Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: mitinaef0iy
    Bugün: 17
    Dün: 35
    Toplam: 90381

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1065
    Üye: 1
    Toplam: 1066

    Şu An Bağlı:
    01 : mitinaef0iy

    FrpWorld.Com :: View topic - Lord GRENDUS
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Lord GRENDUS View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    dark_eternal
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Nov 03, 2009
    Posts: 3

    PostPosted: Tue Nov 03, 2009 9:14 am Reply with quoteBack to top

    Güneşin kızıl rengine bulanmış gökyüzüne doğru uzanan heybetli seldorn kulesinin karanlık koridorlarında uğuldayan sert rüzgar ve gizemli kapılar ardından yükselen,mühürlenmiş kalplere hükmeden melodinin büyüsüne kapılmıştı sahipsiz ruhlar.

    Hüznün yetiştiği böyle bir dünyada kendisine efendi ismini layık görmüştü kudretli olan.
    geride bıraktığı 34 yılın vermiş olduğu yorgunluğa binaen geçmişin yalnızca görülmesi mutlak olan bir rüyadan ibaret olduğunu düşünüyordu lord GRENDUS.
    rüzgar,uzun kahverengi saçlarının ardından fısıldıroyrdu.
    kararmış gözleri daima aynı yazıyı okuyordu.

    "KADERİN ARDINDA SAKLIYDI GERÇEğİN NOTASI
    TAA'Kİ CENNET İNSANI TERKEDENE KADAR"
    bu korkunç piyanayou içerisinde bulunduran oadanın duvarlarına yansıyordu kudretli olanaın asil gölgesi.
    içe basık oval şeklinde olan tavanın çevresi kadim rünlerle donatılmıştı.

    Asırlardır dile getirilen efsanalerde konu alınmış savaş sahneleri resmedilmişti taş avlunun görkemli tepesine.
    tamamı usta ellerle yontulmuş savaş,yaşam ve sonsuzluğu tasfir eden heykeller yer alıyordu avlunun tam orta yerinde.

    yalnızlığın himayesi altında yokolmaya terkedilen düşüncelerle yoğrulmuştu lord grendus'un gözleri.
    daikikalar önce müziğin büyülü tınısıyla aydınlanıyordu yüreği oysa şimdi nefretin karanlık yüzüyle kararmıştı kutsal ruhu.

    sessizlikle alay edercesine indiriyordu yumruklarını ceylan derisine işlenmiş haritanın üzerine.dudaklarından sızan birkaç damla kan küçük lekeler bırakmıştı çizimlerin üzerinde.
    derin bir iç çekerek yavaşça geriye yaslandı.odaya hakim olan tütsü kokusunu ciğerlerine çekiyordu.
    gayri ihtiyari parmaklarını masasının sağ köşesinde bulunan kavanoza sardı,çeşitli bit özleriyle harmanlanmış çayından yudumladı.
    hafızasının senelerdir terketmiş olduuğu zihnine doğru yolculuk ediyordu adeta gözleriyle birşeyler arıyormuş gibiydi.
    Tüm bedenini sarıp sarmalayan sessizliğini bölerek aniden oturduğu yerden kalktı ve sert adımlarla dec şamdanların arasından süzülerek karanlığa karıştı.



    Ay ışığının büyüsüyle ortaya çıkmıştı neron kasabasının enkaz haline gelmiş gözcü kuleleri.
    yıkılmış ve terkedilmiş evlerin arasında koşuşturuyordu geride bırakılan hatıralar.
    bir zamanlar kasaba sakinlerinin toplanıp şarkı söyledikleri,birbirlerine evlilik sözü verdikleri dilek havuzunun çevresinde şimdi uğursuzluğun sembolü olarak nitelendirilen kuzgunların huzur bozucu nidaları yankılanıyordu.

    "YOKOLUşUN ALEVİYLE KÇL OLDU BEDENLER
    ZAMANIN GÇLGESİNE BIRAKILDI HATIRALARI"
    böyle yazıyordu kadim sartgoth mezarlığının granit kapısında.büyük bir gürültüyle aralandı mezarlığın ağır kapısı.içeri adımını atan varlığın mana enerjisi okadar kuvvetliydi ki bu güce dayanamayan bazı vanlılar büyük bir acıyla ruhlarını ölüm tanrısına teslim etti.

