Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: ibocaju
    Bugün: 14
    Dün: 23
    Toplam: 90343

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1049
    Üye: 2
    Toplam: 1051

    Şu An Bağlı:
    01 : ywyquki
    02 : ibocaju

    FrpWorld.Com :: View topic - !! Savaşçı özgeçmişi yarışması: (Rp)
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     !! Savaşçı özgeçmişi yarışması: (Rp) View next topic
    View previous topic
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.
    Author Message
    Horcoel_Baator
    SeçilmiÅ? SavaÅ?çı





    Joined: Oct 22, 2004
    Posts: 673
    Location: BoÅ? boÅ? gezindigi Ankara sokaklarından..

    PostPosted: Mon Nov 20, 2006 12:26 pm Reply with quoteBack to top

    Evet arkadaşlar..Sonunda beklenen gün geldi..Saklı hikayelerimizi birbirimize anlatacagımız ve en yetenekli savaşçıyı belirleyeceğimiz gün..

    Henüz onu bulamasak da birçok adayımız bu konuda kendini ispatlamaya hazır gibi görünüyor..Ve eminim ki içlerinden birisi hak ettiği mevkiye ulaşacak..

    En yetenekli ve en azimli savaşçı..Kılıcıyla oldugu kadar yüreğiyle ve hayatındaki gizemlerle içimizi titreten savaşçı..Sana sesleniyoruz..Sesimizi duy..Saklandıgın yerden çık ve anlat öykülerini bize..Anlat ki sesini tüm diyara duyuralım..Anlat ki seni birdaha hiç unutulmayacak olmak üzere ismini diyara kazıyalım..


    Bundan böyle bu başlık altında yarışmacılar hikayelerini yayınlıyacaklardır..

    1-Katılımcıların hepsinin yazılarının yetişememesi üzerine yarışma sonlandırımı ayın 4 üne uzamıştır..
    2-Ancak hazırladıgınız hikayeyi parça parça atmayacaksınız..Tek ve bütün bir halde atmanız gerektiginden zamanınızı iyi kullanıp iyice emin olmadan hikayenizi göndermemenizi öneririm
    3-Bu başlık altına katılımcıların hikayeleri dışında hiçbir yorum vs yazılar atılmayacak..Yarışma hakkında yorum yapılacak ayrı bir topic açılacaktır..
    4-Gün geçtikçe favori adaylar sitenin yorum kısmında duyurulacaktır..Ancak birinciyi Haftaya pazartesi gününe dek açıklamamayı tercih ediceğiz Smile

    Başarılar dostlarım Smile

    _________________
    ''No matter what I do, no matter how hard I try,
    the ones I love will always be the ones who pay..''

    Last edited by Horcoel_Baator on Sun Nov 26, 2006 6:44 pm; edited 1 time in total
    Back to top View user's profileSend private messageMSN Messenger
    buzdaglarininleydisi
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Sep 21, 2006
    Posts: 204
    Location: EskiÅ?ehir

    PostPosted: Fri Nov 24, 2006 10:11 am Reply with quoteBack to top

    KAN LEYDİSİ

    En Kanlı savaş meydanında bir leydi elinde kılıcı karnında dünyaların tanıyacağı bir canlı ona rağmen kanın ve çeliğin çekiciliğinde kaybetmiş kendini destanlara yaraşır savaş sarhoşu bir dişi savaşçı. Ama karnındaki de oldukça hevesli bu savaş meydanını tanımaya belli başladı sancıları en kanlı savaşta , şimdi ne daha çok önemli çocuğumu,destansı savaşı ve mücadelesi mi , yoksa kendi canımı. Kararı bir tanrı verdi onun yerine biranda kızıl bir ışık kapladı sanki kandan gölün yansıması gibi tüm çevresinde ve yanında belirdi savaşın en şanlı tanrıçası . Ve doğumu gerçekleştirmek için geldi savaş tanrıçasının isteğiyle yerlerin ve göğün şifacıları. Onlar ki biliyordu ama karşı gelemedi Savaş Tanrıçasına bu çocuğun doğmaması konusunda ki ısrarlara karşı verdiği büyük tepkiye. Ve çocuk doğdu bu kan gölünün tam içinde güzeller güzeli bir kız çocuğu görenin tekrar dönüp baktığı bir güzelliğin sahibi, ama biliyorlardı ki o annesinin dışında Tanrıçanın Korumasındaki tek çocuğu kanların arasında açan tek çiçek “Kan Leydisi” onun adı.Göbek kordonunu Tanrıça Kendi kutsal kılıcıyla kesmişti “Kan Leydisi”’ nin. Doğumdan sonra kalktı savaşına devam etti savaşçı anne bu sefer Tanrıçasınca Kutsanan çocuğunun hayatı içindi savaşı. Kalkan kalkmıştı çünkü şimdi kanlar içinde yatan bir bebek ve elinde kılıcıyla dimdik bir annenin savaşıydı bu savaş. Kanlar içindeki bebeğin ilk tadını aldığı besinse kuşkusuz kandı, annesinin onun için döktüğü kanın oluşturduğu bir göldü şuan ki yatağı geleceğin yenilmez savaşcısının.

