I. FRPWorld Kısa Öykü Yarışması Birincisi Öykümüzdür.
“GüneÅŸin, altın yapraklar üzerinde ışık oyunları oynadığı, rüzgârın hışırdayan çalılıklar arasında gezinip ÅŸarkılar söylediÄŸi, sevgililerin el ele aÄŸaçlar arasında gezinip meraklı bakışlardan kaçındığı bir sonbahar deÄŸildi. Sonsuz gökyüzünden düÅŸen damlalar huzur bahÅŸetmiyordu. Toprak kokusu tatlı bir etki bırakmıyordu insanın içinde, etrafta meraklı meraklı gezinen alaycı sisten iz yoktu.
Fakat böyle olmasını isterdim.
Bir masal bu ÅŸekilde baÅŸlamalı deÄŸil mi? Bir masal, bir ressamı ama bir adamdan daha kör edecek güzellikler taşımalı. Prenslerin prenseslerle evlenmeleri gerekir, kara bir ölümle yok olmaları deÄŸil. Bahtsız çocukların ÅŸansları dönmeli, ama kader kitapları kandan bir mürekkeple yazılmışsa nasıl mümkün olacaktı ki bu? Yardıma gelen kiÅŸi bir iyilik perisi olmalı, böyle yazar Külkedisi masalında. Peri yerine Al Kanatlı Azrail size gülümsediÄŸinde buna ‘masal’ denilebilir mi? Âşık çocuÄŸun üstüne yaÄŸan gül yaprakları pembedir bir masalda, kara deÄŸil.
Külkedisi bana yalan söyledi.
Gri bir yolun ötesinden alacakaranlıkta duyulan bir arp sesinin çaÄŸrısıyla gelir masalın pembe bulutu. Ancak, bu kez gelen ölümün kahkaha atan gölgeleri, pençelerini uzatıyorlar bana. Onları çağıransa deliliÄŸin acı dolu çığlıkları… Benim çığlıklarım…
Hayır, bu bildiÄŸiniz gibi bir masal deÄŸil…”
Odasının duvarlarındaki ejderha resimleri, olmayan dünyaların haritaları deÄŸildi onu özel yapan. Ya da masasının üzerindeki Blind Guardian CD’leri deÄŸildi. Rafında fantastik kitaplar sıralanıyordu ama o tarz kitapları alıp da okumayan ahmaklar vardı dünyada. Dersteyken bile mırıldandığı ÅŸarkılar da, bir ressam ustalığıyla çizdiÄŸi resimler de bir kızı özel yapmaya yetmezdi.
“O halde nedir bu kızı özel yapan?” diye düÅŸündü genç adam periÅŸan bir halde.
Evliyalar ÅŸehri Bursa’da, İhsaniye’de bir site binasının yola bakan ikinci kat penceresinden içerisi son derece net görünüyordu. AkÅŸam karanlığının çöktüÄŸü bir saatte orta boylu, zayıf, genç bir kız, loÅŸ odasında, açık bilgisayarın başında oturuyordu. Kumral yüzü bilgisayarın monitöründen gelen ışıkla yıkanmış, bembeyaz parıldıyordu. Hafif bir müzik sesi eÅŸliÄŸinde hayallerle boÄŸuÅŸmaktaydı bu kız. Acı dolu anılar aklına hü***** ederken, ruhunda açılmış yaralardan sızan kanla yazı yazmaktaydı, gümüÅŸ kaplı bir ajandaya. Minik bir ejderha çiziminin hemen altında kaleme aldıkları, ıstırapla haykıran ruhunun sözleriydi. Fakat kız son derece sakin görünüyordu. Hatta neredeyse huzur görebilirdi, görmeden bakan gözler kızın sakin tavırlarında. Sadece kendisi kadar özel bir insan fark edebilirdi kızın içindeki kaosu ve yine sadece kendisi kadar özel biri dindirmeye yardımcı olabilirdi kızın ruhunun en derin yerlerine kadar iÅŸlemiÅŸ o ıstırabı.
Ve o özel kiÅŸi kız için ne kadar uzaktaysa da, aslında o kadar yakındaydı.
Kızın deÄŸerli göz yaÅŸları süzülüyordu çalan ÅŸarkıya eÅŸlik ederken. Elinin titremesi yazı yazmasına mani oluyordu ama yine de direniyordu kız. Artık son satırlarıydı zaten, ruhundaki kan boÅŸalırken satırlar sona erecekti ve kızın duyguları yerini bir süreliÄŸine boÅŸluÄŸa ve hissizliÄŸe bırakacaktı.
-“Seninle olmaya…”
Kız, kalemi bıraktı ve sesi, hıçkırıklarını önlemek için aÄŸzına götürdüÄŸü elinde boÄŸuldu. GözyaÅŸlarının akmasına izin verdi. GöÄŸsündeki aÄŸrı nefesini kesti, kız, ölümün örtüsüne bürünmek için dua ediyordu, ancak yaralı ruhu sıkı sıkı tutunmuÅŸtu o hasta bedene. Tarifsiz bir acı dolaşıyordu vücudunda. Kız, acının tüm yaÅŸamını emdiÄŸini hissediyordu. Çaresizce, titreyen bedenini önlemeye çalışıyordu. GözyaÅŸları görüÅŸünü bulandırırken, kızın gözünün eline tek bir görüntü geldi.
Kollarında yatan, yaÅŸamın yavaÅŸça çekildiÄŸi, kasılan bir beden…
Karanlıktan üzerine yaÄŸan kara gül yaprakları…
AÄŸlama nöbeti fark ettirmeden sona ererken kız başını kaldırdı ve az önce yüzünü gömdüÄŸü ellerinin tersiyle gözyaÅŸlarını sildi. Titreyen eliyle kalemini aldı ve gözyaÅŸlarıyla ıslanıp buruÅŸmuÅŸ sarı sayfaya son cümlesini yazdı.
“Bedeli sadece cehennemse, intihar konusunda bu kadar tereddüte ne gerek var?”
Bir kıpırdanma duydu, pencere pervazına sürtünen yumuÅŸak bir ÅŸeydi sanki. Kız irkildi. Kızıl saçlarını yavaÅŸça omuzlarının arkasına atıp meraklı ve ürkmüÅŸ gözlerle pencereye baktı. Dışarısı karanlıktı. Tek gördüÄŸü karanlığın içinden monitörün ışığıyla parıldayan kendi yüzünün yansımasıydı. Dikkatle dinledi ancak fırtınanın savurduÄŸu yaÄŸmur damlalarının pencereyi dövmesinden baÅŸka ses yoktu etrafta. Pencere, hafif bir gıcırtıyla aralandı, ürpertici bir esinti doldu içeriye. Kız titredi. AyaÄŸa kalktı ve tereddütle pencereye yöneldi.
Bir hışırtı daha. Kız böyle hafif bir sesten neden korktuÄŸunu merak etti. Muhtemelen, ıslak ve üÅŸümüÅŸ bir güvercin pencere pervazına konmuÅŸ ve mandalı açık pencereyi yanlışlıkla ittirmiÅŸti. Altı üstü kuÅŸu kovalayıp pencereyi kapatacaktı. Bir adım attı. Bu kez yükselen dehÅŸet verici, tiz bir sürtünme sesiydi. Kız dehÅŸetle ürperdi. Tereddütteki bedeni olduÄŸu yerde durmayı tercih ediyordu. Oysa ki kız, korkudan öte bir merakla biraz daha yaklaÅŸmaya zorladı kendini. Bir gölge vardı dışarıda, kız bunu görmekten çok hissetti. Korkakların içinde aniden büyüyen, ahmakça bir cesaretle bakıyordu pencereden dışarıya. Gölge, bir güvercine ait olamayacak kadar büyüktü ve sanki ÅŸekilleniyordu.
