Frp World Ana Menü
  • Frp World
    » Anasayfa
    » Forum
    » Anketler
    » Akademi
    » Kitap Tanıtımları
    » Haber Arşivi
    » Haber Gönderin
    » Makale Gönderin

  • Üyelere Özel

  • Kişisel
    » Hesabınız
    » Özel Mesajlar
    » Üye Listesi
    » Üye Arama
    » Siteden Çıkış

  • Site Bilgileri
    » Top10
    » Site Hakkında Yorumlarınız
    » İstatistikler
    » Destekleyen Siteler

  • Kullanıcı Menüsü
    Hoşgeldin, Diyar Gezgini
    Üye Adı
    Şifre
    (Kayıt Ol)
    Üyelik:
    Son Üye: KirbyJoine
    Bugün: 8
    Dün: 23
    Toplam: 90337

    Şu An Bağlı:
    Ziyaretçi: 1467
    Üye: 0
    Toplam: 1467

    FrpWorld.Com :: View topic - Kan Gecesi
    Forum FAQ  |  Search  |  Memberlist  |  Usergroups   |  Register   |  Profile  |  Private Messages  |  Log in

     Kan Gecesi View next topic
    View previous topic
    Post new topicReply to topic
    Author Message
    MG
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Dec 04, 2008
    Posts: 17

    PostPosted: Fri Nov 06, 2009 3:46 pm Reply with quoteBack to top

    1/1

    Sana o gün orada neler olduğunu anlatayım.

    Bundan yıllar önceydi. Henüz on yedi yaşındaydım. Bir pazar günüydü galiba. Ailemle bir kır gezisine çıkmıştık. Annem, babam, erkek kardeşim ve ben...

    Hep beraber güzel bir gün geçiriyorduk . Oldukça eğlendiğimizi söyleyebilirim. Kardeşimle şakalaşıyor, oradan oraya koşuyorduk. O yaşlarda gerçekten yaşıyor olmak benim için böyle bir şeydi. Ailemle ve mutlu...

    Aslında o gün beni insanlıktan alan şey babamın mangal için yakacak toplamam gerektiğini söylemesiydi. Bunun üzerine oyunu bir kenara bırakıp çalı çırpı toplamaya başladım. Kısa süre sonra piknik yaptığımız alanın hemen ilerisinde başlayan küçük, ama sonradan oldukça büyük olduğunu gördüğüm bir ormanın girişinde buldum kendimi. Topladıklarımın daha iyilerini bulup babama yaranmak için yaşlı ağaçların arasından ormanın derinliklerine doğru süzüldüm. Ağaçların dalları gökyüzünü bir duvar gibi örmüştü sanki. Karanlık ve yer yer koyu yeşilin hakim olduğu ormanda gökyüzünün maviliğini unutmuştum sanki bir anda. Bunu umursamadım ve biran önce işimi bitirip ailemin yanına dönmek için ağaç diplerine düşmüş, dallara takılı kalmış çalı, kozalak ve benzeri şeyleri toplamaya başladım.

    Orada ne kadar vakit geçirdiğimi bilmiyorum. Bildiğim iki şey odunları toplamış olmama rağmen hala ormandan çıkamamış olmam ve tahminime göre artık güneşin yerini aya bırakmasıydı. Yutkundum ve acı gerçeği kendime itiraf ettim. Kayboldum...

    Bilinçsizce ve büyük bir dehşet ve korkuyla sağa sola koşmaya başladım. Nereye koşsam korkutucu ağaçlar, nereye koşsam karanlık... Kalbim ağzımda çarpıyordu. Zavallı ailem o an ne yapıyordu kim bilir. Beni deli gibi arıyor olmalıydılar. Belki de tüm akrabalarım polis ve jandarma peşimdeydi. Gün iyice koyulaşmadan beni kurtarmak istiyorlardı. Ben de bunu istiyordum ama etrafta en ufak bir insan izi yoktu. Sanırım hayatımda en çok o zaman korkmuştum. Gözümden akan iki damla yaş, toprağa çarptı ve ağaçlardan dökülen sarı yaprakların arasında kaybolup gitti.

    Yorulmuştum, ormanın içinde dolanıp duruyordum ve gözyaşlarım hızlanmıştı. Sesimi salarak ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Adımlarımı da hızlandırmıştım. Sürekli bağırıyor, çığlıklar atıyordum birinin beni duyması ümidiyle ama içimdeki ümit yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı.