    "TANRILAR İSYAN EDİYOR"DEDİ alaycı bir ifade kaplamıştı gizem dolu yüz hatlarını.sesi buz gibi keskin ve anlaşılır çıkmıştı.
    bilinmeyen düşüncelerle kaynayan başını hafifçe öen eğmiş gözleriyle engebeli yolda yürüyen ayaklarını izliyordu.
    aniden bir şok patlamasıyladalgalandı ağaç yapraklarının etrafa saçıldığına şahit olan canlı,cansız herşey korkuya boyun eğerek sessizliğin bir parçası olmuştu.

    "AHMAKLAR UYANIN.PİÇ KURULARI,SİZİ KENDİ SAF GÇCÇMLE KUTSADIM NANKÇR KÇPEKLER"diyerek sozsuzluğun karanlığını yansıtan gözleri karşısında duran onlarca bedensiz ruhani varlık,saygılarını ve bağlılıklarını gösteren bir edayla karşılık verdiler.

    küçük çaplı bir yangından çıkan dumanı andıran ruhani varlıklar hepbir ağızdan ıslık gibi çıkan sesle "Kaderin mühürlemiş olduğu kapıları açtın bizlere yüce kişi.
    sahip olduğumuz ve sahip olunan herşeyi bizlere sen verdin yüce kişi.
    ancak yokolmakta olan dünyanın zafer ve ölümle sınandığı topraklarına geçmişin acı bir ahatırası olan insan tohumunu ekiyorsun yüce kişi.
    bizler sana söz verdik sadakat'li olacağımıza dair.sende bize söz verdin yüce kişi"

    "kes o lanet sesini" diyerek tek bir el hareketiyle tüm biriktirmiş olduğu nefreti bıraktı avuçlarının arasından.
    bulundukları zaman dilimi adeta bükülmüş vesanki cehennemden bir kapı açılmışçasına olağanüstü ısı dalgaları meydana geliyordu.
    Lord grendus un uzun siyah saçlarına tutunmaya çalışan ateşin et ve kemikten oluşan bu tanrısal güce nakadar bağlı olduğunu gösteriyordu akıllara durgunluk veren olay.

    "siz sadece yaşamayı.ölmeyi ve yokolmayı görüyorsunuz,asla verilen hazinenin en kıymetlisi olduğunuzun farkında olmadınız olamadınız.şimdi kaybolun gözlerimin önünden ve seçmiş olduğunuz dünyada"


    1939 yılının en sıcak mevsimlerinden biri örtülüydü Amerika birleşik devletlerine bağlı NEW JERSEY-SANTA MONİCA şehrinin bunaltıcı havasında.
    1746 yılında faliyete geçen Princeton fizik kampüsüne bağlı olan rektörlüğün önünde bekleyen beyaz önlüklü öğretim üyesi meslektaşları tarafından benimsenmiş tavırlarıyla uzun süredir üzerinde çalıştığı atom fiziğine dayalı not defterlerini düşürmemesi için asistanına dikkatli olması gerektiğini söylüyordu.

    "eğer'ki bu defterleri taşıyan kişi o anda nasıl bir kıyameti ellerinde tutuğunu bilseydi tüm aklını kaçırır" diye beyan etti gelecekten gelen bir ses.

    dar koridorun beton zemininde ilerleyen asistan.hocasının ofis kapısının açık olduğunu farketti tedirgin bir ifadeyle.
    adımlarını hızlandıran genç adam sessizce kapı eşiğinden göz ucuyla içeri baktı ancak büyük bir aynaya yansıyan ikizinden başka hiçbir hareketlilik yoktu ofiste.
    elindekileri çalışma masasının üzerine bıraktı son derece incelikle.
    koridorda kendi kendisine konuşan bir adamın sesi yankılanıyordu " ahh işte geliyor bugün burdan kurtulmam şart.tanrım yardım et" diyerek üzeri toz kaplanmış masayı gömleğinin kollarıyla silmeye başladı.
    odaya dalan kıvırcık saçlı adam alelacele yaka kartını çıkardı ve kişisel dolabının en üst rafina koydu.üzerinde büyük harflerle ALBERT EİNSTEİN yazıyordu..

    Atom parçacıklarının insanı hayrete düşüren moleküler yapısını inceleyen profosör bu konu üzerinde ince eleyip sık dokuyordu.
    "böylesine hızlı bir şekilde dağılan ve aynı anda yerine oturan enerji kütlesini hayal bile edemiyorum" diye düşündü.
    çözmekte olduğu uzay matematiğine dayalı formüllerin arasında kaybolan zekasının yorulduğunu farkeden einstein çukurlaşmış gözlerini duvar saatine yöneltti.yelkovan 11 rakamının üzerindeydi..

