ? adındaki taverna her zamanki gibi yine ağzına kadar dolmuştu. Biralar ucuz, taze ve müşterileri devamlıydı. Hancı birayı kendi imal ediyordu. Tohumundan biranın üretimine kadar her şeyiyle kendisi ve ailesi ilgileniyordu.

    Hanın içersini yine ayyaşlarla dolmuştu, içki yarışları, zar sallayanlar, küfürleşenler ve hatta bir iki kişi yumruk bile sallamıştı. Fakat bu küçük kavgalar büyümeden kısa sürede durdurularak zarar önlenmişti. Tavernanın en kızgın anında uzaktan gelen bir köpek uluması kesildiği sırada tavernanın ana fonu anlaşılmaz gevezelikten nazik yağmur tıkırtılarına dönüşmüştü, sanki tavernadaki ısıyı biraz daha düşürmeye çalışıyordu.

    _________________
    Image

    Last edited by Alenthas on Thu Mar 18, 2010 2:09 pm; edited 3 times in total
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sun Jun 14, 2009 12:11 am Reply with quoteBack to top

    Laeros

    Cübbesine sarılmış, kapüşonunu kafasına geçirmiş siluet yağmurun altında hızlıca ilerliyordu. Yağmur giderek şiddetleniyordu, hatta bir iki kere şimşek bile çakmıştı. Cübbesi önceden beyazdıysa da artık griyle kahverengi arasında gidip geliyordu. Hemen ilk gördüğü hana girip boş bir masaya oturdu. Kapüşonunu açtığında siyah, dalgalı saçları omuzlarına dökülmüş, kirli sakalı ortaya çıkmıştı. Geniş çenesi ve şekilli suratıyla yakışıklı bir genç adamdı. Adı Laeros idi. Kuzey doğudan, Büyük Çöl civarından geliyordu. Ve sıcağa alışmış vücudu dışarıdaki fırtınaya alışamamış olacaktı ki titremeye başladı.

    Aslında Belyn yılın bu zamanında çok sıcak olurdu, fakat doğa, dertlerini uzun zamandır içinde biriktiren bir kadın gibi içini boşaltıyordu bu gece, tüm sevgisi, tüm nefretiyle.

    Adamın teki yanına gelip ne istediğini sorduğunda sıcak bir çorba söylemişti. Gelen çorba her ne kadar ayak kokusunu andırıyorsa da iştahla çorbayı içti. O sırada salonda konuşulanları az da olsa anlıyordu. Birileri bu fırtınanın hayra alamet olmadığından bahsediyor, bir başkası etrafına toplanmış arkadaşlarına içinde kendisinin geçtiği yetişkin hikâyeleri anlatıyordu. Laeros hâlsizce ayağa kalktı ve bozuk aksanıyla hancıya oda olup olmadığını sordu. Fırtınadan dolayı tüm odalar doluydu. Talihine küfrederek handan ayrılmak için arkasına döndüğünde bir cüceyle çarpıştı.

    “Çnüne bak, cüce!” karşısındaki adam tombul yanaklı, gıdığı çıkmıştı ve sırıtıyordu. Fakat karşılaştığı tepki sebebiyle yüzündeki ifade sinirli bir hâl almıştı. Çzerindeki üst düğmeleri açık beyaz gömleğinden kılları fışkırıyordu. Gömleğinin kolunu dirseğine kadar, bordo renkteki keten pantolonunuysa azıcık yukarı sıyırmıştı. Saçları uzundu ve bir tek tokayla bağlanıp atkuyruğu yapılmıştı.

    “Yoksa?” dedi cüce kaşlarını çatarak. Cüceyle Laeros'un suratı o kadar yakındı ki ikisi de karşısındakinin kahvaltıda ne yediğini söyleyebilirdi.

    “Hey, hey, hey, büyütmeye gerek yok çocuklar, değil mi? Hadi size iki içki ısmarlayayım, hı?” dedi hancı telaşlı bir hâlde.

    “Bak, ufaksın diye dokunmak istemiyom. O yüzden paşa paşa yolumdan çekil de işimize bakak."

    “Kendini sert mi sanıyorsun çaylak. Senin gibilerini çok gördük biz.”

    Hancı gergince güldü “Sadece şaka yapıyor Kerdox, onu tanırım iyi çocuktur, he he.” dedi Kerdox'a. Ardından Laeros'un omzuna arkadaşça, biraz da tedirgin bir hâlde vurdu. Cüce hancıyı görmezden gelip lafına devam etti “Konuşmasını biliyorsun da bakalım ne kadar erkeksin. Sana içki yarışında meydan okuyorum.”

    “Harika fikir!” diye haykırdı hancı. “İlk iki içki de benden!”

    “Eğer kazanırsam bana üç yüz altın verirsin.” diye devam etti cüce. “Eğer sen kazanırsan, ben sana üç yüz altın veririm.”

    Laeros somurtarak düşüncelere daldı.
    “Ne yoksa,” diye devam etti cüce alaycı bir tebessümle “bacaklarının arasında erkekliğin yerine hepimizin sevdiği tatlıdan mı var?”
    Learos bıkkınlıkla “O kadar altınım yok.” dedi.

    “O halde…” dedi çenesini sıvazlayarak “…kölem olursun.”
    Learos düşünceli bir hâlde kaşlarını çattı. Sonra “Tamam.” dedi.

    Hancı bardakilerin ısınmış olacağını düşünerek bodrum katından bir kasa dolusu taze, soğuk bira getirdi. “Çyleyse yarışma başlasın!”

    ***

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Mon Jun 15, 2009 12:43 am Reply with quoteBack to top

    Sekizler Hisarı

    Vlar ellerini karnında birbirine kenetlemiş yılan diliyle dua ederken refakatçiyi takip ediyordu. Kral, halkın gelip şikâyet ettiği, birbirini dava ettiği, türlü şeyler dilediği ziyaret saatinde kendisini görmek istemişti. Sevgili kralını bekletmeden taht odasına varmıştı. Salon şövalyeler, defterdarlar ve bunun gibi envai çeşit soylularla doluydu. Kralın sadece en büyük oğlu salondaydı. Kraliçe ve diğer çocukları etrafta yoktu. Vlar abartılı bir reverans yapıp yerleri süpürdü. “Haşmetmeabları beni emretmişler?”

    Kral altın işlemeli tahtında yarım dünya göbeğini sererek yayılmıştı. Yıllarca sarayında tıkalı kaldığından ister istemez şişmanlamıştı. Elini umursamazca sallayıp kalkmasını emretti. “Hoş geldin, Vlar. Sözü uzatmayacağım. Gatheron’a gitmeni istiyorum.”

    Vlar’ın yüzünden küçük bir şaşkınlık ifadesi geçti ve ardından kayboldu. Aslında bunu bekliyordu. Kral devam etti “Senin ve arkadaşın Sıçan’ın oraya gidip diplomatik, fakat daha çok malî işlere bakmanızı istiyorum. Malûm, orada işler biraz karışık. Eh, siz de bu işlerden iyi anlıyormuşsunuz duyduğuma göre.”
    Vlar itiraz edecekti ki bu işi kralın büyük oğlu, tahtın veliaht’ı, çocuk yaşında şövalye unvanını kazanmış Sör Rollic söze girdi.