Bir insan sureti…
-“Nehir?”
Işıklar aniden yanarak kızın göz kapaklarını delerek beynine girdiler adeta. İsminin söylenmesiyle yerinde sıçrayan kız, ani dehÅŸeti yenip ardına döndü ve kapı eÅŸiÄŸinde duran annesinin endiÅŸeli gözleriyle karşılaÅŸtı.
-“Karanlıkta ne yapıyorsun kızım?”
-“Yazı yazıyordum anne…” Nehir baÅŸka bir ÅŸey söyleyemedi.
-“Hıı…” Annesinin bu ‘hıı’ları ünlüydü. Tasvip etmeme nidası. “…tamam o zaman. İçerisi buz gibi olmuÅŸ. Camı kapa da sofraya gel.”
-“Tamam.”
Odasındaki kasvetin eriyip gitmesine yardımcı olan ışığa ÅŸükretti Nehir. Annesi odadan çıkınca, aklı düÅŸüncelerle karmakarışık olan kız pencereye döndü, dalgın dalgın elini mandala uzatıp mandalı çevirdi.
Pencere açıldı.
Nehir soluÄŸunu tutarak elini dehÅŸetle geri çekti. Pencerenin az önce açık olduÄŸuna yemin edebilirdi. Hayal görmüÅŸ olamazdı, annesi de onaylamıştı içeri dolmuÅŸ olan soÄŸuÄŸu. Korkuyla sarsılan kızın eli gayri ihtiyari boynundaki gümüÅŸ ejderha kolyesinin üzerine kapandı. Rahatlatıcı serinliÄŸi terli avucunda hissedince derin derin nefes aldı Nehir. “Yazı yazarken dalıp gitmiÅŸ olmalıyım.” Diye düÅŸündü. İflah olmaz bir hayalperest olduÄŸunu kabul ediyordu. Dönen başını tutup sandalyesinin arkalığına tutundu ve kısa bir süre içinde kendine geldi. İçini çekti ve ajandasını kapatmak için masaya döndü. ÅŸok içerisinde son yazdığı cümlenin altına bir cümle daha yazılmış olduÄŸunu gördü. Başını ateÅŸ bastı ve yere yığılırken etrafı zindan kesildi… Kırmızı mürekkeple yazılmış eÄŸik bir yazı:
“Cehennemde sonsuza dek arasam da seni bulamam.”
Çok genç ve narin yapılı bir adam, İhsaniye’de bir site binasının yola bakan ikinci kat penceresinden aÅŸağı atladı. Bunu yaparken adeta süzülmüÅŸtü havada, uzun pelerini hışırdamış ve gerisinde dalgalanmıştı. Sessiz bir iniÅŸ yaptı, bir gölge kadar sessiz. Fırtınanın rüzgârında savrulan pelerinine sıkı sıkı sarındı ve kahverengi gözlerinde keder dolu bir özlemle başını az önce önünde durduÄŸu pencereye çevirdi. Kapkaranlık olan pencereden ÅŸimdi davetkâr bir ışık taşıyordu dışarıya. Genç adam omuz silkti. O sadece yalnızlığın acısıyla kavrulmakta olan bir ruhtu fakat geri gelecek, gelmeye de devam edecekti; kısacık ömründe bulduÄŸu en özel kızı yalnız bırakamazdı. Yemin etmiÅŸti yalnız bırakmamaya.
Avucunun içindeki tılsıma baktı. İnce bir düÅŸünce, biraz el becerisi ve büyük bir sevgiyle yapılmış, kehribar rengi boncukların kartal tüyleri ile deri bir ip yardımıyla baÄŸlandığı, resimli bir tılsımdı bu. Böyle bir tılsımın genç adamın hoÅŸuna gidebileceÄŸini ancak o kız bilebilirdi, onun kadar özel bir kız.
Tılsım ne koruyucu bir dua ile kutsanmıştı, ne de üzerinde bir büyü vardı. Fakat genç adamın üzerindeki etkisi muazzamdı. Tılsıma öyle büyük bir sevgi yüklenmiÅŸti ki, genç adam tılsımı avucunun içinde tuttuÄŸu sürece kendini güvende hissediyordu. Önceden bu kadar büyük bir aÅŸkın sadece var olabileceÄŸini düÅŸünürdü… Ama zaten olaylar da masal gibi geliÅŸmiÅŸti…
Henüz dün gibi hatırlıyordu karanlıkta yalnız başına oturup aÄŸladığı saatleri, dün gibi anımsıyordu karanlığın içinden ellerini tutup onu kurtaracak ışığı bulmaya gittiÄŸi rüyaları. O rüyalardan hep elleri bomboÅŸ dönmüÅŸtü. YüreÄŸini kül edip aklını öldürmeye çalışan bir acı ile savaÅŸmıştı karanlığın içinde ve sahte ışığın dünyasında yaÅŸadığı gerçeklerin hiç yardımı olmamıştı. Ve ölüm kapıya gelip dayanmıştı…
YürüdüÄŸü o kapkara diyarda düÅŸüncelerinin önü ölümün ince örtüsü ile kapandığında görmüÅŸtü ışığı. Işık, rahatlatıcı bir ÅŸarkı söyleyerek ona doÄŸru yürümüÅŸtü, eliyle ince perdeyi aralamıştı, karanlığı acımasızca katledip genci boÅŸ ellerinden tutmuÅŸ ve kendine doÄŸru çekmiÅŸti.
Gözleri ışığa alışıp gerçeklere açıldığında elinden tutanın bir kız olduÄŸunu görmüÅŸtü. Kendi içinde de karanlığı barındırıp acı ile olgunlaÅŸmış bir kızdı bu. Kızıl saçların güneÅŸin altında alev alev parıldayan kız, elinde kendi yaptığı tılsımla tutuyordu genç adamın elini. Tılsımı onun elinde bırakıp kendini geri çekmiÅŸti. Genç adam onu sıkı sıkı kucakladı. Bu, ikisinde de büyüyen arzuların yankısıydı sadece.
Kaç saat o ÅŸekilde kaldıklarını ikisi de anımsayamamıştı daha sonra. Gerçekler tarafından uyandırıldıklarında havanın karardığını ve öfkeli bulutların yaÄŸmur bırakıyor olduÄŸunu fark etmiÅŸlerdi. O saatler boyunca ruhlarının birbirlerininkine deÄŸmesini istercesine sımsıkı sarılmışlardı, birbirlerinin kulaklarına ÅŸarkılar fısıldamışlar, nazikçe öpüÅŸüp uzun süredir aradıkları huzuru bulmuÅŸlardı.
Ve ÅŸimdi genç adam o huzuru geri istiyordu…
Derin bir hüzünle içini çekti. Bir ÅŸimÅŸek esmer tenini ve kahverengi saçlarını aydınlattı. Gök gürültüleri uzaklardan yavaÅŸça yürüdüler ve kederle dolu gencin acı çekmesine sebep oldular. Genç, siyah pelerinine daha sıkı sarındı ve kara gökyüzünün altında, kara bir gecenin içine doÄŸru yol almaya baÅŸladı. Aklında da tek bir düÅŸünce:
“Ona acı çekmemeyi öÄŸretirsem, belki onu yürüdüÄŸü kara yoldan döndürebilirim.”
Lakin bu hiç kolay olmayacaktı. Bir ruhun acı çekmemeyi öÄŸrenebilmesi için büyük bir ıstırapla ıslah olması gerekiyordu. Genç adamın en büyük korkusuysa kızın aklına mukayyet olup olamayacağıydı. Her ne kadar özel olursa olsun, böyle bir sınava her akıl katlanamazdı.
Ancak kızı özel yapan hayalperest olmasıydı.
