Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: WilliamLin
    Bugün: 20
    Dün: 23
    Toplam: 90349

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1747
    Üye: 0
    Toplam: 1747

    FrpWorld.Com :: View topic - Büyü Konseyi (RPG)
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Büyü Konseyi (RPG) View next topic
    View previous topic
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.
    Author Message
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Fri Jul 21, 2006 1:10 am Reply with quoteBack to top

    Çstat Yeminer, geniş odasında huzursuzca volta atıyor ve öfke içinde tümbu olanları düşünüyordu. Gerizekalı Spellweaver’ın yaptıkları yüzünden kule saldırı altına girmişti ve Zakhurr’un ihaneti yüzünden de gafil avlanmıştı.

    Evet, Yeminer Zakhurr ile Zek’arab arasındaki konuşmayı biliyordu. Savaş boyunca sık sık kuleyle bütünleşip, olanları kontrol ediyordu. Zakhurr ile Zak’arab arasındaki konuşmayı da dinlemişti. Kahrolası vampirin, çukur zebanisini yanlış bilgilendirmesi sonucu tüm bunlar olmuştu.

    And olsun ki Yeminer tüm bunlar bittiğinde o vampiri yalvartacaktı.

    Ama habis liçin kafasını kurcalayan daha büyük sorunlar vardı. Kuleyle her bütünleşmesinde, kulenin daha da zayıfladığını fark etmişti. Çyle bir bir noktadan sonra kuleyle bütünleştiğinde acı çekmeye başlamıştı Yeminer, ki o bin yıldan fazla zamandır acıyı hissetmemişti. Sadece bu da değildi, artık kuleyle bütünleşmeye çalıştığında kule, efendisinin gücünü emmeye çalışıyordu.

    Yeminer, geniş odasında dolanmaya devam ederek düşünmeyi sürdürdü. Onun odası kulenin en üst katında-yani on üçüncü katta-idi. Buraya çıkış yoktu. Merdivenler, on ikinci kattaki Molissei’nin odasının ejderha kakmalı, süslü kapısının önünde son buluyordu. Buraya gelmenin tek yolu teleportasyondu. Ve şeytanın da bunu bulması gerçekten uzun zaman alacaktı.

    Çstat Yeminer’in savaş başladığında aşağı inip mücadeleye katılmamasının elbette bir sebebi vardı. Kuleye ilk giren, çukur zebanisi olmuştu. Onun kudretini daha o kuleye gelirken hissetmişti Yeminer. Kulede kendisinden başka hiçbir büyücü onunla mücadele edemezdi. Zek’arab’ı kendisi durdurmak zorundaydı.

    Artık kuleyle bütünleşme riskini göze alamayan habis liç, odasının köşesindeki bir masanın üzerindeki ayaklı kaidesinde duran kristal küreye yönlendi. Elini kürenin üzerinde şöyle bir gezdirdikten sonra, yoğunlaştığı alanları gördü.

    Kulenin her katını tek tek inceledi ve tüm büyücülerin yedinci katta toplandıklarını ve büyücülerin, şeytanları püskürtmeyi başardıklarını gördü. Kule muhafızlığını yapan yaşayan ölüler, elementaller ve gargoyleler ile daha önce kulenin zindanlarında olan mahkumlar da onlarla birlikteydiler. Başbüyücüler, yeni bir saldırıya karşı olarak savunmalar hazırlattırıyorlardı ve bu da iyiye işaretti. Vakitleri vardı. Ama tüm büyücülerin yedinci katta toplanmaları demek, diğer katların terk edilmiş olması demekti. Peki ama neden yedinci kat?

    Görüntüyü değiştirerek yedinci kattaki tüm odaları teker teker arayan Kule Efendisi, sebebini Başbüyücü Necros Spellweaver’ın odasında buldu. Molissei, o odada kısa zaman önce açılan geçitten arka kalan enerjileri kullanarak bir geçit daha açmıştı ve bu geçit doğruca minik bir ekboyuta açılıyordu.

    Eğer dudakları olsaydı, hiç şüphesiz Yeminer şimdi onları bükerdi. Molissei muhtemel bu ekboyutun nereye açıldığını bilmiyordu ve diğer başbüyücüleri de, kuleyi bu yolla tahliye etmeye ikna etmişti. Çnemli değildi, nasıl olsa aptallıklarını en acı biçimiyle öğreneceklerdi. Ne de olsa Pandemonium’un sonsuz tünellerinin karanlığında hiçbir fani sağ kalamazdı.

    Yeminer, kuleyi kontrol ederken bu ekboyutu fark etmişti. Bu ekboyutu muhtemelen Zakhurr, belli bir amaç için yaratmıştı. Belki bir kaçış yoluydu, belki de başka bir şey. Habis liç şu anda bununla ilgilenmiyordu.

