Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber ArÅŸivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • KiÅŸisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    HoÅŸgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Åžifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: AgnesNesbi
    Bugün: 88
    Dün: 89
    Toplam: 57664

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1363
    Üye: 0
    Toplam: 1363

    İkonia




    FRPWorld Kısa Öykü Yarışmasında Dördüncü Olan Öykümüzdür.


    İkonia’da, bugünkü dilde Konya’da, bir yaz sabahı. GüneÅŸ ışınlarını ÅŸehir üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırırken, Mert ÅŸiddetli bir baÅŸ aÄŸrısından ve hafif bir mide bulantısından muzdarip uykulu bedenini yataktan kaldırmaya çalışıyordu. GiydiÄŸi don dışında çıplak olan bedeni, belki göbeÄŸi belki de uyku sersemi ifadesinden, estetik gözükmüyordu. Kafasını toplayıp ayaÄŸa kalkmayı baÅŸardı, dengesini saÄŸlayıp banyoya doÄŸru yürüdü. Yürürken ayağına dün geceden kalma içi boÅŸaltılmış cesetler çarptı: Arpa suyu, Kelt dilinde hayat suyu, likör... Tuvalete girdiÄŸinde burnuna kesif bir koku geliyor, muhtemelen bu da dün geceden kalma, ama bunu hatırlamıyor iÅŸte... Dün, uzun bir geceydi. Dün eline iyi bir miktar para geçmiÅŸti ve eh, canı bir kutlama yapmak istemiÅŸti. Evet, biraz abartmıştı ama dönen başı, zorladığı karaciÄŸeri ve kokan bir tuvaletten baÅŸka bir soruna yol açmamıştı. Tuvaleti temizlemesi gerektiÄŸi aklına geldikçe bu fikir az önceki kadar parlak gözükmedi gözüne. Üstünde bornozuyla tuvaleti temizlemesi beÅŸ dakika, temiz çamaşırlar giyip, kot ÅŸortunu giymesi de iki dakika falan sürmüÅŸtü ki, kapı çaldı. Siyah tiÅŸört mü, hawaii gömlek mi giyeyim diye düÅŸünürken çalan kapı ÅŸaşırttı onu. Saate bakacaktı, cep telefonunu bulamadı... Saat kullanmadığına küfrederek kapıya koÅŸtu. Kapıda kimse yoktu, o zaman apartman giriÅŸindeydi gelen. Diyafona bastı; -Kim o? -Benim. Bu, oldukça komik bir durumdu aslında. -Sen kimsin? -Parolayı unuttum. Mert kim olduÄŸunu anlamıştı, ama gelenin de parolayı söylemesi gerekiyordu. -Aç lan iÅŸte kapıyı. Kapıyı açan tuÅŸa bastı. “ZAT” gibisinden bir ses duyuldu ardından. Ardından kapının kapanma sesi... Ardından asansörün çaÄŸrılma sesi... Bu sırada kafasını toplayıp kırmızı hawaii gömleÄŸi giydi. Kıvırcık, asla taramadığı uzun saçlarını kaşıyarak aynaya baktı. Asansörün geldiÄŸini gördüÄŸünde mutfaÄŸa geçti. Sonra asansörün kapısının kapanma sesi geldi. Ardından dairenin kapısının sesi... “Çay içer misin” diye sordu gelene bakmadan. Kimin geldiÄŸini biliyordu. Adı Ali Kemal idi, aynı lisede okumuÅŸlardı, uzun boylu, üçgen yüzlü bir oÄŸlandı iÅŸte. Kendisi onun, nasıl denir, bir tür menajeriydi iÅŸte.. Aslında aracı daha iyi bir kelime. “Gömlek yakışmış... Yeni mi?” “Yok... Eski, ÅŸey iÅŸinden sonra almıştım... Immm... Neydi?” “Ankara’daki lahit olayı... Hatırladım. Bu daireyi de oradaki parayla almıştın.” “Kiraladım. Ne yapayım lan Konya’da evi?” Ali Kemal hızlı adımlarla ocaÄŸa gitti, oradaki alevle sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti. “Bu sıcakta