Genç, deliliÄŸin kolay kolay fark edemeyeceÄŸi kadar geniÅŸ bir hayal dünyasının beklentisi ile rahat bir nefes alarak gecenin gölgelerine karıştı.
-“Hayır! Hayır!”
Nehir, kollarına düÅŸen uzun boylu, siyahlar içindeki genci güçlükle yakaladı.
-“GöktuÄŸ!”
GözyaÅŸları yüzünden süzülüyordu. Elini gencin göÄŸsündeki kan fışkıran yaraya bastırdı.
-“Yardım edin! Yardım edin!”
Nehir’in sesi karanlık sokakta yankılanmadı bile, sadece sessizliÄŸin içinde eriyerek yok oldu. Çaresizlikten çılgına dönen kız yardım için yalvardı. Nefesi kesiliyor, korkudan kriz geçiriyormuÅŸçasına titriyor, gencin kasılan bedenini kollarıyla sıkı sıkı sarmaya çalışıyordu.
-“GöktuÄŸ! KonuÅŸ benimle!”
Kızın hıçkırıklarına kayıtsız kalamayan GöktuÄŸ, ölüm döÅŸeÄŸinde bile sevgilisini sakinleÅŸtirmek istercesine bakıyordu Nehir’e. KonuÅŸmak istedi, fakat tek yapabildiÄŸi kan kusmak oldu. Nehir, hıçkırıklarla sarsılan göÄŸsüne yasladı GöktuÄŸ’un başını.
-“Canım, ölme! Sakın ölme!”
GöktuÄŸ son kasılmalarını yaÅŸayan bedenini doÄŸrulttu. Kahverengi gözlerini Nehir’in aynı renkteki gözlerine dikti. KonuÅŸamayacağını anladığından uÄŸraÅŸmadı, kan sızan dudaklarını oynatmadı bile. Nehir dehÅŸet içerisinde sevgilisine bakarken GöktuÄŸ, tüylü ve boncuklu bir süs tutan saÄŸ elini kızın ipeksi, kızıl saçlarına götürdü. OkÅŸarken hafifçe gülümsedi. Sonra gözleri kaydı ve düÅŸünceleri bilinmeyen bir boÅŸlukta kaybolurken, ölümün soÄŸuÄŸu bedenini ele geçirmeye baÅŸladı. Kaskatı kesilmiÅŸ eli yana düÅŸtü.
Nehir acıyla feryat etti. Acı dolu feryatlarını hiçbir kulak duymadı. Kız, gözlerini isyankârlıkla gökyüzüne kaldırdı ve gördüÄŸü ÅŸeye hayret etti.
Kara gül yaprakları…
Sıçrayarak uyanan Nehir bir an için nerede olduÄŸunu anlamakta zorlandı. İçeri dolan gün ışığının aydınlattığı odasını görmek içini rahatlattı. DoÄŸrulup yatağının içinde oturunca terden ve gözyaşından sırılsıklam olduÄŸunu fark etti. Bunu önemsemedi.
Haftada en az üç kere gördüÄŸü bu kâbus da pek önemsenecek bir ÅŸey deÄŸildi onun için. GöktuÄŸ’un sokak ortasında para isteyen bir tinerci tarafından bıçaklanarak öldürülmesinin üzerinden yedi ay geçmiÅŸti ve Nehir, hemen hemen her gece kabuslarında yeniden yaÅŸadığı bu gerçeÄŸe uyum saÄŸladığını düÅŸünüyordu. GördüÄŸü her kâbusun ruhundaki yaraları deÅŸtiÄŸinin de farkındaydı aslında ve inatla reddediyordu bu gerçeÄŸi. Onun için tek gerçek GöktuÄŸ’un artık bir ölü olduÄŸuydu.
PeÅŸinden gitme vakti de çoktan gelmiÅŸti…
Kalkıp, en sevdiÄŸi metal grubunun en karamsar ÅŸarkıları eÅŸliÄŸinde simsiyah giyinerek, annesinin kahvaltı yapmadığı yönündeki tüm itirazlarına raÄŸmen evden çıkması yalnızca birkaç dakika almıştı. Trenle yaptığı –önceden çok sevdiÄŸi- sıkıcı bir yolculuktan sonra gönlünde rahatsız edici bir huzurla kendisi için dünyanın en özel yeri olan, ÅŸehrin göbeÄŸindeki yeÅŸil tepeye tırmanmak onu hiç yormamıştı. Aksine, az sonra tadacağı duygunun fevkaladeliÄŸine kendini kaptırıp kaybolmak için sabırsızlanıyordu. Bir kitapçı dükkanı olarak kullanılan üç katlı, ahÅŸap yapının önündeki minik tepenin üzerine kendini atarak ÅŸehir manzarasına dalıp gitti. Uzun tırmanışından sonra sıklaÅŸan nefesi yeniden düzene girdiÄŸinde çantasından çıkarttığı gümüÅŸ kaplı defteri açtı ve yazmaya baÅŸladı.
“21 Kasım, Cumartesi ve benim için tüm isteÄŸime raÄŸmen yine yaÄŸmur yaÄŸmıyor. Ben yine kutsal toprağımın üzerinde, düÅŸünmek denen kutsal ibadetimi yerine getiriyorum fakat artık beni duyacak veya görecek bir Tanrı yok engin göklerde…”
İstemsizce süzülen gözyaÅŸlarını elinin tersiyle silip devam etti.
“Belki sonsuza dek acı çekeceÄŸim, ateÅŸli kazanlarda haÅŸlanıp karanlık çukurlarda acıya terk edileceÄŸim ama, eÄŸer bu dünyanın benim için sona ermesine yarayacaksa kendi çağırdığım ölümüm neden çözüm olmasın?
Bugün buraya yine kendimi boÅŸluÄŸa bırakmaya geldim… Bu kez, baÅŸarmaya yeminliyim…”
Defterini özenle yanına bıraktı. Rüzgârın sayfaları çevirmesini önemsemedi ve tepenin en ucuna kadar ilerledi. Uzun uzun seyretti ÅŸehri aÄŸlayarak. Ejderha ÅŸeklindeki kolyesini öptü ve sıkı sıkı tuttu avucunun içinde. Aklı düÅŸüncelerden arınmıştı ve gözleri acının bitiÅŸinin getireceÄŸi huzurun hayaliyle kararmıştı. Tam kendini boÅŸluÄŸa bırakacağı sırada bir erkek sesi duydu.
-“Nasıl da dilerdim, nasıl da dilerdim burada olmanı…”
Nehir’in tüm dikkati altüst oldu. BaÅŸka bir insanın, hem de dünyayı umursamıyormuÅŸçasına ÅŸarkı söyleyen bir insanın önünde rahat rahat intihar edemezdi. Bu münasebetsizin kim olduÄŸunu görmek için arkasına döndü.
BulduÄŸu tek ÅŸey soÄŸuk esen rüzgârdı.
Nehir ürperdi ve bu ürpertinin soÄŸuk yüzünden olduÄŸunu zannetmiyordu. Aklına hiçbir düÅŸünce getirmemek için kendini zorladı ve iÅŸi bir an önce bitirmek için odaklandı. Az sonra bu dünya sona ermiÅŸ olacaktı, artık rüzgârın uzaklardan taşıyacağı ÅŸarkı sözlerinin önemi olmayacaktı. Yine de korkuyla titremesine engel olamıyordu. Kollarını hafifçe iki yana doÄŸru açtı. Derin bir nefes alıp tüm dünyaya boÅŸ verdi. Hayaller bir kez daha gözünü kararttı.
O anda aynı ses, aynı şarkıya devam etti ve bu kez kızın kulağına fısıldamıştı.