    “Kararınızı tekrar düşünmenizi dilerim kralım. Çstat Nerell tahtın varisi olarak tecrübe kazanmam için Gatheron’un uygun olacağını düşünüyor.”
    Kral oğluna duygusuz bir ifadeyle bakıp “Kararımı verdim.” dedi. “Hem Gatheron bizim için önemli bir yer-“

    Prens hızla ayağa kalktı. “Bana güvenmiyorsunuz!” diye inanamayarak haykırdı. Vlar’ı hiddetle süzdükten sonra odayı terk etti. Çstat Nerell ayağa kalkıp hızla birkaç adım attı, ardından yanlışını fark edip krala bir an baktı. Kral elinin tersiyle gitmesini işaret ettikten sonra Çstat koşarak salondan dışarı çıktı.

    Kısa bir sessizliğin ardından kral Vlar’a “Yarın güneş doğmadan bir gemiyle yola çıkacaksınız. Hazırlansan iyi olur.” dedi. Kral içten içe gülüyordu.

    ***

    Hızlı adımlarla koridorlardan geçerken danışmanı Sıçan’a dert yanıyordu “Lanet herif benden kurtulmak istiyor. O kadar yaklaşmıştım ki…”

    “Aman efendim dert ettiğiniz şeye bakın. Ben burada kalıp sizin gözünüz kulağınız olurum.”

    “Kral senin de benimle Gatheron’a gelmeni emretti.”

    “Aman efendim benim suçum ne ola! Buradaki yaşamımı bırakıp o cehennem deliğine hayatta gitmem!” ciyak ciyak bağırıyordu.

    Vlar sinirleri bozulmuş bir halde Sıçan’a baktı. “Güvenebileceğimiz biri var mı?”

    “Sanmıyorum…” dedi Sıçan çenesini sıvazlayarak “Yalnız birisini bulabilirim.”

    “Hataya mahal yok.”

    “Anlıyorum efendim. Gerçi kendi uzmanlık alanı değildir ama uzaktan bir akrabalığı var elbette. Yani işinden bahsediyorum. Vereceğimiz ödülü duyduğunda sadakati bizim elimizde olduğuna emin olabilirsiniz.”

    “Kimmiş bu?” diye sordu Vlar, meraklanmıştı.

    “Khal.”

    _________________
    Image

    Last edited by Alenthas on Sun Oct 04, 2009 2:06 pm; edited 1 time in total
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Wed Jun 17, 2009 9:10 pm Reply with quoteBack to top

    Alènthas

    “Hadi Alènthas, kalk, hazırlan.” ses annesine aitti, kapının ardından geliyordu.

    “Çf, gelmesem olmaz mı? Hep aynı şeyler.” Yatağında miskince doğruldu. Kahverengi, omzuna dökülen dalgalı saçları birbirine karışmıştı. “Hem bugün yapacaklarım var.”

    “Aa, hiç olur mu öyle şey! Hep birlikte gideceğiz!”

    Alènthas hafifçe kaşlarını çatıp, birini havaya kaldırıp, somurtarak şüpheci bir şekilde sordu “Kim kim?”

    “İşte sen, ben, sonra Belar…”

    Alènthas yatağından kalkıp ve giyinmeye başlamıştı. Annesinin sözünü keserek “Yahu ben ne yapayım onunla, çocuk tam bir baş belası.” dedi.

    Kapı açıldı annesi içeri girmişti “E, sen sevmez miydin Belar’ı?”

    “Aman anne, çocuktuk o zamanlar yahu. Yani en azından ben öyleydim, Belar hâlâ öyle.”

    “Ay, yesinler, büyümüş, adam olmuş da haberimiz yok.” dedi Saese alaycı bir tebessümle. Onun saçları Alènthas’ınkinin aksine açık sarıydı. Saese onun hep babasına çektiğini söylerdi.

    Alènthas derin derin iç geçirdi. “Mecbur muyum anne? On üç yaşına bastım, kılıç tutmasını öğrendim ve artık bir erkek oldum. Ama sen bana hâlâ çocuk muamelesi yapıyorsun!”

    “Tahta kılıç demek istedin herhalde.” dedi, tebessüm geri gelmişti. “Ve istersen otuz yaşında ol, istersen dünyaları fethet, benim için çocuk kalacaksın.”

    “İyi! Ama ister inan ister inanma ben artık büyüdüm anne!” Alènthas hızla annesinin yanından geçip dışarı çıktı. Saese’de arından festivale katılmak için çıkmıştı.

    Güneş tam tepedeyken şehir merkezi iyice kalabalıklaşmıştı. Yılın bu zamanı Meríl’de bahar şenlikleri yapılırdı. Karnavallar, sihirbazlar, medyumlar, ozanlar, dans eden hayvanlar, havai fişekleri, akrobatlar, bin bir çeşit yiyecek, her şey bulunurdu.
    Saese uzaktan Celar’ın el salladığını gördü, yanında Belar duruyordu.

    “Nasılsın canım?”

    “Eh, fena değil işte, nasıl olsun ki… Siz ne yapıyordunuz burada?”

    “Biz de babamızı bekliyoruz işte.” dedi Celar, şirinlik olsun diye Belar’ın ağzından konuşuyormuş gibi. Aslında bahsettiği adam, yani Haldiv, Celar’ın kocası, Belar’ınsa babasıydı. “Ee, senin ufaklık nerede?”

    “İşleri mi varmış ne, gelemedi.”

    “Ay yazık canım, festivali kaçıracak mı yani?”

    “Ya, çok üzüldü garibim.”

    “Nereye gitti? Ben onun neşesini yerine getiririm.” dedi Belar annesinin yanından fırlayıp.

    “Hiç bilmiyorum, öylece çekip gitti, bana da hiçbir şey söylemedi.”

    Belar “Neyse, bulurum ben onu şimdi.” diyerek uzaklaştı.

    ***

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Fri Aug 14, 2009 1:05 am Reply with quoteBack to top

    Aslında öylece çekip gitmesi aptalca bir ego yüzünden değildi, daha aptalca bir nedendendi. Kendisi de bunun farkındaydı ama umursamıyordu. Hayatı nedense çok boş gelmeye başladığı bir döneme girmişti, yaptığı hiçbir şey yoktu, bir yeteneği, övgü kazanmasını sağlayan bir şey. Ve buna ihtiyacı vardı, birilerine yardım etmek, işe yaramaya ihtiyacı vardı. Birilerinin ona bakıp teşekkür etmesine ihtiyacı vardı belki de.

    Ama bu yaşında bu duyguları anlayamıyordu. Hayatı o kadar monoton geçiyordu ki bir yerlerde üzülmek, bir şeyler arasında seçim yapabilmek, acıyı tatmak ya da bir şeyler üzerinde düşünebilmek istiyordu. Ama etrafında olan onca şeyden hiçbir haberi yokken bunları yapmak o kadar zor ve karmaşıktı ki ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Suratı asık ne yapacağını bilemez bir hâlde üzgün olmaya çalışıyordu.