    "sanırım çok geç oldu" diyerek önündeki tabakta duran son kurabiyeyi ağzına götürüyordu ki şiddetli bir baş ağrısı saplandı ve bulanıklaşan görme yetisini tamamen kaybetmek üzereydi..
    karanlık.sadece karanlık vardı görebildiği tek şey ucu bucağı olmayan zifiri karanlıktan ibaretti.
    göz kapaklarını araladı yada o öyle olduğunu zannediyordu.daha öne hiç görmediği bir şehir belirdi şehrin semalarında son deree büyük bir sis tabakası daha sonra kör edici ışığın bedenine verdiği şokla titredi.
    acı ve nefreti anlatan çığlıklar yükseliyordu şehrin her yanından.gökyüzünü kaplayan kara sis tabakası tarafından güneşin yutuluşunu görmüştü einstein.
    etin kemikten nasıl ayrıldığını.buharlaşan insanların meydana getirdiği kül yağmurunu.hala hayatta kalanların sarkık vücutlarını,hala ne olduğunu anlamadan yürüyen cesetleri ve hala öldüklerini anlayamayan yanmış vücutların bir kum torbası gibi yere serildiğini
    ölüm tarafından hasat edilen insan ruhunun çilesini hissetti ızdırap halindeki vücudunda.


    Last edited by dark_eternal on Wed Nov 04, 2009 10:23 am; edited 5 times in total
    Back to top View user's profileSend private message
    dark_eternal
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Nov 03, 2009
    Posts: 3

    PostPosted: Mon Nov 23, 2009 8:26 am Reply with quoteBack to top

    dark_eternal wrote:
    Güneşin kızıl rengine bulanmış gökyüzüne doğru uzanan heybetli seldorn kulesinin karanlık koridorlarında uğuldayan sert rüzgar ve gizemli kapılar ardından yükselen,mühürlenmiş kalplere hükmeden melodinin büyüsüne kapılmıştı sahipsiz ruhlar.

    Hüznün yetiştiği böyle bir dünyada kendisine efendi ismini layık görmüştü kudretli olan.
    geride bıraktığı 34 yılın vermiş olduğu yorgunluğa binaen geçmişin yalnızca görülmesi mutlak olan bir rüyadan ibaret olduğunu düşünüyordu lord GRENDUS.
    rüzgar,uzun kahverengi saçlarının ardından fısıldıroyrdu.
    kararmış gözleri daima aynı yazıyı okuyordu.

    "KADERİN ARDINDA SAKLIYDI GERÇEğİN NOTASI
    TAA'Kİ CENNET İNSANI TERKEDENE KADAR"
    bu korkunç piyanayou içerisinde bulunduran oadanın duvarlarına yansıyordu kudretli olanaın asil gölgesi.
    içe basık oval şeklinde olan tavanın çevresi kadim rünlerle donatılmıştı.

    Asırlardır dile getirilen efsanalerde konu alınmış savaş sahneleri resmedilmişti taş avlunun görkemli tepesine.
    tamamı usta ellerle yontulmuş savaş,yaşam ve sonsuzluğu tasfir eden heykeller yer alıyordu avlunun tam orta yerinde.

    yalnızlığın himayesi altında yokolmaya terkedilen düşüncelerle yoğrulmuştu lord grendus'un gözleri.
    daikikalar önce müziğin büyülü tınısıyla aydınlanıyordu yüreği oysa şimdi nefretin karanlık yüzüyle kararmıştı kutsal ruhu.

    sessizlikle alay edercesine indiriyordu yumruklarını ceylan derisine işlenmiş haritanın üzerine.dudaklarından sızan birkaç damla kan küçük lekeler bırakmıştı çizimlerin üzerinde.
    derin bir iç çekerek yavaşça geriye yaslandı.odaya hakim olan tütsü kokusunu ciğerlerine çekiyordu.
    gayri ihtiyari parmaklarını masasının sağ köşesinde bulunan kavanoza sardı,çeşitli bit özleriyle harmanlanmış çayından yudumladı.
    hafızasının senelerdir terketmiş olduuğu zihnine doğru yolculuk ediyordu adeta gözleriyle birşeyler arıyormuş gibiydi.
    Tüm bedenini sarıp sarmalayan sessizliğini bölerek aniden oturduğu yerden kalktı ve sert adımlarla dec şamdanların arasından süzülerek karanlığa karıştı.