-“Biz sadece iki kayıp ruhuz, bir akvaryumda yüzen…”
Nehir korkuyla sıçradı ve tökezleyip ayağını boÅŸluÄŸa attı. Hem de hiç hazır deÄŸilken!
BoÅŸluktaki bir anlık kaymadan sonra düÅŸme korkusunun dehÅŸet verici hissi ardından, kolundan tutup onu hızla geriye çeken bir güç hissetti. Nefes nefese kendini çimenliÄŸin üzerine attı. Kalbi yerinden sökülüyormuÅŸçasına çarpıyordu. Başı dönüyordu. Çantasının durduÄŸu yere doÄŸru geri geri süründü ve sırtüstü uzanıp kulaklarındaki uÄŸuldamanın geçmesini bekledi. Neredeyse, bu kez neredeyse ölecekti. YaÅŸadığı korku aklına ölmek için hazır olup olmadığı düÅŸüncesini getirdi. Bu düÅŸünceyi hızla aklından uzaklaÅŸtırarak kurtarıcısını görmek için ardına baktı.
BomboÅŸ… Tepenin üzerinde Nehir’den baÅŸka kimse yoktu.
Nehir, dehÅŸet içerisinde titredi ve mide bulantısını umursamamaya çalıştı. Belli ki bir kurtarıcı meleÄŸi vardı, ya da belki de rüzgara hükmedebiliyordu Nehir, veya bir mucize ile Tanrı, varlığını kanıtlamak istemiÅŸti. “Komik” diye düÅŸündü son fikrine gülerek. Yedi aydır mucizelere inanmıyordu.
Ama ya şarkı?
Nehir’in hatıraları kıpırdandı. GöktuÄŸ’un omzuna yaslıyordu başını, GöktuÄŸ gülümsüyordu. Solistin sesine çok benzeyen sesiyle eÅŸlik ediyordu arka plandaki, ÅŸimdi uzaktan duyuluyormuÅŸ gibi gelen ÅŸarkıya. Nehir huzurla gözlerini kırpıştırıyor ve yavaÅŸça, sessiz bir uykunun içine kayıyordu.
Nehir sarsıldı. O ÅŸarkı GöktuÄŸ ile onun ÅŸarkısıydı. Nehir’e, ancak GöktuÄŸ’un kollarındayken bulabileceÄŸi o huzuru bahÅŸeden ÅŸarkıydı. Ve ancak GöktuÄŸ o ÅŸarkıyı az önceki kadar huzur verici söyleyebilirdi.
Nehir, başını ellerinin arasına alıp dizlerini karnına çekerek oturdu ve sakinleÅŸmeye çalıştı. Korkuyordu, yalnız olmaktan, acı çekmekten korkuyordu. İçindeki o kapkara boÅŸluktan korkuyordu, ölümden korkuyordu yaÅŸamdan olduÄŸu kadar. ÅŸimdi de GöktuÄŸ’dan korkuyordu ve içinde büyüyen, onun geri dönebileceÄŸi yönündeki saçma sapan umuttan.
İleri geri sallanıyor ve sükûneti arıyordu. Sanki kafasının içindeki sesleri susturmaya yardımcı olabilirmiÅŸ gibi, saçlarını yolarcasına çekiÅŸtirdi ve başını kaldırdı. Elini cebine atıp yumruk yaparak çıkarttı.
İki minik hap tam avucunun ortasında duruyordu.
Hiç düÅŸünmeden hapları yutan Nehir, etkiyi beklerken defterini kucağına aldı. Tam kalemini eline aldığı sırada rüzgârın çevirerek açtığı sayfa dikkatini çekti. Eski bir tarihte söylenmiÅŸ sözler. Gözünün iliÅŸmesiyle okuyuverdiÄŸi satırlar GöktuÄŸ’a aitti.
“Ne olur, artık aÄŸlama. Ben acılarını uzak tutmaya geldim…”
-“GöktuÄŸ…” Yedi aydır aÄŸzına almadığı bu isim onu ürküttü. Esen rüzgar iliklerine iÅŸledi ve fısıltıyla karışmış bir tıslamayı taşıdı. Nehir, sözcükleri anlayamıyordu fakat bu ses bu dünyaya ait olamazdı. GözyaÅŸlarını serbest bırakıp akmalarına izin verdi.
-“Yedi aydır kâbuslarımda seninle yaşıyorum…”
Nehir’in bu sözleriyle birlikte rüzgâr kesildi. Kızın titremesi önce azaldı, sonra dindi. Haplar etkisini gösteriyor olmalıydılar. Nehir, günahtan yaratılmış bir cennete doÄŸru düÅŸmeye baÅŸladığını hissetti. Dört bir yan, etrafında dönmeye baÅŸladı. Kayıtsızlık ve korkusuzluk aklını ele geçirirken Nehir belli belirsiz gülümsedi ve yitirilmemek için çabalayan bilincine lanet etti. Bir an önce kaçmak istiyordu dünyadan. YavaÅŸça kendini çimenliÄŸe bıraktı. Derin bir okyanusa benzettiÄŸi gri gökyüzünü izlemeye baÅŸladı. Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. Çevresindeki seslerin hiçbirini duyamıyordu ÅŸimdi. Kocaman, loÅŸ bir boÅŸluÄŸa düÅŸerken görmekten en çok korktuÄŸu ÅŸeyi gördü.
Üzerine yaÄŸan kara gül yaprakları…
DehÅŸetle derin bir nefes aldı ve büyük bir gayretle doÄŸrulup oturdu. Dünya çevresinde dönmeyi bırakmıştı. Tüm sesler sanki geçici bir ÅŸekilde sağır olmuÅŸ gibi boÄŸuk geliyordu. Her yer bulanıklaşırken Nehir’in dikkati yalnızca sakin sakin yaÄŸan kara gül yapraklarının üzerindeydi. Gözlerini ovuÅŸturdu fakat görüntü silinmedi. Büyük bir umutsuzluk kararttı Nehir’in yüreÄŸini. “Hayır.” Diye fısıldadı başını iki yana sallayarak. Çevresine bakındı. ÅŸehir kapkara bir dumanla örtülüyordu. Her bir gül yaprağının düÅŸtüÄŸü yerde yapraklarının arasından kan sızan kara güller açıyordu. Nehir, ellerini başının iki yanına bastırdı. Gözlerini kapadı ancak görüntünün aklını ele geçirmesine engel olamıyordu. Hıçkıra hıçkıra aÄŸlayıp yardım için çırpınırken beklenmedik bir ÅŸey oldu ve yardım geldi.
Nehir, kendini kaybederken arkasında bir kıpırdanma hissetti. Toprağın ezildiÄŸini duydu ve ölen çimenlerin taze kokusunu aldı. İki soÄŸuk el dehÅŸetten irileÅŸmiÅŸ gözlerinin üzerine kapandı ve tatlı bir baskıyla Nehir’i arkasına yaslanmaya zorladı. Nehir sevgi dolu, yumuÅŸak bir kucakta buldu kendini. Huzur dolu, yoÄŸun bir karanlıkla kaplandı etrafı. Bir mırıldanma sesi hemen arkasındaydı. Nehir, üzerine bastıran uyku mahmurluÄŸunun keyfini çıkarttı. İpeksi, düz saçları yüzünde hissetti. Bir süre o ÅŸekilde kaldıktan sonra karanlığın parmak ucunda yürüyerek uzaklaÅŸtığını ve ellerin çekilip sıcak kucağın soÄŸumaya baÅŸladığını fark etti. YavaÅŸça geriye doÄŸru kaykılarak çimlerin üzerine uzandı. Yüzünde gözyaÅŸlarına karışmış bir gülümsemeyle gökyüzünü seyre daldı.