pantolon mu giydin?” “Az önce otobüsten indim. Gece üÅŸüyorum.” Sigaradan bir nefes daha çekti. Açık mavi kotunun üstünde siyah – beyaz bir tiÅŸört giymiÅŸti. TiÅŸörtün üstünde bir grubun adı vardı ama, Mert bu grupla ilgili hiçbir ÅŸey bilmiyordu.... “Söylemeyi unuttum. Buradan gitmemiz gerekiyor. Acil.” Ali Kemal böyle biriydi iÅŸte. Sakin, acelesiz.. “Neden?” “Kılıcını çaldığın KaramanoÄŸulları Beyi vardı ya..” “Mehmet Bey... Ulan bir de iÅŸi sen ayarladın ha!” “Her ne haltsa iÅŸte, Bulgaristan’daki torunlarından biri öÄŸrenmiÅŸ mevzuyu. PeÅŸinde. Adam hakkında çok bilgim yok gerçi.” KaramanoÄŸulları’nın iskan politikasıyla OsmanoÄŸulları tarafından Balkanlara gönderilmesi, karşınıza böyle egzotik rakipler çıkartabiliyor. “Mert?” Mert düÅŸüncelerden sıyrılarak Ali Kemal’e baktı. “Durum gerçekten ciddi. Adam bayağı zorlayıcı birine benziyor.” Mert daha kurumamış olan saçları arasında dolaÅŸtırdı ellerini. Kafasında her ÅŸeyi sıraya koymaya baÅŸladı. İki hafta önce İkonia’ya, Konya’ya gelmiÅŸti. Bir hafta araÅŸtırmışlardı olayı. İki gün önce de Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu sarayından çıkardıkları kılıcı teslim etmiÅŸlerdi Ankara’daki “çok politik” insana. Olay kapanmış sanmıştı. Demek ki...” “En zayıf halka sence kim Ali?” Ali Kemal anlamaz gözlerle baktı. “Kim uçurmuÅŸ olabilir haberi? BaÄŸlantıların çoÄŸunu sen yaptın?” Ali Kemal düÅŸünürken Mert’in aklına bir ÅŸarkı düÅŸtü. “Haber uçtu devlete de / BeÅŸ yıl yattım hapiste... “ Daha sonra aklına bir fikir geldi. “Bir nargile kahvehanesi vardı hani. Neydi oranın adı?” “Osmanlı... Oradaki adamı mı diyorsun? S’ad?” “Evet.” “Sanmam. KaramanoÄŸulları’nı sevmez. Hatta nefret eder. Osmanlı’ya baÄŸlı bir tip, beylik yıkılmış olsa bile.” “Gene de bakalım derim.” “Sanmıyorum, ama zaten geceyi beklemen gerekiyor. O deÄŸil de, ne gerek var ÅŸimdi en zayıf halkayı bulmaya? Parayı aldık, topuklayalım iÅŸte?” “Ne tür bir beladayız onu öÄŸrenelim. İn midir cin midir; ölümlü müdür, deÄŸil midir?” Mert ilginç bir durum olduÄŸunu düÅŸündü, bu deyimi aslında mecaz anlamıyla kullanmasa da olurdu. OsmanoÄŸulları’nın çökmüÅŸ ruhunun takipçileri ve onlardan hâla nefret eden KaramanoÄŸulları... Pek normal iÅŸler deÄŸil, evet. “Mevlevihâne’deki dede var bir de... O geldi aklıma...” “Sevimli adamdı.. Adı neydi?” Ali Kemal biraz düÅŸündükten sonra “Hasan Dede” dedi. “Sevimli adam”. “Sevimli mevimli, bir uÄŸrayalım bakalım.” Mert odasına gitti, Ali Kemal de bu sırada demlenen çayın altını kıstı. Mert cep telefonunu cebine aldı, parayı koyduÄŸu çekmeceyi sandığına kilitledi. Anahtarlarını aldı. Etrafına biraz bakındıktan sonra metal bir rün ÅŸeklindeki kolyesini ve altıpatlar (revolver) tabancasını da aldı. Aynanın önünden geçerken ÅŸortun biraz bol geldiÄŸini gördü, bir kemer taktı beline. Beraber çıktılar, sandaletlerini giydi Mert. Giyerken, yazın sandalet giydiÄŸinde ayağında oluÅŸan amele yanıklarını düÅŸündü. Bir arkadaşı ayağını bu haliyle zebraya benzetmiÅŸti. Başı için aÄŸrı kesici almadığını hatırladı kapıyı kilitlerken. BoÅŸ verdi, kapıyı kilitleyerek Ali ile aÅŸağı indi. Yürüyerek gittiler