    Bu yüzden gelmişti iskeleye bakan bu tepede oturmaya. Ta buradan bile iskeleye vuran dalgaların sesiyle martıların ritimsiz müziğini ve kart sesleriyle balıkçıları duyabiliyordu. Belki de buraya gelme sebebi hüzünlenmek ya da değişik bir duygu hissetmek isteyişiydi. Aşk istiyordu belki. Bir şeyleri kaybetmenin duygusu, ya da kazanmanın duygusunu tatmak istiyordu.

    Bunu Belar ile de konuşmuşlardı. Tabii o zamanlar Alènthas Belar’ın söylediklerini pek ciddiye almamıştı. ‘Biz çocuğuz, ne yapabiliriz ki?’ diye düşünüyordu, aslında haklıydı da.

    “Neden bıktım biliyor musun Alènthas.” demişti Belar. “Her gün aynı şeyleri yapıp durmaktan. Her gün aynı saatte kalkıp aynı şeyleri yemekten, aynı yolu yürümekten, aynı insanları görüp aynı şeyleri duymaktan o kadar çok sıkıldım ki. Her gün aynı şeyi yapıyoruz. O kadar monoton ki.”

    Alènthas o zamanlar hak vermişti, ama kendisi öyle hissetmiyordu. şimdi duyguları bunlara yakındı ama tam anlamıyla değil. Belki de Belar tam anlamıyla ifade edememişti. Bu bir duygunun eksikliğinden kaynaklanıyordu sanki.
    “Ne yapıyorsun?” Belar bir ağacın yanından geçti ve Alènthas’ın yanında durdu.
    “Biliyor musun, bu sorudan nefret ederim. Ne yaptığımı görüyorsun.”
    Belar iç çekti “Çf…” Sonra Alènthas’ın yanına oturdu.
    “Niye festivale gelmedin?”
    “Canım istemedi, hem senin burada ne işin var ki?”
    “Seni aramaya geldim.”
    “Niye?”
    Belar omuz silkti. “Tek başıma canım sıkılırdı.”
    Bir süre sessizce oturdular. Kısa bir süre içinde Belar ayağa kalkıp sessizliği bozan kişi oldu. “Hadi gidelim.”
    “Böyle iyiyim, hiçbir yere gitmek istemiyorum.”
    “Hadi, hadi.” diyip Alènthas’ın koluna yapıştı. Kaldırmaya çalışıyordu.
    “Çf, peki, peki!” Alènthas Belar’ın onu çekmesine izin verdi ve ayağa kalktı.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sun Aug 16, 2009 7:56 pm Reply with quoteBack to top

    Devasa uzunlukta bir kafesin üzerindeki örtünün içindeki şeyi herkes merak ediyordu. Çncelikle çocuklar olmak üzere geniş bir kalabalık yakalamıştı Bay Richet. Çzerinde siyah, parlayan bir takım elbise, boynunda kırmızı bir fular vardı. Gömleği ise beyazdı.

    “Bayanlar ve baylar! Bugün burada göreceğiniz şey gözlerinizin yuvalarından fırlamasına sebep olacak, hayretle inleyeceksiniz! Burada daha eşi benzeri bulunmayan bir canlı bulunuyor. İşte karşınızda…”
    Richet tek bir asılışta görkemli bir şekilde örtüyü çekti.
    KORATH!

    Kalabalıktan derin bir iç çekiş sesi yükseldi. Kafesin içindeki devasa adam parmaklıklara yapışmış sarı dişlerini gösteriyordu. Kahverengi saçı ve saçıyla birleşmiş gür sakalı tokalarla süslenmiş ve örülmüştü. Tabii kim bilir nasıl günler geçirmişti ki bütün bu süslemeler, düzgün saç şekli artık dağınık ve pasaklıydı. Vahşi dev küçücük kafesinde parmaklıkları tutarak birkaç adım geriledi, sonra ileri doğru hafiften sıçrayarak kafesini ileri doğru salladı. Fakat kafesini devirememişti.

    Kalabalık bu beklenmedik hareketin karşısında korkuyla birkaç adım geri kaçarken Richet kendinden emin bir şekilde korumalarına kafesi tutmalarını emretti. Fakat adamların gücü devle kıyaslanamazdı. Ardından kafes eski yerine doğru düşmeye başladığında dev geriye sıçrayıp sırtıyla arkadaki parmaklıkları zorladı, bu sefer yere daha da yaklaşmıştı ama yine düşürememişti. Tekrar öne doğru düşerken bütün gücüyle öne fırladı. Kafes hiç tereddüt etmeden yere yıkıldı.

    Kalabalıktan birkaç çığlık yükselmişti, birkaç kişi alandan kaçarken diğerleri sadece biraz daha geri çekilmekle yetinmişti. Richet ise hâlâ pek tedirgin görünmüyordu, hatta aksine sinirlenmişti. Devin sadece ayakta durabileceği kadar büyüklükteki bu kafes yan yatarken devin ayağa kalkacak, hatta çömelecek kadar bile yeri yoktu, ama tavan olarak kullanılan, demir parmaklıklarla birleştirilmiş tahta parçasını yerinden çıkartma umuduyla biraz sürünmüştü. Tam tavanı zorlamaya başladığı vakit Richet’in korumalarından iki tanesi kafesin tavanını omuzlarken diğerleri parmakların arasından tekme ve yumruğun yanı sıra kılıçlarıyla kollarını dürtüyor, pes etmesini sağlamaya çalışıyorlardı.

    Çok geçmeden dev pes edip olduğu yere yıkıldı ve öylece kaldı. Devin bayıldığını varsayan korumalar kafesi kaldırmaya çalışırken dev tekrar hareketlendi ve bir yumruk daha indirdi. Tahta parçası büyük bir gümbürtüyle inledi ve yerinden fırladı. Korumalar ise dev ayağa kalkamadan önünü kesmek için harekete geçmişlerdi bile. Yalnız onlar metal zırhlarının içinde beş metreyi koşana kadar dev sürünerek kafesinden dışarı çıkmıştı bile. Korumalar tereddütle yürüyüp devin etrafını sardılar. Bu sırada dev kafesinin etrafını kaplayan bir metal çubuğu tutup yerinden çıkarttı.

    Hemen hemen herkes ortalıktan kaybolmuştu. Artık sadece bir avuç insan olayı uzaktan izliyordu, diğerleri bütün festivalin alarma geçmesine sebep olmuştu. şehirdeki bütün muhafızlar olay mekânına gidiyordu.

    Fakat şimdi sadece Richet, korumaları ve beş metrelik demir sopa tutan beş metre boyunda bir dev vardı.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Fri Sep 11, 2009 10:11 pm Reply with quoteBack to top

    Odis

    Güneşli bir sabah gelmişti dünyaya Odis. Annesi köhne bir tavernada çalışan fahişenin tekiydi. Çşık olduğu adamdan istemeyerek hamile kalmıştı ama ona asla söyleyemedi. Çünkü adam gecenin ardından gelen soğuk, karanlık bir günün sabahı ortalıktan sıvışmış ve bir daha hiç gözükmemişti.