Kendine gelmeye baÅŸladığında kalın mantosuna raÄŸmen oldukça üÅŸümüÅŸtü. Havanın hemen hemen kararmış olduÄŸunu fark etti. Lodosun dağıttığı bulutlar arasındaki tek tük yıldızlar Nehir’e göz kırpıyorlardı. Nehir doÄŸruldu. Kollarını esneterek oturdu ve tutulmuÅŸ boynunu açmaya çalıştı. Neler yaÅŸadığını düÅŸünebilmek için biraz zaman tanıdı kendine. Son derece garip bir düÅŸtü, hayatı pek çok gariplik tarafından istila edilen bir hayalperest için bile, ve oldukça gerçekçiydi. Bu tarz sorulardan hep korkmuÅŸtu Nehir. Fakat ÅŸimdi başına gelince bilinmeyene olan korkusu azalmıştı.
-“Haplar yüzünden olsa gerek.” Diye söylendi. Gerçi bu kez sentetik morfinin etkisinin ne kadar kısa sürmüÅŸ olduÄŸunu fark edebilecek kadar açıktı bilinci. “Belki de bünyem etkisine alışmaya baÅŸladı. Daha güçlü ÅŸeyler denemeliyim.”
Güçlükle ayaÄŸa kalktı. Sendeledi ama ayakta durmayı baÅŸardı. Siyah çantasını taktı ve tepeden inip Kitapevi’nin ÅŸirin –ve biraz da gotik- binasını inceledi. Hatıralar hücuma geçince hemen gözlerini kaçırdı ve beyaz tırabzanlardan aldığı büyük yardımla uzun merdivenleri inmeye baÅŸladı.
Nehir’in kısa bir süre önce indiÄŸi tepeden alacakaranlık göÄŸüne karşı kara kara dikilen bir siluet izliyordu gidiÅŸini. Kullandığı haplar yüzünden Nehir’in bedeninin ölüyor olduÄŸunu hissediyordu. Acı çekercesine titredi. Ona yıllarca uzunluktaymış gibi gelen bir süre öncesini kesin bir netlikle anımsamaktaydı. Uyarıcılar bir yana, ne kötülüklerin anası, ne de sinsi kara nefes yaklaÅŸabilirdi güçlü Nehir’in yanına. Tüm içki partilerinde Nehir, elinde kolasıyla bir köÅŸede oturur ve arkadaÅŸlarının YeÅŸilaycılıkla ilgili ÅŸakalarına –ustalıkla- gülüp geçerdi. Partinin sonunda dimdik ayakta kalan hep Nehir olurdu, arkadaÅŸlarına çeki düzen verir, ıstıraplarını hafifletmeye yardımcı olur ve bunu büyük bir keyifle yapardı. Sabah olunca hepsinin yüzlerine pis pis güler, dalga geçip kahkahalarla yerde sürünür ve dostlarının ÅŸakalarından intikam alırdı. Kimse kızmazdı Nehir’in bu tavrına, içkiden nefret ediyor diye kimse dışlamazdı onu. Hatta tüm dostlarının içinde kendilerine bile itiraf edemedikleri bir saygı uyanırdı Nehir’e karşı.
ÅŸimdi siluet soÄŸuk ve sert rüzgârın dalgalandırıp savurduÄŸu kara pelerinine sarınırken acıyla fark etti Nehir’in üzerine çökmekte olan kara ölümü. Tertemiz, ışıl ışıl kız, kınadığı o balçıkla kaplı kara diyara üçüncü adımdan girerek kararmaya baÅŸlamıştı. Ve hepsi GöktuÄŸ’un suçuydu.
“GöktuÄŸ.” Diye düÅŸündü siluet aklı karışarak. Tepenin üzerindeyken Nehir bu ÅŸekilde seslenmiÅŸti. Siluet, bir kez daha, yıllar öncesine ait tozlu hatıralarını karıştırdı. Öyle uzun bir süre geçmiÅŸti ki bu ismi duymayalı. “GöktuÄŸ… GöktuÄŸ…”
Siluet vakur bir edayla başını kaldırıp gökyüzünü seyretti.
-“Elbette…”
Nehir tökezledi. Bir zamanlar adliye olan yere ne zaman saÄŸ taraftan girse tökezlerdi zaten. Her türden insanın gelip bedava oturabileceÄŸi bir yerdi ve gerçekten de her türden insan bulunuyordu burada. Kulaklıklarından en sert müziÄŸin yükseldiÄŸi –uzun saçlı tipler, kendilerini karamsarlıktan arındırabilmiÅŸ rock dinleyicileri, henüz bir tarz oluÅŸturamamış özentiler, yaÅŸlısı, genci… Burası hep bir ağırlık oluÅŸturmuÅŸtu Nehir’in üzerinde ve sınırından girdiÄŸi andan itibaren sanki iki el omzundan aÅŸağı bastırıyormuÅŸ gibi hissederdi. Kent müzesinin çirkin duvarını aydınlatan projektörlerin önünden geçerken saÄŸda solda oturmuÅŸ tek tük insanları kara siluetler olarak görüyordu. “Bu soÄŸukta ne iÅŸiniz var burada?” diye düÅŸündü asabice ve güçlü, beyaz –ve kutsallıktan bir hayli uzak- ışıklardan bir an önce kurtulabilmek için hızlı hızlı yürüdü.
TaÅŸ döÅŸeli açıklığın merkezindeki iki büyük aÄŸacın ortasında durup etrafına bakındı. Çevredeki bakışların farkındaydı fakat umursamamak için kendini zorladı. Gençlerin “Gotik” diye adlandırdığı bir iki kiÅŸiyi arıyordu. Bir zamanlar mezarlıklarda oturup dünyaya lanetler okudukları, hayattan bezip saatlerce acıdan ve ölümden bahsettikleri için Nehir’in de pek çok kiÅŸi gibi küçümsediÄŸi o insanlardan biri olmuÅŸtu ÅŸimdi o da. Birkaç gotik arkadaşı vardı önceden, uyuÅŸturucudan hoÅŸlanmayan tiplerdi bunlar. Ama içlerinden birisi Bursa’daki malın en iyisini pazarlardı. Onunla tanıştığı geceyi aklına getirmemeye çalıştı Nehir.
Tereddütle durmuÅŸ etrafına bakınırken kendisine ismiyle seslenen biri tarafından kucaklandı:
-“Bu saatte burada ne iÅŸin var, kuzen?”
-“Alp!”
İşte yakalanmak istediği son kişi.
-“Hiç! Eve gidiyordum, belki birilerine rastlarım diye buraya uÄŸradım.”
-“Sıkıntılı mısın?”
Alp, gerçekten endiÅŸeyle sormuÅŸtu bu soruyu. GöktuÄŸ onun en yakın arkadaşıydı ve onun ölümüyle çok derinden sarsılmıştı.
-“Her zamanki halim.” Diyebildi Nehir, sadece. Tepede yaÅŸadıklarına deÄŸinmek istemiyordu.
-“Bizimle takıl istersen.” Dedi Alp, kuzenine bakan gözlerinden derin bir hüzün ve acıma duygusu okunuyordu. “Ben halamı arar, söylerim…”
-“SaÄŸ ol kuzen.” Diye lafı aÄŸzına tıktı Nehir, kuzeninin. “Eve gitsem iyi olur. Haftaya iki vizem var.”
Alp anlayışla başını salladı. Üniversite yollarını geride bırakalı iki yıl olmuÅŸtu.