    Kule Efendisi, görüntüyü değiştirdi ve kulenin zemin katındaki geçide yönlendirdi. şeytanlar orada son bir saldırı için toplanıyor ve geçitten yeni gelen takviyelerle besleniyorlardı. Başbüyücüler ise farkına varmadan büyücüleri Pandemonium’a götürüyorlardı. Büyü Konseyi, şeytanlar ve iblisler arasına sıkışacaktı. Halbuki başka çıkışlar da vardı. Yeminer’in görüntülerde görebildiğine göre kulenin pek çok yerinde gedikler bulunuyordu. Bu imkânsızdı zira kulenin kendisi bile büyüden oluşma bir yapıydı. Bunun olması ancak...

    Ve cevap bir anda Yeminer’in aklında belirdi. Bunu nasıl düşünememişti?! Diyarın bozulan büyü ağının etkilerinin buradaki büyücülere yansımaması için kule kendi yapısındaki büyü özüyle, bozulan ağın kule içindeki kısmını onarıyordu! Yapılan her büyü, kuleyi yok etmekteydi! Ve kule can havliyle kendisini kurtarmak için, kendisiyle bütünleşen efendisinden güç emmeye çalışıyordu!

    Ve en kötüsü, Zek’arab şu anda Molissei’nin odasına açılan kapının önündeydi. Savunmaları kırarak içeri girmeye çalışıyordu. Bir süre teleportasyon gücünü kullanamazdı, zira Yeminer, Zek’arab kuleye gelir gelmez teleportasyon gücünü kullanamaması için üzerine bir tılsım yerleştirmişti. Ama yine de çukur zebanisi olağanüstü kuvvetini kullanarak, zayıflayan kulenin duvarlarını parçalayabilir ve Yeminer’e bu şekilde ulaşabilirdi.

    Kule Efendisi’nin artık son savaş için hazırlanması gerekiyordu.

    ***

    “Spellweaver!!!” diye böğürdü Zek’arab nefret içinde ve pençesinin tek savruluşuyla ejderha kakmalı, süslü kapı paramparça oldu. Çukur zebanisi dehşet dolu varlığını aciz ölümlülerle dolu bu kulenin yeni bir odasına taşıdı. şeytanları kulenin tek katı dışında hepsini almışlardı ve şimdi de son bir saldırı ile o katı da almaya hazırlanıyorlardı.

    Kan Ovaları’nın Efendisi’nin hatırladığı en kısa savaş, bundan çok daha uzun sürmüştü. Fani varlıklar gerçekten de çok acizlerdi.

    O halde bu acizlikleriyle kendisini devirmeye çalışan liç ve onun yardakçısı hain Spellweaver bunu ödemelilerdi.

    Girdiği yer tıpkı diğerleri gibi, ama çok daha geniş bir odaydı. Ama burası boştu, bomboştu. Bu imkânsızdı çünkü vampir, onların en üst katta olduğunu söylemişti.

    Vampir... Zek’arab gerçekten de ondan tiksiniyordu. Spellweaver’ın kaçışının ona rapor edilmesinden sadece birkaç dakika sonra huzuruna gelmiş ve ona Yeminer’in planlarını ve Spellweaver’ın ihanetini anlatmıştı. Böyle hain varlıkları hiç sevmezdi Zek’arab, ama itiraf etmeliydi ki böyleleri zaman zaman işine yarıyordu.

    Aradıklarını bulmak için kuleyle bütünleşmeyi düşündü çukur zebanisi, ama geldiğinden bu yana tıpkı Yeminer’in yaptığı gibi kuleyle bütünleşmeye çalışmış, ama kule onu şiddetle engellemişti. Yine de kule, onun büyü yapmasını engellemiyordu. Büyü yapılmasını teşvik eden ve destekleyen bir yapının bunu engellemesi doğasına aykırıydı. Hem istemese bile, Zek’arab büyüleri için gereken gücü kuleden zorla alırdı.

    Kapısı olmayan bir katın daha bulunduğunu anlamak, Zek’arab’ın sadece birkaç saniyesini aldı. Bir an gözleri donuklaşan çukur zebanisi, içinden gelen büyü gücünü kullandı ve kendi çevresini şeytani, lanetli bir aura ile kapladı. Ve sonra böğürerek pençelerini tavana geçirdi.

    ***

    Pençeler yeri parçalarken, Çstat Yeminer odasının tam ortasında, normalde ayinler için düzenlenen bir kaidenin üzerinde ve tam ortasında, ellerini sımsıkı yummuş bir vaziyette durmuştu. Kendisini çevreleyen, gümüş tozundan bir çember vardı: Kötü yaratıkların girişini veya çıkışını engelleyen bir çember. Bununla birlikte Yeminer’in bu çemberden çıkamayacağı gibi, Zek’arab da bu çemberden giremeyecekti.

    Pençeler yeni bir darbe ile deliği genişletti ve taşlar parçalanarak havaya fırladı. Habis liç, kulesinin sızlanışlarını duyabiliyordu ama bu biricik yaratısının acılarına şimdilik göz yummak zorundaydı. Bir kez çukur zebanisi ve emrindeki şeytanlar defedilip vampirin icabına baktığında, kuleyi restore edebilirdi.