    Ormandaki gece yaratıkları, baykuşlar ve yarasalar içimdeki korkuyu arttırmıştı. Artık ümidimi kesmiştim. Bir ağacın gövdesine sırtımı dayadım, başımı dizlerimin arasına alıp gözlerimi kapattım. Çylece bekliyordum. Ve günün ilk ışıklarını görene dek korkuyla beklemeyi düşünüyordum.

    Ama bu bekleyiş çok sürmedi. Duyduğum keskin bir hışırtı sesi olduğum yerden fırlamama ve ağlamaktan acıyan gözlerimden bir damlanın daha süzülmesine neden olmuştu.

    Korkulu gözlerle etrafıma baktım. Görünürde Hiçbir şey yoktu ama aynı sesi bir iki defa daha duymuş olmam yeniden ağacın yanına oturmama engel oluyordu.

    Tam o sırada, gözlerimi ağaçların arasında gezdirirken hayatım boyunca unutmadığım ve unutmayacağım o gözlerle karşılaşmıştım. Kana susamış iki büyük kırmızı göz...

    O gözlerin sahibi olan kişi şimdi bana doğru geliyordu. Görünürde insandan farklı tek yanı ölümü içine hapsetmiş olan o gözlerdi. Korkuyordum, tarifi imkansız bir korkuydu bu. Titremiyor ve kıpırdayamıyordum. Kaskatı kesilmiştim adeta. Koşmak, kaçmak için müthiş bir istek duymak ama saçının telini bile kıpırtadamamak. Bunu en iyi ben bilirim işte.

    O kişi bana giderek yakaşıyordu. Ağır ağır, ama aslında nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla... Karmaşık duygular içindeydim ve hiçbir şey yapamıyor, hissedemiyordum. O an yoğun olarak hissettiğim tek şey korkuydu.

    Aramızda bir metreden az bir mesafe kalınca onun bir insan olmadığını anlamıştım. Ağzını açtığında o iğrenç kokuyu duymuş ve keskin, parlak dişlerini görmüştüm. Bu dişleri görmemle boynumun sağ tarafında müthiş bir acı hissetmem aynı anda olmuştu neredeyse. Ama o dişleri ilk günki gibi hatırlıyorum.

    Ona karşı koyamıyordum. Elleri omuzlarımı kıracak kadar sıkı bir şekilde tutuyordu. Ama sonradan kırılmadığını, ama oldukça zorlandığını kollarımın morardığını öğrenmiştim.

    Acıyla birlikte yavaş yavaş boğazıma doğru akan bir sıcaklık hissettim tenimde. Gözlerim karardı ve göz kapaklarım çırpınarak, acıyla kapandı. Boynumdan vücudumun içine girmiş onlarca hançer vardı sanki. En son anımsadıklarım da bunlardı...

    Gözlerimi açtığımda yaprakların arasından süzülen güneşin bedenimi yaktığını hissettim. Bedenimin her yerinde müthiş bir ağrı ve acı vardı sanki. Zorlukla yattığım yerden doğruldum. Dün geceden anımsadıklarımın haricinde bir şeyler gelmemişti aklıma. Başımın içinde mütiş bir ağırlık vardı sanki. Boynumun üstünde durmakta zorluk çekiyor gibiydi. O an en büyük acıyı başımı sağa sola oynatırken hissetmiştim. Gözlerimi boynumda gezdirdiğimde sağ tarafımda omuzuma kadar bir yara olduğunu gördüm. Kemiklerimi kurumuş kanların ve parçalanmış derinin arasından rahatlıkla görebiliyordum. Midem bulanmıştı. O an gördüğüm yarayı hala bedenimde taşıyorum. Ama daha masum bir şekilde...

    Orada, duyduğum son hisler burnumdaki mide bulandıran, yoğun kan kokusu ve müthiş bir açlık ve susuzluk isteğiydi...
    Back to top View user's profileSend private message
    MG
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Dec 04, 2008
    Posts: 17