    O ki zaferlere adını yazmayı büyüdüğü savaş alanlarında öğrendi tek öretmeni annesi değildi tabi, Tanrıçanın tek çocuğuydu o tanrıça tarafından doğurulmasa da. Ve elinden hiç düşmeyen kılıcı onun tek arkadaşı , doğumunda Tanrıçanın ona bahşettiği hediyelerden sadece biriydi bu . Diğerlerini zaman ve savaşları kanıtladı. Çlümsüzlük değildi tabi bahşedilen sadece zekasını doğru kullanabildiği sürece keskin zekası , çevik vücudu , kassız kurssuz kadın görüntüsünün altında saklı güçlü bileği ve savaş eğitimi ile gelişen acımasızlığı. İşte bunlardı onu devleştiren her gözün savaş meydanında aramasını sağlayan en güçlü rakiplerini korkutan namının yayılma sebebi ve inanılmaz çekiciliği dilden dile gezen. Ama onun mutsuzluğu işte buradan gelen kendini yenecek güçte bir tek erkek rakibi bulamamak çünkü onu bulduğunda atacaktı elinden kılıcını tek aşkının önünde. Ama yoktu bunu bulmasının bir yolu işte buda bedeliydi Tanrıçanın hediyeleri için aldığı , yada laneti demeli beklide ondan daha güzel oluşunun karşılığı.
    Ama belki bir gün bulacaktı kendi gibi bir lanetli bozulacaktı büyüsü aşkın gücüyle, ve o bekledi azimle . Yüceltti tanrıçasını elde ettiği tüm galibiyetleriyle. Beklide duramıyordu artık savaş meydanlarından düşündü savaşçımıydı yoksa eli kanlı bir barbar mı ve her soruşunda hüzünle daldı çünkü bulamıyordu cevabını. Yine bir savaş meydanındaydı elinde küçüklüğünden beri elinden düşmeyen kılıcı , dimdik dikilmişti bir tepede izliyordu aşağıdaki muharebeyi ve savaşçılarını. Onlardı ki gelmişlerdi peşinden beklide akıllı geçindiklerinden bu kılıcın karşısında değil yanında olmayı seçmişlerdi bir kısmı da umutsuz aşıklardı ama bileği güçlüsünden olanlar sadece zayıflara tahammülü hiçbir zaman olmamıştı Kan Leydi sinin ve hiç de olamayacaktı bunu bilirdi tüm tanıyanları. Kesinlikle ve kesinlikle onunla savaşanlar bilirdi Kan Leydi sinin kurallarını ve buna uymak için uğraşırlardı çünkü bedeli belliydi mutlak bir ölümdü , fakat bilirlerdi en azından onun elinden ölüm onurluydu çünkü acı çektirmeyi sevmezdi en hızlı ve ancısızı tercih ederdi kendisi. En önemlisi ise tez canlılığıydı eğer ki savaş meydanında karşısındaysa bir canlı ve bir silahı varsa üzerinde kesinlikle ölümdü bedeli, eğer ki o silahı kullanamayacak kadar korkaksa onurlu bir ölümdü onun elinden kaderi . Eğer ki savaşmayacaksa silaha gerek yoktu , eğer ki silahı varsa hakkını vermeliydi ölüm olsa da bedeli . Evet düşüncelerinde buluyordu belki bir nebze cevapları o savaş için disiplin için doğmuştu ve duygulara gerek yoktu düşünmeye gerek yoktu onun için sadece karşısındakinin hangi tarafta olduğu ve silahlı olup olmadığıydı tüm ilgisi , silahsızlarsa onu hiç enteresan gelmiyordu ona. Aklından düşünceler gelip gidiyordu ve aşağıda savaşçılarının elinden yada karşı tarafın güçlü savaşçılarının elinden ölümü tadanlar vardı onları izliyordu hiçbir zevk almadan. Ve aşağıdaki kan rengiydi sadece onun ilgisini çeken doğduğu günün lanetli rengi kahverengi gözlerinde parlıyordu alev alev. Sonunda orada neyi beklediğini anımsadı tekrar daldı kahve gözleri kargaşanın ortasına karşısından savaşçıları yararak ve savaşçılarına komutlar vererek gelen zırhlı idi aradığı ve işte o zaman çarpık gülümseyişi yerleşti yüzüne. İşte zevk zamanı ona gelmekteydi hem de kendi ayaklarıyla oda bunu seviyordu zaten , gururlu , bilinçli gerçek bir savaşçı ve ne olursa olsun savaşçılarının önünde veya onlar olmasa bile önüne çıkabilecek kadar onurlu bir savaşçı ki bundan daha büyük bir zevk yoktu onun için ve işte yavaş yavaş geliyordu önüne. Vücudundaki tüm kaslar kasılmaya başlamıştı yavaş yavaş savaşına adapte etmeye çalışıyordu kendini ve gözleriyle süzmekteydi en aciz noktaları neresiydi. Tabiî ki hemen hileli bir saldırıyla bitirmeyecekti sonuna kadar tadına varacaktı ve savaşarak onuruyla ölmesi için ona uzun bir dövüş sahnesi yaratacaktı, yaratacaktı ki bu savaşın destanında kendine en üst sıralarda bir yer bulsundu bu değerli savaşçı kumandan. Karşısındakinin grurlu bakışını izliyordu şuan gözlerini kaçırmadan bakıyordu gözlerine , nekadar yazıktı bu magrur bakışlı 30 ‘ una yaklaşmış armasını onurla taşıyan kumandana, çok yakışıklı olmasada belliydi yüzündeki yara izlerini utanmadan taşıdığından güçlü karakterliydi, ama ne yazıktı oda geçmişin sayfalarında bir kahramanlık öyküsü şanslıysa bir destanda üst düzey ölü kahraman rolü ne yazık dedi kendi kendine. Tekrar zırhına ve silahlarına baktı rakibinin kasları çok iriydi bu sebeple üzerine yüklenmesine izin vermemeliydi , yani çok yakın savaşmıyacaktı bu rakibiyle. Ama en zevk aldığı da yakın savaştı Leydi’nin , kısa çift yönlü bıçağının girişi ve fışkıran kanın sıcacık soğuktan katılaşmış tenine değmesi en sevdiği şeydi işte bu. Olsun kılıcını kullanma zamanıydı işte kıvılcımların çakma zamanı da denebilirdi buna. Artık savaşçı karşısındaydı , ve hazırım diyordu kafasıyla verdiği selamıyla. Leydi selamı aldı ve kaldırdı kılıcını başlasın dı gösteri, o anda etraflarındaki savaşçılar durdu ve izlemeye başladı hepsi unutmuştu rakibini ve savaşını. Kılıçlar ilk buluşmalarını yakaladılar 1 kaç saniye içinde ve mavi kıvılcım parladı tepede kan gölünün kızıllığını biran yendi mavi ışıltı, ilk hamleyi püskürtmüştü savaşçı ve Leydinin keyfi daha bir yerindeydi. Savaşçının etrafında dönmeye başladı şimdi onu gerçekten tartmaya başlamıştı beyninde, hamle yapmadan tanımak içindi bu süre onun için. İkinci hamleyi bekliyordu rakibi, şaşırtmalı numaralarından birini denemek için hızla kendi etrafında döndü ve rakibinin omzuna bir hamlede bulundu, rakibi sersemlemişti ama yara almamıştı henüz ama hamleyle zırhın kol kısmı ile olan bağlantısını koparmıştı açıkça görülüyordu. Savaşçı kayan ve onu rahatsız eden zırh parçasını sıyırıp atmak zorunda kaldı, şimdi umutsuzca zırhının parçalanmasının sonucu alabileceği yaraya odaklı olarak savunmadaydı savaşçı . Leydi adamın ilgisinin diğer tarafa odaklandığını fark ettiği için hızlı bir atakla dikkat etmesi gerekenin zırhı olmadığını kanıtlamak istercesine kılıcını boyun hizasının çok yakınından geçirmişti, rakibi acıyla önce sendeledi ama bunun sadece bir uyarı olduğunu anladı istese bu hamleyi keskin bir şekilde tamamlayıp kafasını uçurabilirdi Leydi ama o uzamasını istiyordu ve sadece boynunda küçük bir kesik izi bırakmıştı. Onunla antrenman oyuncağı gibi oynuyordu ve savaşçı bundan çok rahatsızdı, ama elinden pek bir şey gelmeyeceğinin bilincindeydi açık seçik, bir çok savaşta bulunmuştu ve bu armanın onurunu kendinden üstte tutmuştu yenilmek ona çok kötü geliyordu hele de bir böcekle oynayıp sonrada onu ezmeyi planlayan bir kadının elinde ölmek ne kadar büyük bir şanı olsa da bu savaşçının bunu kaldıramıyordu. Kendini topladı ve adeta dans eden kadına baktı ve o da eğlenmeye karar verdi belki ölüm geldiğinde yüzündeki gülüş bir şey ifade ederdi, örneğin katliamlarının karşısında kazandığı bir hiçliği ki kendisinde ne kadar onurlu bir savaşçıda olsa o hiçlikte yok olacaktı. Bu sefer hamle savaşçınındı Leydinin kılıcını düşürmek içindi hamle , ama kıvılcımlar içinde sol yanına biranda savrulmuştu kolları kılıcıyla birlikte , son anda sahip çıkmıştı kılıcı elinden düşürmemeyi ancak başarmıştı ki, sağ kolunda bir kesik hisseti derin ve kanların fışkırmasından anlaşılacağı üzere atar damara ulaşan bir kesik , hafif bir hissizlikle kılıcı sola almak zorunda kaldı savaşçı. Leydi savaşında memnun değildi besbelli yüzünden , nasıl olmuşta bu rütbeye gelmişti bu adam soruyordu kendine, o kadarda heveslenmişti öyleki savaş meydanlarındaki yağmacılardan bile daha iyileriyle savaşmıştı ki bu savaşçı yağmacılar kadar bile başarılı değildi onun değerinde. Hafif hafif sallanmaya başlamıştı kan kaybından ölecekti zaten , besbelli iki yönlü kısa bıçağını çıkarıp aldı sol eline. Kılıcını kaldırdı ve hızla kılıç tutan ele yöneltti , artık kılıç yoktu rakibinin elinde ve kılıç daha yere değmeden dönmüştü kendi etrafında savruluyordu şuan ateş kızılı saçları kendi etrafında rakibi dahil herkes ona odaklanmıştı , onun güzelliğine sadece ama onun hamlesi belliydi gözeliği değildi savaşçının ölüm nedeni hayranlık ifadesi taşıyan bir surat ifadesiyle açık gözlerle kendinden hayatından vazgeçerken , Leydi büyük bir ustalıkla geri çekiyordu bıçağını zırhın kaburga bölümünde nefes alırken zorlanmasın diye serbest bırakılmış zırh bağlantı bölgesinden ve işte en sevdiği zafer anı savaşçının kalbinden fışkıran kandı yüzüne serpilen. şuan savaşçı yere serilmişti Leydi ise onun yüz ifadesine dönüp bakmamıştı bile çoktan arkasında bir anı olarak bırakmıştı bu anı şimdi tepeden aşağıya iniyordu ifadesiz kanlı yüzüyle, hiçbir savaşçı yaklaşamadı sadece saygıyla çekildi önünden ve savaş meydanından evet savaş kazanılmıştı artık onun için başsız bir orduyu yok edebilecek kapasitedeydi savaşçıları artık onu sadece sıcak bir banyo bekliyordu, güzel bir bardak şarapla birlikte. İşte yazılmıştı bir savaş öyküsü daha adını besleyen “Kan Leydisi”’ne itafen.Oysa geceden daha siyah atının üstünde evinin yolunda, beklide yeni bir rakibin önünde dimdik alaycı gülümsemesiyle.