Mevlevihâne’ye. Ali, yolda bu peÅŸlerindeki adam hakkında bildiklerini anlattı. Kendisi de tesadüf eseri öÄŸrenmiÅŸ, Ankara’da sanayideki bir “habercisi” öldürülmüÅŸ. Biraz soruÅŸturunca, adamın kimin öldürdüÄŸünü öÄŸrenmiÅŸ Ali. Aceleyle de gelmiÅŸ. DendiÄŸine göre, adam bir çeÅŸit mafya imiÅŸ. Vakti zamanında dedeleri OsmanoÄŸulları tarafından sürülmüÅŸ. Mert konuÅŸmadan dinledi Ali Kemal’i. Aklına Laz İsmail geldi daha sonra. Kendisi bir tür “baba” idi. Uzunca burnunun altındaki gri renkli pos bıyıkları, yaşının getirdiÄŸi kırışıklıklar, heybetli yapısı... Kanser hastasıydı, akciÄŸer kanseri. Hizmetinden faydalanmak için kendisini tutmuÅŸtu Laz. OÄŸlunun peÅŸinde olan bir iblis vardı. OÄŸlan okumak için İstanbul’da imiÅŸ, oralarda bir yerlerde musibet olmuÅŸ. Muhtemelen Laz İsmail ile olan bir musibeti yüzünden, artık ruhunu mu sattı, kumar borcu vardı iblise ödemedi mi? Anlatmamıştı orasını... Tek istediÄŸi vardı, iblisin oÄŸlunun peÅŸini bırakması. İşin çözümlenmesi çok da zor olmamıştı. OÄŸlanın atıldığı tımarhaneye girmiÅŸti. Doktorlar majör depresyon ve ÅŸizofreni tanısı koymuÅŸlardı. Mert’in teÅŸhisi ise Balthazar, Sinekler Lordu. Hastanın odasına girmiÅŸti. Uyutucu bir iÄŸne, birkaç büyü ve iblis çağırma numaraları (Burada en zor iÅŸ bir hayvan bulmak oluyor. Pek çoÄŸu kedi tercih ediyor, çünkü öte ile baÄŸları daha kuvvetli; ama kedilere karşı özel bir sempatiniz varsa köpek de olur...)... Daha sonra... İblise asıl istediÄŸini vermiÅŸti. Laz İsmail’in sigara tütünü. İsmail’in vücuduna, kabuÄŸuna bir bilet. Ruhunun fiÅŸi. Balthazar gibi çok kuvvetli bir iblise karşı kullanabileceÄŸi baÅŸka bir yöntem bilmiyordu... Mevlevihâne’nin bahçesi huzur vericiydi... Kırmızı güller her yanı donatmıştı... AhÅŸap iÅŸçiliÄŸi ve mükemmel bir estetik ile yapılmış bir bina; kırmızı güller ve yeÅŸil çimenlerden oluÅŸan bir deryanın ortasında... Bahçeye girdikleri anda konuÅŸmayı kestiler. Etrafta bir kalabalık vardı... Büyük bir kalabalık. Havada matem vardı. Tabut insanların omuzlarında cenaze arabasına doÄŸru kaldırılırken, ikisi de içeride kimin olduÄŸunu biliyordu. Orada daha fazla kalmak istemedi Mert. Ali Kemal de itiraz etmedi. Hasan Dede’nin cenazesine katılmak daha doÄŸru olurdu, ama cenazedeki katil profili çizmek de istemiyorlardı. Mert’in ne peÅŸinde olduÄŸundan Dede’nin haberi bile yoktu. Gene de, insan kendini sorumlu hissediyordu... KuÅŸadası doÄŸumlu Mert’in pek de dini bütün yanı yoktu. Kendisi için halk dilinde cahilce ateist bile denebilir (o panteist veya deist denmesini tercih eder o ayrı...). Gariptir; kendisi türlü iblisler, efsunlar, mahlukatlar ile uÄŸraÅŸan bir garip.. ÅŸey olsa da (mesleÄŸine ad koyma gereÄŸi duymadı henüz), imanı ile arası o kadar da iyi deÄŸildir. Belki de bu yüzden, Dede’nin ölümünü soÄŸukkanlılıkla karşıladı... İçin kavuran bir suçluluk duygusu olmasa, çok daha huzurlu olabilirdi. Sessizce yürümeye devam ettiler. Ali Kemal “bir ÅŸeyler yiyelim mi” diye sorunca kafasını sallayarak onayladı.. BaÅŸ aÄŸrısı ÅŸiddetlenmiÅŸti, üstüne üstlük bir de mide bulantısı baÅŸlamıştı. Aklına ilacını bu sabah içmediÄŸi