    Çocuğunun doğumundan sonra bu işleri bırakıp bir çiftlikte çalışmaya başladı. Çiftçinin ölmüş karısından on yaşında bir oğlu vardı. Oğluna bakması ve evine çekidüzen vermesi için bir eş arayan çiftçi, Odis daha bir yaşındayken annesiyle evlendi. Artık tarlada çalışmak yerine eve bakıyor ve eşini memnun ediyordu. Mutlu olduğu söylenemezdi ama mutsuz olmadığını biliyordu ve bunun için şükrediyordu.

    Odis çiftçiyi babası olarak bildi hep, çiftçinin oğlunu da abisi olarak. Yıllar sonra annesi kederden çöktüğünde Odis'e destek olmuşlardı. Annesi ne bir şey yiyordu ne de biriyle konuşuyordu. Fazla geçmeden hüzünden ölüverdi yatağında uyurken.

    İki eş eskiten çiftçi kendisini içkiye verdi ve sarhoş hâldeyken Odis’in aslında kendi oğlu olmadığını ağzından kaçırdı. Bunun ardından Odis annesinin ölümünün verdiği üzüntüyle tek kan bağı olan babasını bulmak için yola koyuldu.

    Hiçbir vasfı olmayan Odis çok geçmeden sokaklarda sürünür oldu. Her seferinde başka birisi için getir-götür işleri yapıyordu. Bir gün cimri herifin teki gelip ona bir iş teklif etmişti, hem dünyayı dolaşacaktı hem de para kazanacaktı. Tek yapması gereken bu kendini beğenmiş adamı muhtemelen hiçbir riski olmayan bir yerde, sirkte koruyacaktı.

    Aradan uzun zaman geçti, babasını arayışı eski bir hatıra olarak kalmıştı. Artık tek yaptığı sirkte sorun yaratanlarla ilgilenmek olmuştu. Zaten mesaisinin çoğu yolculukta geçiyordu, o yüzden pek rahat sayılırdı. İşte birkaç gün önce patronuna Meríl’de bir festivalin olduğu bildirilmişti. Görünüşe bakılırsa patronunun sipariş ettirdiği bir mal vardı, ilk kez kendisi de Meríl’de görecekti. Patron dışında kimse ne olduğunu bilmiyordu ama o pek memnun görünüyordu. Sürekli bu işin gelirini yükselteceğinden bahsediyordu. Odis de sevindi bu işe, belki de zam alma zamanı gelmişti.

    İşte o devin savurduğu kocaman demir suratına vurduğunda bunları düşünüyordu Odis. Tam olarak değil tabii ki, yaptığı bütün hatalar gelmişti gözünün önüne. Yaptığı her şey onu buraya getirmişti, sağ yerine sol seçseydi mesela, belki şu an başkasının ölümünü görüyor olurdu. Ya da daha fazla abartmak gerekirse o birini öldürüyor olurdu belki de…

    Annesinin ölümünü görmemişti ama bir keresinde yaşlı bir adamın ölümünü görmüştü. Adam sokakta yürürken öylece düşüvermişti yere. Odis o anda inanamamıştı ne olduğuna, bir insanın öyle durup dururken ölmesi çok mantıksız geliyordu. Hatta fiziksel hasar sonucu birisinin ölmesi bile pek mantıksız geliyordu ona, ölüm çok uzaktı. Nasıl olur da vücuda gelen bir zarar tüm vücudun işlevini bozup çalışmasını önleyebiliyordu? Ya da nasıl olur da bir vücut durup dururken öylece ölüveriyordu?

    Odis öylece yerde yatarken bunlara hâlâ anlam verebilmiş değildi. Gözleri yarı açıktı, ama tek gördüğü çimenler ve gökyüzüydü. Dünyayı son kez görüyorum diye düşündü. İşte, hikâyenin sonu…
    Gözleri kapandı.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sun Oct 04, 2009 2:21 pm Reply with quoteBack to top

    1. Bölüm

    Vlaren

    Belyn, sahil boyunca uzanan bir dağın eteklerinde sıkışmış bir kasaba olduğundan öğlene kadar loş kalırdı. Bu sabah Belyn, hafif de bir sisin etkisiyle oldukça gizemli bir hâl almıştı. Horlayan sarhoş korosu oluşturmaya aday gemiciler, bir önceki geceden bitap düşmüş hancılar güzel rüyalarını göre dursun, müşterisini soymak için erken kalkan fahişeler –tabii bu soyma eylemi geceyle kıyaslandığında pek erotik olmuyordu– ve Fırtına Delen’in mürettebatı güne başlamak üzereydi.

    Askeri disiplininden dolayı Vlaren yine herkesten önce kalktığını fark etti. Hamağından fırladı ve sessizce güverteye çıktı. Nöbetçiler birisinin geldiğini fark edip Vlaren’a kısa bir bakış atmış, ardından da kendi işlerine dönmüşlerdi. Sancak tarafına yürüdü Vlaren. Ufka baktı ama pek seçilmiyordu. Denizin ve gökyüzünün rengi neredeyse aynıydı ve sis bunları ayırt etmekte pek yardım ediyor da denilemezdi. Sanki denizle gökyüzü birleşmiş gibi görünüyordu. Yavaş yavaş bütün mürettebat kalkmaya başlamıştı. Bugün erkenden yelken açmak istiyormuş kaptan, konuşmalardan bunu çıkarabilmişti Vlaren. Dün gece depoyu doldurmuşlardı zaten, bu sabah ufak birkaç ayrıtı kontrol edildikten sonra yelken açmaya hazır olacaklardı. Herkes uyanmış, geminin son kontrollerini yapmaya başlamışlardı ki izinli olan mürettebat yavaş yavaş gemiye damlamaya başlamıştı. Hazırlıklara yardım ederken bulunduğu geminin ne gemisi olduğu takıldı aklına. Korsan gemisine benzemiyordu, ama tüccar gemisine de benzemiyordu. Peki, ne gemisiydi bu, yoksa Askeri bir gemi miydi?

    Sonunda kaptan da gemiye iştirak etmişti. Kanca burunlu, kirli sakallı, suratsız bir adamdı. Başka yerlerde gördüğünüz cafcaflı kaptan kıyafeti giymiyordu. Hatta tam tersi pantolon üstüne atletle dolaşıyordu. Kaptanı gördükten sonra Vlaren bunun bir askeri gemi olmadığına ikna olmuştu. Hem hangi askeri gemide köleler bulunurdu ki? Kaptan tüm mürettebatı sıraya dizip kimlerin olup olmadığını kontrol etmişti. Vlaren’ın da adını yazmıştı.

    “Kerdox nerede?” diye bağırdı sesini herkese duyurmak için. Sesinde fazla belli olmasa da biraz öfke vardı.
    Gemicilerden birisi “Kör Dilenci’ye gitti kaptan!” diye seslendi.
    Kaptan arkasını dönüp bağırdı “Ufaklık!”
    On iki yaşlarında bir miço yerinden fırladığı gibi kaptanın yanında bitiverdi. “Git şu geri zekâlıyı bul bana.” dedi ve tam bir şaplak atacakken miço eğilerek kaptanın elinden kurtuldu ve bir koşuda gözden kayboldu.