    _________________
    Kalbinin esiri bir bilge
    gözlerinin esiri bir kalp
    iradenin esiri bir beden
    arzularını hapsetmiÅ? iki göz,
    ve sevgiden bir haber sözler prensi sana selam...

    http://tr2.monstersgame.net/?ac=vid&vid=34051957

    http://www.knightfight.org/?a
    Back to top View user's profileSend private messageSend e-mail
    Eliathor
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Apr 07, 2006
    Posts: 48

    PostPosted: Sat Nov 25, 2006 11:40 am Reply with quoteBack to top

    Miğferli Cellatın Hikayesi

    Güneş, kendini bulutların ardından korkarcasına gösterirken, diyar o sabah sessizliğin keyfini çıkarıyordu. Kanlı Dere Kasabası'nın dar sokaklarında gün boyunca koşuşturan çocuklar henüz güneşe merhaba dememiş, yaşlı satıcılar insanları avlamak için mallarını sergilemeye başlamamışlardı. Ne çok soğuk bir gündü ne de çok sıcak. Sıradan bir günün erken saatleriydi. Sislerin lordu, uşaklarını Kanlı Dere Kasabası'nın sokaklarına salarken, günün ona ne getireceği umurunda bile değildi.
    İki katlı ahşap evinin verandasında oturan Ralard, yüzündeki çiziklere güneşin pervasızca dokunmasına aldırmadan, kasabanın boş sokaklarını izliyordu. Bu diyarda altın kraliçe diye adlandırılan güneş, adamın savaş yaralarına her dokunuşunda, eski mücadeleleri görüyor ve bir kere daha adama hayranlıkla bakıyordu. Eskiden çok işe yarayan kasları şimdi tembelleşmiş, kılıç tutan eli güçsüzleşmişti. Aklı, zamanın kum taneleri arasında yolunu bulmaya çalışıyor, içtiği tütünün dumanının ardında bir giz arıyordu. Kasabalının eski bir tüccar diye tanıdığı adam, zenginliğini ticarete borçlu değildi kuşkusuz. O, işe yaramayan zenginliğini güçlü kollarına borçluydu. Eskiden güçlü olan kollarına. şimdilerde o kollar sadece zihnini uyuşturmaya yarayacak içkileri kaldırmaya yarıyordu. Ama kimin ne yaptığı sadece insanın kendisini ilgilendirirdi. Ralard da, kendisini yavaş yavaş öldürmek için içkinin tanrısıyla adil bir antlaşma imzalamıştı. Bu belki de bir monologdu ama yine de antlaşma antlaşmaydı.
    Ralard, ne çok ünlü bir savaşçı ne de asil bir şövalyeydi. O, ne güç mızraklarını ellerinde tutmuş ve birkaç ejderhayı öldürmüş, ne de cehennemin zebanilerini geldikleri yere geri göndermişti. Ne karanlığın tekrar kaçmasını sağlamış ne de sonsuz iyiliği diyarın halkına sunmuştu. Ne önemli bir büyücü kardeşi olmuş, ne de üst düzey bir ordunun komutanlığına yükselmişti. O sadece bir savaşçıydı. İnsanlığa göre basit ama kimine göre önemli bir hayat sürmüştü. şimdi adam, elinde tuttuğu tütünün dumanını içine çekerken, geçmişin karanlığı ve dayanılmazlığına geri dönüyordu. Zamanın durdurulamayan elçileri onu kollarından tutmuş geçmişin karanlık çukurlarına götürürken, adamın olayları tekrar izlemekten başka bir çaresi yoktu.
    şimdi adamın zihninde çocukluğu ona bakıyordu. Çilli suratı ve kirli elbiseleriyle şehrin ara sokaklarında sıradan bir çocuk. şehirlerine gelen yabancılara taş fırlatan, çok yaramaz olmadığı zamanlarda ise onlara bir yerler tarif edip, ceplerinden bir şeyler indirmeye çalışan bir çocuk. Küçük Ralard o zamanlar hiç yaşlanacağını düşünmüyordu kuşkusuz. Ama zamanın kumları, kristal saatin içinde kimseye aldırmadan akardı. Bu tanrıların kanunuydu. Ve eğer bir tanrı değilseniz, bunu asla değiştiremezdiniz. Ralard oturduğu ahşap sandalyede piposunun içindeki dumanı bir kez daha derince çekti içine. Çocukluğu yavaşça gözlerinden silinirken, artık bir delikanlı olmanın gücünü görüyordu kendi suratında. Her zaman bir şövalye olmak istemişti genç adam. Tüm kurallar ve birbirinin içine zincirlenmiş yasaların içinde, zırhının parlaklığını tüm dünyaya göstermek istiyordu. İşte o yüzden on altı yaşında evi terk edip Karanlık Kovanlar şehrine gitmeye karar verdi. Babasından aldığı uzun kılıcı beline asarken ona bir şövalye yemini saçmalığı aktarmıştı. Dilinin döndüğü kadar iyi tanrılardan ve gelecek olan adaletten bahsetmişti. Babası şövalyelerden hoşlanmazdı. Onların söylediği ya da vaat ettikleri şeylerin gerçekleştiğini hiç duymamıştı. Ve biliyordu ki bu saçmalıklar hep birer saçmalık olarak kalacaktı. Ama oğluna hiçbir şey söylemedi. Ona sadece metin olmasını ve hayatını tehlikeye atacak şeylerden uzak durmasını öğütledi. Bir çiftçiden de başka ne beklenebilirdi ki? Eğer annesi hayatta olsaydı mutlaka ona bir şeyler zırvalardı. Ama annesi birkaç sene önce bilinmeyen bir hastalıktan ölmüştü. şimdi Ralard, hem hayatının kara anlarını geride bırakıyor, hem de gelecekte ona göz kırpan umutlarına yelken açıyordu.
    Uzun yollar adamın ayaklarının altından aktı. Nice şehirler ve insanlar gördü genç adam. Nice tehlike ve tehdit ona sokulmaya çalıştı. Göllerde yıkandı ve kimi zaman ağaçlarla konuştu. Tam iki yılı harcamıştı şövalye olabilmek için. Ve şimdi istediği o görkemli şehrin önündeydi. Daha önce babasına sokulurkenki temiz suratı şimdi sakallarla kaplıydı. İki sene insan hayatını değiştirebilirdi. Bir çok şey olabilir ve zaman insana ilginç oyunlar oynayabilirdi. Ama Ralard sadece büyümüştü. Ne çok gizli bir sır öğrenmiş, ne büyük bir savaş atlatmış ne de âşık olmuştu. Sadece büyümüştü genç adam. şimdi kılıcını daha sıkı tutabiliyor, kadınları daha fazla düşünüyor ve sakallarını kaşıyabiliyordu. Hayatının ona sunduklarını reddetmeden almıştı. şimdi ise kaderinin önündeydi. Yıllardır kurduğu hayallerin çok yakınındaydı. Genç Ralard, şehre girmeden kervanın içinde traş olmaya çalıştı. Oraya bu denli kötü görünerek giremezdi. Daha önce hiç sakallı bir şövalye görmemişti ve ilk olmak da istemiyordu. Sallanan vagonun içine traş olmaya çalıştı. Birkaç yerini kesmişti ama daha iyisini de yapamazdı. Sonunda şehre girmişti. şövalyelerin şehrine.
    Yüksek rütbeli bir şövalyeyle görüştürüleceği günü beklemeye koyulmuştu genç adam. şövalye olacağından çok emindi. Az olan parasını kaldığı yere veriyor, olması gerekenden daha az yiyor ve birayı ağzına koymuyordu. Hikâyelerdeki şövalyeler gibi davranıyordu. Kibar ve asil. Günü geldiğinde iri beyaz kuleye doğru gitmişti. Ona cevabı verecek olan kutsal yere. Dünyada şövalye olabilmek için belli kuralları yapmalı ve ustaların onayını almalıydınız. İşte buna artık çok yakındı adam. Kırmızı bir halının üzerinde, yanındaki refakatçiyle geniş salona ulaştığında, bayılmamak için yoğun çaba sarf etmişti adam. Hayatında hiç bu kadar büyük bir salon gördüğünü hatırlamıyordu. Evi kadar büyük heykeller zaten yeterince görkemliydi. Burası gerçekten kutsal bir yer diye aklından geçirdi. Büyük masanın ardında oturan kişilerle arasında sadece birkaç adım vardı şimdi. Onların gözlerine bakmakta her ne kadar zorlansa da, yine de bakışlarını kaçırmamaya çalışıyordu. Oturan ustalar ise adamı dikkatle süzüyorlardı. Ralard çok yakışlıklı bir adam sayılmazdı ama iyi konuşurdu. Ağzı iyi laf yapardı. Ve temiz bir kalbi vardı. Ama biraz aceleciydi. İradesi de çok güçlü değildi.