geldi. Kahvaltılık bir ÅŸeyler yemek için bir kahveye girdiler. Mert direk tuvalete yöneldi. BoÅŸ midesindeki hidroklorik asidi ve bir miktar pepsini boÅŸalttı... Çatlak bir gülümseme ile fen lisesini bitirmiÅŸ olmanın bu tip avantajları olduÄŸunu düÅŸündü. “Ne kustuÄŸunu bilirsin”. AÄŸzını ve klozetin kapağını sildikten sonra kabinden çıktı, lavabodaki aynaya baktı. İri bir yapısı vardı. Adaleli sayılabilirdi. Bira göbeÄŸi sarkıyordu aÅŸağılardan. Esmer teninde terinin parlaklığı vardı. Sol camının üst kısmı hafiften kırılmış mavi bir gözlüÄŸü vardı, ince kenarlı alt camı havada duranlardan. Kıvırcık ve uzun saçları korkunç gözüküyordu. ÅŸortu ve hawaii gömleÄŸi ile birleÅŸince yaklaşık olarak bir “dünya turuna çıkmış yabani turist” görüntüsü çiziyordu. Yüzünü yıkarken kafasından son hızla akan düÅŸüncelerden biri onu durdurdu. “Neden ben?” kafasını kaldırdığında sorusunu düzeltti, “Neden?” KuÅŸadası’nda doÄŸmuÅŸ, büyümüÅŸ, baÅŸarılı bir lise talebesi olarak İzmir Fen Lisesi’nde öÄŸrenim görmüÅŸtü. Ankara’da üniversite kazanması onun için kast sisteminde sınıf atlayabilmek kadar önemli olmuÅŸtu. Üniversite bittiÄŸinde, iyi kötü bir staja baÅŸladığından sonra, bir yaz tatilinde İstanbul’daki sevgilisinden aldığı kolye ise onu bambaÅŸka bir sisteme taşımıştı. Sevgilisi garipliÄŸi sıradan olan biriydi. Siyah, korkutucu, vampirella gibi dolaÅŸan hanım kızlardandı. Metal müzik, sert vokal... İstiklal Caddesi ve Nevizade’ler, Kemancı’lar için sıradan bir gariplik... Bir ayrılık hediyesiydi kolye. Ayrılma kararı Mert’in di. Kolyeyi almadan bir gün önce söylemiÅŸti Mert bunu. Rün ÅŸeklinde, garip bir kolyeydi. Adi görünüÅŸlü bir ÅŸey. ÅŸaka ile karışık, “İçimdeki efsunu sakladım buraya” demiÅŸti sevgilisi. “Sende kalan anım bu olsun. Bendeki sen, bendeki ateÅŸ olsun” demiÅŸti. O gün çok... sakin gelmiÅŸti gözüne sevgilisi. Belki hüzündendi, sakinliÄŸin nedenini bugün bile tam bilemiyordu, ama bir teorisi vardı. Ertesi gün, kolye ile uyuduÄŸunda ilginç bir kabustan uyandı gecenin bir vakti. Rüyayı hatırlamıyordu. Ama içinden bir dürtü onu dışarıya çağırıyordu. İstanbul’da anneannesinin evinden çıktı, apartmanın altına indi. Uzun paltolu, uzun sakallı bir tip.. Elleri boz renkli garip bir post ile kaplıydı. Yüzünde deÄŸiÅŸik ve huzursuz edici bir uzama vardı. Sivri diÅŸleri ve keskin gözleri vardı. “Demek yeni kiÅŸi sensin” diye hırlamıştı. O an tam anlamıyla sarhoÅŸ gibiydi. Ne oluyor, ne bitiyor farkında deÄŸildi. Kurt suratlı “ÅŸey” ona bir paket uzattı. “Bunu Ege’ye götür. Denize at.Yunan’a hediyemiz olsun” diye hırladı. Mert paketi eline aldığı andan itibaren uyuyamadı. Kabuslar ve türlü karabasanlar peÅŸini bırakmadı. Kolyeyi çıkarsın, taksın deÄŸiÅŸmiyordu durum. Bu duruma bir hafta dayanabildi. Paketi Ege denizine attı.. Sonrası, tam anlamıyla bir rahatlama... Adeta uyuÅŸturucunun kana nüfuz ediÅŸi gibi rahatlatıcı.... Ve Mert, sevgilisinin son gün kazığını bir güzel yemiÅŸ oldu. Bu garip kolyenin artık bir önemi yoktu. Taşıması bile gerekmiyordu. Bir ÅŸekilde kolyenin içindeki efsun boÅŸaltılmıştı Mert’in içine. Güzel bir kazık atmıştı sevgilisi ayrılık hediyesi