    _________________
    Image

    Last edited by Alenthas on Mon Oct 05, 2009 1:38 pm; edited 1 time in total
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sun Oct 04, 2009 6:32 pm Reply with quoteBack to top

    Kerdox

    Kapıya vurulan nazik darbeler Kerdox’ın kulağına top patlaması gibi geliyordu. Ama kalbinin sesi kapıdan gelen gümbürtüyü bile bastırıyordu. Geç mi kalmıştı? Kaptan Irus onu gebertecekti.

    Hemen yatağından fırladı ve kapıyı açtı. Karşısında tanıdığı ama ismini bir türlü çıkartamadığı bir erkek çocuğu çıktı. Çocuğun boyu Kerdox’tan fazla kısa değildi.
    “Kaptan Irus seni istiyor. Eğer on dakika içinde gelmezsen başın derde girermiş.”
    “Tamam, koş kaptana hemen geleceğimi söyle.”
    Çocuk hızlıca, evet anlamında kafasını eğip kaldırdı ve koşarak uzaklaştı.

    Kerdox’ın kıyafeti üzerindeydi o yüzden odasındaki sayılı birkaç eşyayı alıp merdivenlerden aşağı, bar kısmına indi. Hancı yerinde değildi, onun yerine başka birisi bakıyordu. Genç muhtemelen hancının çocuğu ya da yakından akrabasıydı. Tezgâha bir sikke altın bıraktı ve tezgâhın diğer tarafına gidip olduğu yerde sızmış olan kölesini, yani Laeros’u dürttü.

    “Hadi kalk seni tembel teneke.”
    Laeros gözlerini araladı. Anlamsızca bakıyordu Kerdox’a. Kerdox devam etti “Bana borcun olan üç yüz altını ödeyene kadar kölemsin artık. Hadi kalk, kalk dedim sana! Gidiyoruz!”
    “Laeros ne olup bittiğine anlam veremese de kendisine bağıran cüceyi takip etmenin en doğrusu olacağına karar vermişti bulanık aklıyla. Adam bir şeyler haykırmıştı ama Laeros ne olduğunu duymamıştı, hatta umursamamıştı da. Kerdox hızlı adımlarla Laeros’u peşinde sürüklüyor hem de kendi kendine mırıldanıyordu.

    Ne olup bittiğini anlamadan Laeros kendini gemide bulmuştu. Kendisini gemiye getiren cüceye birisi durmadan bağırıyordu. Sonunda adam bağırmayı kesti ve Kerdox Laeros’u tekrar sürüklemeye başladı. Hamaklarla dolu bir odaya gelmişlerdi. Kerdox bir hamağı gösterip “Artık burada yatacaksın.” dedi ve Laeros’u uykusuyla baş başa bıraktı.

    “Avara!” diye haykırdı kaptan. İki gemici geminin bağlı olduğu halatları çözüp ayaklarıyla iskeleden destek alarak geminin açılmasına yardım etti. “Yelkenler fora!”
    şanslarına sabahki sis dağılmıştı ve hafif de olsa yelkenleri rüzgârla doluyordu. Fırtına Delen bir kez daha derin sulara açılmak ve yepyeni maceralara atılmak için sabırsızca sallanıyordu.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Tue Oct 13, 2009 8:16 pm Reply with quoteBack to top

    Laeros

    Bir sağa, bir sola...bir sağa, bir sola...

    Laeros’un aklına ilk gelen şey birisinin yatağını –artık her neresiyse– salladığı olmuştu. Hangi eksik tahtalı bir insan evladı uyuyan birisinin yatağını sallamakla uğraşırdı ki? Sinirle dünya embesillerle dolu diye geçirdi içinden. Hayretle yattığı şeyin ortaya doğru aşağı çöktüğünü fark etti. Halatlarla birleştirilerek dörtgen oluşturulmuş bu düzenek bir ağa benziyordu.

    Akşamdan kalma baş ağrısı yetmiyormuş gibi yattığı yer sallanıp duruyor, o da yetmezmiş gibi deniz ve rutubet kokusuyla midesi allak bullak oluyordu. Gözlerini açtı ve etrafına baktı. Onu sallayan kimse yoktu, adeta bulunduğu bu tahtadan hamaklarla dolu mekân sallanıyordu. Neredeyse bir gemideymiş gibi...

    Baş ağrısı ve mide bulantısının izin verdiği hızla doğruldu hamağından. Kalbi endişeyle gümbürdeye dursun, Laeros sonunda güverteye çıkabilmişti. Dili tutulmuştu, bir şeyler gevelemeye çalıştı.
    “Ben... nerede... yani - nasıl? Nerde ben, nası geldi buraya?”
    “Uyandın mı, köle? Geh bakam buraya, gel hele!”
    Laeros aval aval etrafına bakınıyordu. Uçsuz bucaksız deniz, hiç tanımadığı değişik insanlar. Ağlar, yelkenler, direkler, sağdan soldan sarkan halatlar, her şey vardı burada.
    “Burdayım, ana güvertede!”
    Laeros sesini çıkartmadan düşüncelere dalmış bir hâlde, aylak aylak merdivenleri çıktı.
    “Buraya nası geldi?”

    Kerdox bir kahkaha patlattı. “Seni ben getirdim, yarı uyukluyodun. O yüzden bir şey hatırlamıyon sanırım. Dün akşamı hatırlıyonnu, içki yarışması falan, hım?”
    Laeros beynini hatırlamaya zorlarcasına gözlerini kıstı. “Orasını hatırlıyor da kaybettiğimi hatırlamıyor. Kalanı sanki silinmiş... Ahh.”
    Kerdox bir kahkaha daha attı. “Çç yüz altın borcunu ödeyene kadar kölemsin, velet.”
    “Peki, maaş ne kadar?”
    “HAH! ‘Maaş’ dedi. Eğer sana maaş vercek olaydım niye kölem yapardım, yaa?”
    “Ama o zaman nasıl ödeyecek borç?”
    Kerdox kıkırdadı. “Eh, o senin sorunun.”
    “Of.” diye iç geçirdi Laeros. “Ne gemisi bu, ne yapıcak ben?”
    “Sen benim av partisinde olucak.” diye dalga geçti Kerdox, Laeros’un bozuk diliyle. “Birlikte balina avlayacak.” Sinsice göz kırptı.
    “Balina mı?! Of, işte şimdi yandık. Peki nesin sen, kaptan falan mı?”
    “Bana nasıl hitap ettiğine dikkat et, köle.” diye tersledi Kerdox.
    Laeros iç çekti. “Sen kaptan mısın, efendim?” dedi tiksinerek.
    “Sana ne! şimdi defol bakiim, git beni raatsız etmiceen işlerle ilgilen. Lazım olursan çaarırım. Hadi, kaybol!”