    O büyük salondaki konuşma sonunda Ralard, bir şövalye olamayacağını öğrendiğinde, bunu efendilikle ve büyük bir irade ile karşılamamıştı. Keşke bunu yapabilseydi. Ama o sinirine hakim olamamış ve büyük ustaları hiçbir şey bilmemekle, hatta aptallıkla suçlamıştı. Aslında bu çıkış Ralard'ın yapacağı türden bir çıkış değildi. Fakat genç adam, günlerdir heyecandan bir şey yememiş ve sadece şövalye ilan edileceği günü beklemişti. Sonunda adamı apar topar kulenin dışına attıklarında, işte o zaman ağlamıştı genç Ralard. Hiç olmadığı kadar ağlamış ve tanrıları sorgulamıştı.
    O günden sonra hayat, adamın çervesinde daha farklı akmaya başladı. Para için savaşıyor ve kimi zaman da, yine para için korumalık yapıyordu. Acımasız hayatın içinde yaşam savaşı vermenin bir çok yolu vardı. Ralard da bunlardan sadece bir tanesini yapıyordu. Zengin adamlar için dövüşüyordu. şövalye kalesinde onu kalbinden hançerleyen ustaların acısını asla unutmadı. Kim daha fazla para verirse onun için savaşıyor ve kimi zamanda karşısına çıkan savaşçıları düşünmeden öldürüyordu. Dünyanın düzeni böyleydi. Eğer dünya ona acımadıysa, artık o da dünyaya acımayacaktı. Bu adil bir kuraldı ona göre.
    Ralard verandada otururken yıllar yine akmaya başladı. Piponun içideki tütün değiştirildi, boş olan kasaba yolları yavaş yavaş canlanmaya başladı. Artık Ralard geçmişe döndüğünde, kendini büyük bir krallığın emrinde çalışan bir asker olarak görüyordu. Yıllar içerisinde çok kan dökmüş, bir çok çocuğu yetim bırakmış ve bir sürü kadının ellerinden kocalarını almıştı. Bir kere can aldıktan sonra bir daha duramamıştı adam. Bunu istemsizce yapmaya başlamış ve artık geçmişi düşünmekten vazgeçmişti. Ne babasını bir kez daha görmüş ne de köyüne uğramıştı. Artık kendisi için yaşıyordu. Kanlı kılıcı elindeyken ona çok az kişi karşı gelebiliyordu. şimdi büyük bir krallık adına hiç de hoş olmayan bir görevi yapmaya gidiyordu. Siyah atının üzerinde, parlak bir zırhın içinde, güneşin ona korkakça baktığını hissediyor, bu da adamın gücüne güç katıyordu. Gittiği yer bir kasabaydı. Gelişmekte olan bir kasaba. İnsanların çalışkanlıkları ve iyilikleriyle tanındıkları bir yer. Bu yerin adı Ilık Dere kasabasıydı. Kasabaya aylık vergi toplama işi için gidiyordu. Her ay düzenli şekilde vergi topluyor, eğer karşı çıkan olursa da, ona hiç de hafif olmayacak bir ceza veriyordu. Ama onları öldürmeye kalkışmıyordu. Krallığın emirleri kesindi. "Köylüleri soy ama onları öldürme. Çlülerle antlaşma yapamazsın."
    O gün Ralard kasabaya gittiğinde ortalıkta kimseyi göremişti. Yanında getirdiği iki asker kasabanın çeşitli kesimlerine ayrılmış, insanları arıyordu. Ralard ise yüzündeki korkutucu miğferiyle boş kasaba sokaklarını süzüyordu. O gün hayatını değiştirecekti ama Ralard bundan kesinlikle habersizdi. Bir süre geçitikten sonra adamın savaşçı duyuları bu işte bir terslik olduğunu fark etmeye başladı. Savaşçılar dönmemişlerdi. Sesleri duyulmuyordu. "Ey rüzgarların tanrıçası, üzüntüyü ve mutluluğu getiren, boş sokaklarda gezin, evlerin içine gir ve tekrar dışarı çık. İnsanların korkularını bana getir. Bana oynanan oyunun sorumlusunu ver!" diye haykırdı adam. Kasabanın sokaklarında sesi yankılanmıştı. Korkutucu bir bağırıştı adamınki. Bu seslenişin ardından kasabalı, Ralard'ın askerlerinin kafalarını adamın önüne atmıştı. "Buradan git ve bir daha dönme. Senin yaşamana izin vereceğiz. Krallığa söyle artık burası askerleri olan özgür bir kasabadır." Ralard'ı çileden çıkaran şey, ne kasabalının özgürlük isteği, ne de ona karşı koyuşlarıydı. Onun hiddetini arttıran şey, askerlerin öldürülüşüydü. Kafalarının ahlaksızca kesilişi ve değersiz bir malmış gibi önüne atılışıydı. İşte bu hareket sonrasında Ralard tanrıları bile hayrete düşürecek bir şey yaptı. Kasabalının tuttuğu askerlerin hepsini acımadan öldürdü. Sonra evlere girerek tüm yetişkin adamları katletti. Kinden ve öfkeden değişmiş suratı kanla kaplanmıştı. Miğferi hala kafasında olduğundan, kimse adamın suratını görmemişti fakat yıllar boyunca artık o çocuklara anlatılan, onları yatağa erken götürmek için tekrarlanan korkunç hikayenin baş kahramanı olacaktı. Miğferli cellatın hikayesi.
    O gün o kasabada daha önce hiç dökülmediği kadar kan döküldü. Hiç duyulmadığı kadar çok çığlık duyuldu. Ve tüm erkekler öldürülünceye kadar da bunlar dinmedi. Sonunda Ralard işini bitirdiğinde, kendine gelmeyi başarmıştı. Adam yaptıklarına inanamıyordu. Çzerindeki kan ne yaparsa yapsın bir daha artık temizlenmeyecekti. Kadınların çığlıklrını duyuyor, çocuklaının ağlamaları ve feryatları kafasnın içinde yankılanıyordu. Artık bir zombiden farkı kalmayan kasabalı, adamın atıyla uzaklaşışını izlerken, ilerleyen yıllarda artık kasabanın ismi Kanlı Dere olarak anılmaya başlanacaktı.
    O günden sonra adam krallığa bir daha uğramadı. Ne onun için verilen ölüm ilanlarını gördü ne de başka bir kervan ya da krallık için çalıştı. Yıllarca bir deli gibi başıboş şekilde ormanlarda ve ovalarda dolandı. Hayatın ona oynadığı oyunun adil olup olmadığını tartıştı içinde. Yapılan haksızlıkları ve umursamazlıkları düşündü. Yıllardan sonra babası aklına geldi. Kasabasına gitti. Babasının ölüm haberini öğrendi. Onun son zamanlarında bile yanında olamamıştı. Çığlıklar ve feryatlar adamın aklından hiç çıkmıyordu. Geceleri o çığlıklarla uyanıyor, kasabanın kanlı akan nehrini görüyordu. Yıllarca bir dilenci gibi dolaştı. Neredeyse her gün ağladı. Yıllar sonra ise dönmeye karar verdi. Kasabaya yaptığı acımasızlığı telafi edebilirdi. Hala yapacağı bir şeyler vardı. Uzun zaman önce kazandığı altınları ve değerli eşyeları sakladığı yerden bulup çıkardı. O eşyalar hala çok değerliydi. Hatta bir kısmı daha da değer kazanmıştı. Belki bu kıymetli eşyalarla kasabaya giderse, şu anda bir viraneden farkı olmayan kasabayı düzeltme şansı olabilirdi. Kulaklarındaki çığlıkları dindirme şansı doğabilirdi.
    İşte Ralard o yüzden bu kasabada bir tüccar olarak tanınıyordu. Halk onu çok seviyor, neden böye zengin bir adamın bu denli köhne bir yerde bulunduğu anlamaya çalışıyorlardı. Ralard asla gerçeği söyleyecek gücü kendinde bulamamıştı. Onun yerine durmadan içiyor ve gençliğinde çok güçlü olan kaslarını geride bırakmak istiyordu. Ralard piposunu derin derin içine çekti bir kez daha. Az sayıda çocuk kasabanın sokaklarında oynamaya başlamıştı. O zamanlar kundaklarında rahatsızca yatan çocuklar olmalıydı bunlar. Aile kavramını yaşamayan bu köyün mimarıydı Ralard. şimdi eski savaşçının tek yapmak istediği, tekrar kasabayı eski günlerine getirmekti. Eskiden olduğu gibi mutlu insanlar ve zengin bir yaşam. Bunun için çok çalışacaktı. Ne gerekiyorsa yapacaktı. Tek istediği ölürken çocukların çığlıkları yerine, onların kahkahalarını duymak ve suratlarındaki o mutlu ifadeleri görebilmekti. Tek istediği buydu...
    Back to top View user's profileSend private message
    mikael
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Apr 07, 2006
    Posts: 692