    Ay ışığının büyüsüyle ortaya çıkmıştı neron kasabasının enkaz haline gelmiş gözcü kuleleri.
    yıkılmış ve terkedilmiş evlerin arasında koşuşturuyordu geride bırakılan hatıralar.
    bir zamanlar kasaba sakinlerinin toplanıp şarkı söyledikleri,birbirlerine evlilik sözü verdikleri dilek havuzunun çevresinde şimdi uğursuzluğun sembolü olarak nitelendirilen kuzgunların huzur bozucu nidaları yankılanıyordu.

    "YOKOLUşUN ALEVİYLE KÇL OLDU BEDENLER
    ZAMANIN GÇLGESİNE BIRAKILDI HATIRALARI"
    böyle yazıyordu kadim sartgoth mezarlığının granit kapısında.büyük bir gürültüyle aralandı mezarlığın ağır kapısı.içeri adımını atan varlığın mana enerjisi okadar kuvvetliydi ki bu güce dayanamayan bazı vanlılar büyük bir acıyla ruhlarını ölüm tanrısına teslim etti.

    "TANRILAR İSYAN EDİYOR"DEDİ alaycı bir ifade kaplamıştı gizem dolu yüz hatlarını.sesi buz gibi keskin ve anlaşılır çıkmıştı.
    bilinmeyen düşüncelerle kaynayan başını hafifçe öen eğmiş gözleriyle engebeli yolda yürüyen ayaklarını izliyordu.
    aniden bir şok patlamasıyladalgalandı ağaç yapraklarının etrafa saçıldığına şahit olan canlı,cansız herşey korkuya boyun eğerek sessizliğin bir parçası olmuştu.

    "AHMAKLAR UYANIN.PİÇ KURULARI,SİZİ KENDİ SAF GÇCÇMLE KUTSADIM NANKÇR KÇPEKLER"diyerek sozsuzluğun karanlığını yansıtan gözleri karşısında duran onlarca bedensiz ruhani varlık,saygılarını ve bağlılıklarını gösteren bir edayla karşılık verdiler.

    küçük çaplı bir yangından çıkan dumanı andıran ruhani varlıklar hepbir ağızdan ıslık gibi çıkan sesle "Kaderin mühürlemiş olduğu kapıları açtın bizlere yüce kişi.
    sahip olduğumuz ve sahip olunan herşeyi bizlere sen verdin yüce kişi.
    ancak yokolmakta olan dünyanın zafer ve ölümle sınandığı topraklarına geçmişin acı bir ahatırası olan insan tohumunu ekiyorsun yüce kişi.
    bizler sana söz verdik sadakat'li olacağımıza dair.sende bize söz verdin yüce kişi"

    "kes o lanet sesini" diyerek tek bir el hareketiyle tüm biriktirmiş olduğu nefreti bıraktı avuçlarının arasından.
    bulundukları zaman dilimi adeta bükülmüş vesanki cehennemden bir kapı açılmışçasına olağanüstü ısı dalgaları meydana geliyordu.
    Lord grendus un uzun siyah saçlarına tutunmaya çalışan ateşin et ve kemikten oluşan bu tanrısal güce nakadar bağlı olduğunu gösteriyordu akıllara durgunluk veren olay.

    "siz sadece yaşamayı.ölmeyi ve yokolmayı görüyorsunuz,asla verilen hazinenin en kıymetlisi olduğunuzun farkında olmadınız olamadınız.şimdi kaybolun gözlerimin önünden ve seçmiş olduğunuz dünyada"


    1939 yılının en sıcak mevsimlerinden biri örtülüydü Amerika birleşik devletlerine bağlı NEW JERSEY-SANTA MONİCA şehrinin bunaltıcı havasında.
    1746 yılında faliyete geçen Princeton fizik kampüsüne bağlı olan rektörlüğün önünde bekleyen beyaz önlüklü öğretim üyesi meslektaşları tarafından benimsenmiş tavırlarıyla uzun süredir üzerinde çalıştığı atom fiziğine dayalı not defterlerini düşürmemesi için asistanına dikkatli olması gerektiğini söylüyordu.