olarak. Ve bu, bir nevi, onun uyuÅŸturucusu olmuÅŸtu. “Nerde kaldın oÄŸlum?” “H... Hiç.. İyiyim” Ali Kemal üstüne gitmedi Mert’in.. Mert masaya bir bakış attı.. Sucuklu yumurta söylemiÅŸ Ali Kemal. Çay, ekmek.. Bunlar vardı masada.. “İyi seçim.” “Ne sandın aÄŸam.” İkisi de kurt gibi acıkmıştı... Açlıklarını bastırana kadar bir süre konuÅŸmadılar. Daha sonra Ali Kemal damdan düÅŸer gibi sordu boÄŸuk sesiyle “Sence beraber yaptığımız en iyi iÅŸ neydi? Belli ki bunu uzun uzadıya düÅŸünmüÅŸtü kendisi tuvalette iken. Mert bir süre düÅŸündü. “Bana göre mi yoksa kurallara göre mi?” “Nasıl yani?” “Bana göre en iyisi ruhunu BoÄŸaz vapuruna baÄŸladığımız amca idi...” “Haa, ÅŸu ÅŸair... Kibar bir beyefendi hani... Tamam... Kurallara göre?” Mert olayı kafasında daha canlı tutmak için biraz düÅŸündü. “İshak PaÅŸa Sarayı’nda, meleÄŸin birinden aldığımız görev... DüÅŸük rütbeli bir melek idi.. İran’dan bir tespih getirtmiÅŸti bize...” “Komik... Cennetin bizden istediÄŸi en büyük iÅŸ, bir tespih getirmek” “Evet... Huzursuz edici...” “ÅŸu saray nerdeydi? Van’da mı?” “AÄŸrı. DoÄŸubeyazıt.” “Belki de artık iÅŸ alırken daha seçici olmalıyız Mert...” Mert konuyu deÄŸiÅŸtirdi; “ÅŸu KaramanoÄŸlu Konya’da demek...” “Evet.. ÅŸimdiye senin daireyi dağıtmıştır.” “Dede’yi öldürdüÄŸüne göre...” “Abdestim var benim, cenabet gitmeyeceÄŸim öte tarafa...” İkisi de güldü... Gülebilmeleri iyiye iÅŸaretti. Üçüncü çaylarını içtiklerinde karar vermiÅŸlerdi, S’ad ile görüÅŸeceklerdi. Gece çökmemiÅŸti ÅŸehre, ama durum acildi. Bu plan da iÅŸe yaramazsa, en hızlı ÅŸekilde Ankara’ya, kılıcı isteyen “çok politik” milletvekiline. Kılıç kimde, umurlarında bile deÄŸildi. Canlı kalmaları onlar için öncelikti. Aslında, ilginçtir, kılıcın hiçbir efsunlu yanı yoktu. Ama bu, efsunlanmayacağı anlamına gelmiyordu. Kılıcın sembolü muhalefet, birlik olamama, dahası Selçuklu’nun mirasçılığı bir efsun ile birleÅŸince daha da kuvvetlenecekti. Ve sembol güç demekti. Ama bu, ÅŸu anki gündem deÄŸildi. Yaklaşık bir saat sonra Osmanlı’da idiler. Arka sokaklarda bir nargile kahvehanesi. İki sokak ötesinden nerede olduÄŸu anlaşılabilir, kendine has kokusu ile bu mekan adeta bu yerin kendisine ait olduÄŸunu ilan etmiÅŸtir. Üç katlı, eski bir halıcıydı burası aslında. Zengin bir tüccarın, muhtemelen. Daha sonra da bir nargile kahvehanesi oluyor. Binanın iki katı ve zemini haricinde bir de yer altındaki bölümü vardı. İlginç bir mimariydi, zemin ile birinci kat arasında bir yan kat daha vardı, burada nargile parçaları satan bir dükkan ve küçük bir ofis vardı. Üst katlar daha “piyasa” bir kısım olmasına raÄŸmen eski müdavimler ve koyu sohbetçiler “aÅŸağı” olarak adlandırılan yer altındaki mekanda olurdu. ÖÄŸle vaktinin sıcaklığından kaçan tiryakiler doldurmuÅŸtu mekanı. Kalabalık anlarından birini yaşıyordu Osmanlı. Mert ile Ali Kemal içeri girdi. DoÄŸrudan aÅŸağıya indiler. AÅŸağının dekorasyonu da üst kısımlara göre deÄŸiÅŸikti, rahat koltuklar, ahÅŸap kaplama ve taÅŸ duvarlar... Eski Osmanlıyı yansıtan orijinal portreler... Mert neden birinin üst katları tercih edeceÄŸine bir anlam veremedi. Oturdular, garson