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Wed Oct 14, 2009 5:45 pm Reply with quoteBack to top

    Fırtına Delen

    Gemi neredeyse bir asırdır balina avcılarına hizmet ediyordu. Gelişen teknolojiyle sürekli gündemde tutulmuş olsa da artık yaşlanmıştı.

    Bu yaşlı bunağın dört tane kaptanı vardı. Kaptan Belar av bölgeleri dışındaki tüm kararları verirdi. Elli yaşlarında aksi bir herifin tekiydi. Erwynli olan diğer kaptanların aksine Gertzliydi Belar. Merílde doğmuştu. Başka gemilerdeki kaptanlar gibi kendisini tanrı gibi görmese de bazen ister istemez tiranlığı tutardı. Beline uzanan saçlarının bazen bir kısmı sırtından tokayla toplayıp bir kısmını serbest bırakır, bu serbest kalanlar suratının etrafından dolanır göğsüne kadar inerdi. Karnına kadar inen sakalları tokalarla ikiye ayrılmış ve süslenmişti. Hava biraz kötü olsa atletinin üstüne siyah bir pardüse giyer, onun dışında hep atletle dolaşır, kaslarını sergilerdi. Teni diğer Gertzlilere göre biraz daha kavruktu.
    Fazla yemez, fazla konuşmaz ve fazla uyumazdı Belar. İçine kapanık birisiydi. Kimi zaman sessiz sakin denizi izlerken birden yerinden fırlayıp odasına giderdi durduk yere. Çok acayiptir Kaptan Belar.

    Birinci kaptanın adı Vrelic idi. Diğer yardımcı kaptanlar gibi av bölgesine girildiğinde her şey ona sorulurdu. Vrelic av partilerinde ilk sandal grubuna liderlik ederdi. Çlem adamdır şu Vrelic. Grubundaki herkesle yakın arkadaşlık kurardı. O yüzden dikkatlice seçerdi adamlarını. İçki sofrasında şarkıları hep o başlatırdı. Bir başladı mı bütün mürettebat katılırdı şarkıya, zaten öyle bir söylerlerdi ki şarkıyı sevmesen bile farkında olmadan katılırdın sen de. Çlümden hiç korkmazdı Vrelic, adamları da öyle. Normalde böyle bir grup fazla ava katılamadan suyun dibini boylardı ama birinci sandaldakiler sanki tanrılar tarafından korunuyormuş gibiydi adeta! Çlümün nefesini koklardı ama sırıtıp “şükür” derdi.

    Uzun boylu, sıska bir adamdı Vrelic. Sıska olmasına sıskaydı ama bütün vücudu kaslarla kaplıydı. Saçlarının dibine kadar tıraş ederdi hançeriyle haftada bir. Bileklerine kadar gelen kahverengi bir pantolondan başka bir şey giymezdi. Avlardaki yardımcısı Kelar, fare suratlı, çürük dişli tipsizin tekiydi. Ama iş savaşmaya geldiğinde, ister balina, ister ordu dolusu korsan olsun ondan iyisi yoktu.

    İkinci kaptan ise Kerdox idi. Balina anatomisi, balina türleri ve denizcilik gibi kitapların yazarıydı. Av dışında –hatta nöbette bile– kitaplarına gömülürdü. Bordo keten pantolonu, beyaz gömleği ve deri ceketinin yanında piposu olmazsa olmazdı. Avdayken, yatarken, nöbette, yemekte piposu hep yanardı. Çok nadiren değişiklik olsun diye tütün sarıp içerdi, onun dışında piposu, kitabı ve bazen de romu yanında olduğu vakit şuracıkta ölse üzülmezdi. Bazen gemiciler ona neden piposuyla evlenmediğini sorardı, Kerdox ise “o kadar çok pipom var ki hangisiyle evlensem karar veremedim” deyip geçiştirirdi.

    Ççüncü kaptanın adı Ilthar idi. Temiz kalpli birisiydi, cömertti. Avlara çıkıldığında tek bir kişiyi bile kaybetmemek için elinden geleni yapardı, gemideki herkesi umursardı Ilthar. Çoğu zaman birisine yardım etmek için kendi hayatını tehlikeye attığı olurdu. Hatta bir keresinde sol kolunun yarısını kaybetmişti.

    Kolunun eksikliği dışında yakışıklı ve diğer kaptanlara nazaran genç birisiydi, kırklarındaydı daha. Kirli sakalı ve dağınık kısa saçları vardı.

    Aynı zamanda disiplini severdi. Mürettebat pek hoşlanmazdı Ilthar’ın bu huyundan ama o kadar saygı duyarlardı ki ona, Ilthardan yaşlılar bile bir dediğini iki etmezdi. Ilthar aynı zamanda kendi hâlinde şiirler yazardı ama bugüne kadar kimseye hiçbir şiirini okumamıştı. Karmaşık birisiydi Ilthar.

    Yardımcı kaptanların sözü Kaptan Belar kadar geçerdi ama Belar kadar resmi ve talepkâr değildiler. Aksine mürettebat ile yakın dostluklar kurmaktan zevk alıyorlardı.

    Fırtına Delen’deki herkes benzerlerinden çok farklıydı, daha anlayışlı ve daha renkli geliyordu insana. Diğer insanların düşündüğü gibi beş parasız zavallılar yoktu Fırtına Delen’de, hepsi çok önemli kişilerdi.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Thu Oct 15, 2009 8:03 pm Reply with quoteBack to top

    Vlar

    “Ne kadar sürecekmiş yolculuk?”
    “Kaptan, en fazla üç hafta, dedi.”
    “O hâlde baya zamanımız var. şu Khal, nasıl bir adam?”
    “İşinde en iyisi olduğunu söylemiştim zaten. Paradan başka kimseye sadık değildir. Fakat efendim, şöyle bir sorun var. Duyumlara göre Khal kralın gözdesi. Eğer Khal’ı satın almak istiyorsanız, ona işverenini öldürmesi için bir neden vermelisiniz.”
    Vlar çenesini sıvazladı. “Bunun üzerinde düşüneceğim. Politik zırvalıklara pabuç bırakmayan birisine benziyor. Pahalıya patlayacak gibi, ne dersin?”
    Sıçan iç çekti. “Avucumun içindeydi. Politika pek umrunda olmayabilir, ama değişen dünyada yenen tarafta olmanın daha mantıklı olacağını düşünüyor.” Kendisine bir kadeh şarap doldurdu. “İster misiniz?”
    Vlar elini hayır anlamında kaldırdı.
    “Evet, ne diyorduk. Hah, yenen taraf diyordum. İşte konuştuk biraz. Gözünü olacaklarla korkuttum falan...” İçkisinden bir yudum aldı. “Pek içi sinmiyordu ama kral öldüğünde ve yeni kral yönetime el koyduğunda Khal denilen bir suikastçının onu savunmadığını duyunca kralın nasıl hayal kırıklığına uğrayacağından falan bahsettim.”
    “Anlıyorum. Peki, yeni kral?”
    “Daha iyisi olamazdı, halkın sevgilisi, yurduna gönülden bağlı, saf ama tutkulu bir adam! Straglen evine yaptığım ziyaretler meyve verdi. Birlikte yaptığımız politik tartışmalarda Sekiz şövalyelerinin krala ihanet edeceğine dair kendisini ikna ettim. Nüfusunu kullanıp hem krala sadık şövalyeleri kendi tarafına çekerken aynı zamanda halkı ayaklandıracak. Geri zekâlı, ultra-ülkücü şehir muhafızları sayesinde Bay Straglen’in hazırda bekleyen küçük ordusunun gerekli sayıda alet edevatı var çok şükür. Khal işi halleder halletmez şövalyeler ne olduğunu bile anlamadan Straglen yönetimi ele geçirecek, yeni kralla işbirliği yapmayan Sekiz şövalyeleri krala ihanet suçundan yargılanmadan asılacak.”
    “Mükemmel. Çocuklar?”
    “Sadece ikizler mi yoksa kızların da ortadan kaldırılmasını ister misiniz?”
    “Hepsi ortadan kalksın. Hiçbir kendini beğenmiş prensesin çıkıp da ortalığı karıştırmasını istemiyorum.”
    “Ayarlanacaktır efendim.”