    PostPosted: Sun Nov 26, 2006 6:03 pm Reply with quoteBack to top

    Güneşin şövalyesi

    Soğuk, rüzgarlı bir sonbahar günüydü. Kalın hayvan postlarına sarınmış iri bir adam, elindeki oduncu baltasını beline atmış, uzun, canlı adımlarla, bir yandan ıslık çalarak kasabanın dışındaki ormanlık araziye giden düz yolda yürüyordu. Ormana varınca, yaşlı, kuru bir ağacı gözüne kestirdi ve baltasını iki eliyle kavrayıp ağaca doğru ilerledi.

    Henüz birkaç adım atmıştı ki, durdu ve gözlerini kısıp ağacın bitişiğindeki çalılara dikkatlice bakmaya başladı. Orada, çalıların önünde, küçük bir çocuk, onu soğuktan zar zor koruyan ince, siyah bir kumaşa sıkı sıkı sarınmış, yatıyordu.

    İri adam aceleyle çocuğun yanına gitti ve kollarını ona dolayıp kolayca yerden kaldırdı. Hala uyumakta olan çocuğun neredeyse donmakta olduğunu farkedince yüreği hem acıma, hem de hiddet duygusuyla kabardı.

    "Kimse yok mu? Heey!" diye kükredi, rüzgarın uğultusunu bastıran bir sesle. Ama, beklediği gibi, bir cevap gelmedi.

    Bariton sesiyle çocuğu uyandıracağını farkeden adam, seslenmeyi derhal kesti ve endişeyle kucağındaki çocuğa baktı. Ancak çocuk, adamın sesinden hiç rahatsız olmamış gibi, yoğun bir uykudaydı. Çocuğun yüzünü inceleyen adam, bunun en fazla sekiz yaşında bir erkek çocuğu olduğunu gördü. Daha dikkatli bakınca, aklını karıştıracak şekilde, çocuğun normalden uzun kulaklarını ve çekik gözlerini de farketti.

    Bu tür bilmecelerle daha sonra da uğraşabileceğini düşünen adam, sırtındaki kalın pelerini çıkardı ve onunla çocuğu sıkıca sarmalayıp ormana arkasını dönerek hızla kasabaya doğru ilerledi.

    O gittikten sonra, saklandığı çalıların arasından siyah giysiler içinde, zarif bir suret çıktı. Suret, adamın arkasından uzun uzun baktıktan sonra, yavaş, kederli adımlarla ormanın içine doğru yürüyerek uzaklaştı.

    ---

    "şövalye adayı, Beneir Braton!"

    İsminin okunduğunu duyan savaşçı, gerginlikle volta attığı bekleme odasını taht salonuna bağlayan kapı açılınca, eli ayağına dolandı ve bir süre hareket edemedi. Bu gibi durumlara alışkın olan hizmetçilerden birisi yanına gelip, "Sizi bekliyorlar, efendim." diyerek nazikçe sırtından itekledi. Kendisine efendi sıfatıyla hitap edilmesine alışkın olmayan genç adam, hizmetçinin temasından irkilerek kaçındı ve aceleyle kapıdan geçip taht salonuna girdi.