    Zek’arab, kanatlarını çırparak odaya yükselirken, karanlıkla çevrili lanetli varlığını Kule Efendisi Çstat Yeminer’in huzuruna taşıdı. Daha çukur zebanisi yükselirken, Yeminer’in ağzından sözcükler dökülmeye başlamıştı bile.

    Zek’arab yere konarken, Çstat Yeminer’in bulunduğu kaide, pırıl pırıl parlayan, gökkuşağı gibi bir yarı küre ile kaplandı.

    şeytan, dipsiz kuyuları anımsatan kara gözleriyle odayı inceledi. Burası çok daha yüksek, geniş bir odaydı. Ama liç yalnızdı.

    “Spellweaver nerede?!” dedi çukur zebanisi, odayı titreterek.

    Çstat Yeminer hemen cevap vermedi. “Gerçekten de vampirin sana söylediği yalanlara inanmadın, değil mi çukur zebanisi? Hayır, buraya gelişinin muhtemelen başka bir sebebi vardı. Sen sadece onun anlattıklarını, yaptıklarına gerekçe göstermek için kullandın.”

    Kadim şeytan zalim bir kahkaha attı. “Zekisin liç, ırkının uzun zamandır gördüğüm en zekilerindensin. Diğerleri muhtemelen bana yanıldığımı anlatmaya çalışırlardı.”

    “Seni üzerime saldırtmaya çalıştı. İlginç. Açıkçası ölümümle ne elde etmeyi planladığını merak ediyorum. Kule sadece bana itaat eder. Ona asla uymaz.”
    diye mırıldandı habis liç.

    “Hâlâ fark edemedin mi zavallı yaratık?! Belki de cevabı o kadar uzakta arıyorsundur ki, gözünün önünde olmasına rağmen onu görmüyorsundur!” diyerek cevabı yapıştırdı Zek’arab. “O vampirin ruhunun varlığı ile bu kuleyi çevreleyen korunun varlığı aynı! O vampir, korunun vücut bulmuş hali!”

    Yeminer bir an afalladı. Bu gerçekten olabilir miydi? Zakhurr, Nhimmar’ın efendisi, daha doğrusu kendisi olabilir miydi?

    Yeminer öfkeyle titrerken, Zek’arab keyifli keyifli güldü. “Merak etme liç, seni ve o aşağılık Spellweaver’ı hallettikten sonra, vampirin de icabına bakacağım. Gerçekten de, Spellweaver nerede?”

    Yeminer bir süre cevap veremedi. Bedeni uzun zaman önce ölmüştü. Bu yüzden de duyguları yüzünden vücuduna bir hormon salınımı olmuyor, bu sayede de kontrolünü fani yaratıklar gibi yitirmiyordu. Ama şu anda öfkesi o kadar büyüktü ki, kontrolünü kaybetmek üzereydi. Lanet vampirle yıllarca dip dibe yaşamışlardı ve o bunu hiç fark etmemişti! Kendi en büyük düşmanını, kendi dibinde, kendi elleriyle yetiştirmişti!

    “Spellweaver, sen onu alıp götürdükten sonra buraya hiç gelmedi. Onu öldürdüğünü umuyordum açıkçası. Ne oldu ona?” diye zorlukla cevap verdi liç, hâlâ öfkeden titreyerek.

    Zek’arab ilk defa şaşırmıştı ve bu yüzünden belli oluyordu. Karşısındaki liçle tuhaf bir şekilde birbirlerini anlayabiliyorlardı. Bu yüzden yalan söylemediğini biliyordu. İkisi de çok kudretliydi. Kadim varlıklardı. Bilgiye açlardı. Çarpışmaları da kaçınılmazdı. Neden boşu boşuna kelime oyunlarıyla zaman kaybetsinlerdi ki?

    “Onun idam emrini verdim, ama bir şekilde kaçmayı başardı ya da kaçırıldı. Ben buraya döndüğünü veya buradaki bir müttefikinin onu geri getirdiğini düşünmüştüm. Tuhaf... Her halükârda buraya saldırmamın asıl sebebiydi o. Ve onu ele geçirmek dışında her şeyi yaptım.”

    “Pişmanlıklar mı çukur zebanisi?”
    diye sordu Yeminer, alayla gülerek.

    “Hayır liç, aslına bakarsan kulen önümde en adi tanar’ri birliği kadar bile direnemedi. Ama yine de ölümlü ruhları ele geçirmek işime geliyor. Fazladan asker ölüyorlar. Kim bilir, belki senin ruhunu da kullanırım.” dedi çukur zebanisi cevabı yapıştırarak.

    “Senin gibi bir varlığın pişmanlık duyması gerçekten de çok ironik olurdu zaten Zek’arab. Zaten pişman olsan da fark etmez, buradan ancak cesedin çıkacak.” dedi Yeminer soğukkanlılıkla.

    “Güzel.. O halde, ne bekliyoruz?” Zek’arab bir kahkaha patlattı.