geldi. Tiryaki Ali Kemal bir bahreyn nargile söyledi. Mert elma çayı istedi, tütün kullanmıyordu. Bir süre sessizce oturup beklediler. Dışarıdaki aydınlık burayı hiç etkilemiyordu, rahatlatıcı bir loÅŸluk vardı içeride. YoÄŸunlaÅŸmış denebilecek nargile dumanları ise ortalıkta elementaller gibi dolaşıyordu. Elemental deyince, aklına S’ad geldi. Önce elma çayı geldi, sonra nargile. Nargile geldiÄŸinde Ali Kemal “S’ad ile görüÅŸmemiz lazım” dedi. Garson ÅŸaşırdı, biraz durakladı. “Müsait deÄŸil” dedi. Ali Kemal Arapça birÅŸeyler söyledi. Mert anlamadı. Ama Mert, garsonun da bir ÅŸey anlamadığını fark etti. Garson eliyle “bir dakika” yapıp gözden kayboldu. Mert sessizce kutladı Ali Kemal’i. “Ne dedin ona?” Ali Kemal sırıttı “Küfrettim.” Daha yaÅŸlı bir garson geldi masalarına, “Mevzu nedir?” diye sordu. “Çok önemli.” dedi Ali Kemal. “bakın, ÅŸu an hiç uygun bir vakit deÄŸil, biliyoruz, ama gerçekten ama gerçekten acelemiz var. İnanın S’ad efendiyi böyle acelece...” Ali Kemal sözünü bitirmeden garson uzaklaÅŸtı. Mert başını salladı, umut var mı diye, Ali Kemal “bilmiyorum” dercesine dudak büktü, omuzlarını kaldırdı. Yaklaşık yarım saat sıkıntıyla beklediler, bu sırada Ali Kemal nargilesini içti, Mert ise çayını çoktan bitirmiÅŸti, ikincisini söylemedi. Daha sonra, Ali Kemal’in lafını kesen garson içeri girdi, “gelin” dedi. Üçü zemin kat ile birinci kat arasındaki yan kata çıktılar. Garson kapıyı çaldı. Kapıyı kısa boylu, siyah gömlek giyen biri açtı. Kaslı bir tipti, saçları hafiften dökülmüÅŸtü.. Kızıl sakallarını çenesinin kenarlarında uzatmıştı. Sert bakışlarla Ali Kemal ile Mert’i içeri aldı. Garson içeri girmedi. Mert ile Ali Kemal içeri girdiklerinde arkalarından kapı kapandı. Kapının kapanması ile penceresiz oda karanlığa boÄŸuldu. Mert panikle elini silahına attı, Ali Kemal huzursuz oldu ama Mert’inkine benzer bir tepki göstermedi. Daha sonra, bir kibrit yandı, o kibrit de bir gaz lambasını yaktı. Lamba etrafı aydınlatınca ortalık gözüktü, yerde ve duvarda renk renk halılar asılıydı. Genelde kırmızı ve kahverengi tonun ağırlıkta olduÄŸu halıların hepsinde mutlaka buz mavisi ve beyaz renkler de vardı. Yerlere büyük minderler ve yastıklar serilmiÅŸti. Kapıya uzak uçta, karşılarında S’ad oturuyordu. Kısa boylu, ÅŸiÅŸmanca biriydi. Kemik beyazı bir cildi vardı. Gözleri çakmak çakmak bakıyordu gelenlere, büyük bir öfke ile. Bir elinde oltu taşından tespihi vardı, diÄŸer eliyle de az önce hazırlandığı belli olan nargilesine köz koyuyordu. Gri kumaÅŸ bir pantolon, mavi çizgili bir gömlek giyiyordu. Siyah bir hırka vardı üstünde de. Gayet mütevazi kıyafetlerinin aksine parmağında büyük bir ÅŸövalye yüzüÄŸü vardı. YüzüÄŸü görmesine gerek yoktu Mert’in, ne olduÄŸunu biliyordu az çok, İskenderiye Kütüphanesi’nde okumuÅŸtu bir ÅŸeyler. Üstünde Babil’in mitolojik varlıklarından Mushushsu’nun sembolü bir çeÅŸit yılan ejderha vardı, kare ÅŸeklindeki yüzüÄŸün dört köÅŸesinde ise elementlerin sembolleri vardı. Bundan ötesi biraz muÄŸlaktı, çünkü yüzüÄŸe sahip olanlar uzun çaÄŸlardan beri farklı kollara ayrıldığı için yüzükler farklılıklar gösteriyordu; zira herkes