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Wed Mar 17, 2010 5:14 pm Reply with quoteBack to top

    Alènthas

    Dev anlaşılmayan bir şeyler haykırdı. Kaçmak istiyordu ama adamlar etrafını sarmıştı. Dev önünü açmak için demir çubuğu genç bir adamın suratına geçirdi. Çubuk adamın suratına çarpıp ayrıldıktan sonra, genç adam ağzından ve burnundan kanlar fışkırarak yere yığıldı.

    Alènthas hayatında ilk defa birisinin ölümüne şahit oluyordu. Kalbi son sürat atarken kendisi öylece donup kalmıştı, yardıma koşmayı istiyor ama yerinden kımıldayamıyordu. şok olmuştu.

    Â?Bırakın gitsin, bırakın gitsin!Â? nereden geldiği belirsiz bu haykırış Bay RichetÂ?in pek hoşuna gitmemişti ki avazı çıktığı kadar haykırdı.

    Â?Ne saçmalıyorsun be! Bu altın madenini elimden kaçırırsam hepiniz işinizden olursunuz, beni duydunuz mu? Yakalayın şunu! Sizi beş para etmez sefiller sizi! Yakalayın diyorum, yakalayın!Â?

    Arkadaşının tek bir hamlede yere serildiğini gören muhafızlar savaşmaya pek istekli değildiler. Ama aralarından bir tanesi meydan okumaya karar verdi. Genç bir adamdı bu, daha demin yere serilen adam gibi. Daha yaşlı ve tecrübeli olanlar böyle bir savaştan çıkamayacaklarını biliyor gibiydiler, zaten böyle yaşlanmışlardı ya. Ne zaman kaçacağını bileceksin, işte bütün olay burada bitiyordu.

    Adamın kazınmış bir kafası, simsiyah gür bıyıkları vardı. Yüz hatları uzun ve sert idi. Ortalama boylarda, cılız birisiydi. Alènthas adamın kılıcını bile kaldırabildiğine şaşırmıştı.

    Dev hantaldı, ama aynı zamanda o boyutta birisine göre gayet çevikti. Sağ üstten çaprazlama bir hamle yaptığında adam kılıcını koyup sürttürerek demir çubuğun altından geçip hamleyi savuşturdu. Ardından kılıcını kafasının üzerinden aşırtarak devin bacağına geçirdi. Dev böğürerek geriye sıçradı.

    Bu sırada Bay Richet heyecanla haykırıyordu. Â?Yürü be aslanım, yürü be kaplanım, kim tutar seni be! He-heyt! şuna bakın hele, şu cesarete bakın! Yazıklar olsun hepinize. şu adamın tırnağı kadar olamazsınız! Bak nasıl savuşturdu hamleyi, hey gidi koçum be!Â?
    Gelişmelerden cesaretlenen diğer muhafızlar devin etrafını sarmaya başlamışlardı. Bunu fark eden dev bir tekme savurdu, adam kaçmaya kalkıştıysa bile devin bacağı o kadar kalındı ki yeterince hızlı hareket edememişti. Adam etrafında bir tur attıktan sonra yüzüstü yere kapaklandı.

    O sırada birkaç şehir muhafızı da olay yerine varmıştı. Her tarafı kanlar içerisinde kalan dev kendisini kaybediyordu. Arkasını dönüp başka bir adamı yakalamak için hamle yaptı. Adam, kılıcını mızrak gibi uzatıp kendisini korumaya çalışıyordu. Dev kılıcı umursamayıp eline batmasına izin verdi ve adamı yakaladığı gibi Bay RichetÂ?a doğru fırlattı. Richet son anda kenara fırlayıp kurtulabilmişti, fırlattığı adam ise ağır yaralanmış gibi görünüyordu.
    Â?Yakalayın şunu!Â? diye haykırdı Bay Richet Â?Sakın gebertmeyin!Â?

    Adam kılıçlarını devin bacaklarına geçirmeye başladılar. Her darbede adamların yüzüne daha fazla kan sıçrıyordu. Dev ise zayıflayan kaslarıyla zar zor ayakta durabiliyordu. Sonunda etrafını yarıp koşmaya başladı, fakat o sırada şehir muhafızları sırtlarındaki arbalet yayını çıkartmış nişan alıyorlardı.

    Â?Ateeş..!Â? diye haykırdı komutan ve küçük oklar hızla fırladı. Aslen metal zırhı delmek için tasarlanan arbalet yayı çıplak insan derisini parçalayıp geçecek güce sahipti ve bu yüzden de pek etkisiz kalıyordu. Çünkü normal oklar kişiye saplanır ve bunun çıkartılması sırasında büyük acılarla birlikte hem doku, hem de iç organlar zarar görebilirdi. Ve arbalet yayını tekrar doldurması yavaş olduğundan dolayı böyle durumlarda normal yay kullanılması en mantıklısıdır. Ama şehirdeki muhafızlar olası bir saldırıya karşı zırhlı birlikleri durdurmak amacıyla kuşanıyorlardı bu arbalet yaylarını.

    Devin kalın derisiyle temas eden küçük oklar fazla ilerleyemeden saplanmıştı. Fakat dev vücuduna salınan adrenalinle birlikte bunları neredeyse hissetmiyordu bile. Eğer kaçabilirse adrenalin geçtiğinde büyük acılar çekecekti, hatta ölecekti. Umudunu kaybetmedi ve son gücüyle koşmaya devam etti.

    Birkaç adım daha attı ve küçük oklardan biri ensesinden girip omurgasını sıyırarak soluk borusunu parçaladı. Dev durmuştu, nefes almaya çalışıyor, bu esnada garip sesler çıkartıyordu. Yutkundu. Kendisini salıp dizlerinin üzerine çöktü. Hâlâ nefes almaya çalışarak elleriyle yerden destek aldı. Çok geçmeden öylece yere yığıldı.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Alenthas
    Forum Yöneticisi





    Joined: Oct 04, 2007
    Posts: 2670
    Location: Innsmouth

    PostPosted: Sat Mar 20, 2010 12:11 am Reply with quoteBack to top

    Fırtına Delen

    Aradan üç hafta geçmişti ama bir tane bile balina yakalayamamışlardı. Birkaç kere balina görülmüştü ama daha av tekneleri suya indirilmeden balinaların izi kaybedilmişti.