    İki ölümsüz varlık birkaç saniye için birbirlerini süzdü. İkisi de kendi zayıflıklarını biliyordu. İkisi de birbirlerinin zayıflıklarını biliyordu. İkisi de kendi zayıflıklarını kapatmanın, ve karşısındakinin zayıflıklarını kullanmanın yöntemlerini biliyordu.

    Ve ilk Yeminer başladı. Avuçlarını açtı ve bir avucundaki tanar’ri boynuzu ile diğer avucundaki melek kanat tüyünü gözler önüne serdi ve seri hareketlerle havaya semboller çizerken, sözcükler çürümüş ağzından dökülmeye başladı.

    Büyü gayet basitti. Yeminer her ne kadar bu yaratığı öldürmek istese de, bu uzun zaman alacaktı ve fazladan yapacağı her büyü, kulesini etkileyecekti. Bu yüzden bu ilk büyüsü ile çukur zebanisini geldiği boyuta gerisingeri sürgün etmeyi planlıyordu.

    Sürgün sözcüklerini bitirdiğinde bir anda boyutların şeffaf duvarları, Zek’arab’ın dört bir yanını kapladı ve üzerine sertçe bastırarak onu Avernus’a dönmeye zorladı. Yeminer’in büyüsü galip geliyordu. Zek’arab olduğu yerde kalmaya direnirken duvarlar onu giderek sıkıştırıyor ve Zek’arab’ı iki büklüm bir vaziyette kalmaya zorluyordu.

    Çukur zebanisi öfke dolu bir kükremeyle gerildi, iki kanadını da açtı ve artık diplerinde ateş yanan kara gözleriyle Yeminer’e baktı. Yeminer’i çevreleyen yarı küre, onu her türlü saldırıdan koruyacaktı. Yeminer normalde yürüyerek o küreden çıkabilirdi, ama Zek’arab’ı uzak tutmak için yaptığı çember, onu da içeride tutuyordu. Bu durumda Zek’arab, en iyi ihtimalle yarı kürenin etkisi geçene kadar beklemek zorunda kalacaktı. Küreyi geçse bile, çember onu Yeminer’den uzak tutacaktı.

    O düşünürken, zaman geçiyordu ve Yeminer ikinci büyüsüne başlamıştı bile. Yeminer’in ellerinden çıkan, buz mavisi bir ışın, çukur zebanisine çarptı ve Zek’arab acıyla kükredi. Bedeni soğuk ile titrerken, vücudunun üzerinde buz parçaları oluşmuştu. Çukur zebanisinin gözleri öfkeyle kısıldı. Gerçekten de sağlam bir rakipti, ama onu alaşağı edecekti. Onun gibileriyle daha önce de savaşmıştı. Kan Ovaları’ndaki üstünlüğünü, tahtında kıçını büyüterek korumamıştı.

    Yeminer, şeytanın, kendi koruması karşısında aciz kaldığını fark etti ve yeni büyüsüne başladı. Tam havaya ilk sembolü çiziyordu ki Zek’arab koşarak geldiği çukurdan geri atladı.

    Neler oluyordu? Çukur zebanisi bu kadar çok mu korkmuştu dövüşten? Belki de bu, Yeminer’i küreden çıkartmak için bir hileydi, ama işe yaramayacaktı. Çıkabilseydi bile, Yeminer buradan çıkmazdı.

    Liç, şeytanın nereye gittiğini düşünerek sadece birkaç saniye daha harcayabildi. Aniden ayaklarının altındaki yer parçalandı ve Zek’arab’ın kuvvetli pençeleri, Yeminer’i ayak bileklerinden kavrayarak aşağı çekti. Yeminer’in ağzından bir şaşkınlık nidası yükseldi.

    Zek’arab bir zafer böğürtüsü koyuverdi ve vücudunun doğasından gelen kudreti kullanarak, Zaten Yeminer’in bedenini kavramakta kullandığı pençelerinin birisinden kudretli bir ateştopu yolladı. Ani bir alev patlamasıyla Yeminer’in bedeni kavrulmaya başlarken Zek’arab, ateşe bağışık vücudu sayesinde sadece hafif bir gıdıklama, bir meltemin okşayışı gibi yumuşak bir dokunuş hissetti.

    Ama Çstat Yeminer, aciz bir ölümlü değildi. Vücudu acıyı hissetmezdi. Bu yüzden vücudu kavrulurken bile dudaklarından büyünün kadim sözcükleri döküldü ve her şey bir anda dondu.

    Çstat Yeminer, zamanı dondurmuştu!

    Büyünün fazla sürmeyeceğini biliyordu Yeminer. Sürmek... Hem de donmuş bir zamanda... Yeminer, durumun tüm vahimliğine rağmen çürümüş dudaklarından arta kalanlarla çarpık bir gülümseme sergilemeden edemedi ve hemen kendisini çukur zebanisinin pençelerinden kurtardı. Bu durumda ona zarar veremezdi, ama yaptığı bir büyünün süresi, zamanı donduran büyüsünün süresinden uzun olursa...