    PostPosted: Wed Nov 11, 2009 7:14 pm Reply with quoteBack to top

    1/2

    O günleri hala dün yaşamış gibi iyi hatırlıyorum. Hayatımın, daha doğrusu sonsuza uzanacak hayatımın o ilk günlerini nasıl unutabilirim ki.
    Gözlerimi bir hastane odasında açmıştım. Etrafıma bakıp, tam olarak nasıl bir yerde olduğumu görecek kadar gücüm yoktu. Hastanede olduğumuzu yanıma yanaşıp beni kontrol eden hemşireyi görünce anlamıştım sanırım.
    Daha sonra babamın sesini duymuştum. Ne dediğini tam olarak hatırlamıyorum. O an da duymamıştım galiba. Yanıma yanaşıp saçımı okşadı. Gözleri oldukça yorgun görünüyordu. Ben kaybolduktan sonra hiç uyumamıştı. Sonra annemi gördüm. Zorlukla başımı annemin olduğu tarafa çevirince yaşlı gözlerini görmüştüm. Bu yaşlı gözler benim yorgun gözlerimi de tetiklemişti sanki. Ben de usul usul ağlamaya başladım.
    Daha sonraları akrabalarımızın çoğunun da o gün hastanede olduğunu öğrenmiştim. Onları en son evimizde görmüştüm. şuan çoğunu yüzünü hatırlamıyorum.
    O an o gün gördüklerim, hissettiklerim geliyordu aklıma. İçim ürperiyordu. Sonra sustum. şimdi sana o odada babamla neler konuştuğumu ve hastaneden nasıl çıktığımı anlatıyım.
    Tam babamla konuşmaya yeltenirken doktor girmişti içeri iyi hatırlıyorum. Orta yaşlarda, sert görünüşlü ve bu görünüşünü destekleyen kaslara sahip olan bir adamdı. Bir elinde bir dosya, bir elinde de iki kağıt parçası tutuyordu galiba. Babama yöneldi.
    ''O ormanda oğlunuza nasıl bir şeyin saldırdığını tam olarak çözemiyoruz. Yarası oldukça derin ve daha önce görmediğimiz bir şekilde parçalanmış. Ayrıca saldıran hayvanın neden sadece yaralamak istediğini anlayamadık. Orada dağdan inen bir boz ayı saldırmış olmalı oğlunuza. Daha sonra başladığı işi tamamlamadan kaçmış olmasına da duyduğu bir takım sesler neden olmuş olabilir. Ayrıca oğlunuz çok fazla kan kaybetmiş. Oğlunuzun kaybettiği kanı bulabilmek hiç kolay olmadı. Bu çocuk nasıl bu kadar kan kaybedip hayatta kaldı onu da açıklayamıyoruz.Bunları açıklamak çok güç.''
    Babam boş gözlerle bakıyordu doktora. Ne diyebilirdi ki zaten. Doktorun devam etmesini, olayı tüm ayrıntılarıyla anlatmasını istiyordu ama doktorun söylecek çok fazla şeyi yoktu galiba. O da diğerleri gibi en ufak bir fikre sahip değildi.
    O an onlara bana bir vampirin saldırdığını söylemek isterdim. Belki o zaman her şey çok daha farklı olabilirdi. Ben de şuan bu durumda olmazdım. Belki kimseye zarar vermeden ölür gider, belki de ailemle mutlu hayatıma devam ederdim. Ama o zaman korkmuştum. Bu ölümcül bir korkuydu. Anlatılması güç bir korku. Onlara gerçekleri söylemek istediğimde o an gördüğüm dehşet verici yüz tekrar gelmişti yüzümün önüne. Vazgeçtim...
    ''Nasılsın oğlum?'' Babamın sözleriyle tekrar hastane odasına dönmüştüm. Nasıl olabilirdim ki? Bir vampir tarafından avlanmış, derin yaralı bir insan.
    ''Daha iyiyim baba,'' dedim. ''Acılarım hızlı bir şekilde diniyor. Çok fazla ağrım da kalmadı.'' Yalan söylemiştim. Çzellikle boynumda ölümcül bir acı duyuyordum ve her yerim tonlarca ağırlığın yükünü çekiyormuş gibi ağrıyordu.
    Hastane kokusundan oldum olası nefret ederdim. O gün de bu bunaltıcı, mide bulandırıcı kokuyu vücudumun her yerinde duyuyordum. Hem sıcak yuvama dönebilmek, hem de daha beter olmadan hastaneden çıkabilmek için babama seslendim.
    ''Beni buradan çıkarın baba.''
    ''Daha erken değil mi oğlum? Tam olarak iyileşmeden hiçbir yere gidemezsin.''
    ''Lütfen baba, çıkar beni buradan.''
    Babam kuşkulu, biraz da sorgulayan gözlerle bakmıştı bana. Daha sonra başını sallayarak ayrılmıştı yanımdan. Az sonra doktorla birlikte geldiğinde doktoru aramaya gittiğini anlamıştım.
    ''Çıkmak mı istiyorsun küçük bey?'' Bu doktordan hoşlanmamıştım nedense.
    ''Evet. Artık evime gitmek istiyorum.''
    ''Pekala.''
    Doktor biraz geri çekilip babamın yanına gitti. Orada birkaç dakika birlikte konuştular. Ne konuştuklarını hala bilmiyorum. Açıkcası merak ettiğimi de söyleyemem.
    ''Eğer çıkmak istiyorsan çıkabilirsin delikanlı. Yarana yapabileceğimiz çok fazla bir şey yok. Ağrıların içinde sağlam bir ağrı kesici yazacağım. Çok kan kaybettin. Bunun için birde kan hapına ihtiyacın var. Evde de rahat durur, belli bir süre bir yerlere kıpırdamazsan kısa sürede iyileşirsin. Büyük bir ağrı, acı veya daha kötü bir şeyler hissedersen hemen buraya gel. Anlaştık mı?''
    ''Anlaştık.''
    Ağzımdan çıkan tek söz buydu. Daha sonralarını düşününce aslında orada anlaşmadığımızı anlamıştım. Yalan söylediğimi sonraları yaşayarak anlamıştım. Benim için sonralar hiç bitmeyecek.
    Hemşireler beni kısa sürede hazırlayıp bir tekerlekli sandalyeye yerleştirdi. Arkama babam, iki yanıma da annem ve kardeşim geçmişti. Sonsuzluğa doğru yolculuğa, hastane koridorlarından başlamıştım. Keşke o hastaneden hiç çıkmasaydım.
    Back to top View user's profileSend private message
    MG
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Dec 04, 2008
    Posts: 17