kendi yolunun sembollerini kazımıştı yüzüÄŸüne. S’ad nargilenin kan kırmızı sipsisinden dumanı çekti, yaklaşık bir dakika sonra ise dumanı üfledi. Bir ejderin alev kusması gibi çıkıyordu duman aÄŸzından. Duman, odayı kapladı, S’ad daha sakin gözüküyordu. Mert’in anlamadığı dilden bir ÅŸeyler söyledi, Ali Kemal de anlamamıştı muhtemelen. Arkalarındaki kısa boylu adam kafasını salladı ve ellerini göÄŸsünde kavuÅŸturdu. S’ad genizden gelen boÄŸuk bir sesle “İyi bir vakit deÄŸil” dedi. Ali Kemal Arapça bir ÅŸeyler söyleyecekken S’ad elini kaldırdı, bu sırada bir nefes çekti nargileden. Üfledi, ardından “Kibarlığa gerek yok” dedi derin sesiyle. Mert ilk geldiklerinde buraya girebilmelerine ÅŸaşırmıştı. S’ad’e bir hizmet sundukları için kabul görmüÅŸlerdi, ya deÄŸilse bu kadar büyük bir varlığın önünde durabilmek için gerçekten önemli olmak gerekir. Mevzularını çok “çocukça” bulursa diye bir korku düÅŸtü içine. İkilinin suskunluÄŸundan rahatsız oldu S’ad. “Bir Babil Muhafızını uyandırdıktan sonra böyle susacak mısınız?” Mert içinden homurdandı. Bazı vampirler böyleydi iÅŸte, özel durumlarını baÅŸka durumlara baÄŸlıyorlar. “Bir çayını içelim diye gelmiÅŸtik” Ali Kemal Mert’e baktı, Mert az önce nasıl bir motivasyon ile bunu söylediÄŸine inanamadı ve yüzünü utançla aÅŸağıya indirdi. S’ad bir an durdu, gülümsedi sonra da kahkahalarla güldü. “Seni sevdim Mert... Arkadaşın gibi sadece iÅŸ düÅŸünmüyorsun. ÅŸimdi, olay nedir? Yoksa gerçekten yorgun ve sinirliyim, muhabbet için iyi bir anım deÄŸil.” “KaramanoÄŸlu Mehmet Bey’in kılıcı konusunda gelmiÅŸtik.. Sizden, ÅŸey yardım istiyoruz.” dedi Ali Kemal. Asık suratlı, kızıl sakallı adam S’ad’ın nargilesinin közünü deÄŸiÅŸtirirken S’ad sorgulayıcı bir ifade ile kaşını kaldırdı. Mert panik ile; “Ehm, torunlarından biri peÅŸimizde efendim. Yani, kılıcın kendisine geçmesini istiyor, bir ÅŸekilde bizim araÅŸtırmamızı öÄŸrenmiÅŸ. Ve, ÅŸey..” Ali Kemal lafa girdi: “Ve KaramanoÄŸulları’nı yeniden diriltmek istiyor. Muhtemelen Osmanlı’nın reddedildiÄŸi bir zamanda KaramanoÄŸulları gücünü kazanırsa onlar bu... ÇekiÅŸmeyi kazanacak.” S’ad sessizce dinledi. Ali Kemal ile Mert sustu. S’ad “Eeee?” dedi. İkisi panik oldu. “Biz düÅŸünmüÅŸtük ki, siz Osmanlı’nın...” Evet, ÅŸu anki durumları öÄŸretmenler odasına giren iki öÄŸrencinin kötü arkadaÅŸlarını ÅŸikayet etmesi gibi bir ÅŸey deÄŸildi... ÅŸu anki durum... ÅŸey, bir yarı-ölümsüzün odasına girip ne olduÄŸu bilinmeyen garip bir mafya babasını ÅŸikayet etmek gibi bir ÅŸeydi... BaÅŸka bir ÅŸeye benzemesi mümkün deÄŸildi. S’ad de, bu yüzden belki, öfke ile bağırdı gürleyen sesiyle: “YIKILMIÅŸ BABİL’İN KUDRETLİ BÜYÜCÜLERİNDEN, ELEMENTİN GÜÇLERİNİ ELİNDE TUTAN, KAN İÇMEKLE VE GÜNÜ GÖRMEMEKLE LANETLENEN, SODOM VE GOMORE’UN YIKILIÅŸINA TANIK OLAN, BAÄŸDAT ALİMLERİNİN ÖNÜNDE EğİLDİğİ, MUHAMMED’İN YOLUNDAN GİDEN S’AD’İN, KOKUÅŸMUÅŸ, YIKILMIÅŸ VE APTAL AİLENİZİ DESTEKLEYECEğİNİ Mİ SANIYORSUNUZ?” “Bir an ümit etmiÅŸtik” diye düÅŸündü Mert. S’ad kıpkızıl olmuÅŸ gözleri ile ikisini süzdü. “Sizin gibi cahil ve saygısız iki genci harcamak istemiyorum. Bu yüzden...” Kızıl sakallı elinde garip bir