    Salonun göz alıcı dekorasyonu, Beneir'in hafif bir ıslık çalmasına neden oldu. Görkemli, mermer heykeller, her pencerenin iki yanına yerleştirilmişti. Geniş salonun duvarlarındaki boş kalmış her yer, usta elinden çıkmış yağlı boya tablolar, duvar halıları ve gösterişli, süslü silahlarla doluydu.

    Kral ve kraliçe, odanın ucundaki görkemli tahtlarında, yerden yüksek bir platformdaydı. Bu platformun etrafında beyaz, parlak zırhları ve beyaz pelerinlerinin içinde, bellerinde taşıdıkları işlemeli kabzalarındaki kılıçları ve sırtlarındaki büyük, çelik kalkanları ile beş şövalye duruyordu. Beneir özlemle iç çekti. Çok yakında, o da bu parlak zırhları giyecek, o muhteşem silahları taşıyacaktı. Kralını ve krallığı korumak için yoldaşlarının yanında hayatı pahasına savaşacak, kılıcının şarkısıyla dünyaya adalet dağıtacaktı.

    Kapının kapanma sesiyle hayal dünyasından çıkan Beneir, nerede olduğunu hatırladı ve derhal harekete geçip dengeli, zarif adımlarıyla, kralın önüne kadar yürüdü. Ona öğretildiği gibi, "Kralım." diyerek tek dizi üzerine çöktü ve bekledi.

    Yaşlı kral, karşısındaki adamı düşünceli bir şekilde, baştan aşağı süzdü. Çnünde duran savaşçının, bir yarı elf olduğunu biliyordu. Sınırları oldukça geniş topraklara ve dillere destan bir zenginliğe sahip olan Kral Ranellion bile, yirmili yaşlarının ortasında görünen, yeşil, badem biçimli gözleri, sarı, uzun saçları, bakımlı, kısa sakalı olan ve yapılı bir vücut ile keskin yüz hatlarına sahip bu adamı kıskanmadan edemedi. Basit bir pullu zırh giymiş, belindeki bir kılıç ve sırtındaki bir yay ile sırt çantası dışında birşey taşımayan bu savaşçı, krallığına bağlı küçük kasabalardan birinde, sıradan bir oduncunun yanında evlatlık olarak yaşıyordu. Ender rastlanılan türünün yanı sıra, kılıç kullanmadaki yeteneğiyle de o yörede nam salmayı başarmıştı.

    Beneir, kralın, "Ayağa kalk, genç savaşçı." dediğini duyunca hazırol vaziyetinde ayağa kalktı. Gözleri gayri ihtiyari, kırmızı ve mavi, çarpıcı elbiseleri içindeki kral ve kraliçe yerine, etraflarındaki şövalyelere kayınca, şövalyelerin ona hiç de dostane olmayan bakışlar attığını gördü. Ancak bunun için onları suçlamaması gerektiğine karar verdi. Ne de olsa bugün basit bir demirci çocuğuna yenilmişlerdi.

    "Hangi gerekçeyle, şövalyeliği hak ettiğini düşünüyorsun?" diye sordu kral, Beneir'e, cevabı bildiği halde. Daha bunu sorarken, yarı elf kendinden emin bir şekilde gülümseyerek elini gömleğinin cebine götürmeye başlamıştı. Beneir, cebinden küçük, cam bir şişeciğin içinde duran pembe yapraklı bir çiçek çıkardığında, kralın gözlerini kapayarak arkasına yaslandığını ve dudaklarının, muhtemelen tanrısı Pelor'a ettiği bir duayla, kıpırdadığını görünce şaşırmadı.

    İki hafta kadar önce, Kral Ranellion'un en küçük kızı, ender görülen, korkunç bir hastalığa yakalanmıştı. Hastalığının ilacı için gerekli en önemli bileşen de, sadece bazı, en yüksek dağların tepelerinde yetiştiği rivayet edilen, pembe yapraklı, varlığından bile emin olunamayan bir çiçekti. Kral, bu çiçeği bulup getirene büyük bir ödül sözü vermişti.

    Elbette ki bu yarışmanın favorileri kralın yetenekli şövalyeleri ve güçlü büyücüsüydü. Ancak Beneir, her zaman istemiş olduğu şövalyeliğe adım atması sağlayabilecek bu fırsatı kaçırmamış ve, herkesi şaşırtan bir sürpriz yaparak, henüz kimse bir ipucu dahi bulamamışken çiçeği bulup getirmişti.

    Beneir'in kulağına, "Onu ben alayım evlat." diye bir ses geldi. Bu kadar yakından gelen ani ses karşısında, genç savaşçının refleksleri hızla tepki verdi. Beneir şişeyi havada bir tur attırıp sol eline geçirdi ve sesin geldiği yöne dönüp sol bacağını bir adım geri atarak şişeyi güvenceye aldıktan sonra, sağ eliyle kılıcına hamle yaptı.

    Ancak karşısında mavi cübbesi içinde, yaşlı bir adamın durduğunu ve ona gülümsediğini görünce sakinleşti. Bu adam, sarayın ünlü başbüyücüsü Heltrin'di. Biraz önceki tepkisi yüzünden utanan yarı elf, şişeyi büyücünün bekleyen eline uzatırken, keskin kulaklarıyla şövalyelerin durduğu bölümden hafif bir ıslık sesi duydu. Başını çevirip bakınca, bu çeviklik gösterisinden etkilendiği bariz olan ve aralarında en genç olarak görünen şövalyenin kendisine gülümseyerek baktığını gördü.

    Yaşlı büyücü, şişeden çıkardığı çiçeği elinde evirip çevirerek bir süre inceledikten sonra, "Bu doğru çiçek, kralım." diye ilan etti. Kral Ranellion, şövalyeleri kılıçlarını havaya kaldırıp "Beneir Braton" için, oldukça gönülsüz bir şekilde, "Çok yaşa." nidaları atarken, gözlerini kapalı tutarak Pelor'a son bir kez daha dua edip şükranlarını sundu.

    Yaşlı kral, son iki haftadır ilk kez rahat nefes alıyordu. Karşısında duran bu yarı elf sayesinde, kızı o lanet hastalıktan kurtulacak ve yaşama dönecekti. Ama deneyimli kral, duygularını işine karıştırmaması gerektiğini biliyordu. Sadece bu görevi yerine getirmesi, bir adamı şövalye yapmaya yetmezdi.

    Ranellion, elini kaldırıp şövelyelerin tezahüratlarını keserek, "Demek ödül olarak şövalye sıfatını istiyorsun, genç savaşçı." diye sordu Beneir'e.

    "Bu, benim için en büyük ödül olur, kralım." diye yanıtladı Beneir, eğilip reverans yaparak. "Eğer benim için bunun dışında bir ödül düşünüyorsanız, kibarca reddedecek, ve çiçeği size bırakıp, prensesin iyileşmesi için Pelor'a dua edeceğim."

    Yaşlı kral, çenesindeki sakalları kaşıyarak düşünmeye başladı. Karşısındaki savaşçının hareketlerinden ve sözlerinden, onun gerçek bir şövalyede bulunması gereken asil bir kan taşıdığını sezmişti. Bu yarı elfin geçmişi hakkında, bir ormanda terkedilmiş halde bulunmuş olması dışında hiçbir şey bilinmiyordu, bu yüzden soyunun nereye dayandığını sadece tahmin edebilirdi. Kim bilir, belki de babası bir şövalyeydi, veya annesi soylu bir elf hanımıydı.