    PostPosted: Sat Nov 14, 2009 2:48 pm Reply with quoteBack to top

    1/3

    O gün eve geldiğimizde akşam olmuştu. Ya da olmak üzereydi. Ailece yemek yiyecektik. İçimde sürekli bulunan o müthiş açlık hissi o günlerden başlamıştı. Yemeklerin tamamını ben yemiştim neredeyse. Buna en az aile bireyleri kadar ben de şaşırmıştım. Normalde çok fazla yiyen bir insan değildim. Hatta çoğu zaman öğünleri boş geçtiğim olurdu. Ama artık zaten insan değildim.
    Yemeği yedikten sonra hepimizin üzerine bir yorgunluk çökmüştü. Ama benim aklımda hastanede ve öncesinde olanlar hakkında onlarca soru vardı. Bunların hepsini tek bir soruda birleştirip yemek masasında babama sormayı başarmıştım.
    ''Neler oldu baba?''
    Babam korku dolu gözlerle bakmıştı o zaman. Ya da bana öyle gelmişti net olarak hatırlamıyorum. Ama o masada anlattıklarını noktasına kadar hatırlıyorum.
    ''Çok kötü şeyler oldu oğlum. Yıllardır gözümün önünden ayırmadığım çocuğum dev bir ormanda kayboldu. Tam bir hafta aradıktan sonra ölmek üzereyken bulduk seni. İki hafta kadar komada kaldın. şuurun açıldıktan üç-dört gün sonra da evimizdeyiz. Hayatımızın en kötü bir ayını geçirdik.''
    Babamın anlattıklarını merakla dinlemiştim. Sanki her şey iki günde olup bitmiş gibi geliyordu bana ama bu adam tam bir aydan bahsediyordu. Orada bir hafta nasıl hayatta kaldığımı anlayamıyordum. Hala...
    ''Ama geçti oğlum. Herşey normale döndü. Eskisi gibi olduk artık. Sen tam anlamıyla iyileştiğinde daha da iyi olacağız. Bir ay öncesi geri dönüp oradan mutlu bir şekilde yaşayıp gitmeye devam edeceğiz. Merak etme. Çstesinden hep beraber geleceğiz bunların.''
    Babam bu sözleri beni rahatlatmak için söylemişti o gün. Ama ben o günden sonra kendimi Hiçbir zaman rahat hissetmedim.
    Yorgun insanları daha fazla ayakta tutmaya hakkım yoktu. Uykumun geldiğini söylediğinde beni onaylar gibi masadan kalktılar. Kısa süre sonra hepimiz yataklarımızdaydık.
    Kardeşimle aynı odada birlikte kalıyorduk. Küçük bedeni bu yorgunluğa daha fazla dayanamıştı ve daha başını yastığa koymadan uyumuştu. Ben de masum gözlerle onu izlemeye başlamıştım. Acılarım ve ağrılarım uyutmuyordu. Acılarımı düşündükçe içim acıyor hala.
    Keşke ben o gün orada kardeşime hiç bakmasaydım. Çünkü insanlıktan çıktığımı o zaman anlamıştım. Kardeşimi istiyordum. Onun sıcak kanını son damlasına kadar içmek...
    Kendime engel olmalıydım. Yatağımdan kalktım. Mutfağa gittim ve buzdolabını açıp sonuna kadar sömürdüm. Ne bulursam ağzıma atıyor çıldırmış gibi çiğnemeden yutuyordum. İçimde müthiş bir açlık ve susuzluk hissi vardı. Dünyayı yiyecek gibiydim. Hiçbir şey beni doyurmuyordu. Neredeyse her şeyi bitirdiğimde haplar takılmıştı gözüme. Doktorun verdiği kan hapları ve diğerleri. Hepsinin kapaklarını açıp hırlayan boğazımdan teker teker mideme bıraktım. Ama ne yaparsam yapıyım bu açlığı bastıramıyordum. Çıldırmak üzereydim galiba. Biraz serinlemek iyi gelecek diye düşünmüştüm o zaman. Lavaboya gittim, yüzüme onlarca kez çarptım buz gibi suyu. Ama bunlar beni rahatlatmıyordu. Tişörtüm tamamen ıslanmıştı ama dişlerimde, midemde ve gözlerimdeki o müthiş yanma hissi bir türlü terketmiyordu bedenimi. Yüzümün halini görmek için aynaya baktığımda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yüzümü göremiyordum. Daha doğrusu o gün aynada gördüğüm o yüz bana ait değildi. Kıpkırmızı, alev alev yanan dev gözler ve bir bıçak kadar keskin olabilecek, büyük, ürkütücü sivri dişler... Tekrar odama döndüğümde vücudum ve içimdeki duygu yoğunluğu odayı terketmeden önceki duygularımdan ve ağrılarımdan farklı değildi.
    Kardeşime bakmamaya dikkat ediyordum. Çünkü ona karşı müthiş bir istek duyuyordum. Onun kanını kendi bedenime taşımak, kendi organlarım arasında dolaştırmak istiyordum. İlginçtir ki, bunu yaparsam rahatlayacağımı düşünüyordum.
    Delirmek, çıldırmak üzereydim.. Bağırmak, dolu dolu haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Litrelerce su içmeme rağmen boğazım kurumuştu. Bu duygu yoğunluğu arasında ölüp gitmekten korkuyordum.
    Gittikçe güçsüzleştiğimi hissediyordum. Hem ruhen, hem bedenen. Yatağıma uzandım. Tavanı izledim bir süre. Ama içimdeki istek ve burnumdaki kan kokusu giderek artıyordu. Kardeşime bir şey yapmaktan korkuyordum. Bu yüzden odayı terketme kararı aldım. Biraz televizyon izlemek iyi gelebilirdi o an için. Ayrıca yüzüme tekrar bakmam gerekiyordu. Ailemin karşısına böyle çıkamazdım. Sabah olunca ne diyecektim onlara. Gerçi o gün olanlar hakkında benim de hiçbir fikrim yoktu. Ne olduğumu yaşayarak öğrenecektim.
    Kapıyı açtmıştım. İlk adımımı koridora doğru attım ama içimdeki duygular o an patlamıştı ve kontrolümü kaybettim. Bedenim artık benim değildi. Koşarak geri döndüm ve kardeşimin masum bedeninin üstüne atladım. Ben ben olmaktan tamamen çıkmadan önce hatırladığım son şey dişlerimin kardeşimin boğazında olduğuydu.
    Back to top View user's profileSend private message
    MG
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Dec 04, 2008
    Posts: 17