    Sıcak bir gündü. Havada uyuşukluk asılı duruyordu adeta. Herkes işini yapıyordu ama bir bıkkınlık, uyuşuklukla yapıyor gibiydi. Sanki dakikalar geçmiyordu.

    O sırada karga yuvasından heyecanlı bir haykırış duyuldu Â?Fışkırıyor, fışkırıyor!Â? Duyulur duyulmaz o miskin hava ortadan kalkmıştı. Herkes yerlerinden fırlayıp teknelere hücum etmeye başladı. Haftalar içerisinde belki de ilk avları olacaktı bu.

    Tekneler doldu ve suya bırakıldı. Fırtına DelenÂ?de sadece Kaptan Irus ve Ufaklık kalmıştı.
    Vrelic haykırıyordu Â?Asılın küreklere, daha sert asılın! Bu akşam o balığı kızartacağız!Â? VrelicÂ?in adamlarından onaylayıcı bir haykırış geldi.

    IltharÂ?ın teknesi ise daha sessizdi. Ilthar haykırmaktan pek hoşlanmazdı, o yüzden cesaretlendirici kelimeler mırıldanıyordu Â?Daha hızlı evlatlarım, daha hızlı... Bugün başarılı olacağımız gibi bir his var içimde...Â?

    Kerdox ise piposunu yakmış keyifle tüttürüyor, göz ucuyla da sağa sola bakıyordu.
    Mürettebat bütün gücüyle küreklere asılıyordu. Suya dalıp çıkan kürekler dışında sessizlik hâkimdi şimdi. Arillien heyecanın getirdiği korkuyla Fırtına öncesi sessizlik diye düşündü.
    Â?Orada, işte şurada!Â? diye haykırdı Vrelic kuzeybatıyı göstererek. Â?Güneye doğru ilerliyor. Biraz daha kuzeye ilerlersek önünü kesebiliriz.Â?

    Yaklaşık bir dakika daha kürek çektiler, sonra Vrelic elini kaldırarak Dur işareti verdi. Balina neredeyse teknelere varmıştı ama hâlâ suyun altında yüzüyordu. Vrelic arkasına döndü Â?Tar...Â?

    İki metre boyundaki zenci kafasını olumlu anlamda sallayıp teknenin kenarındaki bölmeden zıpkınını aldı. Ve mükemmel bir sıçrayışla balıklama daldı okyanusa. TarÂ?ın sıçrayışı VrelicÂ?in teknesini bir hayli sallamıştı, ama adamları sanki sağlam topraktaymışlar gibi sapasağlam duruyordu.

    Suya daldıktan sonra Tar elindeki zıpkını dişlerinin arasına aldı. Demir ağzını acıtıyordu ve sıkı kavrayamamıştı ama bu kadarıyla yetinebilirdi. Ardından tiksinerek gözlerini açtı ve tuzlu suya çabuk alışmayı umarak etrafına bakındı. Balinanın geldiği yöne doğru bakıyordu, çok geçmeden siyah sırtlı beyaz balinanın yüzeyine vuran güneş ışığını ve dalgaların peydahladığı gölgelerin birbirleriyle uyum içerisinde raks edişine şahit olmuştu.

    Küçük bir balinaydı, insan yaşına vurulduğunda ergen denebilirdi. Tar balinanın onu görüp görmediğini anlayamadı, ama görmediğini ummak zorundaydı. Balina TarÂ?ı görmemiş gibi görünüyordu, altından geçip gidecekti. Balina yaklaşmaya başladığında ise Tar balinanın sırtına inme umuduyla aşağı doğru yüzmeye başladı. Tam o sırada balina kurnaz bir hareketle birden yukarı döndü ve TarÂ?a manevra bile yapamayacak çeviklikle yutmak için atıldı. Ama kafasını geç kaldırmıştı, bu yüzden balina TarÂ?a okkalı bir kafa atmış oldu. Balina bununla durmadı, son süratle yüzeye fırladı.

    Tar balinadan yediği kafa darbesiyle Â?Uff!Â? diye ağzından baloncuklar çıkartarak ciğerlerindeki bütün havayı boşalttı. Bu sırada zıpkınını balinanın kafasına geçiren Tar zıpkına sıkıca tutunarak balinayla birlikte göğe yükseldi. Sudan bu hızla çıkmak TarÂ?ın üzerinde hoş bir ferahlama hissi bırakmıştı. Hazır yüzeye çıkmışken nefes almaya çalıştı ama nafile, soluk borusu tıkanmıştı ve üstüne üstlük su yutmuştu Tar. Nefes almaya çalışırken tek başarabildiği ise zavallı sesler çıkartmak oldu. O sırada zıpkınını bıraktı ve biraz daha yükseldikten sonra balinadan uzaklaşarak düşmeye başladı. Tekrar suyla buluşmadan önce bir anlığına nefes almayı başarabilmişti. Hemen ardından kendisini suyun derinliklerinde, kulağında gürültülü bir uğultuyla baş başa buldu.


    Â?Geliyor, geliyor!Â?
    Zaman yavaşlamış gibiydi. Arillien ve Laeros hayatında gördükleri en muazzam yaratık iki metre ötelerinde bütün ihtişamıyla gökyüzünü kaplıyordu. Balina gökyüzüne doğru yükselirken üzerinden dökülen su damlacıklarına vuran güneş küçük bir gökkuşağı oluşturmuştu bir anlığına. Griyle karışık gökkuşağı dağılırken balinanın etrafına koyu kırmızının hakim olmaya başladığını gördüler.

    O anda kimse balinanın üzerinden düşen insan şeklindeki silueti görmemişti.

    Arillien ve Laeros hayran bir halde bakınırken diğerleri zıpkınlarını balinaya fırlatıyorlardı. Tekneler, balinanın yükselmesiyle oluşan çukura doğru biraz çekilmişti, böylelikle avcıların dengesi sarsılmış, çoğu zıpkın hedefini bulamamıştı. Hemen ardından balina yükseldiği hızla suya düşmüş ve etrafındaki tekneleri uzağa fırlatmıştı.

    LaerosÂ?da kendisini büyüleyen bu andan kurtulup zıpkınını balinaya fırlattı. Fakat zıpkın kısa düşmüştü. ArillienÂ?in fırlattığı zıpkın ise balinanın tam karnına saplanmıştı.

    Birinin tekrar kahramanlık yapması gerekecekti. Tar muhtemelen çok yorulmuştur, diye geçirdi Vrelic aklından. Hah, Tanrılar korusun! Belki de ölmüştür? Omuz silkti. Tanrılar şahidim olsun eğer bu herif ölür de sezonun ilk avını kutlamamıza mani olursa ne yapar eder onu diriltir, sonra tekrar öldürürüm.

    _________________
    Image
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.62 Saniye