    "eğer'ki bu defterleri taşıyan kişi o anda nasıl bir kıyameti ellerinde tutuğunu bilseydi tüm aklını kaçırır" diye beyan etti gelecekten gelen bir ses.

    dar koridorun beton zemininde ilerleyen asistan.hocasının ofis kapısının açık olduğunu farketti tedirgin bir ifadeyle.
    adımlarını hızlandıran genç adam sessizce kapı eşiğinden göz ucuyla içeri baktı ancak büyük bir aynaya yansıyan ikizinden başka hiçbir hareketlilik yoktu ofiste.
    elindekileri çalışma masasının üzerine bıraktı son derece incelikle.
    koridorda kendi kendisine konuşan bir adamın sesi yankılanıyordu " ahh işte geliyor bugün burdan kurtulmam şart.tanrım yardım et" diyerek üzeri toz kaplanmış masayı gömleğinin kollarıyla silmeye başladı.
    odaya dalan kıvırcık saçlı adam alelacele yaka kartını çıkardı ve kişisel dolabının en üst rafina koydu.üzerinde büyük harflerle ALBERT EİNSTEİN yazıyordu..

    Atom parçacıklarının insanı hayrete düşüren moleküler yapısını inceleyen profosör bu konu üzerinde ince eleyip sık dokuyordu.
    "böylesine hızlı bir şekilde dağılan ve aynı anda yerine oturan enerji kütlesini hayal bile edemiyorum" diye düşündü.
    çözmekte olduğu uzay matematiğine dayalı formüllerin arasında kaybolan zekasının yorulduğunu farkeden einstein çukurlaşmış gözlerini duvar saatine yöneltti.yelkovan 11 rakamının üzerindeydi..

    "sanırım çok geç oldu" diyerek önündeki tabakta duran son kurabiyeyi ağzına götürüyordu ki şiddetli bir baş ağrısı saplandı ve bulanıklaşan görme yetisini tamamen kaybetmek üzereydi..
    karanlık.sadece karanlık vardı görebildiği tek şey ucu bucağı olmayan zifiri karanlıktan ibaretti.
    göz kapaklarını araladı yada o öyle olduğunu zannediyordu.daha öne hiç görmediği bir şehir belirdi şehrin semalarında son deree büyük bir sis tabakası daha sonra kör edici ışığın bedenine verdiği şokla titredi.
    acı ve nefreti anlatan çığlıklar yükseliyordu şehrin her yanından.gökyüzünü kaplayan kara sis tabakası tarafından güneşin yutuluşunu görmüştü einstein.
    etin kemikten nasıl ayrıldığını.buharlaşan insanların meydana getirdiği kül yağmurunu.hala hayatta kalanların sarkık vücutlarını,hala ne olduğunu anlamadan yürüyen cesetleri ve hala öldüklerini anlayamayan yanmış vücutların bir kum torbası gibi yere serildiğini
    ölüm tarafından hasat edilen insan ruhunun çilesini hissetti ızdırap halindeki vücudunda.


    Princeton üniversitesine 4 mil uzaklıkta olan new jersey devlet hastahanesine adeta hücum eden gazeteci ordusu güvenlik görevlilerini zor durumda bırakıyordu.
    yaklaşık yarım saat önce bilim dünyasını sarsan kötü bir olayla çalkalanan haber bültenleri yoğun bakım ünitelerinin yoğunluğunu ve profösörün sağlık durumunu baz alan tartışmalarla tüm izleyicileri televizyon başına kitlemişlerdi.
    acil hastalar için hazırlanmış birçok animüdahele malzemesini kullanılabilir duruma getirebilmek için uğraşan baş tabip steve clark 3 adım gerisinde öksürük nöbetleri geçiren adamın tahlil sonuçlarını sabırsızlıkla bekliyor,dışarıda her küçük ayrıntıyı halka taşıyan basın ordusunu göz önünde bulundurup aklını işgal eden birçok soru işaretini cevaplamaya çalışıyordu.

    nöroloji alanında dünyada ün yapmış doktorlardan biri olan jessica rose,hastanın nabzını ölçüyor aynı zamanda normale dönen kalp ritimlerini kontrol ediyordu.öne düşmüş saçlarını eliyle geriye itip başını yavaşça yukarı kaldırdı"bu sadece bir travma"dedi şaşkınlığını gizleyemeyen bakışlarıyla.
    cevap vermeye hazırlanan steve dudaklarını aralamıştı ki sayıklamaya başlayan Einstein tüm dikkatini üzerine toplamıştı"rüya görüyor"diyerek işinin başına geri döndü gayet soğukkanlı bir şekilde.
    gözkapaklarının durmaksızın hareket ettiğini farkeden jessica,baş tabip in söylemiş olduklarını doğrulad ıve profösörün isveç çe mırıldandığını anlayarak oturduğu yerde beklemeye başladı..