    PostPosted: Sat Nov 14, 2009 2:48 pm Reply with quoteBack to top

    1/4

    Kardeşimin kanın kana kana içtikten sonra kendime gelmiştim sanırım. Pencereden atladım ve gecenin karanlığında müthiş bir hızla koşarak oradan bir daha geri dönmemek üzere uzaklaştım.
    Nasıl bu kadar hızlı koştuğumu o gün bende anlamamıştım. Ama daha sonraları anladım ki, ben herşeyi hızlı yapıyorum.
    Gün ağarmadan büyük bir ormanın girişine gelmiştim. Bu ormanın beni sonsuzluğa uğurlayan o orman olduğunu da daha sonraları öğrenmiştim. Çğrendikten sonra da aklıma ilk gelen şey beni ısıran o yaratığı bulup yüzleşmekti. Hala onu arıyorum.
    Geri dönemeyeceğimi anladığım zaman burada yaşamaya karar vermiştim. Sonsuza kadar bu ormanın göbeğinde yaşayacaktım. Sonsuz ne büyük bir boşluktu...
    Ve hala burada, bu ormanda yaşıyorum. Tam kırk yedi yıldır olduğu gibi. Monoton bir hayatın başrolündeydim. Kırk yedi yıldır neredeyse her günüm aynı şekilde geçmişti. Aynı olaylarla. Avlanmak, kanlanmak. Ama insanların da avladıkları şeylerle...
    şimdi sana neden bunları anlattığıma gelelim. Aslında bunları bir yerlere anlatıp, ruhumu ve içimdeki duyguları boşaltmak istiyordum. Bunu hayvanlarda denedim ama olmadı. Her seferinde anlattıklarımı boş boş baktılar ve ben de kızıp kanlarının son damlasına kadar sömürdüm hepsini. Sonları ağaçlar ve otlarda denedim bunu. Onlar hayvanlardan daha beterdi. Onlara da kızdım. Parçaladım, dağıttım.
    Sana biraz da buradaki çevremden, ormanımdan ve kırk yedi yıllık monoton hayatımdan bahsetmek isitorum. Etrafımda bu küçük kulübeden başka hiçbir şey yok. Yani, binlerce ağaçtan başka hiçbir şey...
    Kulübemde de çok fazla bir şey olduğu söylenemez. Birkaç kendi yapmış olduğum tahta sandalye, süs olsun diye ortaya attığım büyük bir ayı postu ve kısa süre önce yaptığım küçük bir masa. Sandalyeleri de neden birden fazla yaptığımı anlamış değilim. Can sıkıntısı işte. Burada yapabilecek çok fazla bir şey olmadığını daha önce söylemiş miydim?
    Burada bir çok arkadaşım oldu aslında. Ama çoğu daha sonra midemle buluştu. Bazılarına üzülmüştüm aslında. Onlarla iyi geçiniyordum ama kendime hakim olamıyordum işte.
    Bu monoton hayatımı kısa süre sonra sonlandırmayı planlıyorum. Evet, yıllar sonra şehre ineceğim. Aslında sana da bu yüzden yazmaya başladım. Daha önce bulsam ne yazacaktım ki sana? Bugün şunu avladım, şu gün bunu avladım...
    Çok yakında hayatımın renkleneceğini düşündükçe heyecanlanıyorum. Yıllardır duymadığım bir duygu bu. Daha önce de şehre indiğim olmuştu ama hep geceleri, insanların olmadığı zamanlarda. Az da olsa özlemimi gideriyordum o zaman. Ama artık bu özlemimi sonlandırmaya karar verdim.
    Avlandıktan sonra susuzluğumu giderirken dere de yüzümün ve vücudumun hiçbir bölgesinin değişmediğini, yaşlanmadığımı görmüştüm. Bu benim için umut vericiydi. O ısırığın benden aldıklarının karşılığında verdiği armağanlardan biriydi. Hala kırk yedi yıl önceki gibiydim. Tabi avlanırken büründüğüm o vahşi yaratığı saymazsak. O an kendimi kaybediyorum. Neden avlanırken kontrol edemiyorum kendimi?
    Az sonra sabah olacak, avlarım ormana dağılacak. Onlara her zaman ihtiyacım var. Çünkü belli bir süre avlanmadığımda enerjimi kaybediyor, güçsüzleşiyor, hatta insandan daha güçsüz bir hal alabiliyorum. Bunu daha önce defalarca denedim. O yüzden, her zaman bir şekilde kana ihtiyacım var. Bunu şehirde de karşılayabileceğimi düşünüyorum. Karşılayamazsam bir gece ormana çıkmak çok da zor sayılmaz.
    şimdi dışarı çıkıp avlanabildiğim kadar avlanmam lazım. Vücudumu enerjiyle doldurmalıyım. Bir iki gün içinde kendimi hazır hissedip şehirde olmak istiyorum.
    Back to top View user's profileSend private message
    MG
    Kullanıcı
    Kullanıcı