    Yeminer gülümsedi ve hemen havaya sembolleri çizmeye başladım kadim lisanın sözlerini sarf etmeye başladı. Normalde böyle bir büyü, malzeme isterdi ama kadim liçin kudreti bunları aşıyordu. Bu büyü, ateştopunun patlama zamanının ayarlanabilir bir versiyonuydu; ama habis liç, büyünün enerjileri üzerindeki güçlerini kullanarak büyünün element yapısını ateşten, elektriğe çevirdi zira tüm şeytanlar ateşe karşı bağışıktı.

    Yeminer’in elinden fırlayan minicik, elektrik mavisi ve beyazı renkler saçan bir topçuk, Zek’arab’ın hemen önüne gitti ve durdu. Patlaması birkaç saniye alacaktı. Yeminer bu zamanı iyi değerlendirdi ve Zek’arab’ın odasına girmekte kullandığı deliğe gitti. Basit büyüler konusunda o kadar uzmanlaşmıştı ki, onlar için ne bir sembol çizmesine, ne bir söz sarf etmesine, ne de zaman harcamasına gerek yoktu. Büyüyü düşünmesi yeterli oluyordu.

    Ve böylece Çstat Yeminer, kendi odasına yükseldi. Yukarıda Zek’arab’ı bir sürpriz bekliyor olacaktı.

    Zaman bir anda tekrar akmaya başladı ve Zek’arab, pençelerinin arasındaki liçin kaybolup yerine minik bir topçuk bıraktığını gördüğünde afalladı. Bu zaman kaybı ona pahalıya patladı. Minik topçuk infilak ederek odayı bir elektrik fırtınasına boğdu. Zek’arab’ın vücudu şokla titrerken, acıyla böğürdü.

    Titremesi geçtiğinde delirmiş gözlerle çevresine bakan çukur zebanisi, odada kimseyi göremeyince Yeminer’in yukarı çıktığını düşünerek bir adım attı ve sonra durdu. Daha iyi bir planı vardı.

    Zek’arab, Yeminer’i koruyan kubbenin altındaki deliğe girdi ve kanatlarını çırparak yükseldi. Hemen birkaç sözcük sarf eden Zek’arab, ayaklarının altına taştan bir zemin oluşturdu ve güvenle üzerine bastı. Ardından kadim büyü sözcüklerini, daha önce pek az büyücünün dile getirmeye nail olabildiği sözcükleri seslendirdi ve kendi varlığı ile prizmatik kubbenin varlığını birleştirdi. Çukur zebanisinin varlığını tanıyan ve onu kabullenen kubbe, Yeminer’i dışladı. Kubbe bir anda Zek’arab’ı korur hale gelmişti, tıpkı gümüş tozundan oluşan çember gibi.

    Yeminer’in büyüleri kendisine zarar veremezdi, ama o, liçe zarar verebilirdi.

    Zek’arab bakışlarını odada gezdirdi ve liçi buldu. Ve bir saniye bile beklemeden pençesinin içinden bir ateştopu fırlattı. Ateş topu liçe çarpıp bedenini ve çevredeki eşyaları kavururken, liç hemen bir soğuk konisi oluşturdu ve kürenin ilk katını yok etti. Zek’arab durmadı ve ikinci bir ateştopu yolladı. Bu ateştopu bir rüzgâr dalgasıyla, bir diğeri bir tozlaştırma büyüsü ile, diğer ateştopu bir geçiş büyüsüyle karşılandı. Liçin bedeni alev alevdi, ama küreyi yok etmeye kararlı görünüyordu. Sinirlenen Zek’arab, bu sefer büyünün kadim lisanını konuştu ve bir yıldırım dalgası asit oku yolladı liçe. Liç buna, bir büyülü ok dalgasıyla karşılık verdi ve kubbenin bir parçası daha yok oldu. Liçin bedeni cidden harap haldeydi ve çok uzun süre ayakta kalamazdı. Zek’arab bir ateştopu daha yolladı. Yeminer, buna bir günışığı büyüsüyle karşılık verdi ve geriye tek bir katman kaldı. Zek’arab durmadı ve hemen bir başka büyü yaptı. Yeminer, afallamış bir vaziyette kalakaldı.

    Neden? Bedenini harap ederken liç neden kaçmıyordu? Filakterisine mi güveniyordu? Ve üstelik... Çstelik yok ettiği son üç katmanın da onun kubbeden geçmeye çalışması durumunda ona vereceği karşılığa liç bağışıktı. O halde...

    Aldatılmıştı!

    Liç kendine gelip son bir büyü bozma ile son katmanı kaldırırken Zek’arab gürledi. Çfkesi o kadar muazzamdı ki, gümüş çember bile onun kudretine boyun eğdi ve küle dönüşerek yok oldu. Çukur zebanisi ileri atıldı ve liçin sahte kopyasını pençeleriyle paramparça etti.

    Zek’arab, kanatlarının arasına saplanan bir şey ile titredi ve acı bir çığlıkla kendisini öne atıp arkasına döndü. Gerçek Yeminer orada duruyor ve daha önce kendisini gizlemek için kullandığı önünde uçan, enerjiden yapılmış kılıç onu savunurken, kendisi de büyüsüne başlıyordu. Zek’arab kopyasını yok ederken saklamak için kullandığı görünmezlik efsununu üzerinden atmıştı.