    Gözyaşlarına boğulmuş bir vaziyette uyanmıştı Albert.avuçlarından sıcak kan damlıyordu,kalbi adeta fırlayacakmış gibi çarpıyordu.göğüs kafesi dinmeyen ağrılarla sızlıyordu"soğuk"diyebildi titreyen sesiyle.uzandığı yerden doğruldu ve elleriyle üzerini kontrol etti.
    hayatı boyunca böyle acılar hissetmemişti bedeni.
    kulakları tırmalayan o ses şimdi huzur dolu melodilerin arasında kaybolmuştu.ışık hüzmesinin geldiği yöne baktı fakat ses her yerden geliyordu.çıplak ayaklarıyla yere basarak kalktı yer ıslaktı ve ışığa doğru yürümeye başladı.her yer karanlıktı hatta karanlıktan öte sanki hiçbirşey yok gibiydi boşlıktan ibaretti.
    aydınlığa yaklaştıkça ileri gidiyor değilde tam tersi geriye gidiyormuş hissi verdi gittikçe küçülen ışık.
    müzik yokolmuştu sessizliğin kolları arasında artık hiçbirşey yoktu sadece korku vardı.bilinmezliğin korkusu.nefesi kesilmiş gibiydi ayaklarının altında hareket eden birşeyler vardı koşmaya başladı sonu olmayanyerde sonu olmayan korkularla koşuyordu.
    gittikçe yükselen karanlık su daha şimdiden dizlerine kadar ulaşmıştı,çaresizlik duygularına kapılmış aklı ona daha hızlı koşması gerektiğini emrediyordu.kulaklarına ilişen korkunç çığlık seslerine boğuluyordu dudaklarından dökülen yakarışlar.
    tüm umudunu geride bıraktığı an çeşitli objelerin kendi etrafında yer değiştirdiğini ve zaman dalga boyutunun bir anda gerildiğini fark eden Albert üzerine çöken basınç akımının vücudunun bütün hücrelerine birer birer dokunuşunu hissediyordu.

    varoluş düzlemini altüst eden görüntüler geçiyordu nokta haline gelmiş gözbebeklerinin önünden.
    mutasyona uğramış insan vücutlarının tamamıyla değişip doğa düzenine aykırı mide bulandırıcı görüntülerine şahit olan Einstein dizleri üzerine çöküp daha fazla içinde tutamadığı acı yüklü duygularını gözyaşlarıyla beraber karanlık suya akıtıyordu.

    "baksana görmüyormusun,tahlil sonuçları sağlığında hiçbir problem olmadığını gösteriyor"dedi Bella.floransan ışığından dahada beyazlaşan avuç içiyle kağıtları gösteriyordu baş tabib'e.
    "bu çok iyi bir haber"diyerek söze girdi Steve numaralı gözlüklerinin üstünden ingiliz hemşireyi dikkatlice süzerek.
    dakikalar süren sessizliğin ardından tüm bu olup bitenlere anlam veremeyen Jessica yorgun bir ifadeyle bakışlarını önünde yatan profosöre çevirdi.
    hiçbir fonksiyona karşılık vermeyen bedenini gayret etmesine rağmen kımıldatamıyor ancak etrafta gerçekleşen olayları tüm canlılığıyla işitebiliyordu.
    gözkapaklarını araladı,sanki suyun altından bakıyormuş gibi herşey bulanık görünüyordu.ağır ağır nefes alarak etrafına bakmaya çalışıyordu.BİR MÇDDET SONRA NETLEşMEYE BAşLAYAN GÇRÇNTÇ VE VÇCUT ISISINA TAMAMEN HAKİM OLAN ADAM SAğ ELİNİN TİTREDİğİNİ FARK ETTİ.BAşINI YANINDA OTURAN KADINA ÇEVİRDİ.SAğ ELİYLE SIKICA KADININ KOLUNU TUTTU"BANA BU GÇRDÇKLERİMİN RÇYA OLMADIğINI SÇYLE"DİYE HAYKIRDI.
    kendisine cevap arayan gözlarle bakan adama mutluluk ifadesiyle karşılık veren kadın"sakin olun herşey kontrol altında"diyerek huzur veren sesiyle bir anlığına hastanın rahatlamasına neden oldu.
    otoriter yapısıyla duruma el koyan Steve"odayı boşaltın" demesiyle tüm şimşekleri üzerine çekmişti"ama"diyebilmişti Jessica gayet gür çıkan sesiyle ancak dakikalar sonra hepsi kendisini kapının önünde bulmuştu.
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.60 Saniye