    Joined: Dec 04, 2008
    Posts: 17

    PostPosted: Sat Nov 14, 2009 2:49 pm Reply with quoteBack to top

    1/5

    Yaklaşık altı saat avlandım. Onlarca tavşan, fare ve sincap avladım. Zorlanmama rağmen bir de dere kenarında gördüğüm bir boz ayıyı devirmeyi başardım. Ama geyik bulamadım. Nedense o hayvanların kanını daha çok seviyorum ve onlardan daha fazla enerji elde ettiğimi düşünüyorum.
    şimdi sana bugün yaşadığım ilginç olaydan bahsedeyim.
    Avlanmayı bırakmıştım. Barakama dönüyordum. Yolda bir hışırtı duydum. Bir şey yaprakları sanki büyük bir zevkle ezerek, bile bile ses çıkartarak yürüyordu. Bir insandı bu. Takip etme kararı aldım. Nasıl olsa onlardan daha çok görecektim artık.
    Takibime devam ederken keskin bir ''Ay!'' sesi duydum. İnsan düşmüştü. İki ağacın arasında dizlerimin üzerine çöküp onu izlemeye başladım. Bir kızdı bu. Çok güzeldi. Simsiyah, uzun saçlar ve masmavi gözler. Dizlerinin üzerine çökmüştü. Yüzünde garip bir ifade vardı. Canı yanıyordu galiba. Bir yerini bir yere vurmuş ya da düşmüş olmalıydı.
    Birden bu kıza karşı yoğun bir duygu hissettim. İlk önce yıllar sonra bu kadar yakından bir insan gördüğüm için böyle bir duygu yoğunluğuna kapıldım sanmıştım ama sonra bu duyguları o gün kardeşimin karşısında da hissettiğimi anımsadım. Yutkundum. Kendimden iğrendim bir an. Kıza zarar vermemek için orayı terketmenin iyi olacağını düşündüm. Ama yakında daha fazla insan göreceğim için kendimi de denemek istiyordum.
    Kalktım. Gitmek en iyisiydi.
    ''Hey!'' Bu, kızın sesiydi. O an korkuyla karışık müthiş bir heyecan hissetmiştim. Kalbim yıllardır bu kadar hızlı çarpmıyordu. Bana mı seslenmişti acaba diye düşündüm. Sonra bana seslenmediğini ümit ederek yürümeye başladım.
    ''Hey, yardım etmeyecek misin?'' Bana sesleniyordu. Heyecanım gittikçe artıyordu. Koşup kaçmayı düşündüm. Ama daha sonra kendimi denemenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdim. Onların arasına inmeden önce ayağıma böyle bir fırsat gelmişti. Kendime güveniyordum.
    Geri döndüm ve kıza fazla yaklaşmamaya dikkat ederek yanına gittim. Aramızda iki metrelik bir mesafe vardı şimdi.
    ''Yardım etmeyecek misin?''
    Bilmiyordum. Edecek miydim? Buraya kadar geldiysem etmeliydim. Gözlerimi kapatıp kıza elimi uzattım. Yumuşacık, küçücük elleriyle elimi kavradı. O an yaşadıklarım nasıl bir duyguydu bilmiyorum. Korkuyla karışık bir huzur.
    Kendime doğru çektim ve ayağa kaldırdım. Ama gözlerimi açtığımda dizindeki yarayı görmüş olmam kendimi kaybetmeme neden olmuştu. Bir an da yüzümün değişmeye başladığını gördüm. Bunu onun görmemesi gerekiyordu. Sırtımı döndüm. Gözümü kapattım, yeniden insanlaşmayı bekliyordum.
    ''Hey, ne oldu?''
    ''Dizin, dizin kanıyor.''
    O an bu ormanda ilk yaşadıklarımı anımsadım. O yaratığı ve sonrasını. O günler bir film şeridi gibi tekrar tekrar geçti gözümün önünden.