    Zek’arab hızla çevresine bakındı ve yanındaki masalardan birinde duran deri eldiveni kaptığı gibi havaya ardarda üç sembol çizdi ve rünleri seslendirdi. Çnünde enerjiden oluşan bir el, kılıcın ona saldırmasını engelleyerek kılıçla dövüşe girdi.

    Yeminer büyüsünü tamamladı ve bu sefer bir asit topu-yine ateştopunun elemental yapısını değiştirmişti-Zek’arab’ın önünde patladı. Derisi dağlanıp erirken çukur zebanisi, Yeminer’in üzerine bir ateştopu daha fırlattı ve ardından ileri atıldı. Yeminer’in bir kez daha kavrulmaya başlayan bedeni, Zek’arab yanına geldiği anda büyüsünü tamamladı ve Zek’arab’ın bedeni tarif edilmez acılarla kıvrandı. Yeminer, Zek’arab’ın vücudundaki suyu buharlaştırıyordu.

    Çukur iblisi inledi ve dev pençesini liçin suratına savurdu. Yeminerin kemikleri çatırdadı, ama hemen yeni bir büyüye başladı. Zek’arab ise bu sırada alevden oluşan kılıcını çekti.

    Ve Yeminer, zamanı bir kez daha dondurdu.

    Liç kendisini bir kez daha çukur iblisinin pençelerinden kurtarırken, yerine bir kez daha minik bir elektrik topçuğu bıraktı. Kendisine koruma ayarlayabilirdi, ama öncelikle harap olmuş bedenini iyileştirmeliydi. Habis liç, oldukça geniş olan odasının sağlam kalan pek çok bölümünden birine gitti ve değneklerden birini çekerek bedenine fani varlıklar için ölümcül, ama onun gibi yürüyen ölüler için şifa getiren negatif enerjiyi nakletti. Kırılan kemikleri kaynaşıp, bozulan uzuvları düzelirken, liç rahatladığını hissetti.

    Zamanın nehri, sularını kaldığı yerden akıtmaya devam etti.

    Yeni bir elektrik patlamasına hazır olan Zek’arab, kanatlarının da yardımıyla kendisini hemen geriye attı. Elektrik onu yine şoka tutmuştu, ama en azından bu sefer dibinde patlayamamıştı.

    Zek’arab’ın gözleri Yeminer’i aradı ve buldu. Bedenini restore ettiğini gören çukur zebanisi, ortalığa okkalı bir küfür salladığında habis liç zalim bir kahkaha attı.

    “Yetmedi mi şeytan ha, yetmedi mi? Ne zaman dizlerime kapanıp hızlı bir ölüm için yalvaracaksın ha?!”

    Zek’arab, yere kanlı bir balgamla tükürdü ve alev alev yanan gözlerle ona baktı. “Ruhuna öyle uzun zaman işkence edeceğim ki liç, sen bile ebediyet kavramını hatırlayacaksın!”

    Zek’arab en sonunda planını kurmuştu ve seri hareketlerle büyüyü seslendirdi. Yeminer, bir an büyünün ne olduğunu anlayamadı ama sonra anladığında dehşet içinde büyüyü karşılamaya çalıştı.

    Yetişemedi.

    Çukur zebanisinin alaycı kahkahası odayı çınlatırken, Çstat Yeminer ses çıkartamıyordu.

    Hiç ses çıkartamıyordu!

    Zek’arab, ateşli gözlerindeki bariz, sadistçe bir zevkle Yeminer’in çaresiz halini izledi ve onunla oynamaya başladı.

    Buna rağmen Kule Efendisi çaresiz değildi. Basit büyüler onun için neydi ki? Söz mü? Rün mü? Zaman mı? Onları aldırmadan yapardı. Elementleri kolaylıkla değiştirebilirdi. Büyücüleri zorlayan malzemeler, onun için birer fazlalıktı.

    Liç, elini salladı ve bir başka asit topu, çukur zebanisine doğru uçtu. Zek’arab kanatları yardımıyla kendisini geriye attı, ama patlayan asitler yine de onu hedef aldı.

    İki ölümsüz varlık birbirlerini birkaç saniye süzdüler ve Yeminer bu kez aynı şekilde bir yıldırım topu yolladı. Yana atlayan çukur zebanisi bunu da bertaraf etmesine rağmen elektriğin bir kısmının vücudunu bulmasına engel olamadı.

    Yeminer bir başka hareketle Zek’arab’a bir asit oku yolladı. Okun tam göğsünü bulduğu çukur zebanisi öfkeyle kükredi ve bir savaş narası atarak Yeminer’e doğru koşmaya başladı.

    Yeminer yeniden elini salladı ve elinden fırlayan üç elektrik ışını ile Zek’arab çığlığı bastı ve olduğu yerde haykırdı. Dalga bittiğinde, Zek’arab dizlerinin üzerine çöktü.