    Çstelik, bir yarı elfin yanında şövalye olarak bulunmasının getirilerini de inkar edemezdi. Böyle bir olay, krallığının elflerle yapacağı herhangi bir barışçıl anlaşmaya güzel bir reklam sağlayacaktı.

    "Kararımı verdim." diye duyurdu kral, salondaki herkesin şahit olması için gür bir sesle konuşarak. "Beneir Braton, sana acemi şövalyelik rütbesi veriyorum. Bundan böyle, şövalyeliğe geçiş için hazır olana kadar, şövalyelerim tarafından eğitim görecek ve görevlere atanacaksın.".

    Beneir, kendisine yapılan tezahüratların arasında, başını önüne indirip bu mutlu anın üzerinde yarattığı etkiyi sindirmeye çalıştı. "Sizi asla yüzüstü bırakmayacağım, kralım." diye fısıldadı, yanaklarından aşağı gözyaşları inerken. Kelimeler, şövalyelerin gür tezahüratları arasında kayboldu. Ancak Ranellion, savaşçının bu sözünü, yüreğinde hissetti ve, "Pelor yanında olsun." diye gülümseyerek karşılık verdi.

    ---

    Güneşin ilk ışıkları, küçük çadırın içine sızmayı başardı, ve masasına dağılmış haritalar ile kağıtların üstünde uyumakta olan adamın üzerine düştü. Çadırın kapısı açıldı ve içeri, elinde uzun bir mızrak taşıyan, zırhlar içinde bir savaşçı girdi.

    "Efendim, uyanın." diyerek masada uyuyan adamı dürttü savaşçı, "Efendim, Sör Beneir.".

    Sör Beneir. Bu son sözler uyuklayan adamı, rüya aleminden çıkarıp, gerçeğe döndürdü. Kafasını çalışma masasından kaldıran yarı elf, onu dürten adama baktı, "Ne var, ne oldu?" diye sordu huysuzca.

    "Güneş doğarken sizi uyandırmamı emretmiştiniz, efendim." diye cevapladı savaşçı, saygılı bir ses tonuyla.

    "Evet," dedi Beneir, kaslı kollarını iki yana açıp iyice gerinerek uykuyu üstünden atarken, "Evet, öyle istemiştim.".

    Savaşçı, izin alıp ayrıldıktan sonra, yarı elf masasının üstündeki notları ve planları toplayıp sandığına kilitledi. Levha zırhını üstüne giyerken, gece görmüş olduğu rüyayı düşündü. şövalyelik için ilk adımını attığı o günle ilgili rüyayı. O zamandan beri aradan yıllar, yıllar geçmiş, tahta eski kralın büyük oğlu geçmiş, eski şövalyelerden sadece birkaçı kalmıştı.

    Bir süre sonra, Beneir'in üç subayı çadıra girdi. Her biri kıdemli şövalyeyi uygun bir şekilde selamladıktan sonra hazırol vaziyetinde karşısına geçtiler.

    "Kamplar birkaç saate kadar toplanmış olacak." diyerek rapor vermeye başladı subaylardan biri, "şehre varmamız öğlen vaktini bulacak. Çncülerimizin raporlarına göre, orklar, umduğumuz gibi, şehre sızmayı henüz başaramamışlar. Planlarımızı şehirdeki askerlerin komutanına ilettik. Emrettiğiniz gibi, orkların kamplarına saldırdığımız sırada şehrin ordusu bize destek yollayacak.". "Pelor yanımızda olsun." diye bitirdi sözlerini, ve diğer iki subay da ayrılmadan önce aynısını yaptılar.

    Birkaç saat içinde, ordu yola çıkmaya hazırlanmıştı. Beneir ve arkasından gelen subayları, atlarını ordunun önünde sürerken, şövalye başını kaldırıp yeşil gözlerini kısarak güneşe baktı. Bugün güneş parlaktı, çok parlaktı. şövalye elini boynunda duran madalyona, Pelor'un, güneş tanrısının sembolünün üstüne koyup memnuniyetle gülümsedi.

    Bugün zafer kazanmalıydı. Biliyordu ki bugün, Pelor onları bizzat izliyordu. Bu savaş, tanrısının gözündeki değerini yükseltmesi için iyi bir fırsattı.

    Sör Beneir Braton, bu tür fırsatları kullanma konusunda deneyimliydi.
    Back to top View user's profileSend private messageMSN Messenger
    Artemis Entreri
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Jun 14, 2005
    Posts: 1521
    Location: Ýstanbul

    PostPosted: Sun Dec 03, 2006 10:10 pm Reply with quoteBack to top

    Rüzgarın Lordu Ulfhan Düşavcısı


    Efsane olabilmek için ölmek gerekir derler.

    Bir rüyayı yaşıyorsanız eğer, gerçekten hissedebilirsiniz.

    Bunun olması gerekli miydi peki?

    Eğer açsaydım gözlerimi, onun ölmüş olduğunu bilecektim. Tüm hayatımın bir rüya
    olmasını bu yüzden diledim. Kaçmayan bir adamı ya öldürürsünüz, ya ölmesine göz
    yumarsınız, ya da ölmeye göz yumarsınız.

    Çlmeye cesaretim yoktu benim, bu yüzden üzgündüm. Kollarımın arasında, o kanlar
    içinde yatarken, göz yaşlarım ıslatıyordu bedenlerimizi. Asla yaşamak istemeyeceğim
    türden bir rüyaydı bu. Ama yaşıyordum işte.

    Rüzgarın Lordu Ulfhan Düşavcısı efsane oluyordu.

    Ama önce, size onun nasıl öldüğünü değil, nasıl yaşadığını anlatacağım.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------

    Doğduğunda hiç ağlamadığı söylenirdi. Emeklemeden yürümeye başladığı, koşmadan
    konuştuğu, konuşmadan silah tuttuğu söylenirdi.Eğitim gördüğü akademiyi 1.likle
    bitirdiğini, ona denk hiçbir rakibi olmadığını ve hep en güzel kadınlara sahip olduğunu
    duymuş olabilirsiniz. Tüm bunlara inanmak isterdim ama öyle olmadığını biliyorum. Hayat
    kurtarmaya küçük yaşta başladı. Babası Barat Düşavcısı, onun bir rahip olmasını istiyordu.
    Alınan her hayata karşı bir hayat vermek…

    17.kışında rahip akademisinden alınarak Morsilyon ticaret şehrine gönderildi babası
    tarafından. Kılıç tutmayı orada öğrendi. Doğanın Gözü hanında başladığı “Koruma” işinden
    2 sene sonra “Kapı Gardiyanı” bundan 3 sene sonra “Kapı Komutanı” oldu. 4 sene
    sonrada “Yok ediciler” isimli gruba katılmak için yeterli cesareti gösterdiğine
    inanan Morsilyon halkı onu şeref Madalyonuyla onurlandırdılar.

    Babası Barat’ın gizemli ölümü üzerine Ulfhan 28 yaşında Thuh-Saka’ya
    döndü. Bir büyücü avcısı olan babasının nasıl öldüğünü öğrenmek üzere loncaya
    gitti.Loncanın lordu babasının büyücüler tarafından öldürüldüğünü anlattı
    Ulfhan’a. Büyücü nefretini onun kalbine tam anlamıyla soktu. İntikam duygusunu
    Ulfhan orada öğrendi. Ve bir yemin etti.