    ''Ah, evet.''
    ''Temizlesen iyi olacak.''
    ''Pekala, temizledim.''
    Korkarak da olsa tekrar döndüm yüzümü. Evet, yarayı temizlemişti. Bunu neyle yaptı bilmiyorum. Kuru bir yaprakla olmalıydı. O kanlı ağaç yaprağını görmemiş olmam içimin rahatlamasını sağlamıştı.
    Kız yadırgayan gözlerle bakıyordu. Yardımımdan pek memnun olmamış gibiydi. Ama o an bu umrumda değildi.
    ''Teşekkür ederim.''
    ''Çnemli değil.''
    Tekrar döndüm. Bir an önce kızın yanından ayrılmam gerekiyordu. Bu kızın güzelliği, kokusu sabrımı zorluyordu. şimdilik bu kadar test yeterliydi. Ben insanlara zarar veremezdim.
    ''şey...''
    Yürümeye başladığımda tekrar duyduğum bu ipeksi ses olduğum yerde çakılı kalmama neden olmuştu. Yavaşça kıza doğru döndüm. Ona bakamıyordum. Bakarsam kendimi kaybedip olabilecek olanlardan korkuyordum.
    ''Ben kayboldum.''
    Benden yardım bekleyen bir av. İşte bu harikaydı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kısa bir süre düşündükten sonra ona yardım etme kararı aldım. Bu ormanı avucumun içi gibi biliyordum ve onu ulaşmak istediği yere ulaştırmak benim için zor olmayacaktı.
    ''Nereye gitmek istiyorsun?''
    ''Ormanın çıkışına. şimdi beni arıyor olmalılar. Babam ne kadar telaşlanmıştır. Lütfen beni biran önce çıkışa götürür müsün?''
    Ben burada kaybolduğumda benim babamda benim için telaşlanmış mıydı? Tabii ki. Eğer yaşıyorsa benim için hala telaşlanıyor olmalıydı.
    ''Pekala.''
    Yola koyuldum. Kıza bakmamaya gayret ediyordum. Konuşmak istediğini hissettim. Ama ben konuşmayınca o da konuşmuyordu. Kafasında binlerce soru işareti vardı benim hakkımda. Sormak istiyor ama korkuyormuş gibi bir ruh hali içindeydi. Neler düşündüğünü hissedebiliyordum. Bu yeteneğimi bugün keşfettim.
    Kısa süre sonra çıkışa vardık. Ben yaklaşık on yıldır gelmiyordum çıkışa. Çok fazla çıkışa yaklaşmam şimdilik iyi olacaktı. Zaten az ilerde ağaçların arasında görünüyordu insanlar. Sağa sola koşuyorlar, birbirleriyle konuşuyorlardı.
    ''Benim gitmem lazım.''
    Kız sözlerimi duyunca gülümsedi. O da çıkışı görmüş olmalıydı artık. Neden çıkışa kadar gitmediğime anlam veremiyordu ama bunu çok önemsemiyordu. Bir süre ileriye, muhtemelen ailesine ve babasına baktı. Tekrar bana dönüp teşekkür edeceğinde bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. Çünkü karışısında ben yoktum. Ona göre yola koyulmuştum. Ama aslında onu izliyor, kendime hakim olmuş olmanın mutluluğuyla gülümsüyordum.
    Onu gördüğüm an hem bir avlama duygusu, hem de garip bir mutluluk kaplamıştı içimi. Onu bir daha görebilecek miydim bilmiyorum ama bu garip mutluluğu onlarca yıl önce de hissettiğimi hatırlıyorum. şimdi söyle bana ruhum, vampirler de aşık olur mu?
    Back to top View user's profileSend private message
    Display posts from previous:      
    Post new topicReply to topic