    Yeminer bir hareketle daha, beş tane büyülü oku çukur zebanisine yolladı ve ardından kahkahayı bastı.

    Sesi geri gelmişti.

    Ama kahkahası içinde, Zek’arab’ın büyü sözlerini ancak çok geç olunca yakalayabilmişti. Bu oydu! Zamanı dondurmak için kullandığı büyü!

    Zek’arab, suratındaki manyakça sırıtışla büyüyü tamamladı ve zamanın akışı bir kez daha-bu kez habis liç için-durdu.

    Zek’arab’ın bedeni ciddi biçimde harap olmuştu ve acilen kendisini iyileştirmesi gerektiğini biliyordu. Liç kendisini değneklerle iyileştirmişti. Mutlaka çevrede kendisini iyileştirecek bir tane olmalıydı. Çukur zebanisi gözlerini odada gezdirdiğinde aradığı değneği buldu ve zorlukla ayağa kalkıp değneğe ulaştığı.

    Değneğin şifa verici gücü bedenini doldurup yaralarını iyileştirirken Zek’arab rahat bir nefes verdi. Büyünün süresi bitmek üzereydi, ama biliyordu ki eğer filakterisi yok olmazsa, Yeminer’in ruhu yok olduktan sonra oraya dönecekti ve kısa süre sonra tekrar beden bulacaktı. Bir sonraki karşılaşmalarında Zek’arab ona yenilebilirdi. O halde...

    Çukur zebanisi büyünün son saniyeleri sayılırken panik içinde odada göz gezdirdi ve aradığı şeyi buldu: Siyah, safir bir taş. Hem de tam Yeminer’in birkaç metre ötesindeki rafta. Bu kaderin bir oyunu muydu? Yoksa tamamen rastlantı mıydı? Her halükârda, çukur zebanisi buna gülmeden edemezdi.

    Ve büyü biterken, Zek’arab ileri koştu, kanatlarını gerdi ve havaya sıçradı. Ateşten oluşan kılıcını başının üzerine kaldırırken, Yeminer’e doğru hızla iniyordu. Onu gören Yeminer, elini, onu Zek’arab’ın darbesinden koruyacak bir güç duvarı oluşturmak için kaldırdı ve kadim sözleri sarf etmeye başladı.

    İki ölümsüz varlık... Birisi cehennemin sonsuz ateşini, diğeri ise ölümün bitmeyen soğukluğunu temsil ediyordu. Biri hayatını kötü hareketlerle geçiren birisinin cezasının, diğeri ise o cezadan kaçışın vücut bulmuş halleriydi. İki kadim varlık, destansı mücadelelerinin son saniyesine geldiklerinde birbirlerine baktılar. Cehennemin dipsiz kuyuları kadar kara, ve sonsuz alevleri kadar parlak gözlerle; ölümün karanlığı kadar koyu, ve mezarın korkutucu soğuğu kadar soğuk gözler kesiştiler.

    Avernus’un Kan Ovaları’nın Efendisi Zek’arab, muazzam bir savaş ve zafer narası eşliğinde var gücüyle alevden oluşan kılıcını, Büyücülük Kulesi’nin Efendisi ve Büyü Konseyi’nin başkanı, kadim liç Yeminer’in kafasına indirdi. Kılıç, liçin çürümüş kafasını, kaburgalarını, omurgasını ve kalçasını parçaladı.

    Binlerce banşinin senfonisi gibi tiz, korkunç bir çığlık, bütün kulede, hatta Nhimmar’da yankılanırken, Zek’arab’ın zafer böğürtüsü ve Zakhurr’un sadist kahkahası ona eşlik ediyordu.

    Kadim liç Yeminer, ölmüştü...

    Yani, hemen hemen...

    Çfkeliydi. Gerçekten çok öfkeliydi. Eğer o aptal kahkahayı atmasaydı ve çukur zebanisinin zamanı dondurmasını engelleseydi hiç şüphesiz onu öldürebilirdi. Ruhu, yok olan bedeninden süzülüp hızla filakterisine çekilen Yeminer, kendisine küfrediyordu. Bu böyle olmamalıydı. Ama olsun, filakterisinde güçlenecek ve yeniden beden bulacaktı. Zek’arab, Zakhurr, hatta bunları başına saran o aptal Spellweaver ölecekti!

    Çekiş yönü mü değişmişti ne? Birden ruhun çekiliş yönü değişti, ama kadim liç aldırmadı. Filakterisi neredeyse oraya gidecekti. Sadece birkaç gün beklemesi lazımdı. Birkaç gün, onun için neydi ki?

    Birden durdu ve Yeminer, filakterisinin huzur verici konforunu içine çekti...kesinlikle huzur verici değildi.

    Dehşet içinde, siyah bir safirin içinde hapsolduğunu fark etti. Ruhu hapseden büyüler... LANET OLSUN! Taş yok edilmeden kurtulamazdı. Ve bu halde o kadar güçsüzdü ki... Tamamen...Zek’arab’ın insafına kalmıştı.

    Bir çukur zebanisinin insafına...