İki kuzen sarıldılar ve selamlar yollayıp ayrıldılar. GöktuÄŸ’un ölümünden beri Alp’le vakit geçirmek Nehir’e acı verir olmuÅŸtu, Alp de bunu anlayışla karşılıyordu. Bir insanın hayatta en sevdiÄŸi kiÅŸiyi kaybetmesinin, ruhun derinliklerinde açacağı iyileÅŸmez yaranın nasıl acı vereceÄŸini bilmese de, gerçekçilikle tahmin edebiliyordu. Kuzeninin ardından bakan Nehir onun, dostlarıyla birlikte uzaklaÅŸtığını görünce hafifçe titreyip geniÅŸ basamaklara doÄŸru yürüdü. Neyse ki kuzeni, Nehir’in gözlerindeki sabırsızlığı ve bedeninin soÄŸuk bir ter getiren tehlikeli bir ateÅŸle yanmaya baÅŸladığını fark etmemiÅŸti.
BasamaÄŸa varan Nehir duraksadı. En alt basamakta oturup beklerdi onu GöktuÄŸ, her zaman. Sanki yine oradaydı…
AyaÄŸa kalkacak, yavaÅŸça kıza doÄŸru yürüyecek, yanağına özlem dolu bir öpücük kondurup güçlü kollarıyla bedenine sımsıkı sarılacak…
Nehir içinde soÄŸuk bir kederle başını iki yana salladı ve basamakların yanından geçti. Cılız bir ateÅŸin başında duran, siyahlar giymiÅŸ üç gencin arasındaki uzun boylu, ürpertici zarafetteki güzel kıza hitaben:
-“Merhaba.” Dedi. “Yardımına ihtiyacım var.”
Hayır, bu Nehir olamazdı.
Bir zamanlar mantosunun iç cebinde penalar ve küçük resimcikler, çantasında fantastik kitapların en kalınlarından taşıyan bir kız vardı. Sonra, bir gün bu kızın hayatta en sevdiÄŸi insan ölüp gitti ve kız mantosunun iç cebinde en kalitelisinden mal, çantasında ise gazete kağıdına sarılı bir ÅŸiÅŸe votka taşımaya baÅŸladı... Bir de, bu kız kendini öldürmeye çalışıyordu.
Nehir hızlı hızlı yürürken soük terler boynundan aÅŸağı süzülüp ürpermesine neden oluyor, attığı her adımda dizleri titriyordu. “Ölmek için bundan iyi durumda olamazdım herhalde.” Diye düÅŸündü. “Bu kez olay saÄŸlam, uyuÅŸturucu komasından geberip bu zalim dünyanın yüzüne tükürebilirim.” İntihar etmek için en uygun yerin; arkadaÅŸlarının hep içmeye gittiÄŸi mezarlık olacağını düÅŸünmüÅŸtü. Aslında mekanın pek bir önemi yoktu. Tek dileÄŸi evelin bir an önce gelmesi, bu dünyanın son bulmasıydı.
Tam köÅŸeyi döndüÄŸü sırada iki güçlü kol tarafından alıkonuldu.
-“Nehir? Üzgün görünüyorsun bebeÄŸim.”
Kendisine bakan yeÅŸil gözler hayatta en nefret ettiÄŸi insana aitti.
-“Kaan! Bu garip, deÄŸil mi? Bu günlerde çok sık çıkıyorsun karşıma.”
Kaan’ın çekici sırıtışı yüzünde belirdi. Nehir tanıyordu bu sırıtışı. GöktuÄŸ’u bulmadan önce, arkadaÅŸ kalarak ayrılana kadar bu sırıtışıyla tavlamıştı Nehir’i. Nehir tamamen farklı insanlar olduÄŸunu düÅŸündükleri için ayrılmışlardı fakat Kaan, GöktuÄŸ öldüÄŸünden beri bazen hala sevgililermiÅŸ gibi davranıyordu. Nehir, bir zorba olan bu adamın kemerine sıkıştırdığı tabancayı farketti gergin bir ÅŸekilde.
-“Bu gece iÅŸin var mı canım?”
Kızın cevabını beklemeyen Kaan, Nehir’i karanlık bir ara sokaÄŸa çekip hiç bir söz söylemeden dudaklarına yapıştı, kızın kendisini ÅŸiddetle itmesini aldırmıyordu.
-“Uzak dur benden Kaan. Neyin var senin?!”
-“Esas senin neyin var?”
Nehir dehÅŸetle donup kaldı. Bu ses Kaan’a ait deÄŸildi. Sokak lambasının ışığında durmuÅŸ kendisine bakan kiÅŸinin Kaan’la alakası yoktu. Bu gözler, bu zarif yüz hatları...
-“GöktuÄŸ?” diye fısıldadı Nehir.
Kaan haince sırıttı. Kız hayal görüyordu.
-“GöktuÄŸ ya!” Kıza ÅŸiddetle sarıldı ve yeniden Kaan’ı karşısında gören Nehir, kendisini zorla öpmeye çalışan genç adamın kollarında çırpınmaya baÅŸladı.
-“Bırak beni piç! Bırak!”
Yankılı bir ses ikisinin de donup kalmasına sebep oldu. SoÄŸuk bir ses, tıpkı ölüm gibi...
-“Sana bırak dedi.”
Bir dehÅŸet hissi her deliÄŸe hakim oldu. Kaan, titreyerek belindeki Revolver’ı çıkarttı ve karanlık sokaÄŸa doÄŸrulttu.
-“Kimsin sen? Sana ne?”
Beyaz bir el belirdi karanlıkta. Kaan elindeki silahı düÅŸürdü ve boÄŸazını tuttu. Nefes almaya çalışırken yere düÅŸtü. Nehir’in dehÅŸetle büyümüÅŸ gözleri önünde çırpındı ve gırtlağından sesler çıkardı. Bir-iki dakika geçmeden de ölümün soÄŸuÄŸuyla kaskatı kesildi.
Nehir çığlık atarak bakışlarını karanlığa çevirdi. Gölgelerden çıkan, orta boylu genç adamı görünce korku içine iÅŸledi. Uzun, düz saçları iki yanına dökülen, esmer, yakışıklı bir yüz, siyah ve uzun bir pelerine sarınan saÄŸlıklı, zarif bir beden ve kahverengi gözlerin derinliklerinde yatan bilgelik...
Nehir, korku dolu bir hissin soÄŸuk su gbi başından aÅŸağıya aktığını hissetti. Aklına gelen ilk ÅŸeyi yaparak diz çöktü ve yerdeki tabancayı alıp GöktuÄŸ’un görüntüsüne doÄŸrulttu. Bir ÅŸeyler söyleme gereÄŸi duyuyordu ancak kelimeler gelmiyordu diline. GöktuÄŸ’un yüzündeyse derin bir ÅŸefkatin izleri vardı. Büyük bir özlemin acısının iÅŸlediÄŸi gözlerle bakıyordu sevdiÄŸi kıza.
-“Git.” Dedi Nehir, zorlukla çıkan bir sesle. GöktuÄŸ sadece gülümsedi ve kıza doÄŸru bir adım attı.
Nehir, kontrol edemediÄŸi bir titremeyle tabancayı mantosunun geniÅŸ cebine sokup kendini sokağın karanlığından dışarı attı ve koÅŸarak aÅŸağı inmeye baÅŸladı. Tek kurtuluÅŸu ölümdü ve aklındaki tek düÅŸünce mezarlıktı. Çevresindeki bakışları, kendisini iÅŸaret eden elleri görmezden gelip loÅŸ bir sokaÄŸa saptı. Eski, taÅŸ bir merdivenin dibine çöktü ve soluklanmaya çalıştı.
-“Ne istiyorsun benden, GöktuÄŸ? ÇektiÄŸim acılar yetmedi mi?”
-“Nehir?” Kız ‘yine ne var’ dercesine dönüp merdivenin tepesine baktı. Ne kadar karanlık olursa olsun, karşısındaki yüzü hemen tanıdı. Bir zamanlar en yakın dostuydu, kardeÅŸiydi; herÅŸeyiydi, bir erkek uÄŸruna kalbini kırıp, br kerede silerek terkedip gidinceye kadar...