     Jump to:   



    View next topic
    View previous topic
    You cannot post new topics in this forum
    You cannot reply to topics in this forum
    You cannot edit your posts in this forum
    You cannot delete your posts in this forum
    You cannot vote in polls in this forum


    Powered by phpBB © 2001 phpBB Group

    :: HalloweenV2 phpBB Theme Exclusive ::
     
    FRPWorld.Com ülkemizdeki fantezi edebiyatı ve frp sevenleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir web sitesidir. 2003 yılında kurulmuş olan sitemiz kullanıcı ve yöneticilerimizin katkıları ile büyüyüp Türkiyenin en büyük frp sitelerinden birisi olmuştur. Galerisi, indirilecekler kısmı, akademisi, yazarları ile sitemiz tam bir frp hazinesidir. FRPWorld sizin de desteklerinizle böyle olmaya devam edecektir. FRP'nin doyumsuzca yaşandığı bu diyara hoş geldiniz.

    FRPWorld, yeni bir frp dünyası


    Sitede bulunan yazı, doküman ve diğer içerikler siteye ait olup başkaları tarafından kopyalanması, dağıtılması ya da ticari amaçla kullanılması yasaktır.
    Siteye yapmış olduğunuz katkılar frpworld.com'un olup bunları yayınlama ya da yayınlamama hakkı site yöneticilerine aittir.


    Sayfa Üretimi: 0.71 Saniye