    Yeminer, ebediyet kavramını yeniden öğrenmenin başlangıcındaydı sadece.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    Lord Necros
    BaÅ?büyücü





    Joined: Apr 29, 2005
    Posts: 1916
    Location: Necropolis

    PostPosted: Fri Jul 21, 2006 1:11 am Reply with quoteBack to top

    Zakhurr, kapalı gözlerini açmadan memnuniyetle gülümsedi. Tıpkı planladığı gibi Zek’arab, Yeminer’i öldürmüştü. En sonunda Nhimmar’ı, Yeminer belasından kurtarmak üzereydi. Ama vampir çok iyi biliyordu ki kuleyi şeytanlara bırakamazlardı. Çıkarcı ve zeki olan şeytanlar, kuleyi bir üs olarak kullanacaklar ve burası üzerinden diyara saldırılar düzenleyip, ölümlü ruhlara sahip olacaklardı.

    Hayır, kule yok olmalıydı. Nhimmar’ın bir kez daha kulenin gölgesinde kalmasına izin veremezdi.

    İşte bu yüzden hazırlamıştı yedek ekboyutunu. Yeminer’in düşündüğü gibi bir kaçış rotası, ya da Molissei’nin düşündüğü gibi unutulmuş eski bir laboratuar değildi orası. Pandemonium’a açılan ve iblisleri kuleye getirecek olan bir ekboyuttu.

    İblisler... Eğer şeytanların, semavi varlıklardan daha çok nefret ettikleri bir şey varsa, o da iblislerdi.

    Zakhurr beklemedi ve kristal küresinde Necros Spellweaver’ın odasını görüntüledi. İşte, Reynald oradaydı. Molissei ise...ekboyutu açmıştı?! Gerizekalılar kuleyi burası üzerinden tahliye etmeye çalışıyorlardı belli ki. Çnemli değildi. Pandemonium’da ne kadar sağ kalabilirlerdi ki?

    Kafile Pandemonium’un karanlığına adım atarken Zakhurr, büyüsünün karmaşık sözcüklerini dökmeye başladı. Kafilenin son üyesi, kara cüppeli genç bir adam-bu Zek’arab’ın, Necros’un odasında öldürmek üzere olduğu genç büyücü değil miydi?-geçitten geçtikten sonra, ekboyutta ikinci geçit açıldı ve Pandemonium’da bekleyen iblisler, ekboyuta aktı.

    Molissei gerçekten de çok komikti. Alelacele laboratuara dönen büyücü, tahliye için açtığı her iki geçidi de kapamıştı, ama Zakhurr birkaç yeni sözcükle laboratuara açılan geçidi tekrardan açtı. İblisler odaya hücum ederken Molissei ve Reynald, laboratuardan fırladılar ve odanın kapısını mühürlediler.

    Zakhurr gülümsedi ve ince bir sis tabakasına dönüşerek kapısının altından süzüldü. Kuleden de bu biçiminde yavaş, ama güvenli bir biçimde ayrılacaktı. Gerçi bu ihanetini öğrendiği zaman Zek’arab’ın suratında belirecek olan ifadeyi çok merak ediyordu, ama tahmin edebilirdi.

    Büyücülük Kulesi, artık Kan Savaşı’na sahne olmak üzereydi.

    Zakhurr gönül rahatlığıyla koruya inecekti. Kulede süregelen savaş muazzam boyutuna ulaşacaktı ve kulede kullanılan büyüler, kuleyi iyice kullanılmaz hale gelecekti. Zakhurr, ertesi gün, şafak sökerken Büyücülük Kulesi’nin infilak etmesini keyif içinde izleyecekti, ama iblislerin ve şeytanların savaşından kalan bir bozulmuşluk Nhimmar’ı kaplayıp yaşamı öldürmeye başladığında bu keyif yok olacak ve koruyu kurtarmaya uğraşacaktı. Ama beyhude çabaları sonucunu vermeyecek, ve Zakhurr ertesi günü göremeyip çürüyen koruyla beraber yokluğa karışacaktı.

    Reynald ise savaş deneyimleri sayesinde önderliği eline alacak ve duvar büyülerini kaldırdıktan sonra iblislerin ve şeytanların birbirlerine düşmelerini fırsat bilerek, kuleyi gedikler aracılığıyla tahliye edecekti. Kaçmayı başaran büyücüler, bir zamanlar dostane olan ama artık onları büyük bir düşmanlıkla karşılayan Nhimmar’dan tüm zorluklara rağmen sağ salim kaçmayı başaracak, ve kıyamet diyarı sararken bozulmanın gerçekleşmediği tek yere, Makval’a yola koyulacaklardı.

    Kimbilir, belki de onların torunları torunlarına, onlar da çocuklarına bu mücadeleyi aktaracak, ve kadim bir tarikatın nasıl da tek günde çöktüğünü nesiller boyu unutturmayacaklardı.

    _________________
    All power demands sacrifice...and pain. The universe rewards those willing to spill their life's blood for the promise of power.

    Power demands sacrifice.
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.96 Saniye