-“İyi misin?” Bir de ona iyi olup olmadığını soruyordu, gösterecekti ona nasıl olduÄŸunu.
-“Ah! Demek beni hatırlıyorsun!” Öfkeyle ayaÄŸa kalktı. Birilerinin canını yakmayı hiç bu kadar istememiÅŸti. “SaÄŸlığım konusunda seni aniden endiÅŸelendiren ne? Benimle konuÅŸmaya nasıl cür’et edersin?” Cebindeki tabancayı çıkarıp ürkmüÅŸ kıza doÄŸrulttu. “Adımı nasıl o pis aÄŸzına alıp kirletirsin, sürtük?”
Nehir merdivenleri tırmandı. Kızın, Nehir hakkında ileri geri konuÅŸan sevgilisinin de orada olduÄŸunu görüp daha da öfkelendi. Tabancanın horozunu çekip ikisini de tehdit etti.
-“Bir daha sizi burada görürsem öldürürüm, ikinizi de! Hemen gidin buradan! Defolun!!”
Kız ve sevgilisi hiç direnmeden toparlanıp gittiler. Nehir, yerdeki içki ÅŸiÅŸelerini onların üzerine tekmeledi. Gittiklerinden emin olunca da merdivenin kenarındaki kırık dökük çitin hemen ardındaki mezarlığa baktı. İnce bir pus mezartaÅŸlarının arasında geziniyor, yabani bitkiler soÄŸuk rüzgarla sallanıp tehditkarca hışırdıyordu. Nehir, sükunetin tadına vardı ve defterini çıkarıp kalemini eline aldı.
“Ölümle yaÅŸam arasındaki kılıçtan köprünün hemen kıyısındayım ve ölmek için bir mezarlığı seçiyorum. İronik, deÄŸil mi? Ama ironi olmasa hayat var olabilir miydi?
Önemi yok artık. Çünkü az sonra, hayat yalanı benim için son bulacak ve yalanlar tiyatrosu olan dünyada tek gerçek olan ölümün ağırlığı altında ezilerek yok olacak.”
Hapları ve votka ÅŸiÅŸesini çıkardı. Mermi yuvası Colt tipi tabancalara benzeyen Revolver’ı inceledi uzun uzun. Ölümünün rock efsanelerine benzemesini istemiyordu. Ani ve parlak bir fikirle silahın beÅŸ mermisini çıkarttı. Haplardan birini büyük bir votka yudumunun yardımıyla, kavrulan boÄŸazı yüzünden yüzünü buruÅŸturarak yuttu ve içinde tek mermi kalan tabancanın mermi yuvasını rastgele çevirdi.
Yaşamıyla rus ruleti oynayacaktı.
Tabancanın namlusunu başına dayadı. Gözlerini sımsıkı yumdu ve tetiÄŸi çekti.
Silah patlamadı.
Titreyerek tabancayı bırakan Nehir bir hap daha alıp votka ÅŸiÅŸesini başına dikti. Mermi yuvasını rastgele çevirdi ve namluyu yeniden başına dayadı. Büyük bir gerginlikle, gözyaÅŸlarıyla sırılsıklam olmuÅŸ gözlerni yumdu. TetiÄŸi çekti.
Patlamadı.
Nehir defalarca, defalarca tekrarladı. Haplar bitmiÅŸ, kız votka ÅŸiÅŸesinin sonuna gelmiÅŸti. Fakat silah patlamıyordu. Hafif bir sarhoÅŸlukla başı dönerken kendini çok yorgun hissetti.
-“BoÅŸuna tekrarlama sevgilim.” Diye geldi bir ses, yanıbaşından. “Ben buradayken o silahın patlama olasılığı çok düÅŸük.”
Nehir öfkeyle silahı fırlattı. Yorgunca omuzlarını düÅŸürdü.
-“Seni çok özledim aÅŸkım.” dedi bitkin bir sesle. “Beni neden terkettin?”
GöktuÄŸ, periÅŸan haldeki Nehir’in tam karşısına diz çöktü. Gözlerini onunkilere dikti.
-“Biliyosun canım.” Dedi derin bir hüzünle. “Seni ben terketmedim. Seni seviyorum.” Gözleri yaÅŸlarla doldu. “Seni seviyorum. Nasıl terkedebilirdim?”
Nehir de aÄŸlıyordu. Sevgilisinin yüzünü seyrederken ruhu acıyla sarsılıyordu. Ellerini uzattı.
-“GöktuÄŸ...” Genç adam kızın ellerini tuttu. “...seni seviyorum... İzin ve öleyim.”
-“Hayır.” Dedi GöktuÄŸ. “Hayır. Sen upuzun, mutlu bir hayat yaÅŸayacaksın. Ecel seni gelip bulana kadar.”
-“GöktuÄŸ...” Nehir hıçkırıklara boÄŸuldu. “...Ne olur? İzin ver!”
GöktuÄŸ, başını hayır anlamında sallayarak güçlü kollarıyla sardı kızı.
-“Hayır, akım.” Diye fısıldadı. “Hayır...”
Nehir de sevgilisine sarıldı, sıkı sıkı. Huzu dolu bu yumuÅŸak kucağı nasıl da özlemiÅŸti. Hafifçe titremeye baÅŸlayınca ÅŸoka girmekte olduÄŸunu anladı.
-“Bak, sevgilim.” Dedi gülümseyerek. “Bak, iÅŸte ölüyorum...”
Her taraf daha koyu ve sessiz bir karanlıkla örtülürken sevgilisinin sesini duydu.
-“Hayır, aÅŸkım. Seni bu kara ölümden korumaya geldim.”
Kızı uzun, siyah ve ölümün örtüsü gibi ince peleriniyle sarmaladı. Nehir, bedeninin uyuÅŸtuÄŸunu hissetti. GöktuÄŸ, kızın yüzüne doÄŸru eÄŸildi. Dudakları son kez kavuÅŸurken Nehir, rahatlatıcı bir serinliÄŸin tüm bedenine yayıldığını hissetti. Serinlik oganlarına geçti, kemiklerine iÅŸledi, vücudunun tüm boÅŸluklarına dolup ruhunu aradı. Ve ruhundaki kaosu bulduÄŸunda, Nehir parlak bir ışığın, içindeki karanlığı boÄŸduÄŸunu hissetti. GöktuÄŸ, kızı yavaÅŸça yere bıraktı. Alnına sıcak bir öpücük kondurdu.
-“Elveda, aÅŸkım.”
Siyah pelerinine sarındı ve gecenin karanlığına karışıp yeniden gölge oldu.
-“GöktuÄŸ! GöktuÄŸ!”
Nehir, çığlık çığlığa uyandı ve sıcak, loÅŸ odasındaki yatağının içinde doÄŸruldu. Bir süre etrafına bakınıp mezarlığı aradı, odasında olduÄŸunu anlayınca da büyük bir rahatlamayla gevÅŸedi.
Dışarıda yaÄŸan yaÄŸmuu duyabiliyordu, sessizliÄŸin getirdiÄŸi bir huzur vardı odada. AkÅŸam üstü olmalıydı, hava yeni kararmış gibiydi. Kollarını geriye atıp bir kedi gibi gerindi. Eliyle komidinin üstünü yoklayıp cep telefonunu aradı. BulduÄŸunda, hayretle kapalı olduÄŸunu gördü. Pin kodunu girerken odanın içinde bir kıpırdanma hissetti.
-“Uyandın mı canım?”
-“GöktuÄŸ, sen misin?” Nehir, yatağının içinde oturdu.