neÅŸter ile yaklaÅŸtı, boÅŸtaki eliyle Mert’in kolunu bir mengene gibi sardı. “...küçük bir söz vereceksiniz, bir iÅŸ anlaÅŸması daha. Ücretiniz, merhametim. Ödemeyi ÅŸimdiden yapıyorum. AnlaÅŸtık mı? Adem?” Kızıl sakallı (belli ki adı Adem’miÅŸ) Mert’in kolunu S’ad daha konuÅŸurken garip neÅŸterle kesmiÅŸti, ismi söylendiÄŸinde Ali Kemal’in kolu kesildi. İkisinden de biraz kan alıp iki ayrı tüpe koydu. Mert ile Ali Kemal boÅŸ boÅŸ bakınıyorlardı korku ile. Mert’in bir eli silahında idi, ama kıpırdatamıyordu elini. “AnlaÅŸtık öyleyse. Kanpaktı imzalandı. ÅŸimdi. İkinci bir anlaÅŸma. İsteÄŸiniz neydi?” S’ad sorusundan sonra korku nedeniyle oluÅŸan sessizliÄŸi bozmadı. Bir süre bekledi. İkili sakinleÅŸmeye baÅŸlayınca Ali Kemal “Koruma...” dedi. S’ad fare ile oynayan kedi gibiydi. TıraÅŸlı yüzünü okÅŸadı, “peki karşılığında ne alıyorum?” Mert ile Ali Kemal birbirlerine baktı. Akıllarına bir ÅŸey gelmiyordu. S’ad daha fazla oyun oynamak istemiyordu, eÄŸlenmiÅŸ bir ifadeyle “bu da benden olsun o zaman” dedi. İkili, biraz daha rahatlamış bir halde oturdukları yastıklar üzerinde kıpırdandılar. Mert acıyan kolunu tuttu, Ali Kemal ise büyük bir dikkatle S’ad’i izliyordu. S’ad Adem’e bir ÅŸeyler söyledi, gene anlamadıkları bir dilde. Adem kapıyı açtı, kapının diÄŸer tarafındaki birinden siyah bir kese aldı. Büyük siyah kesenin alt kısmında koyu bir leke vardı. Adem keseyi Mert ile Ali Kemal’in ortasına attı. Kesenin sarı bir kuÅŸağı vardı. S’ad başıyla “hadi” dercesine iÅŸaret verdi. Mert sarı kuÅŸağın düÄŸümünü açtı. Karanlıkta belli olmuyordu içinde ne olduÄŸu, elini içeri attı. Sert ve ıslak bir ÅŸeye geldi eli, biraz tüylü bir ÅŸeydi. Tüylerinden tutup yukarı kaldırdı. Siyah saçlı, teni kireç rengi bir insan kafası çıktı içinden. Mert panikle elinden düÅŸürdü kafayı, Ali Kemal ÅŸaÅŸkınlık ile baktı S’ad’e. S’ad gülümsedi, “Tanışın. KaramanoÄŸullarından Süleyman bey.” Yerde yuvarlanan kafa halıyı kan ile kirletti... Mert ve Ali Kemal kafayı süzdüler bir süre. “Hasan Dede’yi severdim. Dün gece öÄŸrendim kaybını. Ve, gerekeni yaptık.” Mert derin bir nefes aldı. Kendi kanı ile kirlenmiÅŸ eliyle kafayı halının üstünden aldı, keseye geri koydu. S’ad’e sinirlenmiÅŸti. Kim bilir ne bela bir göreve gönderecekti onları, ve karşılığında teknik olarak hiçbir ÅŸey vermeyecekti... O yüzden, korkacak bir ÅŸeyi olmadan cümlesine baÅŸladı. “S’ad... SöylemediÄŸin bir ÅŸey var...” “Evet.Yavuz Sultan Selim hilafet yolunda bir günahı uyandırdı, beni. SonsuzluÄŸa gömülmüÅŸtüm, o çekti çıkardı beni o halimden. Ama, beni hanedanlığını koruma görevine baÄŸladı. Yani, evet, ben yıkılmış bir aileyi ÅŸimdi bile desteklemek zorundayım.” Mert biraz daha tatmin olmuÅŸ, ama sinirli bir ruh hali ile kanayan kolunu tutmaya devam etti. “Bu bilgi de” dedi S’ad, “Kanpaktı’nın ödemesi olsun o halde.”


    Öyküyü word belgesi olarak indirmek içn tıklayınız.








    Semih "Khazak" Energin

    Copyright © FRP World © Fantezi Edebiyat ve FRP sitesi Tüm haklarý saklýdýr.

    Yayýnlanma:: 2006-05-31 (6917 okuma)

    [ Geri Dön ]
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.65 Saniye