    Ulfhan, babasını hayal kırıklığına uğrattı. Bu yüzden size kurtardığı hayatları değil,
    aldıklarını anlatacağım.Ulfhan, babasının mesleğine devam etti. Böylece aldıkları her iki
    hayata karşı, hiçbir şey vermediler.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------

    Thuh-Saka’nın büyücü lordları yüksek meblağlar ödeyerek kiralık katillerle
    hallederlerdi öldürme işlerini. Ve her zaman en aşırı şekilde korunurlardı yine bu para
    verdikleri adamlardan. Çldürmenin bir sanat olduğu kadar, hayatta kalmak da bir
    sanattır. Ve Thuh-Saka’nın büyücü lordları bu sanatın hakkını fazlasıyla
    veriyordu. Yinede bazen bu lordlarında öldürülmesi gerekir. Düşavcıları böyle ortaya çıktı.

    Ve şimdi babasının işini Ulfhan devam ettirecekti. şeref Madalyonu, öldürülmesi gereken
    büyücünün rüyasına gitmesini ve işi bittiğinde o rüyadan çıkmasını sağlayacak olan
    büyüyle donatılmıştı. İlk görevi bir kasabanın üzerine Meteor Düşüşü büyüsünü yapıp
    çocuklu kadınlı her şeyi yok etmiş bir büyücüyü öldürmekti. Hazırlıklar tamamlandı ve
    Ulfhan büyücü lordu Davy’nin rüyasına gitti. Bir düşavcısının geri dönüşünü
    beklemek, büyücü avcıları için her zaman zor olmuştur.

    Bir insanı düşünde öldürmenin bazı riskleri vardır. Eğer rüya bir kabussa %50 ölürsünüz.
    Eğer rüyada geri dönüş için gerekli olan mücevheri kaybederseniz %90 ölürsünüz. Eğer
    öldüreceğiniz kişi rüyada olduğunuzu anlarsa, ölürsünüz.

    Davy gibileri çok fazlaydı. Birkaç yıl boyunca Ulfhan öldürdü. Artık bir anlamı yoktu hiçbir
    şeyin. Çldürdüğü her adamın babasının katili olduğunu düşünüyordu. İyilik yapmak önemli
    değildi onun için. Dünyaya zarar veren bu adamların ölmüş olması değildi onun için önemli
    olan. Ulfhanın her gece yatağına yattığında uyuyabilmesini sağlayan tek şey öldürdüğü
    büyücülerin ölmeden önceki yakarışları ve her seferinde merhamet dilemeleriydi. Ancak 4
    sene içinde yok edilen yüze yakın büyücü lordu – ki bunların sadece 6 tanesi Thuh-
    Saka sınırları içerisindeydi- , Ulfhana haklı bir unvan getirmişti.


    Rüzgarın Lordu…



    Bir büyücü lorduna aşık olmuştu.

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------


    “Merhamet dile, pislik.” … “Babamı sen öldürdün
    biliyorum.”

    “Ulfhan, tatlı bebeğim… Ben Beatriz’im.”

    “Kapa çeneni.” Elinin tersiyle yüzüme sertçe vurdu. Kan tadı…

    “Lütfen, biliyorsun bunu yapmak zorunda değilsin. Uzaklaşabiliriz.” Bir
    kahkaha patlattı. Elleriyle yakama yapıştı ve beni havaya kaldırdı. Yüzüme baktı, bir şey
    soracakmış gibi oldu, sustu, tekrar yeltendi, sustu. Sonra.. “Neden yaptın bunu
    Beatriz ha? Seni çok sevmiştim.” Gözleri yaşlandı. Daha önce hiç ağladığını
    görmemiştim. Güçlü kaslarına dokunarak cevap verdim. “Eğer söyleseydim beni
    hala seviyor olur muydun?” Bir tokat daha yapıştırdı. Canımı acıtıyordu. Ama
    fiziksel olarak değil. Bana burada zarar veremezdi. Hele ben biliyorken.

    “Tüm hayatımı buna adadım ben.” Beni yavaşça yere indirdi. Sonra
    ağlamaya başladı. Güçlü omuzları acı dolu hıçkırıklarla sarsılıyordu. “Tüm hayatımı
    buna adadım ben.” Koca adam, Rüzgarın Lordu, yavaşça düşüyordu sanki.
    “Tüm hayatımı…” İzliyordum. Canım acıyordu. İzliyordum.Kafasını
    çevirip bana baktı. Bir anda hıçkırıkları kesildi. Gözlerinde ki nefreti o zaman gördüm. Sesi
    bu sefer çok kesin çıkmıştı. “Tüm hayatımı…” Kılıcını havaya
    kaldırdı. Başımı sağa sola salladım.

    “Hayır aşkım lütfen.”

    Beni dinlemedi. Kılıcı başımın hemen üstünde durduruldu, başka bir kılıç tarafından. Ulfhan
    şaşkınlıkla kılıcına baktı. Yanımdaki bir savaşçı onu durdurmuştu. Etrafında 20 başka
    savaşçı daha vardı.

    “Benim rüyamdaysan bebeğim, benim kurallarımla oynarsın.”

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------


    Bazen gözlerimi kaparım güneşe karşı uzanmışken. Düşlerimde gördüklerim, asla sahip
    olamayacaklarım, güzel anılar bulur beni. Hepsini anlatmak isterdim size. Rüzgarı anlatmak
    isterdim. Hayatında oradan oraya nasıl savrulduğunu anlatmak isterdim. Geriye dönmek
    isterdim. Babası beni öldürmek için düşüme girdiğinde, kaçmasına izin vermek isterdim.
    Acımasızca katlettim onu orda. Hiçbir çıkış yolu bırakmadım.

    Bunun olması gerekli miydi peki?

    Bir rüyayı yaşıyorsanız eğer, gerçekten hissedebilirsiniz.

    Efsane olabilmek için ölmek gerekir derler.

    Rüzgarın Lordu Ulfhan Düşavcısı efsane oluyordu…
    Back to top View user's profileSend private messageVisit poster's websiteMSN Messenger
    Horcoel_Baator
    SeçilmiÅ? SavaÅ?çı





    Joined: Oct 22, 2004
    Posts: 673
    Location: BoÅ? boÅ? gezindigi Ankara sokaklarından..

    PostPosted: Mon Dec 04, 2006 8:36 pm Reply with quoteBack to top

    Süre bitmiştir arkadaşlar başlığı kitliyor ve yazılarını yollayan arkadaşların hikayelerini incelemeye alıyoruz.. Smile

    _________________
    ''No matter what I do, no matter how hard I try,
    the ones I love will always be the ones who pay..''
    Back to top View user's profileSend private messageMSN Messenger
    Horcoel_Baator
    SeçilmiÅ? SavaÅ?çı





    Joined: Oct 22, 2004
    Posts: 673
    Location: BoÅ? boÅ? gezindigi Ankara sokaklarından..

    PostPosted: Sun Dec 17, 2006 7:31 am Reply with quoteBack to top

    Yapılan incelemeler sonucunda Juri üyelerimizin oyları ile Artemis Entreri isimli yarışmamız '' Rüzgarın Lordu Ulfhan Düşavcısı '' isimli yapıtıyla yarışma birincisi ilan edilmiştir.. Smile Kendisini kutluyor ve gelecek yarışmalarımızda da bekliyoruz Smile

    Tebrikler Artemis.. Smile
    Yorumlarınızı yorumlar bölmüne atabilirsiniz arkadaşlar..
    Saygılarımla..

    _________________
    ''No matter what I do, no matter how hard I try,
    the ones I love will always be the ones who pay..''
    Back to top View user's profileSend private messageMSN Messenger
    Display posts from previous:      
    Post new topicThis topic is locked: you cannot edit posts or make replies.


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.66 Saniye