-“Lütfen.” Dedi GöktuÄŸ, yatağının kenarına oturup. “Korkma. Dinlen. Annen yorgun düÅŸüp bayıldığını söyledi.”
Nehir, titreyeek sevgilisine sarıldı. Başını onun göÄŸsüne yasladı. GöktuÄŸ, sakin sakin başını okÅŸuyordu Nehir’in.
-“Kabus mu gördün?”
Nehir, daha sıkı sarıldı GöktuÄŸ’a.
-“Korkunçtu...”, dehÅŸetle fısıldıyordu. Kabusun hatıralarını yaşıyordu hala. “S-sen öldürülmüÅŸtün ve b-ben de...”
GöktuÄŸ aÄŸlayan sevgilisini nazikçe susturdu.
-“Tamam canım, tamam. Sadece bir kabustu. Bn buadayım, bak.”
-“Evet.” Dedi Nehir, biraz sakinleÅŸerek. “Evet, buradasın.”
GöktuÄŸ, Nehir’in titreyen elini eline alıp dudaklarına götürdü. Nehir, sevgilisinin elindeki tılsımı farketti, onu hala taşıdığını düÅŸünerek mutlu oldu.
-“NehirciÄŸim...” dedi GöktuÄŸ sevgiyle. “... senden bir ÅŸey rica edeceÄŸim.”
-“Ne istersen, canım.”
Nehir, GöktuÄŸ’un yüzünü görmeye çalıştı. Alacakaranlığın fethettiÄŸi odada GöktuÄŸ yalnızca kara bir ÅŸekilde. GöktuÄŸ içini çekti ve:
-“ÅŸey...” Kendini nasıl ifade edeceÄŸini bilemiyor gibiydi. “Kendine çok iyi bak.”
-“Tamam, bu o kadar da zor deÄŸil.” Daha sıkı sarıldı sevdiÄŸine Nehir. “Fakat neden söyledin ÅŸimdi bunu?”
GöktuÄŸ, derin derin içini çekti.
-“Bir sebebi yok. Sadece endiÅŸelendim senin için.”
Kızın yanağına masum br öpücük kondurdu.
-“Kabusumu dinlemek ister misin?” diye sordu Nehir, GöktuÄŸ’un simasına bakarak.
-“Vaktimiz yok canım. Zamanımız kısıtlı.”
-“Biraz, biraz daha kal yanımda.” Nehir, anlam veremediÄŸi bir ÅŸekilde ürkmüÅŸtü bu sözlerden.
-“KeÅŸke sonsuza kadar kalabilsem yanında...” dedi GöktuÄŸ.
-“İyi misin, canım?”
GöktuÄŸ elini yüzüne götürdü.
-“Ben iyiyim.” Nehir, elini yeniden tutan elin ıslanmış olduÄŸunu farketti. “Bana söz ver.” Diye devam etti GöktuÄŸ. “Sen de iyi olacaksın.”
-“GöktuÄŸ, n-neden böyle konuÅŸuyorsun? Benim için endiÅŸelenmene gerek yok. Ben iyiyim.”
-“Özür dilerim, canım. EndiÅŸeliyim iÅŸte.” İçini çekti. “Sen bana bakma.”
GöktuÄŸ kalkı ve yatağın yanında diz çöktü. Yüzü, kızın yüzüne çok yakındı. Solukları karışıyordu.
-“Seni seviyorum.”
GöktuÄŸ’un bu sözü, Nehir’i dünyanın en mutlu nsanı yaptı.
-“Ben de seni seviyorum.”
Dudakları birbirlerininkine deÄŸdi. Sıcak, samimi bir öpücüktü bu.
GöktuÄŸ, sevdiÄŸinin saçını okÅŸayarak doÄŸruldu.
-“Dinlen, sevgilim” diye fısıldadı kızın kulağına. Sonra kızın elini ellerine aldı. “ÅŸunu benim için tutabilir misin?”
Nehir, GöktuÄŸ’un verdiÄŸi tılsımı sıkı sıkı tuttu. GöktuÄŸ, Nehir’in dudaklarının kenarına kondurduÄŸu son bir öpücükten sonra ayaÄŸa kalktı ve odanın kapısına yürüdü. Kapıdan çıkarken duraksadı ve gözyaÅŸları koridodan gelen cılız ışıkta parıldarken dönüp sevgilisine gülümsedi. Sonra da kederle omuzlarını düÅŸürüp odadan çıkarak kapıyı kapadı.
Nehir bir süre karanlıkta sakin sakin yattı. Uyku mahmurluÄŸu hala üzerindeydi ve kabusun hatıraları uzakta kalmıştı. GöktuÄŸ’u ne çok sevdiÄŸini düÅŸünürken tılsımın üzerine bir öpücük kondurduÄŸu sırada telefonu çaldı.
Huzurlu sessizliÄŸi aniden yaran telefon melodisi, Nehir’in yerinde sıçramasına sebep oldu. Nehir, mahmurluktan sıyrıldı ve titreyen eliyle telefona uzanıp kimin aradığına baktı. Arayan Alp’ti. Nehir, nedenini hiç bilmediÄŸi bir telaÅŸla açtı telefonu.
-“Nehir? Neredesin? Saatlerdir arıyorum.”
-“Baygın düÅŸmüÅŸüm yorgunluktan. Telefonum kapanmış. Sen iyi misin?”
-“BoÅŸ ver beni.”
Alp’in sesi hayli aÄŸlamaklı çıkmıştı.
-“Bir sorun mu var?” diye sordu Nehir, nefes nefese.
Alp sessizleşti. Onun derin derin nefes alıp verdiğini duymasa, Nehir telefonun kapandığını zannedebilirdi. Aklı dehşetle dolarken kalbi hıla atmaya başladı.
-“GöktuÄŸ...” dediÄŸini duydu Alp’in, kısık bir sesle.
-“Ne? Ne!”
-“... ö-öldü...” Nehir dehÅŸetle nefesini tuttu. Elini aÄŸzına götürerek titremeye baÅŸladı. “Sokakta bıçaklanmış.” Diye bitirdi Alp, cümlesini ve bir süre sadece hıçkırıkları duyuldu.
-“Olamaz!” dedi Nehir, aniden, sinirden gülümsemeye baÅŸladı. “Bir-birkaç dakika önce bu-buradaydı... Benimleydi!”
-“Sen neden bahsediyorsun, Nehir?” dedi Alp, hayretle. “Doktor ÅŸimdi çıktı. GöktuÄŸ son iki saattir ameliyatta...”
Telefonu elinden düÅŸüren Nehir, Alp’in sözlerinin devamını duyamadı. Yattığı yerde ÅŸiddetle sarsılmaya baÅŸladı, açlarını yolup dehÅŸet çığlıkları attı. Kalbi yerinden sökülüyor, gözlerinden kan akıyordu sanki. Çığlıklarının ardı arkası kesilmedi.
Karanlığa karışıp dört bir yana dağılan çığlıklar... DeliliÄŸin çığlıkları...
“Ölümün kucağındaki karanlık beni aÅŸkımdan ayırdı ve hiçbir aÅŸk masalına benzemez benim masalım.
Gerçekten isterdim bu masalın gökten düÅŸen üç elma ile sona ermesini.
Fakat düÅŸen hep insanlar olur...”
Kız, tehlikeli bir sessizlik ve ifadesizlik içindeydi. Kalemi bıraktı. Kalkıp, tepenin ucuna kadar yürüdü. Gri gökyüzüne baktı. Rüzgarda savrulan kara gül yaprakları selam verdiler kıza. Kız hiç önemsemedi.
Ve kendini boşluktan aşağı bıraktı.
Word belgesini indirmek için tıklayınız.
Copyright © FRP World © Fantezi Edebiyat ve FRP sitesi Tüm haklarý saklýdýr.